Eyüp Can

Aşının riski milyonda bir

31 Ekim 2009
Sağlık Bakanı Recep Akdağ Hürriyet'e açıkladı:

SEN misin Sağlık Bakanı’na “Şu paniğe bir son verin” diye açık mektup yazan. Önceki akşam Recep Akdağ “Eyüp Bey biz hiç panik yapmış değiliz” diyerek aradı.  

 

Önerdiğim Domuz Gribi Sorunu kitabını uzmanlarıyla birlikte incelemeye başlamış.

1976’da Amerika’da panikle başlayan ulusal aşı kampanyasının grip salgınından daha büyük bir felakete yol açmış olması Akdağ’ı da şaşırtmış.

Fakat bakan “Bugün durum çok farklı” dedi.

Zaten ben de 1976’da yaşananlarla bugün yaşananların birebir aynı olduğunu iddia etmedim. Sadece “kayıtsızlıkla panik” arasında ince bir denge kurulması gerektiğine dikkat çektim. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a herkesin kafasını kurcalayan soruları sordum.

TEK OTORİTE BİLİM KURULU

* Panik yapmadığınızı söylüyorsunuz ama bu salgında 5000 kişinin ölebileceğini bizzat siz açıklamıştınız?

Yazının Devamını Oku

Recep Akdağ’a açık mektup

28 Ekim 2009
ANKARA’dan eğitimci bir arkadaşım aradı. <br><br>“Sonunda Ankara’da okulları bir hafta tatil ettirdiniz.”

Kim, biz mi?

“Tüm medya elbirliğiyle domuz gribi haberlerini öyle bir büyüttünüz ki, sonunda yetkililer panikle okulları tatil etti. Dün iki veli geldi, ‘Domuz gribi salgınından dolayı çocuklarımızı okuldan almak istiyoruz’ dedi.”

 Hadi canım şaka yapıyorsun...

“İnan aldılar, bir de ‘Bu ortamda biz çocuğumuzu niye özel okula gönderelim’ diye posta koydular.”

Devlet okulları daha mı hijyenmiş?

Yazının Devamını Oku

Bir Wolsfburg kaç Kapadokya eder?

24 Ekim 2009
TÜRKİYE neden hak ettiği oranda kalkınamıyor?”

Sorusunun cevabını galiba Almanya’nın Wolsfburg kentinde buldum.

“Ta oralara kadar gitmen mi gerekiyordu?” diyenler çıkabilir, kabulümdür.


Bazen bazı sorular hiç beklemediğiniz yerlerde, hiç beklenmedik şekilde cevap bulur.


Zaten baksanıza benim gibi iyi bir Fenerbahçeli, geçen haftayı Bükreş’te değil, Doğuş Grubu’nun davetlisi olarak Beşiktaş-Wolsfburg maçı için Almanya’da geçirdi.


Yazının Devamını Oku

Acıyı kucaklayabilir misiniz?

21 Ekim 2009
ON yıl önce Amerika’da öğrenciyim.<br><br>O gün dersin alabildiğine tartışmalı geçeceği daha başından belliydi. Çünkü hocamız sömestr boyunca Siyaset, Medya ve Kamuoyu dersini beyin fırtınasına dönüştürmüştü.

Sadece Amerikan kamuoyunu tartışmıyor, kendi ülkemizden örnekler vermeye zorlanıyorduk. Böylece BM’yi andıran sınıfımızda ülkemizin gerçekleriyle yeniden yüzleşme imkânı buluyorduk.

Ve o gün sunum sırası Azeri arkadaşım Rauf’taydı.

* * *

Rauf, Haydar Aliyev’in yanında çalışmış, onun desteğiyle Kennedy School of Government’a gelmiş, zeki fakat agresif bir arkadaştı.

Bana sunumunu Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali üzerine yapacağını söyledi.

Sınıfımızda bulunan Ermeni arkadaşların patlamaya hazır bomba olduğunu bildiğim için “En iyi bildiğin konu, ama sakın provokatif bir üslup kullanma!” dedim.

Gülerek, “Maraglanma bu dafa o Ermenileri suspus edeceğim” dedi.

