Biri Boğaziçili, diğeri İTÜ’lü.
Biri bilgisayar mühendisi, diğeri endüstri.
Anlayacağınız ilk bakışta ikisi de aynı.
Hatta biri başkanken diğeri yardımcısı, ikisi de Amerika’dan mastırlı.
Fakat unutmayın biri ‘kurucu’ yani eski, diğeri ‘taşıyıcı’ yani yeni.
* * *
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin ‘kurucu’ başkanı Erol Yarar geçenlerde Fadime Özkan’a; “TÜSİAD gibi devletten nemalanmıyoruz, Türkiye’nin gerçek (asli) burjuva sınıfı biziz!” dedi.
MÜSİAD’ın şimdiki başkanı Ömer Vardan hemen itiraz etti.
Bu yazıyı önceki akşam Leonard Cohen’in Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde açtığı “çatlaktan sızan ışığın” şiirsel aydınlığında yazıyorum.
Geçen hafta üst düzey iki yabancı diplomatla çok ilginç bir diyalog yaşadım.
Diplomatlardan biri 1970’lerde kariyerine Türkiye’de başlamış.
Ara ara Türkiye’ye gelip gittiği için irtibatını hiç kaybetmemiş.
Diğeri ise Türkiye’nin daha çok son 5 yılına yakından şahitlik etmiş.
İkisinin anlattığı Türkiye öylesine birbirinden farklıydı ki...
Neredeyse birinin “ak” dediğine diğeri “kara” diyor.
Tıpkı grip gibi şişmanlıkta bulaşıcıymış.
Hawaii Üniversitesi’nden araştırmayı yapan uzmanlar, 2 yıl boyunca 10 ile 20 yaş arası 5 bin genci izlemiş ve aşırı kilolu arkadaşı olan gençlerin kendilerinde de bir süre sonra kilo problemi başladığını tespit etmişler.
Yakın arkadaşların birbirlerinin alışkanlıklarını taklit etmesinden dolayı bu duruma ‘taklitçi şişmanlık’ diyorlar.
Hatta İngiltere Ulusal Obezite Grubu Başkanı Tom Fary daha da ileri gitmiş.
“Eğer bir çocuğun babası aşırı kilolu ise, spor yapması zor bir ihtimal. Çocuk da spor yapmak yerine onun gibi yemeye alışır. Aileler çocuklarına kötü örnek oluyorlar!”
* * *
Durun hemen öfkelenmeyin.
Bu araştırmayı yapan hiç kimse gelir durumu, beslenme bozukluğu, genetik ya da biyolojik faktörleri yok sayıyor değil.
O güne kadar İngiltere’de çok az kişi frizbi görmüştü.
Bu yüzden olsa gerek küçük bir yürüyüş grubu bu garip sporu seyretmek üzere toplandı. İzleyicilerin sayısı giderek artmaya başladı.
Sonunda fötr şapka giymiş bir İngiliz dayanamayıp Amerikalı babaya yaklaştı.
“Rahatsız ettiğim için özür dilerim ama sizi 15 dakikadır seyrediyorum, kim kazanıyor?”
* * *
Kürt sorunundan iktidar-medya ilişkilerine, Ergenekondan rejim tartışmalarına Türkiye’nin el yakan hangi meselesine el atsam fötr şapkalı İngiliz’in Amerikalı babaya sorduğu o kendi içinde anlamlı fakat bir o kadar da absürd soru aklıma geliyor.
Sahi kim kazanıyor?
Hayatı boks maçı olarak görenler hele de ‘gölge boksu’ yapanlar için eminim bir kazanan, bir de kaybeden var.
Madem Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ görev süresi dolmadan adım atmakta kararlı...
Madem usta romancı Yaşar Kemal çözüm için uzun süren suskunluğunu bozdu...
Madem dün Ankara’da Türkiye-Amerika ve Irak arasında üçlü bir mekanizma toplandı, Mahmur Kampı’nın boşaltılması dahil kritik bir çok konu konuşuluyor...
Gelin en başa dönelim ve ‘bu sorun neden artık çözülmeli’ sorusuna cevap bulalım.
* * *
‘Kürt sorunu neden artık çözülmeli?’
Şimdiye kadar bu soruya konjonktürden iç ve dış dengelere birçok cevap verildi.
Hayat 66’sına basan Julio Iglesias için aynen devam ediyor.
Biri doğarken diğeri ölüyor
Bir gülerken diğeri ağlıyor
Su nehir yatağını, nehir denizi arıyor
Günün sonunda insanlar değil yaptıkları kalıyor
Hayat aynen devam ediyor.
* * *
Oysa üniversitenin ilk yıllarında yakın arkadaş grubumun tamamı ‘arada bir sigara içme bahanesiyle’ tiryaki olmuştu.
Ne de olsa bu işler hep dost meclislerinde başlar.
“Aman canım ne olacak istediğim zaman bırakırım” dersiniz ama bir daha kolay kolay bırakamazsınız.
Nitekim yakın arkadaşlarımın neredeyse tamamı tiryaki oldu. Ben hariç!
“Ben hariç” diyorum çünkü arkadaşlarımın “sen de iç” ısrarına karşılık o zaman herkese şaka gibi gelen şu şartı koşmuştum: “Size eşlik ederim ama 100. sigaraya gelince bir daha bana sigara ikram etmeyeceksiniz.”
Bir de uyarıda bulunmuştum: “Bu gidişle hepiniz yakında ‘Türk gibi sigara içmek’ deyimini doğrulayacaksınız.”
Elbette ciddiye alınmadım!
* * *
İlk iddialı haberi önceki gün yatırım bankası Merrill Lynch verdi.
‘Küresel durgunluğun bu yılın ikinci çeyreğinde sona erdiğine inanıyoruz. Üçüncü çeyrekte kırılgan bir toparlanma başlamıştır.’
Hemen arkasından asıl ‘iyimser haber’ Amerikan Merkez Bankası, FED’den geldi.
FED’e göre tünelin ucundaki ışığa ‘beklenenden daha çabuk ulaşılacağız.’
‘İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en uzun süren resesyon olan günümüzdeki çöküşün artık sonuna geldik. ABD ekonomisi ikinci çeyrekte toparlanma sürecine girdi, bu yıl yüzde 1 civarında küçülür, 2010 ve 11 de ise yüzde 3-4 civarında büyürüz.’
Haberler iyi galiba oğlan kızı SEVİYO...
* * *
Fakat FED’in bu hayli iddialı iyimser tahminine rağmen asıl bombayı ‘kriz kâhini’ (Mr. Doom) olarak tanınan Nouriel Roubini patlattı.