Erdal Sağlam

Piyasadaki asıl sorun güvensizlik

15 Ağustos 2013
PİYASALARDAKİ tedirginliğin devam ettiği görülüyor.

Bir ara piyasa sakinleşse de, son günlerde TL’nin değer kaybının devam ettiği, Hazine bonosu faizlerinun yükseldiği gözleniyor. Üstüne üstlük Hazine bonosu piyasalarında likiditenin giderek azaldığı dolayısıyla bu piyasanın daha da kötüleştiği görülüyor.
Piyasa oyuncularına sorduğumuzda, yaşanan bu tedirginliğin asıl nedeninin ekonomi yönetime duyulan güvensizlik olduğunu gördük. Yabancıların Hazine kağıdından çıkma kararı aldığının anlaşıldığını ama hemen satıp çıkmak imkanı bulamadıklarını kaydeden bankacılar, yabancıların bu kararı almasında Merkez Bankası’na karşı oluşan güvensizliğin baş rolü oynadığını söylüyorlar.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın isteğiyle Başbakan Erdoğan başkanlığında yapılan ekonomi zirvesinin kilit rol oynadığını kaydeden bir bankacı, “Bu zirvenin ertesi sabahı Merkez Bankası faiz artırabileceğini açıklayınca, Merkez Bankası’nın kararlarını siyasi otoriteye onaylattığı ortaya çıktı” şeklinde konuştu. Buna rağmen Hükümetin düşük faiz artırımı talebi bilinirken Merkez Bankası daha yüksek bir artırım kararı verseydi yine de durumun biraz kurtarılabileceğini hatırlatan aynı bankacı, “Ancak yapılan artırım oranının da Hükümetin isteği doğrultusunda yapılan bir artırım olduğu anlaşıldı” dedi.
İşte yabancıların Merkez Bankası’na olan güveninin, bu zirve ve sonrası alınan kararlarla zayıfladığı yönünde ortak bir kanaat var. Şimdiye kadar, Babacan’ın da etkisiyle, Merkez Bankası’nın piyasaya güven veren adımlar attığını ve buna güvenildiğini kaydeden bankacılar, yabancıların bu olayla birlikte ekonomide gerekli olan kararların alınamaması tehlikesi gördüklerini söylüyorlar.
Hazine kağıdı piyasasında fiyatı oluşturanın yabancı bankalar, likiditeyi sağlayanın ise yerli bankalar olduğunu hatırlatan bir başka bankacı ise, “Son dönemde yerli bankalar bu piyasada işlem yapma konusunda çekimser davrandıkları için likidite de kurudu” dedi. Bunun ise istedikleri zaman işlem yapabilecekleri bir piyasa bulamayacaklarını düşündükleri için, yabancı yatırımcıları iyice tedirgin ettiği kaydediliyor.

BDDK ve SPK’NIN SORUŞTURMALARI

Yerli bankaların Hazine kağıdındaki işlemlerini azaltmalarının altında ise BDDK ve SPK gibi kurumların başlattığı soruşturmaların yattığı söyleniyor. Sürekli alım-satım yaparak hem piyasayı canlı tutup yabancıları çeken, hem de küçük marjlarla karını artırmaya çalışan yerli bankaların, Gezi protestoları sonrası “faiz lobisi” adı altında açılan bu soruşturmalar nedeniyle işlem yapmak istemedikleri ve bu piyasadan uzak durmaya çalıştıkları belirtiliyor.

