Dün açıklanan yılın ilk çeyreğine ilişkin büyüme rakamını görünce, 2012 yılı bütçesi tartışılırken, Maliye Bakanlığı yetkililerinin, yazılmamak üzere yaptığımız sohbetlerde, “Aslında tüm dengeler yüzde 3 büyümeye göre saptandı, bu oranda kalırsak mali dengelerde bozulma olmaz” dediklerini hatırladım.
Gerçi 2012 yılı bütçesinde yüzde 4 büyüme hedef olarak alındı ama bunun biraz siyasi bir rakam olduğunu, teknisyenlerin yüzde 3’ü baz aldıklarını söylemek gerekir. Bu gidişle teknisyenlerin beklediği rakamın gerçekleşme ihtimali, bence daha yüksek görünüyor.
Bu arada dün açıklanan rakamlar üzerine bankacıların yaptıkları yorumlarda, “Merkez Bankası’nın beklediğinden daha yüksek bir oran geldiği” şeklinde değerlendirmelere rastladım. Bu değerlendirmeye göre, piyasalar Merkez Bankası’nın bundan sonra uygulayacağı politikalarda gevşeme beklemiyor sonucunu çıkarabiliriz. Ancak bunu söylemek için, ikinci çeyreğe ilişkin verilerin daha somutlaşmasını beklemek daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü ikinci çeyreğe ilişkin veriler biraz karmaşık sinyaller veriyor.
İlk çeyrek büyüme rakamlarının bize kesin olarak gösterdiği gelişme ise, dış talebin büyümeye katkısı artarken, iç talebin toplam büyümedeki payının azalması.
Bu kararların piyasaları ancak geçici olarak rahatlatabileceğini, kalıcı bir istikrar için hala AB liderlerinin alacağı daha radikal kararlar ve uzun bir yol olduğunu düşünüyorum.
Zirve öncesi İspanya, Avrupa’nın para birliği konusunda kritik saatler yaşadığı uyarısında bulunurken, İtalya Başbakanı Monti, AB liderleri işbirliği yapmaz ve İtalya’nın borçlanma maliyetlerini aşağı çekecek bir yol bulunamazsa, bunun Euro Bölgesi’ni bir felakete sürükleyebileceğini söyledi.
İşte Merkel’i uzlaşmaya iten en önemli unsurların bu demeçler, özellikle de İtalya’nın durumu olduğu söylendi. Ancak bence Almanya’nın risk görünümünün artması, son dönemde borçlanma maliyetlerinin yükselmesi de Merkel’i uzlaşmaya iten önemli nedenlerdi. Yani, Avrupa’daki durum o kadar kötüleşti ki, birliğin lideri Almanya’nın ekonomisini de vurmaya başladı. Merkel, bu aşamada artık ekonomiyi canlandıracak kararların acil olduğunu gördü.
Peki, Almanya, yani Merkel, diğer Avrupa ülkelerinin talep ettikleri ortak tahvil çıkarılmasına sonunda razı olur mu? Bence Merkel, mali birlik konusunda somut adımlar atılmadan böyle bir şeye razı olmayacaktır. Çünkü bu tüm yükü, hem de somut getirisi olmadan paylaşmak, Alman halkının parasını başka ülkelere vermek anlamına gelecektir.Merkel’in, hele bir seçim öncesi, böyle bir şeye izin vereceğini sanmıyorum. Bence Merkel, geçen hafta sonunda razı olduğu kararlarla, geçici olarak ekonominin canlanmasını, dolayısıyla bir seçim öncesi kendi ülkesindeki karamsarlık havasının biraz dağılmasını, yani oy almayı hedefliyor. Alman halkı, siyasi gücü çok artmadan, tümüyle Avrupa’yı kurtarmaya razı olmaz. Gerçi siyasi gücü artsa bile, kendi refahından bu kadar fedakarlığa yanaşır mı, o da bilinmez ama.