* * *

Yazının Devamını Oku

150 milyon dolarlık gizemli imza

17 Ekim 2009
BÖYLESİ herhalde yüzyılda bir olur.

19 bin dolara aldığınız bir resim iki senede en fazla ne kadar değer kazanabilir?

İki, üç, dört, beş, on ya da yüz kat...

Yormayayım çünkü tahmin edebileceğiniz bir artış hikâyesi değil birazdan anlatacağım. Neredeyse on bin kat.

 

* * *

Evet, yanlış duymadınız 2007 yılında açık artırmada 19 bin dolara satılan “Rönesans Giysileri İçindeki Genç Kızın Profili” adlı eser, sahibi tablodan şüphelenince 150 milyon dolarlık bir servete dönüştü.

Çünkü Paris’te bir laboratuvarda kızılötesi ışınlarla yapılan analiz 19. yüzyıldan kalma bir resim olduğu zannedilen Genç Kızın Profili’nin ünlü ressam Leonardo da Vinci’nin erken dönem imzasını taşıdığını gösterdi.

Yazının Devamını Oku

Samson ve deja vu

14 Ekim 2009
RESMİ sıfatı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü İş Konseyi Ermenistan Temsilcisi.

Gayriresmi sıfatı Ermenistan Cumhurbaşkanları Danışmanı. Bir de Sos-Armenie adlı yardım kuruluşunun başkanlığı var. Fakat o tüm bu sıkıcı sıfatların ötesinde alabildiğine renkli ve yaratıcı kişiliği ile Türkiye-Ermenistan arasında gerçek anlamda bir ‘barış elçisi.’ Samson Özararat’tan bahsediyorum. Hani şu 1990’lı yılların başında Ermenistan ile Azerbaycan arasında savaş sürerken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’ı gizli bir biçimde Paris’te buluşturmayı hayal eden ve bunu gerçekleştiren adamdan. * * * 1951 Konya doğumlu.  Okul arkadaşlarının anlatımıyla merasimlerin çok aranan mehter takımı davulcusu. ODTÜ’lü. 1970’lerin başındaki birçok ODTÜ’lü gibi o da solcu. Hem de ‘mahpushane’ görmüş eylemcilerden. Sabancı Holding’de proje mühendisi olarak da çalışmış, Deniz Harp Okulu’nda Yön Eylem Araştırmacısı olarak da. 1980’de bir Fransız’la evlenince Nice’e yerleşmiş. Aptal bir bürokratik sebeple Türkiye pasaportu elinden alınmış. Fakat o yine de o gün bugündür Türkiye-Ermenistan-Fransa arasında mekik dokumaktan vazgeçmemiş. * * * Dün Türkiye ile Ermenistan arasında oynanacak maç için İstanbul’daydı. İki saati aşkın bir süre 1993’ten 2009’a Türkiye Ermenistan ilişkilerini konuştuk. 1993’te Türkeş ve Petrosyan’la başlayan tarihi barış fırsatının nasıl heba edildiğini anlattı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Serj Sarkisyan arasında futbol diplomasisi ile başlayan barış umudunun ‘off-the-record’ perde arkasını aktardı. Karabağ meselesinin protokolün şartı gibi sunulmasının doğurabileceği tehlikelere dikkat çekti. Rusya ve Amerika’nın Ermenistan üzerindeki bilinen ve bilinmeyen rollerine değindi. Doğrusu bu ya o konuşurken benim aklımda hep aynı soru vardı.“Tüm bu yaşadıkların sen de bir deja vu duygusu yaratmıyor mu?”* * * Derin bir iç geçirdi. “Yaratmaz olur mu? O kadar çok endişeleniyorum ki basit sebeplerden dolayı bu süreç tıkanacak diye. Tıpkı 1993’teki gibi. Haklısın bu yönüyle bazen deja vu hissine yani ben bu filmi daha önce görmüştüm hissine kapılıyorum, fakat bu sefer birçok açıdan şartlar daha iyi. Hem Türkiye’de hem de Ermenistan’da ilişkilerin normalleşmesi için güçlü bir siyasi irade var. Rusya resmi olarak çözümden yana tavır koyduğunu söylüyor. Amerika ve Fransa süreci destekliyor. 1990’lı yıllarda Türkeş ve Petrosyan gibi cesur liderler vardı, fakat iklim müsait değildi. Şimdi marjinalleri bir kenara bırakırsanız iklim de müsait. Yeter ki alakasız konulara saplanıp kalmayalım.”* * * Türkiye, Ermenistan milli takımıyla bugün Bursa’da sportif anlamda iddiasız, diplomatik anlamda ise hayli iddialı bir maça çıkacak. Erivan’daki maçtan sonra yaşananlara bakınca etkilenmemek elde değil. Bırakın Türkiye’yi tüm dünya medyası yaklaşık bir haftadır futbol diplomasisinin zaferi olarak görülen tarihi protokolü konuşuyor. Elbette henüz her şey bitmiş değil hatta her şey yeni başlıyor. Fakat yeni başlayanlara protokolün gizli mimarı Samson Özararat geçmişte yaşadıklarını hatırlatıyor. Deja vu endişesine rağmen bugün Bursa stadında hem Türkiye hem de Ermenistan için yerini alıyor. Elbette ‘deja vu’ değil ‘dostluk’ kazansın istiyor. 

