Paylaş
Sadece Amerikan kamuoyunu tartışmıyor, kendi ülkemizden örnekler vermeye zorlanıyorduk. Böylece BM’yi andıran sınıfımızda ülkemizin gerçekleriyle yeniden yüzleşme imkânı buluyorduk.
Ve o gün sunum sırası Azeri arkadaşım Rauf’taydı.
* * *
Rauf, Haydar Aliyev’in yanında çalışmış, onun desteğiyle Kennedy School of Government’a gelmiş, zeki fakat agresif bir arkadaştı.
Bana sunumunu Ermenistan’ın Karabağ’ı işgali üzerine yapacağını söyledi.
Sınıfımızda bulunan Ermeni arkadaşların patlamaya hazır bomba olduğunu bildiğim için “En iyi bildiğin konu, ama sakın provokatif bir üslup kullanma!” dedim.
Gülerek, “Maraglanma bu dafa o Ermenileri suspus edeceğim” dedi.
* * *
İşgali gözler önüne seren haritalarla desteklenmiş çok güzel bir sunum yaptı.
Öyle ki Ermeni arkadaşlar bile itiraz edemedi.
En çok da “Toprakları Ermenistan tarafından işgal edilen biziz, Amerika’nın ambargosuna maruz kalan yine biziz. Bu mu adalet?” sözü alkış aldı.
Fakat hemen arkasından ortamı geren çok ağır suçlamalarda bulundu.
Biri bayan üç Ermeni arkadaş sıralara vurarak Rauf’u protesto etti: “Siz Türklerin yaptığı soykırım ve barbarlığı en iyi biz biliriz.”
Konu birden ‘soykırım tartışmasına’ kaydı.
Rauf tüm pişkinliği ile topu bana attı; “Soykırımın Azerbaycan’la ilgisi yok, işte Türkiye’den Eyüp burada, o cevap versin.”
* * *
Oldum olası provokatif tartışmalardan hazzetmem.
Böylesi ateşli bir ortamda neyi nasıl anlatacaksın?
Türkiye’nin resmi tezinden dem vurup, “Bu işi Rusların oyununa gelen Ermeni komitacılar başlattı ve Türk köyleri yakıldı. Bunun üzerine hükümet de Ermenileri tehcir etmek zorunda kaldı” desem alacağım cevabı biliyorum: “Bir milyonu aşkın Ermeni’yi çoluk çocuk demeden zemheri soğukta topraklarından sürüp yollarda acımasızca katlettiniz.”
Nitekim öyle oldu, fakat bir farkla; iki tezi de ben dile getirdim. Bana öfkeyle bakan Ermeni arkadaşlara dönüp “Gözlerinizdeki öfkeyi anlayabiliyorum. Sizler soykırım hikâyeleriyle büyüdünüz, bense Ermenilerin bizi nasıl arkadan vurduğuyla. Bir an için meselenin siyasi boyutunu bir kenara bırakın, eğer bunu yapabilirseniz ben bütün samimiyetimle size duyduğum üzüntüyü sunacağım. Eğer buysa gözlerinizdeki öfkeyi dindirecek, işte sınıfın huzurunda söylüyorum, yaşananlardan dolayı üzgünüm, acınızı yürekten paylaşıyorum.”
* * *
İnanılmaz bir sessizlik oldu.
Onlara tehcir kararına karşı çıkan iki valinin istifa hikâyesini anlattım. Meselenin zannettikleri kadar siyah-beyaz olmadığını, komşularının mallarını yağmalayanlar kadar, komşularını korumak için kendi canlarını tehlikeye atanlar olduğunu söyledim.
“Keşke gözlerinizde öfkeye dönüşen bu acı hiç yaşanmasaydı, üzgünüm...” dedim.
Daha önce de yazdım, hayatımda hiç unutamayacağım bir gündü.
Üç Ermeni arkadaş titrek ve buğulu gözlerle “Seni kucaklayabilir miyiz?” dedi ve boynuma sarıldı. Benimse gözlerim Rauf’a kaydı. Onu da aramıza almayı önerdim, itiraz eden olmadı, o günden sonra hararetli tartışmalar eşliğinde Ermeni-Azeri-Türk öğrenciler olarak birlikte çok güzel projelere
imza attık.
* * *
Biliyorum uluslararası ilişkiler okul arkadaşlığından daha komplike.
Fakat inanın on yıl önce okulda yaşadıklarım bugün Türkiye-Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşananların özeti.
Maalesef birbirinden bağımsız gibi görünen sorunlar birbirine göbekten bağlı.
Arapsaçına dönen o bağı ilmik ilmik yeniden örmekten başka çare yok.
Ama sabırla, her ilmikte kendinizin, kardeşinizin ve komşunuzun canının yanabileceğini unutmadan.
Her çığlıkta acıyı yeniden kucaklayarak...
Paylaş