Avrupa’da oluşturulması beklenen mali birlik ve bankacılık sektörünün birliğinden söz ediyoruz. Nasıl bir birlik olacağı henüz belli değil ama bunun artık şart olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla 2 gün sürecek zirve toplantısından, bu yönde bir karar çıkması halinde Avrupa ve dünya borsaları nihayet rahat bir nefes almış olacak.
Kabaca baktığımızda tüm ülkelerin, biraz da kendilerini zorunlu hissettikleri için, artık mali ve bankacılık birliğine sıcak baktıklarını söyleyebiliriz. Ancak her ülke bu birliği kendi açısından yorumlayıp, kendi çıkarlarına göre dizayn edilmesini istiyor.
Liderlerin hazırlanan bir öneriyi tartışacağı, bunun üzerinden gidileceği belirtiliyor. Bankacılık kesimi açısından ortak bir bankacılık gözetim mekanizması kurulması ve ortak mevduat sigortası kurulup, daha önce oluşturulan ESM fonunun bu iş için kullanılması öngörülüyor. Ancak kurulacak mekanizmanın detayları konusunda tartışmalar devam ediyor.
Ek yükümlülükler getirilecek
Haziran sonunda bankaların uyacakları sermaye yeterlilik oranları için de bir karar çıkabilir.
Arap ülkelerinde iş yapan arkadaşıma Türkiye’nin o ülkelerde nasıl algılandığını sordum. O bölgedeki işadamlarının görüşlerini aktarırken, “Bizim de sanayileşmede bölgenin odağı olmak gibi bir hedefimiz var, bu nedenle Türkiye aynı zamanda bizim rakibimiz” dediklerini belirtti.
Bu iş odaklı, rekabetçi bakışın yanında, özellikle Hükümetin son dönemde artırdığı “Yeni Osmanlı” söyleminden büyük rahatsızlık duyulduğunu kaydederek, dolayısıyla siyasi olarak da Türkiye’nin son dönemde bölgede tepki çekmeye başladığının rahatlıkla söylenebileceğini ifade etti.
Belki izlemişsinizdir; konuttan sorumlu Devlet Bakanı Erdoğan Bayraktar birkaç gün önce Akşam’da İsmail Küçükkaya’ya yaptığı açıklamada, “Suudi Kralı’nın 10 milyar dolar hibe ettiğini” söylemişti. Daha sonra bu paranın nerede olduğu sorgulandığında, Bakan “Suudi Kralı’na boğazdaki arsasında konut yapma imkanı verince, buraya gelecek sermayeden söz ettiğini” söyledi. Bu açıklamanın hangisi doğru bilmiyorum ama aynı işadamı arkadaşıma, bu demeç çıkmadan önce, Hükümetin Arap ülkelerinden 2B ve Mütekabiliyet yasası kapsamında çok büyük kaynaklar beklediğini hatırlatıp, oradaki havayı sormuştum. Arap işadamlarının, zaten, özellikle İstanbul’da kendi adlarına olmayan çok sayıda konuta sahip olduklarını hatırlatarak, “Elbette yeni satın almalar olacak ama yönetimlerin Hükümetin beklediği kadar büyük alımlara izin vereceğini sanmıyoruz” dediklerini aktardı.
Buna ek olarak Arap işadamlarının Türkiye ekonomisinde köpük olup olmadığını, varsa ne zaman alınacağını sorguladıklarını da öğrendim.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun uçağın kendi karasularımızda vurulduğunu, vurulduktan sonra Suriye karasularına düştüğünü açıklaması, Türkiye’nin hata kabul etmeyip, suçu Suriye’ye bulduğunu gösterdi. Buna karşılık BM Güvenlik Konseyi’nin Salı günü toplantıya çağrılması da gerginliğin tırmanacağını gösterdi.