Yazının Devamını Oku

Bu yıl için yüzde 3 büyüme olumlu

13 Ağustos 2013
DÜN açıklanan Haziran ayı sanayi üretim verileri, beklentilerin üzerinde gerçekleşti.

Bu veriyle birlikte, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın 2013 büyümesinin yüzde 3 civarında olacağı yönündeki tahminin gerçekleşme ihtimali de güçlendi.
Haziran ayında mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi bir önceki aya göre yüzde 1,4, takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretimi de bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 4,2 arttı. Piyasadaki beklentilerin ortalaması bu oran için yüzde 2,3’ü işaret ediyordu.
Öncü veriler genellikle Haziran ayında bu kadar yüksek bir büyümeye işaret etmediği için, bu rakam piyasalar için sürpriz oldu. İktisatçılar ve reel kesim sözcüleri Haziran’da biraz toparlanma olduğunu ama bu kadar yüksek oran beklemediklerini söylediler. İktisatçılar Haziran’dan sonra ise ramazanın da etkisiyle sanayi üretim verisindeki artışın yine yumuşadığını söylüyorlar. Yani 3. çeyrek üretim rakamlarının bu kadar yüksek olmayabileceğine işaret ediyorlar.
Bu yıl için büyüme rakamı yüzde 4 olarak hedeflenmiş ancak özellikle gelişmiş ülke ekonomilerindeki daralma nedeniyle ihracatın olumsuz etkilenmesinin de etkisiyle büyüme tahminleri yüzde 3’e düşürülmüştü. Sadece Türkiye değil diğer gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızları da aşağı yönlü revize edilmiş, küresel bir düşüş öngörülmüştü. Bu nedenle Temmuz ayında Ali Babacan yaptığı açıklamada yüzde 4’lük büyüme hedefine rağmen, küresel şartlar nedeniyle yüzde 3 civarında bir büyüme olabileceğini söylemişti.
Gerçi Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve yatırımcı bakanlar yüzde 3’lük büyümeyle yetinmek istemiyorlar ama piyasalar mevcut küresel konjonktür altında bu büyüme oranını yeterli görüyorlar. Cari açık problemi nedeniyle yüksek büyümenin ekonomik dengeleri bozma tehlikesi de bulunuyor. Özellikle ihracatın daraldığı bir dönemde, büyüme sağlamak için iç talebi artırmak dengelerin daha da bozulmasına neden olabiliyor.
Bu nedenle yüzde 3’lük büyüme, bu yıl için artık olumlu bir veri olarak görülüyor. Dün gelen sanayi üretim verisinin de, yüzde 3’lük büyüme açısından, piyasalarda olumlu karşılandığını söyleyebiliriz.

SERMAYE MALI ÜRETİMİNDE YÜKSEK ARTIŞ

Ana sanayi gruplarına bakıldığında Haziran’da sanayi malları üretiminde en yüksek artış yüzde 11,9 ile sermaye malı imalatında görüldü. Haziran’da takvim etkisinden arındırılmış olarak yıllık bazda ara malı imalatı yüzde 0,9, dayanıksız tüketim malı imalatı yüzde 6,5, dayanıklı tüketim malı imalatı yüzde 4,5, sermaye malı imalatı yüzde 13,8 artarken, enerji imalatı ise yüzde 1,6 azaldı.

Yazının Devamını Oku

Korktuklarımız başımıza gelmese...

8 Ağustos 2013
BİR süredir kaygılı günler yaşadığımız ortada.

Sadece toplumsal olaylar açısından değil ekonomi açısından da kaygılar artıyor. Kaygıların artmasında elbette dış etkenlerin payı var ama değişen dengeleri iyi görüp, hayalcilikten uzak ve akılcı politikalar uygulayarak durumu dengeleme sorumluluğu da politikacılarda olduğu için, kaygıların en önemli kaynağının siyasi otorite olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Suçu iç ve dış mihraklara atmak ise en kolayı.
Dış siyaset ve diplomasi alanında bence yanlış yönetim nedeniyle Türkiye zor günler geçiriyor. Bence iktidar, ekonomik ve siyasi yetkinlik açısından gücünü çok abartıp, maceracı politikayla, halkının özgürlük ve refahını tehlikeye atıyor.
Ekonomiye gelince; değişen küresel eğilimlerin zaten doğal olarak Türkiye’yi zora sokacağı biliniyordu. Türkiye ekonomisinde sağlanan istikrarda son 10 yıldaki küresel eğilimlerin katkısı büyüktü. Ancak bu değişimin geleceği biliniyordu ve buna göre önlem alınması gerekiyordu ama yapılmadı. Faiz koridoru gibi para politikasındaki oportünist yöntemler de artık işlemez hale geliyor. Merkez Bankası, ideolojik olarak biat kültürüne uyum sağladığı için, siyasetçileri kızdırmamak adına bulduğu ara yöntemlerle durumu idare etti ama artık sonuna gelindi. Siyasi otorite cari açık ve tasarruf oranları başta olmak üzere, değişimde bizi kurtaracak reformları yapamadı. Yani dış etken olan küresel değişime hazırlık yapmadığı, içeride hatalara devam ettiği, Merkez Bankası başta olmak üzere bağımsız kurumları günlük siyasete alet ettiği için, şimdi ekonomiye ilişkin kaygılar iyice büyüdü.
Sonuçta ekonomide de kötü yönetim söz konusu...
CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak dün yayımladığı ekonomik raporda, ekonomiyi bekleyen ciddi tehlikelerin bir bölümüne dikkat çekmiş. Merkez’in hedefleri tutturamadığı gibi, son revizyonla koyduğu yüzde 6.2 enflasyon oranı için son 5 ayda fiyat artışlarının toplam 1.8’i geçmemesi gerektiğini, mevsimsel olarak bunun gerçekleşmesinin çok zor olduğunu söylemiş.Finansal kesim dışındaki şirketlerin döviz varlıklarının azaldığına, reel sektörün net döviz borcunun Mayıs’ta 9 milyar artıp 161.8 milyar dolara ulaştığına, dolar kurundaki her 10 kuruşluk artışın reel sektörün kur farkını 16.2 milyar TL artıracağına dikkat çekmiş. Ayrıca kısa vadeli dış borcun sadece 5 ayda 8 milyar dolar artıp, 21.7 milyar dolara çıktığını da hatırlatmış.
Ekonomide de kaygıların arttığı bir tablo var; umarız korkulan başımıza gelmez.
KEŞKE VİCDAN VE HOŞGÖRÜ GALİP GELSE..