Yazının Devamını Oku

Umuda ödül verilir mi?

10 Ekim 2009
"NOBEL Barış Ödülü bu yıl ABD Başkanı Barack Obama’ya verildi." Ne yalan söyleyeyim ilk tepkim "Hadi canım sen de" oldu.

Adam iktidara geleli bir yıl bile olmadı.

Barış ödülü için bu yıl 205 adayın ismi geçiyordu.

O isimler arasında Obama’nın olduğunu ne duyan var ne de tahmin eden.

Tam bir şok!

’Şok’
kelimesini bilinçli kullanıyorum çünkü ödülü Obama’nın kazandığı duyulunca dünya kamuoyu resmen ikiye bölündü.

* * *

Avustralya’dan Amerika’ya bir grup "Obama umut ışığını yeniden yaktığı için fazlasıyla hak ediyor" diyerek sevinç çığlıkları atıyor.

Afganistan’dan İran’a, Irak’tan Avrupa ve Amerika’ya bir diğer grupsa "Obama güzel nutuklar atmak dışında barış adına ne yaptı da bu ödülü aldı" diyerek isyan ediyor.

Ve ben tepki ve destek mesajlarını okudukça kendi içimde ikiye bölünüyorum.

İsyana da, sevinç çığlığına da eşit derecede hak veriyorum.

Aklım "Hadi canım sen de" diyor yüreğim "İyi ki varsın umut".

* * *

Rasyonel açıdan baktığınızda gerçekten de Obama’nın bu ödülü alması çok tartışmalı.

Çünkü Nobel Barış Ödülü bugüne kadar iyi niyetli girişimlere değil, somut kazanımlara verildi.

Obama’nın iktidara geldiğinden bu yana barışa dönük güçlü söylemleri oldu ama henüz bir eylemini görmedik.

Ne Amerikan askerlerini Irak’tan çekebildi, ne Afganistan’ın işgaline son verdi.

Ne İsrail-Filistin sorunu çözüm yolunda ne de Keşmir.

Ayıptır söylemesi Guantanamo’yu bile boşaltabilmiş değil.

Türkiye-Ermenistan ya da Dağlık Karabağ deseniz futbol diplomasisi aşamasında.

İran’la nükleer silah konusu bırakın barışçıl çözümü her an savaş çıkarabilir.

Yani Obama’nın bir tek elle tutulur somut kazanımı yok.

Ayrıca Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturan bir lideri Şubat’ta aday olarak sunmak prosedür açısından tam bir skandal.

O halde nasıl aldı bu ödülü?

* * *

Nobel Ödül Komitesi’nin gerekçesi şöyle: "Dünyanın dikkatini Obama kadar çok cezbeden ve insanlara daha iyi bir yaşam umudu veren az lider var."

Türkçesi Obama barışı gerçekleştiren bir lider olduğu için değil dünyaya barış umudu verebildiği için ödüllendirildi.

Yani bu yıl Nobel Barış Ödülü UMUDA verildi.

Tıpkı 1990’da Soğuk Savaş dönemini bitirmesi umuduyla Gorbaçov’a verildiği gibi.

Fakat 108 yıldır komite bu ödülü barışa somut katkı yapmış liderlere veriyordu.

