SEN misin Sağlık Bakanı’na “Şu paniğe bir son verin” diye açık mektup yazan. Önceki akşam Recep Akdağ “Eyüp Bey biz hiç panik yapmış değiliz” diyerek aradı.
Önerdiğim Domuz Gribi Sorunu kitabını uzmanlarıyla birlikte incelemeye başlamış.
1976’da Amerika’da panikle başlayan ulusal aşı kampanyasının grip salgınından daha büyük bir felakete yol açmış olması Akdağ’ı da şaşırtmış.
Fakat bakan “Bugün durum çok farklı” dedi.
Zaten ben de 1976’da yaşananlarla bugün yaşananların birebir aynı olduğunu iddia etmedim. Sadece “kayıtsızlıkla panik” arasında ince bir denge kurulması gerektiğine dikkat çektim. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a herkesin kafasını kurcalayan soruları sordum.
TEK OTORİTE BİLİM KURULU
* Panik yapmadığınızı söylüyorsunuz ama bu salgında 5000 kişinin ölebileceğini bizzat siz açıklamıştınız?
Kim, biz mi?
“Tüm medya elbirliğiyle domuz gribi haberlerini öyle bir büyüttünüz ki, sonunda yetkililer panikle okulları tatil etti. Dün iki veli geldi, ‘Domuz gribi salgınından dolayı çocuklarımızı okuldan almak istiyoruz’ dedi.”
Hadi canım şaka yapıyorsun...
“İnan aldılar, bir de ‘Bu ortamda biz çocuğumuzu niye özel okula gönderelim’ diye posta koydular.”
Devlet okulları daha mı hijyenmiş?
Sorusunun cevabını galiba Almanya’nın Wolsfburg kentinde buldum.
“Ta oralara kadar gitmen mi gerekiyordu?” diyenler çıkabilir, kabulümdür.
Bazen bazı sorular hiç beklemediğiniz yerlerde, hiç beklenmedik şekilde cevap bulur.
Zaten baksanıza benim gibi iyi bir Fenerbahçeli, geçen haftayı Bükreş’te değil, Doğuş Grubu’nun davetlisi olarak Beşiktaş-Wolsfburg maçı için Almanya’da geçirdi.
Sadece Amerikan kamuoyunu tartışmıyor, kendi ülkemizden örnekler vermeye zorlanıyorduk. Böylece BM’yi andıran sınıfımızda ülkemizin gerçekleriyle yeniden yüzleşme imkânı buluyorduk.
Ve o gün sunum sırası Azeri arkadaşım Rauf’taydı.
* * *
Rauf, Haydar Aliyev’in yanında çalışmış, onun desteğiyle Kennedy School of Government’a gelmiş, zeki fakat agresif bir arkadaştı.
Bana sunumunu Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali üzerine yapacağını söyledi.
Sınıfımızda bulunan Ermeni arkadaşların patlamaya hazır bomba olduğunu bildiğim için “En iyi bildiğin konu, ama sakın provokatif bir üslup kullanma!” dedim.
Gülerek, “Maraglanma bu dafa o Ermenileri suspus edeceğim” dedi.
* * *
19 bin dolara aldığınız bir resim iki senede en fazla ne kadar değer kazanabilir?
İki, üç, dört, beş, on ya da yüz kat...
Yormayayım çünkü tahmin edebileceğiniz bir artış hikâyesi değil birazdan anlatacağım. Neredeyse on bin kat.
* * *
Evet, yanlış duymadınız 2007 yılında açık artırmada 19 bin dolara satılan “Rönesans Giysileri İçindeki Genç Kızın Profili” adlı eser, sahibi tablodan şüphelenince 150 milyon dolarlık bir servete dönüştü.
Çünkü Paris’te bir laboratuvarda kızılötesi ışınlarla yapılan analiz 19. yüzyıldan kalma bir resim olduğu zannedilen Genç Kızın Profili’nin ünlü ressam Leonardo da Vinci’nin erken dönem imzasını taşıdığını gösterdi.
