Erdal Sağlam

Artan rüşvet eğiliminin nedenleri

14 Haziran 2012
İŞ kaybetmemek ya da yeni iş alabilmek için özel sektörün rüşvet verme eğilimi artıyor. Tüm dünyada artan bu eğilimin Türkiye’de çok daha hızlı büyüdüğü saptandı.

Ernst & Young‘ın 2012 Küresel Yolsuzluk Anketi sonuçları, önceki gün Kurumun Bölüm Lideri Dilek Çilingir tarafından açıklandı. Yapılan ankete göre, iş kaybetmemek veya yeni iş almak için nakit rüşvet verebileceğini belirten yöneticilerin oranı 2010’da dünyada yüzde 9 iken, 2012’de yüzde 15’e yükseldi. Türkiye’de ise aynı oran iki yıl önce yüzde 4 iken, yeni anket sonuçlarına göre yüzde 16’ya çıktı. Yani Türkiye’de 2 yıl önce bu eğilim dünya ortalamasının yarısı bile değilken şimdi ortalamanın bile üzerine çıkmış durumda. Bu da tüm dünyada artsa da, Türkiye’deki rüşvet artışının katlanarak büyüdüğünü ortaya koyuyor.
Ciro artış hedefini yakalama baskısıyla ilke ve yasalara uygunluğun göz ardı edilebildiğini belirten yönetici sayısında hem küresel sonuçlarda, hem Türkiye sonuçlarında artış gözlemlendiği kaydedilen raporda, rekabet şartlarının iş etiğine aykırı davranış ve uygulamalar ile bozulduğuna dikkat çekildi. Ankete katılanların üçte birinden çoğunun, ülkelerinde yolsuzluğun yaygın olduğuna inandığı, bu oranın hızlı büyüyen ülkelerdeki yöneticiler arasında çok daha yüksek olduğu, örneğin bu oranın Brezilya’da yüzde 84, Endonezya’da yüzde 72, Türkiye’de yüzde 52 olduğu belirtildi. Mali tablolarda usulsüzlüğün birçok ülkede önemli bir risk unsuru olarak varlığını koruduğu, Uzakdoğu’daki yöneticilerin yüzde 15’inin mali performans hakkında yanlış bilgi vermenin savunulabileceği görüşünde oldukları da, ortaya çıkan sonuçlar arasında.

Bunun en önemli sebeplerinden biri elbette yaşanan küresel kriz. Rekabet ortamının bozulmasında her zaman krizlerin çok önemli etkisi oluyor. Bir TV kanalında röportajını izlediğim Dilek Çilingir, krizi asıl sebep olarak saydıktan sonra “Belki de yöneticiler bu kez biraz daha açık yanıt da vermiş da olabilirler” diyordu.
Eğer anket yöntemleri değişmediyse, böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Bence büyüyen, otoriter karakteri ağır basan gelişmekte olan ülkelerin etik ilkelerin bozulmasında çok önemli bir rolü var. Çin, Rusya gibi ülkelerin dünya ticaretindeki etkilerinin artması, geleneksel kapitalist etik kurallarını da bozuyor. Yani iş alırken her yolu mübah gören, bunun için devlet desteğini arkasına alan büyük Doğu şirketleriyle yarışa giren Batı’lı şirketlerin de ahlakı bozuluyor olabilir. Elbette Batı şirketlerinin etik ve ahlaki kuralları, gerçekten rekabet ortamı olup olmadığı tartışılabilir ama demek istediğim; yerleşik etik kurallar bozuluyor.

TÜRKİYE’DE BAĞIMSIZ KURUM GERÇEĞİ

Türkiye’deki rüşvet eğiliminin bu kadar hızlı artmasının yani zaten adil olmayan rekabet ortamının iyice bozulmasının nedenlerine gelinc... Belki de Batı yerine kastettiğimiz devlet destekli Doğu şirketlerinin son yıllarda daha fazla iş almaları bir neden olabilir. İktidardaki otoriter eğilimin artması da körüklemiştir bizdeki rüşveti, kim bilir?