Küresel ekonomiye bağlı seyir izleyen piyasaların, bugünden itibaren ciddi biçimde işin içine katacakları bir “savaş” olasılığı bulunuyor. Bu nedenle piyasaların gözü artık Türkiye’nin atacağı diplomasi adımlarında, yeni gerginlikler yaşanıp yaşanmayacağında olacak.
Tahminim o ki; Hükümetin temkinli bir tutum izlemesi, piyasalar açısından sakinleştirici bir unsur olacaktır. Bir başka deyişle bir panik havasının yaşanacağını sanmıyorum.
İç piyasa oyuncuları açısından belki diplomatik ve siyasi gelişmeleri izlemek daha kolay ama sadece içerideki piyasa oyuncularına bağlı bir gelişme olmayacağını unutmamak gerekir. Hatta, piyasadaki hareketleri içerideki oyunculardan çok Türkiye ile ilişkili yabancı piyasa oyuncularının belirleyeceğini söylemek bile mümkün. Yabancı oyuncuların da tedirgin olacağını, belki bir çekimserlik içine gireceklerini ancak daha kesin bir harekete girmek için, uluslar arası platformda atılacak adımların sonuçlarını görmeyi bekleyeceklerini sanıyorum.
Artırımın geç gelip gelmediği, Türkiye’nin hak ettiği puanı alıp almadığını bir yana bırakırsak, bu artırımın kritik bir zamanda geldiğini söyleyebiliriz. Normal zamanda, henüz yatırım yapılabilir ülke puanına ulaşılamadığı için, bu artırımın çok fazla önemi olmayabilirdi. Ancak yeni bir parasal genişlemenin konuşulduğu dönemde, herkesin puanı inerken sadece Türkiye’nin puanının artırılmasının beklenenden fazla olumlu etki yapma ihtimali var.
Tabii ki mevcut koşullar aynen devam ederse, bu beklenmedik olumlu etki gerçekleşmez, eskisinden biraz daha güvenilir biçimde mevcut yola devam edilir.
Ancak bugün ABD Merkez Bankası’nın (FED) yeni bir parasal genişleme kararı açıklaması gelirse, işte o zaman olumlu ayrışma başlayabilir.
Demek istediğim şu ki; küresel ekonomide büyük bir belirsizlik var, elinde para olan da bir yere yatırmıyor, önünü görmek için bekliyor. FED’ten yeni bir parasal genişleme kararı gelirse, elindeki likitle bekleyenler artık paralarını belli bir yatırıma yönlendirmeye başlayacaklardır. Daha uzun süre piyasanın likit kalacağı algısı pekişeceği için, ek likidite artışı haberi gelirse, böyle bir dönemde not artırımı almış Türkiye, yatırımcıların ilk düşünecekleri ülkelerden biri olacaktır.
Büyük ihtimalle AB liderleri, başta PASOK olmak üzere, küçük partileri de koalisyona ikna edecekler ve AB yanlısı Merkez bir hükümet kurulabilecek. Dolayısıyla Yunanistan’ın Euro’dan çıkışı da engellenecek.
Ancak piyasalar bu olumlu gelişmeye rağmen, İspanya bankalarına ilişkin kaygılar başta olmak üzere, biriken sorunların büyüklüğü nedeniyle rahat bir nefes alabilmiş değiller.
Şimdi gözler G-20 toplantısında liderlerin alacağı yeni parasal genişleme kararlarına, 20 Haziran’da ABD Merkez Bankası’ndan (FED) yine benzer bir karar çıkmasına çevrildi.
Peki, yeni genişleme dalgası mevcut küresel sorunları çözer mi?
Piyasaların, bu küçük sevinçlere karşılık, kalıcı bir istikrardan hâlâ epey uzakta olduklarını hissettikleri açık. Belki bu kararlarla Haziran sonu bilançoları için biraz iyileşme sağlarlar ama artık herkes biliyor ki; sadece parasal genişleme kararlarıyla sorunun çözümü mümkün değil. O nedenle, ciddi radikal kararlar alınmadan, özellikle AB kapsamında yeni bağlayıcı siyasi ve mali düzenlemelere gidilmeden, sadece Avrupa’ya değil, kimseye rahat yok...