Gayriresmi sıfatı Ermenistan Cumhurbaşkanları Danışmanı. Bir de Sos-Armenie adlı yardım kuruluşunun başkanlığı var. Fakat o tüm bu sıkıcı sıfatların ötesinde alabildiğine renkli ve yaratıcı kişiliği ile Türkiye-Ermenistan arasında gerçek anlamda bir ‘barış elçisi.’ Samson Özararat’tan bahsediyorum. Hani şu 1990’lı yılların başında Ermenistan ile Azerbaycan arasında savaş sürerken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan’ı gizli bir biçimde Paris’te buluşturmayı hayal eden ve bunu gerçekleştiren adamdan. * * * 1951 Konya doğumlu. Okul arkadaşlarının anlatımıyla merasimlerin çok aranan mehter takımı davulcusu. ODTÜ’lü. 1970’lerin başındaki birçok ODTÜ’lü gibi o da solcu. Hem de ‘mahpushane’ görmüş eylemcilerden. Sabancı Holding’de proje mühendisi olarak da çalışmış, Deniz Harp Okulu’nda Yön Eylem Araştırmacısı olarak da. 1980’de bir Fransız’la evlenince Nice’e yerleşmiş. Aptal bir bürokratik sebeple Türkiye pasaportu elinden alınmış. Fakat o yine de o gün bugündür Türkiye-Ermenistan-Fransa arasında mekik dokumaktan vazgeçmemiş. * * * Dün Türkiye ile Ermenistan arasında oynanacak maç için İstanbul’daydı. İki saati aşkın bir süre 1993’ten 2009’a Türkiye Ermenistan ilişkilerini konuştuk. 1993’te Türkeş ve Petrosyan’la başlayan tarihi barış fırsatının nasıl heba edildiğini anlattı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Serj Sarkisyan arasında futbol diplomasisi ile başlayan barış umudunun ‘off-the-record’ perde arkasını aktardı. Karabağ meselesinin protokolün şartı gibi sunulmasının doğurabileceği tehlikelere dikkat çekti. Rusya ve Amerika’nın Ermenistan üzerindeki bilinen ve bilinmeyen rollerine değindi. Doğrusu bu ya o konuşurken benim aklımda hep aynı soru vardı.“Tüm bu yaşadıkların sen de bir deja vu duygusu yaratmıyor mu?”* * * Derin bir iç geçirdi. “Yaratmaz olur mu? O kadar çok endişeleniyorum ki basit sebeplerden dolayı bu süreç tıkanacak diye. Tıpkı 1993’teki gibi. Haklısın bu yönüyle bazen deja vu hissine yani ben bu filmi daha önce görmüştüm hissine kapılıyorum, fakat bu sefer birçok açıdan şartlar daha iyi. Hem Türkiye’de hem de Ermenistan’da ilişkilerin normalleşmesi için güçlü bir siyasi irade var. Rusya resmi olarak çözümden yana tavır koyduğunu söylüyor. Amerika ve Fransa süreci destekliyor. 1990’lı yıllarda Türkeş ve Petrosyan gibi cesur liderler vardı, fakat iklim müsait değildi. Şimdi marjinalleri bir kenara bırakırsanız iklim de müsait. Yeter ki alakasız konulara saplanıp kalmayalım.”* * * Türkiye, Ermenistan milli takımıyla bugün Bursa’da sportif anlamda iddiasız, diplomatik anlamda ise hayli iddialı bir maça çıkacak. Erivan’daki maçtan sonra yaşananlara bakınca etkilenmemek elde değil. Bırakın Türkiye’yi tüm dünya medyası yaklaşık bir haftadır futbol diplomasisinin zaferi olarak görülen tarihi protokolü konuşuyor. Elbette henüz her şey bitmiş değil hatta her şey yeni başlıyor. Fakat yeni başlayanlara protokolün gizli mimarı Samson Özararat geçmişte yaşadıklarını hatırlatıyor. Deja vu endişesine rağmen bugün Bursa stadında hem Türkiye hem de Ermenistan için yerini alıyor. Elbette ‘deja vu’ değil ‘dostluk’ kazansın istiyor.
Bir gözüyle IMF ve Dünya Bankası toplantılarının yapıldığı kongre binasına dalsa, diğer gözüyle protestoculara.
Bir gözüyle dışarıdaki ‘eylemcilere’ diğer gözüyle içerdeki ‘söylemcilere’ baksa.
Tekrar diğer göz girse devreye.
Usulca Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’in dünyanın dört bir tarafından topladığı hikâyelere dikkat kesilse.
Mesela Moğolistan’da hayvan fiyatları krizde düştüğü için ‘un ve şeker’ alamaz hale gelen çobanın açlığına, Kamboçya’da kriz dolayısıyla kapanan 48 tekstil fabrikası yüzünden işsiz kalan 62 bin kişinin çaresizliğine, Güney Afrika’da gecekonduda yaşayan verem hastası bir annenin kriz dolayısıyla ilaçlarını alamaz hale gelişine, fakat buna rağmen ölmekten değil minik kızını tek başına geride bırakarak ölmekten korktuğuna.
Eğer kalıcı tedbir alınmazsa 59 milyon insanın daha işsiz kalacağına, sadece Sahra bölgesinde 50 bin bebeğin ölümü beklediğine, krizin faturasının yoksula çıktığına...
Ve en çarpıcısı Zoellick’in ağzından dökülen şu sözler.
“Eski düzen bitti, şimdi vakit kaybetmeden, yoksuldan yana sorumlu küreselleşmeyi sağlayacak yeni kurumları yürürlüğe sokma zamanı.”* * *Tekrar diğer göz girse devreye.
Usulca Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick’in dünyanın dört bir tarafından topladığı hikâyelere dikkat kesilse.
Mesela Moğolistan’da hayvan fiyatları krizde düştüğü için ‘un ve şeker’ alamaz hale gelen çobanın açlığına, Kamboçya’da kriz dolayısıyla kapanan 48 tekstil fabrikası yüzünden işsiz kalan 62 bin kişinin çaresizliğine, Güney Afrika’da gecekonduda yaşayan verem hastası bir annenin kriz dolayısıyla ilaçlarını alamaz hale gelişine, fakat buna rağmen ölmekten değil minik kızını tek başına geride bırakarak ölmekten korktuğuna.
Eğer kalıcı tedbir alınmazsa 59 milyon insanın daha işsiz kalacağına, sadece Sahra bölgesinde 50 bin bebeğin ölümü beklediğine, krizin faturasının yoksula çıktığına...