Yazının Devamını Oku

Cari açığı değersiz TL ve kısılan iç talep düzeltiyor

12 Haziran 2012
TÜRKİYE ekonomisi için ciddi tehdit oluşturan cari açıkta bu yıl başlayan düzelme devam ediyor. Dün açıklanan Nisan ayı cari açık rakamı, beklentiler doğrultusunda, 5 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Bu geçen yılın aynı ayına göre yüzde 35 oranında daha az açık demek.

Peki, bu yıl cari açıkta sağlanan başarının nedeni ne?

Nedeni açık; ekonomide yavaşlama süreci yaşanıyor, geçen yıla kıyasla TL daha değersiz ve iç talep geçen yıla göre daha düşük düzeyde.

TL’deki değer kaybı doğal olarak ihracatta artışa neden olurken, aynı zamanda iç talebin kısılmasına neden oluyor. Bununla birlikte, kredilere sınır gibi iç talebi düşük tutacak önlemleri de uygulamaya koyup, yine memur-işçi maaş zamlarını düşük tutarak talebi kısarsanız, sonunda cari açık da düşmeye başlıyor.

Geçen yıl gündeme gelen “iç talep ile dış talep arasındaki dengelenme” de, bu sayede sağlanıyor. İhracat artarken, azalan iç talep nedeniyle iç satışlar düşüyor denge oluşuyor. 

Yazının Devamını Oku

IMF temaslarının ardından

11 Haziran 2012
IMF’in 4. Madde kapsamında yaptığı, bir hafta süren Türkiye ziyareti sessiz sedasız tamamlandı.

IMF temaslarının bu kez fazla haber olmamasının ardında elbette Türkiye’nin küresel krize rağmen başarılı sayılabilecek ekonomik performansı ile dünyanın bir yangın yerine dönmesi, Türkiye’nin sorunlarının bu karmaşa içinde küçük kalmasının rolü büyük.

IMF ziyaretiyle ilgili aklımda kalan neredeyse tek haber, Heyetin renkli kişiliğiyle bilinen, ünlü, son dönemdeki konut sektörünün simge isimlerinden biri olan müteahhit ile şirketinin önünde çektirdikleri fotoğraf ve altyazısı idi. Heyetin özellikle resmi temasları hakkında neredeyse hiçbir haberin çıkmaması ise bir yandan IMF’in Türkiye için öneminin ne kadar azaldığını gösterirken, öte yandan gazeteciliğin her alanında olduğu gibi ekonomi basınında da merakın azaldığını, bunun yanında sadece basının değil, IMF dahil tüm kesimlerin belirli bir hizaya çekildiği ve bunun artık kanıksandığının göstergesi gibi geldi bana...

Peki, IMF’in 4. Madde konsültasyonu yani yıllık değerlendirmesi için gelen Türkiye Heyeti, şimdiye kadar böyle bir ihtiyaç duymazken, neden şimdi simge bir müteahhidi ziyaret etmiştir. Müteahhit bu ziyareti yine halkla ilişkiler aracı haline getirmiştir ama acaba Heyet yapılan görüşmede neler sormuştur, ne yanıtlar almıştır ve Heyet bu yanıtlardan acaba tatmin olmuş mudur?

Acaba bu kez bir müteahhidin ziyaret edilmesinde, sat-yapçılığın gelmiş olduğu boyutlar, sektörün dış borçlanmasında bir sıkışıklığın yaşanıp yaşanmayacağı, bu yıl sektörde yaşanan gerilemenin boyutları, 2 B ve mütekabiliyet yasasının sektörü kurtarıp kurtaramayacağı, yavaşlayan iç talep ve konut kredilerinin bir kırılmaya neden olup olmayacağı, sektörün riskleri, bu risklerin kimlerin üzerinde yoğunlaştığı gibi kritik soruların yanıtları aranmış mıdır?   

Yazının Devamını Oku

İzmir’de Expo’nun yarattığı uzlaşma meyvesini veriyor

7 Haziran 2012
İZMİR bir yandan iktidar ile ana muhalefet partisi arasındaki oy yarışının en acımasız örneklerine şahitlik ederken, öte yandan ise ekonomi alanında uzun zamandır özlenen işbirliği ortamını sağlamaya çalışıyor.

Siyasi çatışmaya rağmen ekonomide işbirliği oluşumu birbiriyle çelişiyor ama demek ki istenince oluyor.