Yazının Devamını Oku

Enflasyonla mücadeleyi de beceremedik

6 Ağustos 2013
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın, Enflasyon Raporu’nu açıklarken ipucunu verdiği gibi; yıllık enflasyon oranı yeniden yüzde 9 seviyesine yükseldi.

Dün açıklanan Temmuz ayı enflasyonu tüketici fiyatlarında yüzde 0.31 olurken, yıllık bazda ise yüzde 8.88’e yükseldi.
Başkan Başçı Ağustos’tan itibaren enflasyonun gerilemeye başlayacağını söylemişti. Piyasalardaki beklenti de bu seviyelerden daha aşağı inileceği yönünde. Bence yıl sonu geldiğinde yüzde 8 olmasa da bu orana yakın bir enflasyon oranı göreceğiz.
İktidar sözcüleri sürekli olarak enflasyonda ne kadar başarılı olunduğunu anlatıyor. Eskiden yüksek olduğu oranları hatırlatıp enflasyonda ve faizlerde şimdi ne kadar iyi olduğumuzu anlatıyor. Ancak cari açıkta olduğu gibi enflasyonda da başarılı olduğumuz söylenemez. Yüzde 9’lara kadar yeniden çıkan enflasyon oranı kesinlikle başarı değildir. 2001 yılındaki reformla zaten düşük enflasyon bazı yaratıldı. Üzerine 2008 krizinden sonra, yani küresel ve ülke ekonomilerinin yavaşlamasıyla birlikte enflasyonu yüzde 5’n üzerinde doğru dürüst ülke kalmadı. Biz ise yüzde 9 değil ama yüzde 7-8 enflasyon oranlarında dolaştık daha indiremedik ve bugün geldi yeniden yüzde 9’lara çıktı.
Enflasyonu bizden kötü ülkeler hangisidir diye baktığımızda, doğru dürüst ekonomiye sahip bir ülke yok. Yani enflasyon oranları 10 yıl önceye kıyasla düşmüş olsa dahi, diğer ülkelerle kıyasladığımızda enflasyonda başarılı olamadığımız kesinlikle ortaya çıkıyor. Şu an iç savaşın içinde görülen Mısır’daki enflasyon oranı bile yüzde 9-9,5 seviyesinde. Bizden kötü ülkeleri saymaya kalktığınızda ancak İran, Sudan, Yemen, Gana gibi ülkeleri bir de Venezuela’yı sayabiliyorsunuz.
Özetle; bir yandan 2023 yılında en büyük 10 ekonomi olacağız, biz küresel gücüz diyeceksiniz, öte yandan ekonominin en uygun döneminde bile yüzde 2-3’lük seviyelere inemeyeceksiniz. Bunun adı başarı değil...
Üstüne üstlük ekonominiz yavaşlarken ve her yıl bu ayda fiyatlar düşerken bu yıl Temmuz’da bile yaşanan fiyat artışı, başarısızlığınızın kanıtları...

