Dünkü sanayi üretim verilerinden sonra ekonomide “ılımlı toparlanma”nın devam ettiğini değerlendiren piyasa oyuncularının, yıl sonu büyüme tahminleri ise yüzde 3 ile 4 arasında değişmeye devam ediyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Haziran ayında sanayi üretiminin geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 2.7 oranında arttığını açıkladı. Haziran ayı verisiyle birlikte yılın ikinci çeyreğindeki artış, geçen yıla kıyasla yüzde 3.4 oldu. Bu ilk çeyrekteki yüzde 2.8’e karşılık küçük bir artış anlamına gelip, “ılımlı toparlanma” değerlendirmesine neden oluyor.
Bu kıyaslamaya karşılık, Haziran’da mevsim ve takvim etkisinden arındırıldığında sanayi üretiminin bir önceki aya kıyasla yüzde 2 oranında daraldığı, yani bir miktar yavaşladığı da ortaya çıkıyor. Bu nedenle de kesin bir şey söylemek için erken olduğu, en azından Eylül ayında açıklanacak ikinci çeyrek büyüme rakamlarına da bakmak gerektiği ifade ediliyor.
Haziran ayında sermaye malı üretimi geçen yıla kıyasla yüzde 2.4 oranında gerilerken, dayanıklı tüketim malı üretimi de yüzde 2.2 oranında düştü. Buna karşılık ara malı üretiminde yüzde 6.3, enerji üretiminde de yüzde 6.1 oranında artış kaydedildi. Bu detay rakamların, özellikle aramalı ve enerji üretimi artışlarının, önümüzdeki döneme ilişkin üretimi artıracak unsurlar olduğunu dikkat çekiliyor. Ancak buna rağmen ciddi bir büyüme de beklenmiyor.
Bunu sağlamak için gereken yasal değişiklik için destek aramaya başlayacakken, MHP Lideri Devlet Bahçeli, bir kez daha, hükümete destek verdi ve yerel seçimlerin 2013 Ekim’ine alınmasının doğru olacağını söyledi. Yani Ekim ayında TBMM açıldığında büyük ihtimalle hükümet milletvekilleri yerel seçimlerin 6 ay öne alınması için yasa tasarısı verecekler, MHP de kendilerine destek verince, yerel seçim tarihi değişecek.
Bu yasayla birlikte uzun yıllar sürecek “seçim ekonomisi” sürecine girmemiz de kaçınılmaz olacak. Geçenlerde, Başbakanın verdiği “üniversite harçlarını kaldırın” talimatıyla, belki de bu sürece girdik, kim bilir?.
Normal takvimine göre yerel seçimler 2014 Mart ayında gerçekleşecek, aynı yıl Ağustos ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktı. Milletvekilliği seçimleri yani genel seçimlerin ise normal takvimine göre 2015 Haziran ayında gerçekleşmesi gerekiyor.
Başka bir deyişle; yerel seçimler zamanında yapılsaydı, büyük ihtimalle seçim ekonomisinin başlama tarihi 2013 sonbahar ayları olacak, bütçe destekleri de o zaman başlayacaktı..
Dolayısıyla bir başladı mı 2015 yılı ortasına kadar uzanacak seçim sürecinin başlangıç tarihi daha geç olacak, en azından 2013 yılı ekonomisini kurtarmak mümkün olacaktı. Yerel seçimler 2013 sonbaharına alındığı takdirde, doğal olarak 2013 yılı tümüyle seçimlere dönük yatırımlar, bütçeden aktarılacak paralar, bu yönde alınacak kararlarla geçecek.
Yerel seçimlerin öne alınmasıyla birlikte 2013 yılı başında başlayacak seçim ekonomisi sürecinin, 2015 yılı ortasına kadar devam etmesi gerekecek.
Peki, hükümet neden böyle bir karar alıyor?
Bu tartışmada yer alan unsurlara bakıldığında, aslında herkesin sosyal güvenlikte yeniden bir karadelik oluştuğunu kabul ettiğini ama bunun sorumluluğu konusunda tartışma yaşandığını görüyoruz.
