İşte bu öteleme nedeniyle tüm dünyadaki piyasalarda bir yumuşama izlendi. Bu yumuşama aynen bize de yansıdı.
Dün ayrıca ABD piyasası resmi tatil nedeniyle bir günlüğüne kapalı idi. Küresel piyasa hareketlerinin odağında bulunan ABD piyasalarındaki tatil, tüm dünya piyasalarındaki yumuşamada rol oynayan diğer bir faktördü.
Böylesine bir ortamda bizde de piyasalar sakindi. Faiz oranları ve kurlar bir miktar geriye gelirken, hisse senedi piyasalarında da artış yaşandı.
Piyasalar, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın geçen hafta yaptığı konuşma çerçevesinde, bugün şok kararlar açıklanmasını bekliyorlardı. Ancak Merkez Bankası’ndan dün öyle bir açıklama gelmedi. Daha doğrusu böyle bir şeye gerek duyulmadı.
Merkez Bankası Başkanı Başçı herhalde, “her an kurlar geri dönebilir” derken, Obama’nın Suriye’nin bombalanmasının ötelenmesi kararı vereceğini, önceden öğrenmemişti. Yani bundan bağımsız olarak yapmayı planladığı bir şeyler vardı ama şimdilik açıklamadı diye düşünüyoruz.
Dolayısıyla Suriye’ye karşı operasyonun ötelenmesi ile birlikte Merkez Bankası’nın da planladığı operasyonu ötelediğini söyleyebiliriz. Bir başka deyişle Suriye’nin bombalanmasının ötelenmesiyle birlikte Merkez Bankası da uygulamaya koyacağı tedbirler için zaman kazanmış sayılabilir.
Bugün Ağustos ayı enflasyon verilerinin açıklanması gerekiyor. Merkez Bankası Başkanı Başçı son konuşmasında Ağustos’tan itibaren fiyat artışlarının geriye gitmeye başlayacağını ve bunun piyasaları rahatlatacağını söylemişti. Geçtiğimiz Pazar günü açıklanan İstanbul Ticaret Odası (İTO) enflasyon verilerinin de gösterdiği gibi, sıfıra yakın bir aylık artış bekleniyor. Dolayısıyla Başçı’nın dediği gibi yıllık bazda ağustos sonu itibariyle enflasyonda bir düşüş bekleniyor.
Bugün için ek parasal sıkılaştırma yapacaklarını açıklayan Başçı, “Pazartesi günü uygulamamızın mantığı şöyle; merkez bankaları genellikle müdahale ederlerken döviz kurunu savunma yönünde müdahale ederler. Biz bunu biraz hücuma yönelik bir politika aracı olarak düşünüyoruz” diye konuştu.
Kurları rezerv kaybetmeden düşüreceklerini söylemesi de swap, döviz opsiyonu gibi türev yöntemlerin uygulanacağı tahminlerine neden oldu. Dövize müdahalenin yöntemlerinden birinin de ofansif strateji olduğunu dile getiren Başçı, şunları söyledi: “Bu tür müdahalenin dünyada çok örneği olmadığı için, bunu çok fazla kullanan Merkez Bankası olmadığı için piyasa oyuncuları şu anda bunu mesela idrak edemiyorlar. ‘Ne kastediyor başkan’ çok fazla idrak edemiyorlar. Fakat görürler yakında bunun ne demek olduğunu. Döviz kurunda değer kaybı trendini kırıp tekrar hızlı bir şekilde değer kazancı trendini başlatabilecek elimizde çok kuvvetli mekanizmalar var. Bunun altyapısını, araçlarının hepsini hazırladık şuanda AA Finans Terminali sayfasında var, Reuters’ın sayfaları var. Burada tek beklenen şey strateji”
Faizde bir adım bile geri atmayacaklarını söyleyen Başçı, “Orada 6.75-7.75 bizim aralığımız, herkes buna uyacak, buna göre kendisi fiyatlamasını belirlesin. Biz bu sağlam duruşu sergilediğimiz sürece döviz kurları o kadar hızlı döner ki siz de şaşırırsınız nasıl bu kadar hızlı döndü. Bugün bile dönebilir, bugün dönmezse yarın dönebilir, öbür gün döner. Ondan sonra da o kadar hızlı bir düşüş olur ki dolarda, gene şaşırıp kalırsınız”
Aslında Başçı’nın yapmak istediği anlaşıldı ama niye bu kadar agresif olduğu merak konusu. Özellikle faiz konusunda bu kadar katı olmasının nedeni olarak “hükümet baskısı” geçerli gibi gözüküyor ve belki de agresifliği de bundan...