ÇEKİRDEKTEKİ ARTIŞ BEKLENTİLERİ ETKİLER

Elbette gelişmekte olan ülkelerdeki parasal genişlemenin azalacağı beklentisi ile birlikte bir küresel faktör var ama küresel etkinin iyi yönetilemediği de açık. Kurların aşırı yükselip TL’nin aşırı değer kaybı, Merkez Bankası’nın iktidar zoruyla faizle fiyat istikrarını sağlamaktaki ikircikli tutumu, bu sonucu yarattı.

Yazının Devamını Oku

Ekonomide kurumsallaşma herkese lazım

5 Ağustos 2013
Bunu söyleyince iktidar partisi mensupları çok kızıyor ama gerçek bu; son 10 yılda sağlanan ekonomik istikrarda 2000-2001 yıllarında uygulamaya konan ekonomik program ve onun başlattığı mali disipline uyulmasının payı çok büyük.

Yine kızılan bir saptamam da şu ki; 2007 yılından beri, yani IMF programı sona erdikten sonra, Türkiye ekonomide ciddi bir yapısal tedbir almadı. Babacan’ın almaya çalıştığı “mali kural” gibi ciddi kurumsal tedbirler ise Hükümet tarafından kabul görmediği için hayata geçirilemedi.
Gelelim, yine 2000-2001 yıllarına ilişkin programların önemli bir ayağı olan ekonomi yönetiminin kurumsallaşması çabalarına... Hükümet “Nasıl olsa mali disipline uyuyorum, ek vergi, bir defalık vergi, gerekirse salma gibi gelirlerle bu işi götürüyorum o zaman bağımsız kurum gibi yapıları korumama gerek yok” dedi ve sürekli geri adım attı. O programlarla getirilen kurumsallaşma tedbirleri yeterli değildi ve reformların devamıyla çağdaş ekonomilerdeki yapı kurulabilecekti. Ancak bırakın geliştirmeyi, sürekli geri gidildi.
İşte son dönemde bazı şirketlere Gezi protestolarındaki tavırları nedeniyle polis nezaretinde vergi soruşturması başlatılması kurumsallaşma olmayışının sonucu. Bağımsız kurumlar oluşturulmuştu, Gelir İdaresi’nin bağımsızlığı tartışılmıştı ama becerilemedi. IMF ve Dünya Bankası tavsiye etti, içeride çok tartıştık ama yapılamadı. ABD’deki IRS benzerinin, yolsuzluk ve kayırmaların asgariye indirilmesi için şart olduğu söylendi ama kurulamadı. Başka deyişle; bağımsız gelir hatta bağımsız borç idaresinin kurulması, ikinci nesil reformlara kalmıştı ama birinci nesil reformlar bile geri gittiği için ikinci nesile hiç geçilemedi.
Açık söylemek gerekirse o dönem iş âlemi bu tartışmalara destek vermedi. Belki de “Nasıl olsa işimi yolunu bulup, iktidarla halledebiliyorum” deyip, böylesine kritik eksikliğin sonunda gelip kendilerini vuracağını düşünmediler. Aynen şu anda iktidara yakın olup, işlerini hep böyle götüreceklerini sanan şirketlerin de kurumsallaşma ihtiyacını hissetmedikleri gibi...
Ama şimdi, örneğin TÜSİAD, bağımsız gelir idaresinden söz etmeye başladı. Aynen “Türkiye’de demokrasi için koalisyonlar normal karşılanmalı, idari yapıda koalisyon dönemlerinde de işlerin aksamadan yürümesini sağlayacak değişiklikler yapılmalı” deyince kızdıkları gibi, bağımsız gelir idaresi görüşünü savunmamıza da epeyce karşı çıkan olmuştu...

HERKESİN UYACAĞI ADİL KURALLAR OLMALI Farkında mısınız; Koç Grubuna yapılanlarla yeniden gündeme gelen bu tartışmaya, TOBB, TUSKON, MÜSİAD, TİM gibi iş âlemi örgütleri hâlâ ses çıkarmadı. Belki de ellerini ovuşturup, “Nasıl olsa bu dönem biz işimizi hallediyoruz, onlara da oh olsun” diyenler bile vardır, kim bilir?