Bu işbirliğinde elbette Vali Cahit Kıraç ile Büyükşehir belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun kentin çıkarları için bir araya gelmesinin, özel sektör temsilcilerinin bu uzlaşmaya katılmalarının, yani kişilerin rolü büyük. Bu işbirliğinin oluşumunda İzmir’in EXPO adaylığının uygun bir zemin hazırladığını söylemek gerek. EXPO için oluşmaya başlayan işbirliğinin, kentin tüm ortak menfaat alanları için sürdürülüyor olması ise bence, bundan sonraki yöneticilerin de artık değiştirmekten çekinecekleri işbirliği ortamının kurumsallaşması açısından, yani ilerisi için önemli olacak.

Bu işbirliği ortamının oluşmasında bence en önemli rollerden biri İzmir kalkınma Ajansı (İZKA) ya ait. Kalkınma ajansları, yıllardır konuştuğumuz, sonunda AB’nin zorlamasıyla, AB kaynaklarının kullanımı için hayata geçirilen bir model. Bence bu modelin sadece kentin ya da bölgenin ihtiyacı olan kalkınma projelerine destek vermenin ötesinde, kent ya da bölgenin karar alıcılarını bir araya getirip, ortak menfaatler için gereken uzlaşma ve işbirliği zeminini hazırlamak açısından çok önemli bir rol oynayabileceğini, İzmir örneğinde çok iyi görüyoruz.

Kalkınma Ajanslarında Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Vali yapıyor ama Belediye Başkanları ile yerel oda ve borsa temsilcilerinin de yönetimde bulunmaları, zaten bu işbirliğinin oluşturulması için uygun koşulları hazırlıyor. Ancak kişiler bu noktada da öne çıkıyor ve eğer istenilmezse, bölge ye da kentin ortak çıkarları bir yana bırakılıp, çekişmelerin sürdürüldüğü bu nedenle de proje ve iş üretilemediğine şahit oluyoruz. Bu nedenle İZKA, diğer kalkınma ajanslarına, neler yapabileceğini göstermesi açısından, güzel bir örnek oluşturuyor.

Yazının Devamını Oku

Enflasyonda umutlu olmak için erken

5 Haziran 2012
ENFLASYON sürpriz yaptı ve piyasa beklentilerine kıyasla çok daha olumlu bir Mayıs ayı rakamı geldi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, enflasyon Mayıs ayında tüketici fiyatları bazında, TÜFE’de yüzde 0.21 gerilerken, üretici fiyatları bazında, ÜFE’de yüzde 0.53 oranında yükseldi. Piyasa beklentisi TÜFE’nin yüzde 0.3 oranında artacağı yönündeydi.

Mayıs ayı rakamlarıyla birlikte, uzun süredir çift hanede seyreden yıllık enflasyonun yeniden tek haneye inmesi zaten bekleniyordu ama bu kadarı beklenmiyordu. Yıllık bazda TÜFE fiyatlarındaki artış yüzde 8.28’e gerilerken, yıllık ÜFE yüzde 8.06 oldu.

Bu olumlu gelişmeye rağmen enflasyon konusunda umutlanmak için henüz erken olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçen yıl Haziran ve Temmuz aylarında tüketici fiyatlarında önemli gerilemeler olmuştu ve bu yıl aynı düşüşleri bulmak bir hayli güç. Dolayısıyla baz etkisi nedeniyle önümüzdeki ay enflasyonun yeniden çift haneye çıkması, yani yüzde 10’n üzerinde gerçekleşme ihtimali bir hayli yüksek. Aynı şekilde Temmuz ayı sonu itibariyle de çift hane büyük ihtimalle devam edebilir.

Buna karşılık geçen yılın son aylarındaki yüksek oranlı fiyat artışlar nedeniyle, yıl sonunda enflasyonun yeniden tek haneye inme ihtimali de bir hayli yüksek görünüyor.

Yazının Devamını Oku

Yeni küresel genişleme de çare olmayacak ama...

4 Haziran 2012
KÜRESEL piyasalar yeni parasal genişlemeyi zorluyor. Yunanistan ve İspanya odaklı, son AB ve euro birliği tartışmalarına ABD’den gelen olumsuz veriler de eklenince, şimdi gözler 20 Haziran’da FED’den yeni bir genişleme paketi kararı çıkıp çıkmayacağına döndü.