Özetle; bugünden itibaren piyasalar Merkez Bankası Erdem Başçı’nın bu iddialı sözlerinin altını nasıl dolduracağını yakından izleyecek. Başçı unutmasın ki, zaaf gördükçe piyasalar Merkez’i daha sert sınamaya devam ederler...
FÜZELERİN GECİKMESİ OLUMLU MU?Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın bırakın küresel gelişmelerdeki riskleri, iç ve dış siyasi risklerin giderek büyümesine rağmen nasıl olup da bu kadar iddialı sözler ettiği, niye itibarını gereksiz sınava soktuğu, iyice merak konusu.
Piyasada döviz cinsinden tutulan munzam karşılık oranlarının düşürülüp piyasaya ek döviz verilmesi, rezerv opsiyon katsayısı (ROK ) uygulamasının değiştirilerek yine döviz likiditesi sağlanabileceği ilk tahminler arasında. Ancak tüm bunların, kurların, rezerv eritmeden büyük ölçüde düşürülmesini sağlayamayacağı konusunda genel bir
kanı var.
Bunun üzerine Merkez Bankası’nın FED veya IMF ile swap anlaşması yapması yani ileride ihtiyaç olduğu takdirde kullanılmak üzere bir ek rezerv oluşturması da tartışıldı ama Merkez yetkilileri böyle bir şeyin düşünülmediğini söylediler.
O zaman geriye kalan iki silahın ise NDF (non deliverable forward) veya opsiyonlu döviz satışı olduğu görülüyor. NDF, Merkez Bankası’nın ileriye dönük bir kur fiyatı vererek, ihtiyaç duyan bankalara, vade zamanında o fiyattan kur vermeyi taahhüt etmesi üzerine işleyebilir. Bunun için Merkez Bankası’nın vadeli bir kur fiyatı oluşturması ve o vade geldiğinde arada fark oluşursa bu farkı kendisinin ödemesi gerekecek. Örneğin bu işlemle Ekim ayı başında doları 1.95 TL’den satarım taahhüdü verip, eğer kur piyasada o tarihte 2 lira ise o zaman aradaki 50 kuruş zararı Merkez Bankası üstüne almış olacak.
NDF VEYA OPSİYON
Vadeli döviz fiyatı taahhüdü verip piyasaları sakinleştirmenin ikinci yolu ise döviz opsiyonları satışı. 2010 yılında Merkez Bankası çalışanlarından Serkan Tekbacak’ın “Opsiyonlar ve döviz opsiyonlarının Merkez bankalarında döviz kuruna müdahale aracı olarak kullanımı” adlı bir uzmanlık tezi bulunuyor. Diğer ülke örnekleri incelenerek bu yöntemin artı ve eksileri sayılmış. Kaba olarak NDF’deki gibi, belirli vadeler için döviz kuru taahhüdü verilmesi üzerine kurulduğunu söyleyebiliriz. Merkez Bankası’nın NDF veya opsiyonlu döviz satışı uygulayarak, dövizde dönemsel talebi frenlemek amacı taşıdığı anlaşılıyor. İhtiyacı olanın ihtiyacı olduğu zamanda belirli bir kurdan döviz alımını sağlayarak, ilk aşamada fiyatı düşürüp, daha sonra kurlardaki dalgalanmayı azaltmak gibi bir sonucu da olabilir.
Ancak ortada bir gerçek var ki; Türkiye’ye gelecek dövizin miktarı, küresel süreç nedeniyle orta vadede artacak gibi görünmüyor. Üstüne üstlük ekonomik ve siyasi sorunlar nedeniyle Türkiye’nin olumsuz ayrışması da gündemde. Bu nedenle bankacılar bu tür tedbirlerin kalıcı olarak sorunu çözmeyeceğini düşünüyorlar. Bir başka deyişle Merkez bankası öyle anlaşılıyor ki sorunu geçici görüyor bankacılar ise yapısal, kısa süreli olmayan bir süreçten sözediyorlar.