Yazının Devamını Oku

Kalkınma planında sanayi üretimi vurgusu

1 Ağustos 2013
GEÇTİĞİMİZ ay yayımlanan Kalkınma Planı’nda sanayi üretiminin artırılmasına özel önem verdiği görülüyor.

Bu konudaki önceliklerin hayata geçirilmesi için önümüzdeki dönemde yeni bir eylem planı da uygulamaya konulacak.
Dış ve iç siyasi gelişmelerin gündemi belirlediği, küresel ekonomik gidişata bağlı olarak piyasaların dalgalı seyrinin devam edeceğinin anlaşıldığı bir ortamda, bu tür makro konular ister istemez gündemde yer alamıyor.
Kalkınma Planı’nda da vurgulanan bu önceliğin hayata geçirilmesine ekonomi bürokratlarının özel önem verdiği gözüküyor. Ancak, böylesine yoğun siyasi gündem ve gerginlik ortamında, üstüne üstlük uzun bir seçim sürecine girilirken bu konular gündeme gelip de tartışılabilecek mi, bunu bekleyip göreceğiz.
Ekonomi yönetimi, bundan sonraki dönemdeki temel önceliği “rekabet gücü yüksek sanayide üretimi artırmak” olarak belirlendiğini söylüyor. Bu önceliğin, Kalkınma Planına da yansıdığının altı çizilirken, Planda yer alan, “Yatırımların konut gibi üretken olmayan alanlardan ziyade üretken alanlara yönlendirilmesi büyümenin istikrarı açısından kritik önemde” uyarısına dikkat çekiliyor.
Bu uyarının, sanayicilere “Artık konut değil, sanayi üretimi yapın” çağrısı olarak algılanması gerektiğini kaydeden bürokratlar, ekonomi yönetimi olarak sanayi üretimini artırmak için bir eylem planı da uygulayacaklarını söylüyorlar.
Alınan bilgilere göre ‘üretken olmayan yatırımlar’ ın cazibesi azaltılacak, bunun için kredi türlerinde farklılaştırma yapılacak ve stratejik yatırımlarda kamunun altyapı yatırımları bir destek unsuru olarak kullanılacak.
Sanayi üretiminin artırılmasını birinci öncelik olarak gören ekonomi yönetimi, bu konuda hazırladığı eylem planına dönük ipuçlarına da kalkınma planında yer vermiş. Plana göre, 2019 yılı itibariyle özel kesim sabit sermaye yatırımlarının gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 20’si düzeyine yaklaşarak, yüzde 19.3 olması öngörülüyor. Ayrıca yıllık ortalama yüzde 2 oranında da uluslararası doğrudan yatırım miktarı öngörülüyor.

YABANCI SERMAYEYE YENİ YATIRIM MESAJI

Yazının Devamını Oku

Kritik ekonomik süreçte hükümete olan güven

30 Temmuz 2013
Ekonomide kritik bir küresel sürece girildiğini, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik istikrarı sağlamakta zorlanacağını herkes kabul ediyor.

Hem de başlayan bu sürecin en az 2 yıl süreceği de kesin gibi.
Her şeyden bağımsız olarak, gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışı olacak ve dış açığı fazla olan gelişmekte olan ülkeler diğerlerinden daha da olumsuz etkilenecek. Bu tanım tam anlamıyla Türkiye’nin koşullarına uyuyor.
Her şeyden bağımsız yaşanacak bu zorlu süreç, Türkiye’ye özgü koşullar nedeniyle daha da ağırlaşacak. Ekonomik zorlukların başında hükümetin faiz başta olmak üzere ekonomik dengelere müdahalesi ve Merkez Bankası’nın tam anlamıyla bağımsız ve teknik karar alamaması yatıyor. Küresel likiditedeki değişime bağlı Merkez’in gerekli kararları alabileceği konusunda, Türkiye’de yatırım yapan yabancı sermayenin ciddi endişesi var. Son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı öncesi ve sonrasında bu kaygıyı bariz biçimde gördük.
Türkiye’nin yaşadığı iç ve dış siyasi gelişmeler de ekonomiyi tehdit ediyor. Bu tehditlerin başında da 2013 Mart ayında başlayıp, 1,5 yıl sürecek uzun seçim süreci geliyor. Bu sürecin küresel likiditedeki değişim dönemine denk gelmesi, siyasi otoritenin büyüme oranlarını artırma gayretini koruyacak olması, cari açık ve kur sorunlarına mali disiplin sorununu da ekleyebilir diye korkuluyor.
Gezi olayları ile başlayan iç siyasi gelişmelerin devam edeceği beklentisi, toplumsal gerilimi artıran önemli bir unsur oluyor. Türkiye’nin dış politikasında yaptığı hatalar, Suriye politikasında yaşadığı hayal kırıklığı, bölgedeki rolünü çok iddialı olduğu Filistin’de bile kaybetmesi ve Batı ile ciddi biçimde ters düşmesi, siyasetin yanında ekonominin önünde de ciddi tehdit oluşturuyor.
Hükümet buna son olarak, “vergi yoluyla siyasi olarak ters düştüğünü düşündüğü sermaye gruplarına baskıyı” da eklemiş bulunuyor. Daha önce iktidarının ilk yıllarında denediği bu yolu tekrar hayata geçirmesi, hem siyasi ortamı hem de ekonomiyi ciddi biçimde olumsuz etkilemeye aday bulunuyor.

