Hakikaten de öyle.
Pazar günü uluslararası basından birkaç meslektaşla IMF zirvesi için İstanbul’a gelen Amerika Hazine Bakanı Timothy Geithner’ı soru yağmuruna tuttuk.
Türkiye’den Hürriyet ve Referans adına katıldığım bir saati aşan sohbette Çin, Japonya ve Fransa’dan konusunda uzman meslektaşlar vardı. Geithner karşılıklı tartışma, sıkıştırma ve soru-cevap formatında geçen sohbetimizde oturduğu koltuğun zorluğunu dikkate alarak tüm hünerini gösterdi.
Amerika IMF’teki veto yetkisini ne zaman bırakacak?’ ‘Krizi çıkaran sizlersiniz bedelini neden gelişmekte olan ülkeler ödesin?’ gibi en kışkırtıcı sorulara bile samimiyet ve özgüveni elden bırakmadan cevap verdi.
BİZ ÇIKARDIK BİRLİKTE TAMİR EDECEĞİZ
Kolay değil bir yanda Amerikanın çıkarları, diğer yanda Çin, Japonya ve AB olmadan Amerikanın global finansın mimarisini tek başına değiştiremeyeceği gerçeği.
İtiraf ediyorum şimdiye kadar yazdığım hiçbir yazıya yılların sanayicisi Esat Sivri’nin batış hikâyesi kadar tepki almadım.
Gelen e-mail-faks ve telefonun haddi hesabı yok.
Önceki akşam TÜSİAD’ın resepsiyona katıldım, herkes ağız birliği etmişçesine ‘Anadolu kaplanı nasıl Anadolu eşeği oldu’ konusunu tartışıyor.
Ortak kanaat şu: “Esat Sivri haklı, Türkiye’de üretici-sanayiciysen kaplan değil eşeksin.”
* * *
Günah keçisi arıyor değilim.
Kırk yıllık sanayici Esat Sivri’nin hüzünlü batış hikâyesi TÜSİAD’dan MÜSİAD’a, esnaftan sanatkâra, akademisyenden öğrenciye, bankacıdan bürokrata, sendikacıdan işverene bu kadar çok insana dokunduğuna göre özellikle politikacıların bu meseleye daha dikkatli bakmalarında yarar var.
Bugün Türkiye’de muhalefetin de iktidarın da geliştirmesi gereken ekonomi politikaları bir zamanlar 1700 işçi çalıştıran Türkiye’nin öncü şirketlerinden DEBA’nın hafta başında kapısına vurulan kilitten geçiyor.
Amerika’da olsa 35 yıllık sanayici Esat Sivri’nin mücadelesi gazetelerde minik bir haber olarak geçiştirilmez, üniversitelerde “case study”, yani “örnek vaka” olarak okutulurdu.
Çünkü Denizli Basma ve Boya Sanayi’nin (DEBA) hikâyesi Türkiye’de ekonominin, özellikle de tekstil sanayiinin dönüşümünü anlamak için biçilmiş kaftan.
Her şeyden önce ortada çok ciddi bir insani dram var.
Ama patronun vakarı, sendikacıların körlüğü, bankaların katılığı da var.
Hepsinden öte Anadolu kaplanlarına özgü muhteşem bir kara mizah var.
* * *
En baştan başlayalım.
Denizli Sanayi’nin duayeni olarak kabul edilen Esat Sivri, DEBA’yı 1973 yılında kurmuş. Yani öyle “sonradan görme” tekstilcilerden değil, sektörün öncüsü.
İzmir Limanı için imzalar “gecikmeli” de olsa atılmıyor.
Çünkü 2.5 yıl önce açılan özelleştirme ihalesini 1 milyar 275 milyon dolar teklifle kazanan Global-Hutchison-Ege İhracatçı Birlikleri konsorsiyumu bu saatten sonra gidip o paraya İzmir Limanı’nı 49 yıllığına kiralamaz. “Kiralar” diyen hayal kuruyor.
Neden mi? Gelin anlatayım.