Kara delik tartışmasını ele aldığım geçen haftaki yazımın ardından, konuyla ilgili yetkililerden telefonlar aldım. Bakan Şimşek’in sosyal güvenlik açıkları için kullandığı ‘karadelik’ ifadesinin doğru olmakla birlikte, bu durumun kendi içinde izah edilebilir sebeplerinin bulunduğunu belirten Sosyal Güvenlik kurumu (SGK) yetkilileri, açığın oluşumunu kendi açılarından anlattılar. SGK yetkililerinin aslında bu açık konusunda ellerinden geleni yaptıklarını, ancak Hükümetin yaptığı düzenlemeler ve ödenekler konusundaki sıkıntılar nedeniyle bu açığın doğduğunu söylemiştim. Gördüğüm kadarıyla, ellerinden geleni yaptıkları halde, sanki kara delik oluşumunun kendilerinin sorumluluğunda gibi gösterilmesinden rahatsız olmuşlar ve bu konuda bence de haklılar.
Özellikle sosyal güvenlikte yapılan son reformun ardından, yani 2007 yılından sonra gelirlerde ciddi artışlar sağlandığını, kayıt dışı işsizliğin azaldığını, bu alandaki çalışmaların hızla devam ettiğini, rakamlarla anlatıyorlar.
Bakan Şimşek’in dediği gibi geçen yılın ilk yarısına kıyasla sisteme bütçeden verilen kaynağın arttığını, geçen yılki yapılandırmadan sonra yaşanan geçici rahatlığın bittiğini kabul ediyorlar. 2011 yılı ilk 6 aylık döneminde 8 milyar 723 milyon lira olarak gerçekleşen açık finansmanının 2012’nin aynı döneminde, yüzde 49,58’lik bir artışla, 13 milyar 48 milyon liraya yükseldiğini, bunun temel sebebi olarak da, açık finansmanında meydana gelen artışların gelirlerdeki azalış ve giderlerdeki artıştan kaynaklandığını ifade ediyorlar. 2011’in ilk 6 ayında yapılandırma etkisiyle 4 milyar 55 milyon lira gelir tahsil edilmişken 2012’nin aynı döneminde yalnızca 1 milyar 636 milyon lira gelir elde edilmiş. Giderler açısından ise 2012 ilk 6 aylık döneminde, emekli aylıkları kanalıyla bütçe üzerinde artışlar gerçekleştirilmiş. Emekli aylık giderleri bu nedenle geçen yılın ilk 6 ayına kıyasla yüzde 17’ye yakın artmış Sağlık giderlerinde ise Haziran ayında devlet hastanelerine 600 Milyon TL ilave ödeme yapılmış, bu nedenle de tedavi giderleri beklenenden fazla artmış.
ŞAHİN’İN HASSASİYETİ
Kılıçdaroğlu’nun siyasi yoğunluğun hemen ardından güncel ekonomik konulara girmeye başladığını gördüm. Bu arada uzmanlık alanlarından biri olan sosyal güvenlik konusundaki gelişmeleri de yakından takip ediyor. Maliye Bakanı’na bile “karadelik” dedirtecek kadar kötü bir gidişat olduğunu hatırlatıyor. Kemal Kılıçdaroğlu, belli ki önümüzdeki dönem bu konuyu gündeme taşıyacak...
2000 yılı öncesi ekonomide sık sık “karadelik” tartışmaları olurdu. Süleyman Demirel, biraz da “enkaz devraldım” edebiyatı yapmak için, Başbakanlığı döneminde “5 karadelik”ten söz eder, ekonominin bu kara delikler nedeniyle zor durumda kaldığını söylerdi. Tüm bu kara delikler 2000 yılı programındaki reformlarla kapatılmıştı ama yeniden gündeme geliyor.
Kılıçdaroğlu’nun da üzerinde durduğu gibi; geçenlerde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “karadelik” söyleminin yeniden gündeme gelmesine neden oldu. 6 aylık bütçe rakamlarını açıklarken, özellikle haziran ayındaki bütçe bozulmasına dikkat çekti ve sosyal güvenliğin yeniden kara delik olmaya başladığını ifade etti.