Gorbaçov’u saymazsanız ki saymayın, o bile ödül aldığında çok önemli somut adımlar atmıştı, Nobel Barış Ödülü ilk kez eyleme değil söyleme veriliyor.

İnsanlar içerde ve dışarıda bu yüzden ikiye bölünüyor.

* * *

Nobel Ödül Komitesi Obama’yı 108 yıldır teşvik etmeye çalıştığı barışçıl değerlerin en önde gelen sözcüsü ilan etti. Bunun en önemli sebebi Obama’nın ’kaba kuvvet’ yerine ’yumuşak güç’ ilkesine dayanan diplomasi anlayışı çok kısa bir sürede uluslararası siyasette yeni bir iklim yarattı.

İslam dünyası ile iyi ilişkiler kurması, nükleer silahlardan arınma vizyonu, ABD’nin iklim değişikliğinde daha yapıcı bir rol alması ödül komitesini hayli etkilemiş.

Geçen yıl ödülü alan Martti Ahtisaari teşvik edici olacağı için ödülün Obama’ya verilmesine çok sevinmiş.

Fakat ödülün kendisine verildiğini duyan Obama bile şaşkınlığını gizleyememiş.

Anlayacağınız dünya kamuoyunun ikiye bölünmesi gayet normal.

Benimse kendi içimde yaşadığım bölünmeye rağmen tercihim umuttan yana.

Ne de olsa umut sadece Nobel komitesinin değil fakirin de ekmeği.
Yazının Devamını Oku

Tanrının gözüyle Taksim’de savaş

7 Ekim 2009
TANRININ iki gözü olsa ve bizlere dün Taksim Meydanı’nda ‘içeride’ ve ‘dışarıda’ yaşanan yoksulluk savaşını anlatsa.

Bir gözüyle IMF ve Dünya Bankası toplantılarının yapıldığı kongre binasına dalsa, diğer gözüyle protestoculara.

Bir gözüyle dışarıdaki ‘eylemcilere’ diğer gözüyle içerdeki ‘söylemcilere’ baksa.

Tekrar diğer göz girse devreye.

Usulca Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’in dünyanın dört bir tarafından topladığı hikâyelere dikkat kesilse.

Mesela Moğolistan’da hayvan fiyatları krizde düştüğü için ‘un ve şeker’ alamaz hale gelen çobanın açlığına, Kamboçya’da kriz dolayısıyla kapanan 48 tekstil fabrikası yüzünden işsiz kalan 62 bin kişinin çaresizliğine, Güney Afrika’da gecekonduda yaşayan verem hastası bir annenin kriz dolayısıyla ilaçlarını alamaz hale gelişine, fakat buna rağmen ölmekten değil minik kızını tek başına geride bırakarak ölmekten korktuğuna.

Eğer kalıcı tedbir alınmazsa 59 milyon insanın daha işsiz kalacağına, sadece Sahra bölgesinde 50 bin bebeğin ölümü beklediğine, krizin faturasının yoksula çıktığına...

Ve en çarpıcısı Zoellick’in ağzından dökülen şu sözler.

“Eski düzen bitti, şimdi vakit kaybetmeden, yoksuldan yana sorumlu küreselleşmeyi sağlayacak yeni kurumları yürürlüğe sokma zamanı.”* * *

Tekrar diğer göz girse devreye.

Usulca Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’in dünyanın dört bir tarafından topladığı hikâyelere dikkat kesilse.

Mesela Moğolistan’da hayvan fiyatları krizde düştüğü için ‘un ve şeker’ alamaz hale gelen çobanın açlığına, Kamboçya’da kriz dolayısıyla kapanan 48 tekstil fabrikası yüzünden işsiz kalan 62 bin kişinin çaresizliğine, Güney Afrika’da gecekonduda yaşayan verem hastası bir annenin kriz dolayısıyla ilaçlarını alamaz hale gelişine, fakat buna rağmen ölmekten değil minik kızını tek başına geride bırakarak ölmekten korktuğuna.

Eğer kalıcı tedbir alınmazsa 59 milyon insanın daha işsiz kalacağına, sadece Sahra bölgesinde 50 bin bebeğin ölümü beklediğine, krizin faturasının yoksula çıktığına...

Yazının Devamını Oku