Peki, yeni bir genişleme paketi çıkarsa işler düzelecek mi derseniz; bence herkes de görüyor ki parasal genişlemelerle bu iş çözülmüyor. Küresel kriz başladığında örnek verilen Japonya gibi, belli ki çok radikal kararlar alınmazsa, bu iş sürüncemede, yıllar boyu devam edecek.

Piyasalar da genişleme ile sorunun çözülmeyeceğini biliyor ama bu genişlemeden faydalanıp karlarını devam ettirmek için bu yola girilmesi için bastırıyorlar. Bence karar alıcılar da yeni genişleme paketinin çözüm olmayacağını çok iyi biliyor ama neredeyse tüm gelişmiş ülkelerde yaşanan seçim süreçleri, günü kurtarma çözümlerini öne çıkardığı için, genişleme kararlarının alınma ihtimali kuvvetleniyor.

Mayıs ayı piyasalar açısından kötü bir aydı. Risk alma iştahının azaldığı, riskli aktif fiyatlarının yeniden gerilediği bir ay yaşandı. Haziran ayında da benzer bir sürecin devam etmesinden büyük kaygı duyuluyor.

Yunanistan’da gelecek hafta yapılacak seçimler, küresel piyasanın yakından izlediği bir süreç. Seçimden Euro birliğinden Yunanistan’ın çıkışını getirecek bir siyasi tablo çıkması halinde, piyasalardaki bozulmanın derinleşeceği kesin. Bu takdirde zaten büyük sıkıntı yaratan İspanya bankalarına ilişkin korkular daha da büyüyecek. Bir başka deyişle sadece Yunanistan’ın Euro’dan çıkması tehlikesi değil, tüm Euro birliğinin dağılması konuşulmaya başlayacak. Piyasalarda son dönemde bu yöndeki korkuların arttığını kesinlikle söyleyebiliriz.

Yazının Devamını Oku

Çekirdek enflasyonun önemi arttı

31 Mayıs 2012
PİYASALAR, Mayıs ayına ilişkin enflasyon verilerinde, eskisinden çok daha dikkatli biçimde, “çekirdek enflasyon” göstergesine bakacaklar. Baz etkisi nedeniyle, tüketici fiyatlarındaki yıllık artışın Mayıs ayı sonu itibariyle yeniden tek haneye, hatta 9’un altına inmesi kesin gibi gözüküyor. Ancak bu iniş tek başına piyasaları rahatlatacak bir oran olmayacak. Piyasalar, önümüzdeki dönemin enflasyon gelişmelerini de belirleyecek olan “çekirdek enflasyon” rakamlarına bu kez çok daha fazla önem verecekler.

Mayıs ayı çekirdek enflasyonu hem yıl sonunda enflasyonun yeniden çift haneye çıkıp çıkmayacağını göstermesi açısından, hem de Merkez Bankası’nın yapacağı ek parasal sıkılaştırmanın dozunu ve süresini belirlemesi açısından büyük önem taşıyacak.

Merkez Bankası Para Politikası kurulu (PPK) son toplantısında, beklendiği gibi, faiz oranlarında değişiklik yapmazken, munzam karşılıklarda döviz cinsi tutulan oranda tekrar artırıma gitti. Merkez Bankası’nın faiz oranlarını artırmış gözükmemek için yaptığı manevralardan biri olduğu kabul edilen bu döviz munzam karşılık artışının, artık piyasaların kanıksadığı bir önlem olduğu söylenebilir.

Önlem hakkında bilgi sorduğumuz bankacılar, ek yüzde 5’lik kısım için döviz tutulması halinde 1.4 katsayı uygulanacağını hatırlatıp, buna rağmen döviz kısmı artırıp artırmayacaklarını sorduğumuzda “Alternatifi TL olduğu için, 1.4 kat olsa bile, döviz cinsi kısmı artıracağız” dediler. Yani istemeye istemeye de olsa, fazla karşılık yatıracaklarını itiraf ediyorlar. Merkez Bankası’nın bu önlemi bankaların mecburiyetini bildiği için aldığını kaydeden bankacılar, Merkez’in aynı zamanda döviz cinsi verilen kredileri de azaltmak istediğini, bu önlemin alınmasında bu amacın da gözetildiğini söylüyorlar.