Açık söylemem gerekir ki; bu sözler ilk duyduğumda bana ekonomik krizler öncesi “döviz tutanın eli yanar” diyen ve kurların zıplaması üzerine istifa etmek zorunda kalan eski Merkez Bankası başkanlarını hatırlattı.
Umarım Erdem Başçı’yı da böyle bir gelecek beklemiyordur.
Dünkü söylemleri bende, piyasaya sert mesajlar vererek, çaresizlik içinde son kozunu oynayan bir Başkan algısı yarattı. Bu kadarına gerek olduğunu da düşünmüyorum ve bilmediğimiz bir şey olabilir diye düşünüyorum ama bulamıyorum. Gördüğüm kadarıyla piyasa da bulamıyor.
Erdem Başçı özetle; faizlerin 6.75 ile 7.75 arasında seyredeceğini, kesinlikle faiz artışı yapmayacaklarını, bu arada döviz rezervlerini de eritmeden kurları birkaç gün içinde düşüreceklerini söyledi. Dolar kuru 2.03 iken Başçı, yıl sonunda dolar kurunun 1.92’ye ineceğini de söyledi.
Piyasa oyuncularının tümü bu iddialı çıkışın ardındaki temel dayanağın ancak “Eylül ortası FED’den iyi karar çıkması” olabileceğini söylüyorlar. Aksi takdirde tüm gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de yerel paranın değer kaybetmesinin devam edeceğini, bundan daha fazla değer kaybetmese bile, dalgalı seyirle bu seviye etrafında dolanacağını söylüyorlar.
MUNZAM KARŞILIK VE ROK DÜZENLEMESİ
Piyasa oyuncuları Başkan Başçı’nın pazartesi gününden itibaren Merkez Bankası’nın kurlarda “ofansif oyuna” geçeceğini söylemesinin ardında ne olabileceğini de tartışıyor. Genel kanı pazartesi günü Merkez Bankası’nın döviz cinsinden tutulan munzam karşılık oranlarını düşürmesi ve rezerv opsiyon katsayısı (ROK) uygulamasında oran değişiklikleri yaparak piyasaya döviz likiditesi vermek olabileceğini tahmin ediyorlar.
“Bundan sonra çok daha kötü olacak” beklentisinin de hızla yayıldığı gözleniyor. Belki de bu nedenle bazı bakanlar “Piyasaların morale ihtiyacı var, kötü haber vermeyin” türü mesajlar yayınlamaya başladılar.
Piyasalar için beklentiler çok önemlidir ama hep söylüyoruz; içi boş beklentileri piyasaya dikte edemez, piyasaları bunlarla yönlendiremezsiniz. Hükümetin daha önceleri beklenti yönetimini iyi yaptığı dönemler oldu. Ancak o dönemlerde hem küresel konjonktür uygundu, hem de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın ekonomi yönetiminde ağırlığı vardı ve sonunda beklentilerin içi doldurularak güven verilmişti.
Ama şimdi durumun değiştiği açık. Hem küresel konjonktür hem de siyasi irade değişti. Artık Babacan’ın fazla söz hakkı bulunmadığı görülüyor, alınmasını istediği önlemler ve kararlar, belli ki, Başbakandan geri dönüyor. Ekonomide kararları Başbakanın aldığı algısı ise piyasalardaki tedirginliği iyice artırıyor.
Daha dün IMF Başkanı Lagarde, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere, küresel bazda yeni bir kriz tehlikesi bulunduğuna dikkat çekti.
Geçen hafta sonunda dolarda 2 TL’nin görülmesi piyasaları korkuturken, dün de olumsuz havanın devam ettiği görüldü. Dolar kuru 2 TL civarında gidip gelirken Hazine’nin gösterge tahvilinde faiz oranı çift haneye ulaştı yani yüzde 10’u aştı.
ABD’deki gelişmeler ve içerideki uygulamalar nedeniyle piyasalarda zaten bu seviyeler bekleniyordu ama bu seviyelere beklenildiğinden daha erken ulaşıldı.