Bütçe yılın ilk altı ayında 6.7 milyar lira açık verirken, sadece hazirandaki açık miktarı 6.3 milyar lira oldu. Vergi gelirlerindeki artış hızının yavaşladığını, buna karşılık personel ve sosyal güvenlik harcamalarının arttığını kaydeden Bakan Şimşek, geçen yıl önemli gelir kalemi olan vergi afları kapsamında yapılan tahsilatın da azaldığını, bu nedenle bozulma görüldüğünü kaydetti. Dolayısıyla geçen yılın ilk 6 ayında 2.9 milyar TL’lik fazlaya kıyasla 9.6 milyar TL’lik düşüş olduğunu kaydetti.
Geçen yılın ilk yarısında 36.8 milyar TL olan personel harcamalarının bu yıl 43.8 milyar liraya çıktığını kaydeden Bakan Şimşek, açıkta ikinci faktörün sosyal güvenlik harcamaları olduğunu belirtip, “kara delik” tanımlamasını yaptı.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) verilerine baktığımızda, ne kadar artış hızı yavaşlasa da, kamu katkısının arttığını, bütçeden alınan ödeneğin geçen yıla kıyasla ilk yarıda yüzde 16 oranında büyüdüğünü görüyoruz. Geçen yıl 68.3 milyar TL olan SGK giderleri bu yıl aynı dönemde yüzde 10.7 artarak 79 milyar TL’yi aşmış. Bunun 51.6 milyarı emekli aylıklarına giderken, 22.4 milyar lirası sağlık giderlerine, bunun 7.1 milyarı da ilaç giderlerine gitmiş.
İLGİLİ KURUMLARIN REKABETİ
Açığın artması nedeniyle, konuyla ilgili kamu kurumları arasındaki rekabetin de sağlıklı olmaktan çıktığını görüyoruz. Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, SGK ve bağlı olduğu Çalışma Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı arasında, açığın niye bu kadar arttığı, sorumluluğun kimde olduğuna ilişkin tartışmalar çıkıyor. Bu tartışma kamuoyu önünde açık açık yapılmıyor ama özellikle SGK yönetimi, elinden geleni yaptığı halde, diğer kurumların uygulamaların iyi yönlerini kendilerine mal edip sorun olduğunda kendilerinin hedef gösterilmelerinden rahatsız oluyor. Örneğin Maliye Bakanlığı ödenek aşımı konusunda SGK’yı hedef gösteriyor ama öğrendiğimiz kadarıyla “ödenek üstü de olsa ödeme yapın” diye üniversite hastaneleri için Maliye’den, devlet hastaneleri için Sağlık Bakanlığı’ndan baskı geliyor. Aynı şekilde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gelir testi sonucu SGK’ya ilk 6 ay itibariyle 2 milyar TL’yi aşkın aktarma yapması gerekirken, ancak 1.7 milyar TL aktarmış.
Gerek dışımızdaki kürt organizasyonları gerekse içerideki sıkıntılar, artık kürt meselesinin yeniden ele alınmasını gerektiriyor. Mevcut gelişmelere ekonomik açıdan baktığım zaman, en son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki; Türkiye bu sorunu mutlaka, biran önce halletmek zorunda. Eğer Türkiye ekonomisinin yüksek ve kalıcı büyümeye kavuşmasını istiyorsa, diğer yapısal sorunlarla birlikte, bu siyasi kördüğümü de artık çözmeli. Bu arada çocuklarımızın geleceği için de biran önce bu soruna çözüm bulmak zorunluluğu var.
Bu aciliyet sadece K. Irak ya da K. Suriye’deki oluşumlar için değil, içerideki kürt sorununu çözmek, yani PKK sorunu için de geçerli. Türkiye eğer bölünmek istemiyorsa, 4’lü bir Kürt devleti kurulmasını engelleyecekse, içerideki Kürtleri tatmin etmek, demokratik haklarını vermek, PKK sorununu çözüp işi siyasi platforma sokmak için elinden geleni yapmalı. Unutmayalım ki; K. Irak’ta 5 yıl önce 400 dolar olan kişi başına milli gelir, şu anda 5 bin doları aştı. Bu ciddi ekonomik gelişme, ister istemez cazibe odağı yaratıyor. Türkiye bir yandan demokratik haklar öte yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki ekonomik gelişmeyi artırarak, bu cazibenin çekimini azaltabilir, bölünme korkusundan kurtulabilir. Türkiye’deki Kürtlerin çoğunluğunun hala bölünmekten yana olmaması, olmayacakları anlamına gelmez. O nedenle de daha fazla beklemeden, artık bu sorunu biran önce çözmek zorunda.