* * *
Özelleştirme İdaresi 3 Mayıs 2007’de 900 milyon dolar başlangıç fiyatı ile İzmir Limanı’nı ihaleye çıkardı.
Dört ayrı grubun yarıştığı ihalede Global-Hutchison-EİB konsorsiyumu o günün koşullarında çok iyi bir teklifle Çelebi’yi geride bırakarak ipi göğüsledi.
Rekabet Kurumu ihale öncesi onay vermiş olmasına rağmen Liman-İş Sendikası ve KİGEM iptal davası açtı. Neydi gerekçe?
Bir
Kızıldeniz kıyısında 36 kilometre alana yayılmış muhteşem bir kampus.
Sanki Cidde’de değil Florida sahillerinde ultra lüks bir tatil köyündesiniz.
IBM’le ortaklaşa kurulan ‘Şahin’ isimli dünyanın en hızlı bilgisayar sistemlerinden biri de orada, en iyi araştırma laboratuvarları da.
Kısa adı KABTÜ. Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi.
* * *
Üç yılda 3 milyar dolara mal olmuş.
Bilimsel araştırma bütçesi 10 milyar dolar.
Başında Singapur Üniversitesi’nden transfer edilen Harvard mezunu Çun Fong Şih var. Ülkede lisans üstü ve doktora eğitimi veren ilk araştırma üniversitesi olacak.
Çünkü uzun bir zamandır Erdoğan “geniş katılımlı” basın daveti vermiyor.
Eksiklere rağmen (Star Haber’i yöneten usta gazeteci Uğur Dündar’ın olmaması mesela) bu kadar çok gazeteciyi çağırması kayda değer.
Nitekim açık açık medyaya “demokratik açılıma” destek olun çağrısı yaptı.
Gerekçesi gayet basit: “Ölen insanlar mühimmat değil. Adına ister Kürt ister Güneydoğu sorunu deyin bu bir milli birlik ve beraberlik projesi.”
¡ ¡ ¡
MHP’den umudu kesmiş ama CHP ile şansını bir kez daha denemek istiyor.
Deniz Baykal’a ne yapmak istediğini anlatan kapsamlı bir mektup yazmaya başlamış.
“Cevap gelirse ne âlâ, gelmezse açılıma devam.”
Size bugün o fotoğrafta görünmeyen Mehmet Ulaş’ın hikâyesini anlatacağım.
Burası Diyarbakır’da Ergani’ye bağlı Dalbudak Köyü.
Yirmi haneli iki yüz nüfuslu Dalbudak’ta eli silah tutan hemen her erkek 1987 yılından bu yana korucu. Fotoğrafta onlardan ikisini görüyorsunuz.
Ellerinde Kalaşnikof, karşı tepeye bakıyorlar.
“Tepenin arkasından” gelebilecek saldırıya karşı her an tetikte bekliyorlar. Çünkü asker kılığında köye baskın yapan PKK’lıların ilk saldırısını hiç unutamıyorlar.
* * *
“Tepenin arkası” yani fotoğrafın öteki yüzü Salihli.
Dili, dini yaşam şartları hemen hemen aynı.
Oysa bu büyüklükte bir ceza ilk değil.
Yıllar önce benzer büyüklükte bir ceza Citibank’a kesilmişti.
O gün Citibank için yazılan rapor ve sonrasında yaşananlar bugünkü tartışmalara fazlasıyla ışık tutuyor.
* * *
Herkesin kafasındaki soru aynı: “Bu ceza teknik bir incelemenin sonucu mu yoksa siyasi bir cezalandırma mı?”
İş dünyası Doğan Grubu’na kesilen rekor cezanın “siyasi” olduğuna inanmak istemiyor. Çünkü öyleyse sadece Doğan Grubu ya da medya sektörü için değil herkes için “yandı gülüm keten helva”.
Serbest piyasa ekonomisini de demokratik açılımları da unutun gitsin.
Değilse Maliye Bakanlığı’nın bu vahim raporu bir an önce düzeltmesi gerekiyor.