Merkez Bankası bu önlemle birlikte döviz rezervlerini 2.1 milyar dolar daha artırmış olacak. Ancak bankacılar, bunun sadece göstermelik bir artış olduğunu, bankaların bunu trende göre hemen değiştirebileceğini, yani kullanılabilir bir rezerv olmadığını da hatırlatıyorlar.

EK PARASAL SIKILAŞTIRMA

PPK tarafından yapılan açıklamada enflasyonun, yılın son çeyreğine kadar, hedefin belirgin olarak üzerinde seyredeceği tahminine yer verilirken, yıl sonu için ise yüzde 6.5 olarak belirlenen son enflasyon tahmininin ise korunduğu gözleniyor.

Merkez Bankası fiyatlama davranışlarına ait riskleri sınırlandırmak, yani enflasyon beklentilerini durdurmak için sıkı para politikasının devam edeceğini söylüyor. Ek parasal sıkılaştırmaların gerekirse daha kısa süreli olarak yapılabileceğinin de altını çiziyor.

İşte çekirdek enflasyondaki Mayıs ayı rakamlarının bu ek sıkılaştırmanın süresi ve dozu konusunda belirleyici olması bekleniyor. Yıllık çekirdek enflasyon Ocak ayı sonunda doruk noktasına ulaşmışken, daha sonra düşmeye başlamıştı.

Ancak nisan ayı enflasyon verileri içinde çekirdek enflasyonun yeniden artışa geçtiği, yeniden yüzde 8’in üzerine çıkıp, 8.2 olduğu görüldü. Piyasa oyuncularını tedirgin eden bu rakamın Mayıs ayı sonunda ne olacağı çok önemli. Piyasalarda bu oranın yeniden 8’e inebileceği beklentisi var, ancak gözler yine de bu veride olacak. Eğer artış eğiliminin devam ettiği görülürse, piyasalar Merkez Bankası’nın ek parasal sıkılaştırmayı daha güçlü ve uzun süre uygulayabileceği görüşündeler. Bu da piyasaların ileriye dönük olarak faiz, döviz gibi belirleyici parametrelerdeki tahminlerini etkileyecek.

Kısacası; önümüzdeki hafta, küresel piyasalarda gözler yine Yunanistan seçimlerine ilişkin anketlerde, İspanya faiz oranlarına takılı kalırken, içeride ise çekirdek enflasyona bakılacak.

DÜZELTME: Salı günkü K. Irak’la yapılan enerji anlaşmalarına ilişkin yazımda, Kerkük-Yumurtalık boru hattı yerine, yanlışlıkla Bakü-Ceyhan boru hattı yazmışım. Bu ciddi yanlışlık nedeniyle tüm okurlarımdan özür dilerim.
Yazının Devamını Oku

K.Irak ile enerji anlaşmasının devamı gelmeli

29 Mayıs 2012
HÜKÜMET, bence enerji alanında en olumlu adımlarından birini geçen hafta attı ve K. Irak Kürt yönetimiyle kapsamlı bir enerji anlaşması imzaladı. İçeride çok konuşulmayan, dış basında ses getiren anlaşmanın kapsamı henüz tam belli değil. Kuzey Irak’tan Türkiye’ye toplam 1 milyon varillik bir boru hattı yapılıp Bakü-Ceyhan’a bağlanması için anlaşmaya varıldığı söylendi. Kuzey Irak’tan hampetrol ve doğalgaz alımını öngören anlaşmanın, kamuoyuna açıklanmayan, çok daha geniş kapsamlı bir anlaşma olduğu da söylenenler arasında.

Geçen hafta Radikal’de Cengiz Çandar, bu anlaşmayı Türkiye’nin, bölgenin ve doğrudan Kürt sorunu’nun geleceğini ilgilendiren çok önemli bir gelişme olarak özetledi. Gerçekten de atılan bu adımın Hükümetin attığı çok yerinde ve cesaretli bir adım olduğunu, Türkiye’nin geleceği açısından, bölge dengeleri açısından hayati öneme sahip olabileceğini söylemek gerek. Ancak anlaşmayı imzalamakla iş bitmiyor. Mutlaka bundan sonraki gerekli adımların, stratejik olarak planlanıp, zamanında atılması gerekiyor ki; amaç gerçekleşebilsin.