Türkiye’nin önünde hem K. Irak’ın cazibesini azaltmak, hem bölgede ekonomik gelişme sağlamak için en uygun yol yine K. Irak’tan geçiyor. K. Irak’ın Türkiye’ye ekonomik entegrasyonu sağlanırsa, siyasi çözümler de hızlanacaktır. Bu entegrasyon hem K. Irak’ı geliştirecek hem Türkiye’nin ekonomik gelişmesine ciddi katkıda bulunacaktır. Bu çerçevede Hükümetin şimdiye kadar belki de attığı en önemli adım olan K. Irak’la enerji anlaşmasının mutlaka hayata geçirilmesi, geliştirilmesi gerekiyor. Çünkü detayları açıklanmayan bu anlaşma petrol ve doğalgazda, üretimden taşımaya, enerji santrallerine kadar çok geniş bir alanı kapsıyor ve sadece K. Irak değil komşu bölgelerde de önemli imkanlar sağlıyor.
Bu anlaşmaya başta Rusya ve İran olmak üzere, İngiltere ve ABD’nin de içinde bulunduğu geniş bir kesim, menfaatleri için sıcak bakmıyor, bu da doğal olarak işi zorlaştırıyor.
ABD’DEN PETROL BASKISI
Piyasalar revizyon denilebilmesi için en azından 0.5 puanlık indirim yapılması gerektiğini düşünüyor, daha küçük bir oran için revizyon adının kullanılmayacağını tahmin ediyorlardı.
İşler de çok iyi gitmediği için, yüzde 6 olarak bekliyorlardı ama Merkez Bankası yeni tahmini yüzde 6.2 olarak açıkladı. Bu da piyasalar tarafından “söz verildiği için yapıldı, aslında işler iyi değil, eğer açıklama yapmamış olsalardı, tahmini değiştirmezlerdi” biçiminde yorumlandı. Yani Merkez Bankası’nın erken bir söz daha verdiği ortaya çıkmış oldu...
Merkez Bankası’nın yaptığı son açıklama, döviz olarak tutulan TL zorunlu karşılıklarında uygulanan katsayının, neredeyse para politikasının en önemli aracı haline getirildiğini gösteriyordu. Raporda TL cinsi zorunlu karşılıkların döviz cinsinden tutulmasının dış finansman şoklarına karşı otomatik dengeleyici bir rol oynadığı; bu imkanın döviz likiditesinin ve döviz kurunun oynaklığının azalmasına katkıda bulunacağı ifade edildi. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, bu uygulamanın önümüzdeki dönemde yeni bir politika aracına dönüşeceğini açıkladı. Piyasalar bunu 2 ay içinde TL munzam karşılıklarının döviz cinsinden tutulan kısmının yüzde 60’a, altın cinsinden tutulan kısmının yüzde 30’a çıkarılacağı, yani 5’er puanlık daha artırım yapılacağı biçiminde yorumladılar.
Sonrasında duraklama olacağını söyleyen Başçı, uygulanan katsayıların sermaye akımlarına göre değiştirileceğini ve böylece yeni bir politika aracının oluşacağını ifade etti. 2 ay bu mekanizma hazır olunca geniş bir faiz koridoruna da ihtiyaç kalmayabileceğini belirtti.
Küresel ekonomi için bu kadar zor olacak mı bilmiyorum ama Türkiye için 2013’ün çok zor bir yıl olacağını, şimdiden rahatlıkla görebiliyoruz.
Sadece ekonomik gerekçelerle değil, gelecek yıl, belki ekonomik nedenlerden çok uluslararası ilişkilerimiz ve siyasi nedenlerle Türkiye için çok zor bir yıl olmaya aday. Son günlerde yaşadıklarımız tüm gelişmeler 2013’ün gün geçtikçe zorlaştığını gösteriyor.