Küresel ortam bu kadar nazikken, Türkiye ekonomisi için ne yapılıyor, beklenen yeni dalgalara ekonomi hazır mı derseniz, çok da olumlu bir yanıt veremeyiz...
Merkez Bankası, enflasyon hedefindeki ciddi sapmanın etkisiyle, son dönemde parasal sıkılaştırmaya gitti. Özellikle kurlar üzerinde bir baskı oluşturmaya çalışıyor ama sadece bu önlemle yeni küresel dalgalara karşı dayanıklı hale gelmek mümkün değil.
Seçim sonuçları bu satırlar yazılırken belli değildi ama Yunanistan seçim sonuçlarının tüm dünya ekonomisi için önemli olacağını ama belirleyici olmayacağını, şimdiden söyleyebiliriz.
Sorunu kabaca bakıldığında; Yunanistan’a mali yardım paketini desteklemeyen Syriza’nın seçimleri önde tamamlaması halinde ülkenin Euro’dan çıkmasından, bunun da tüm Euro birliğinin bozulmasının başlangıcı olmasından korkuluyor. Bu kritik seçimler nedeniyle 18-19 Haziran’da toplanacak G-20 maliye bakanları toplantısı öncesinde yapılan açıklamalarla, piyasalardaki korku azaltılmaya çalışıldı. Seçim sonuçlarının piyasaları olumsuz etkilemesi hâlinde, merkez bankalarının daha fazla likidite sağlamak ve kredi sıkılaşmasını önlemek için birlikte hareket edecekleri söylenerek, piyasalar biraz yumuşatıldı.
Bugün, Yunanistan’la ilgili korkuların hayata geçip geçmeyeceğini, korkulan sonuç alınırsa, sürecin bundan sonra nasıl işleyeceğini tüm dünya yeni bir boyutuyla tartışmaya başlayacak.
Yunanistan’ın birlikten çıkmasını kaçınılmaz kılacak bir sonuç çıkması halinde ise, büyük ihtimalle tartışmalar, daha fazla fire verilmemesi için atılacak adımlarda yoğunlaşacak.
Yunanistan’daki seçimlerin Euro birliğine zarar vermeyecek biçimde sonuçlanması halinde ise piyasalar biraz rahatlayacak ama bu kez tartışmalar başka bir boyutuyla devam edecek.
Ne sonuç çıkarsa çıksın, Yunanistan seçimleriyle işin bitmeyeceğini, sorunun çok daha büyük olduğunu, Avrupa liderlerinin oy kaygısını bir yana bırakıp çok daha radikal adımlar atması ve birlikte hareket etmeleri yönündeki zorunlulukları aslında herkes görüyor.
IMF Başkanı Lagarde, geçen hafta küresel ekonominin karşısındaki finansal istikrar risklerinin geri geldiğini söyledi. Yani 2008’de başlayan küresel krizin devam ettiğini, tüm dünyanın önünde çok önemli sorunlar olduğunu söylemeye çalışıyor. Krizin yeni bir aşamasına girdik; Avrupa ülkelerinin borç sorunları bankacılığa yansıdı ve mali sektörün büyüyen sorunlarının artık çözülmesi gerekiyor.Bir başka deyişle tüm dünyada krizden çıkış için çözüm olarak saptanan likiditeyi artırma, yani para basarak yeniden büyümeye geçip krizin etkilerini yaygınlaşmadan önleme çabası yetmedi. Şimdi krizin adı Avrupa oldu ama yaşanan hala aynı küresel kriz ve yeni bir aşamasına gelinmiş bulunuyor.
BİZDE DE HAKLI OLARAK KORKU BAŞLADI