Amaç ne derseniz; Türkiye’nin büyüyen enerji açığı ve arz güvenliği için ciddi bir alternatif çözüm yollarından biri olması. Belli ki ne yaparsak yapalım doğalgaz talebimiz, hem sanayi ve hane halkı kullanımı, hem de elektrik üretimi nedeniyle artmaya devam edecek. Bu konuda Rusya’ya olan bağımlılığın kırılması açısından da, değiştirilen Nabucco projesinin hayata geçirilmesi, yani Türkiye’nin enerjide stratejik önemini sahiplenmesi açısından da önemli.

Bu anlaşma ile daha uygun koşullarda hampetrol temini mümkün olacağı gibi, özellikle doğalgazda içine girilen darboğazdan çıkış imkanı da sağlanabilir.
Özetle; sürekli yüksek büyüme ihtiyacı olan Türkiye ekonomisinin, artan dünya fiyatları da göz önünde alındığında, K. Irak yönetimiyle yaptığı bu anlaşma geleceğini rahatlatacak arz ve fiyat esnekliğini kendisine sağlayabilir.

Ancak, anlaşmanın hayata geçmesinin zor olacağını, ciddi biçimde hazırlanılıp, artık diplomasi hatası yapılmaması gerektiğini unutmamak gerek. Her şeyden önce bu anlaşma ile Rusya ve İran’ın menfaatlerinin zedelendiğini, dolayısıyla bu ülkelerden ciddi engellemeler geleceğini göz ardı etmeyelim.
Asıl büyük sorun ise belli ki; K. Irak yönetimi ile yeniden arası bozulan, bu arada bizim de sorun yaşamaya başladığımız Irak merkezi yönetiminin tavrının ne olacağının bilinmemesi. ABD yönetiminin desteklediği bir Irak merkezi yönetiminin var olduğunu, dolayısıyla ABD’nin de devreye girme ihtimali bulunduğunu da unutmamak gerekiyor.

BU FIRSAT ARTIK KAÇIRILMAMALI

Türkiye, özel sektörü kanalıyla K. Irak’taki yatırımlarda öncü ülkelerden biri olabilir. Genel Enerji’nin 10 yıl önce bölgede arama çalışmasına girmesine çoğu kimse macera olarak bakıyordu ama gelinen noktada, bu şirket kanalıyla Türkiye’nin kendi ekonomik, hatta siyasi geleceği açısından önemli bir noktaya gelindiği ortada. ABD’li Exxon’un geçen yıl, Irak merkezi yönetimiyle yani güneydeki zengin bilinen kaynakları tehlikeye atacak adımı atıp, K. Irak’ta aramalara başlaması, tüm dünyanın enerji açısından bölgeye olan inancını artırdı ve gelişmeler peşisıra gelmeye başladı. Şimdi dev petrol şirketleri bölgede arama izni istiyor.
Türkiye’nin oyunu iyi oynarsa, diplomasi imkanlarını iyi kullanırsa, sadece Kürt bölgesinde değil Kerkük-Musul’da ve Arap Sünni bölgesinde de benzer anlaşmalar yapıp, buradaki enerji kaynaklarını daha da artırma imkanı da bulunuyor.

K. Irak Kürt yönetimi ile Irak Merkezi yönetimi arasında sorunlar olduğu, son dönemde bu sorunların yeniden büyüdüğü açık. Bence Türkiye K. Irak’la yaptığı anlaşmayı hayata geçirirken, Irak’ın kendi içinde anlaşma sağlamasını da, olmadığı takdirde K. Irak yönetimiyle doğrudan ilişkiyi de hesaplarına katmak, PKK sorununu göz ardı etmeden adımlarını alternatifli planlamak zorunda. Bu arada adımlar atılırken emperyal hayaller yerine, küresel kaygıların ve ekonomik çıkarların öne çıkması gerektiği de açık. 

Özetle; enerjide çok büyük bir imkan ortaya çıktı, bunu da harcamayalım...
Yazının Devamını Oku