Piyasalar açısından, şimdiden 2013 için yorumda bulunmak için çok erken. Çünkü yaz tatili bitecek, Eylül’de ekonomi yönetimi bu yılki rakamları revize edip, 2013 yılının dengelerine bakmaya başlayacak, bundan sonra da piyasalar oturup “Acaba 2013 nasıl olacak?” diye bakmaya başlayacaklar. O nedenle asıl olarak Eylül ve sonrasında yapacağımız tartışmayı biraz öne çekip, erken uyarı yapmanın doğru olacağını düşünüyorum.
Her şeyden önce küresel ekonominin çok zor bir yıla girmeye hazırlandığını söylemek gerek. Küresel durgunluk aşılamadığı gibi, resesyon ihtimalinin giderek yayıldığını, Avrupa’daki ekonomik, dolayısıyla siyasi tablonun düzelmek yerine her geçen gün ağırlaştığını, euro’dan çıkışların yaşanabileceği, gelişmiş ülkelerin yaşadığı sıkıntıların bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülkelere yansıma ihtimalinin giderek arttığı günler yaşıyoruz. Bu nedenle, sadece kriz kahini Roubini değil, çoğu yorumcu 2013’e tedirginlikle bakıyor.
Türkiye ekonomisi açısından ise , her ne kadar “gelişmiş ülkeler yine para basacak, o paralar da bize gelecek” yorumları yayılmaya çalışılsa da, Başbakan yardımcısı Ali Babacan ve ekibi de dahil, çoğu kimse 2013’ün Türkiye ekonomisi açısından çok zor bir yıl olmaya aday olduğunun farkında.
Büyüme oranlarının düşük kalması, işalemi başta olmak üzere geniş kesimlerden tepki görmeye, “ne olursa olsun büyümenin düşürülmemesi gerektiği” fikrinin giderek yayılmasına neden olmaya başladı. Zaten oy kaygısıyla sürekli ve yüksek büyüme isteyen politikacıların bu baskıların etkisinde kalmama ihtimali sıfır. Bu düşük büyüme oranlarına rağmen bütçenin açık vermeye başladığını düşünürsek, şimdiye kadar ekonomiyi ayakta tutan mali disiplinin bozulma ihtimalinin yükseldiğini rahatlıkla görebiliriz. Bu yıl, daha doğrusu son aylarda enflasyonda kaydedilen olumlu gelişmelerin, baz etkisi nedeniyle 2013 yılında zaten yeniden bozulma ihtimali yüksek. Bunun üzerine sıcak para akışının durması, ihracatın yavaşlaması veya petrol fiyatlarında ciddi artış ihtimali binerse, kur etkisi nedeniyle enflasyonu tutamayıp, yeniden cari açık sorununu gündeme taşınması ihtimali bir hayli fazla.
SİYASİ RİSK BÜYÜYOR
Tüm bu saydığımız ekonomik risklerin yanında, bunun da önüne geçebilecek ölçüde büyüyen siyasi risklerle karşı karşıyayız. Suriye meselesinde Türkiye’nin aldığı tavır, bununla birlikte Kürt meselesini de ciddi biçimde büyüten sonuçlar doğurmaya başladı. Dolayısıyla dış siyasi gelişmeler içerideki siyasi sıkıntıların büyümesine de neden olabilir.
Ne kadar geri çekecek derseniz; piyasa iktisatçıları aslında 0.3 civarında bir düşüş yapılabileceğini ama “tahmin değiştirdi” demek için en azından 0.5’lik bir indirimin gelebileceğini söylüyorlar.
Piyasa yıl sonu enflasyon tahmininin yüzde 6 olarak değişmesini bekliyor.
Merkez Bankası’nın enflasyon tahminini düşürmesi için haklı nedenleri var ama bence son dönem faizde takındığı ihtiyatlı tutumunu bu noktada da sürdürmeli.
Çünkü son 3-4 ayda olumlu görünen bazı unsurların tersine dönme ihtimali yüksek.