Yazının Devamını Oku

Sermayenin simge isimlerinden Boydak’ın söyledikleri

29 Temmuz 2013
KAYSERİ Sanayi Odası Mustafa Boydak’ın geçen hafta Oda Meclisi’nde yaptığı konuşma, birçok açıdan üzerinde tartışılması gereken, önemli bir konuşmaydı.

Her şeyden önce Boydak’ın Anadolu sermayesi olarak adlandırılan bir grubun temsilcisi olduğunu, aynı zamanda ‘muhafazakâr sermaye’ olarak adlandırıldığını da biliyoruz. Şahsen, Boydak ailesiyle beraber olduğum sohbetlerde bu tanımlamalar yapıldığında, karşı çıktıklarına hiç şahit olmadım.
Bu tanımlamaların önemi şurada ki; mevcut iktidarın üzerine oturduğunu söylenen sermaye kesimini temsil ediyorlar. İktidarın sürekli olarak yerleşik büyük sermayeye karşı olduğunu belirttiği, ekonomide karar alırken çıkarlarını savunduğunu söylediği, siyasi olarak da kendisine düşman gördüğü büyük yerleşik sermayeye karşı yanına aldığı kesimin temsilcileri... Bu kesimin simge isimlerinden Mustafa Boydak, hükümetin iş dünyası ile diyaloglarda en üst seviyede çalışmalar yapması gerektiğini belirterek, “İş dünyası ile meselelerinde taraf olmaması ve iş dünyasıyla ilgili konularda bir takım çevrelerin ifade ettiği gibi 1990’lı yılları yeniden yaşamamamız gerekiyor” dedi. 28 Şubat sürecini hatırlatarak o dönemde bazı grup ve şirketlere karşı yapılan yanlışların tam tersinin bugün yapılmamasını isteyerek, “Türkiye’yi taşıyan şirketleri gözümüz gibi korumamız gerekiyor. Yanlış algıya maruz kalmayalım” şeklinde konuştu. Özel sektör olarak güçlü olduklarını ülke için ellerinden geleni yapacaklarının altını çizen Boydak, “Yeter ki dış etkenlerden etkilenmeyelim, kendi içimizde kaosa düşmeyelim. İş dünyamızda, ‘Sen bana düşmansın- değilsin’ gibi ayrım yapmayalım” dedi.
Ayrımcılık yapılmadığı takdirde iş dünyasının ekonomik sorunları çözeceğini kaydeden Boydak’ın bu konuşmayı son dönemde Koç Grubuna karşı başlatılan vergi soruşturması üzerine yaptığını herkes biliyor. Kaba bir deyişle “Boydak Koç’a haksızlık yapıldığını, siyasi tavır olduğunu görüp eleştiriyor” diyebiliriz. Bu eleştirinin Boydak gibi simge bir isimden gelmesi de, değerini artırıyor.

KURUMSALLAŞMA ZAMANI

İktidar göreve geldiğinden bu yana bir yandan mevcut büyük sermayenin tepkisini çekmeden, bu sermayeye rakip olabilecek kendi sermayesini kurmaya palazlandırmaya çalışıyor. Bunu yapmak için, bağımsız kurumlar, ihale sistemi gibi küresel gelişmenin gereği oluşturulan sistemleri zayıflatıp, bazen işin gereği büyük ölçek isteyen projeleri bile, daha fazla kamu kaynağını heba ederek, küçük, çok sayıda şirkete, bazen aynı işi tekrar yaptırma pahasına verdi.

Yazının Devamını Oku