Bunun en önemli nedeni piyasalardaki küresel gelişmelerle ilgili tedirginliğe, Hükümetin hem ekonomide yaptığı hataların, hem de iç ve dış siyasi gelişmelerde takınılan sert tavrın ve gerilimi artırma politikasının eklenmesi.
Kur pozisyonları nedeniyle işine gelmeyenlerin çabasıyla, bu rakamdan işlem olmadan kur geri çevrildi. Bu harekette yerlilerin payının olmadığı, tümüyle Türkiye riski almış uluslar arası yatırımcıların işi olduğu biliniyor.
Ancak artık herkes 1 doların 2 TL olacağını gördü. Bu şu anlama gelebilir; 2 TL olmasından zarar edecek yatırımcılar, artık pozisyonlarını değiştirme ihtiyacı duyacaklar ve değiştirince 2 TL seviyesini korumaktan vazgeçecekler. Yerli yatırımcılar açısından ise daha önemli olan psikolojik eşikti, o da aşıldı. Artık döviz borcu olup zararını azaltmak isteyenler de, döviz borcu olmayıp gidişattan para kazanmak isteyenler de 2 TL’lik dolar kurunu görmüş oldular.
Bazı piyasa oyuncuları opsiyonların önemine dikkat çekip, 2 TL’den opsiyonu olanların koruyamaması halinde kurun daha da hızlanacağını ve en az 2.1’i göreceğini söylüyorlar.
İşte önümüzdeki hafta piyasada bu hareketi göreceğiz. Brezilya Merkez Bankası gibi yüklü döviz satış programı açıklanmayacağı için, önümüzdeki hafta da piyasadaki kur hareketlerinin dalgalı seyretmesi kaçınılmaz. Buna karşılık dolar kuru 2 TL’yi bu hafta aşar demenin fazla iddialı olacağını düşünüyorum. Şimdi de aşabilir, daha sonra da...
Piyasada eylül ayı ortasında Fed’in yapacağı tahvil alım programını azaltma açıklamasına kadar, her ABD verisinin dalgaya neden olacağı şeklinde bir beklenti var. Bu nedenle de içeride kur sürekli oynak kalacak. Bu çerçevede dolar kurunun 2 TL civarında seyredeceği birkaç aylık dönemden söz edilebiliyor.Ancak bu küresel ekonomi ve içerideki ekonomik koşullar nedeniyle geçerli olan bir tahmin. Şunu söylemem gerekir ki; bir süredir sözünü ettiğim siyasi risklerin ekonomiyi tehdit edeceği noktaya hızla yaklaşmaya başladık. Bırakın Gezi olayları ve sonrasında süren iç tartışmaların yoğunluğunu, sadece ülkenin dış ilişkileri bile ekonomiyi ciddi biçimde tehdit eder oldu. Cengiz Çandar’ın deyimiyle “sadece Müslüman kardeşlerle dost” olan bir Türkiye içine kapanmış demektir. İçine kapanan bir Türkiye’de ise, kuru tutmanız mümkün değil. Politikacı gerçekçi olmak zorunda, hamasetle ülke de, ekonomi de yönetilemez.
HERKESLE KAVGALI ÜLKEYE SERMAYE GELİR Mİ?Yaklaşık bir ay önce, sürekli yabancılarla iş yapan bir bankacı arkadaşım, artık cari açık, enflasyon gibi risk unsuru olan ekonomik parametlerden önce “Erdoğan Putinleşiyor mu, bu eğilim artarsa ne olur?”, “Yerel seçimlerden ne sonuç çıkar, iktidarı etkileyen bir sonuç çıkar mı?”, “Başbakan neden piyasaya düşman tavır içinde?” sorularıyla karşılaştıklarını söylemişti.
Bahis dediğimiz zaman bunun kumar yönü olmadığını, daha çok yemeğine bahislere girildiğini hatırlatalım.
Bazı piyasa oyuncuları “Merkez Bankası küçük oranlı da olsa yeni bir faiz artırımı yapacak” diyor. Gördüğüm kadarıyla bu görüşte olanlarla bahse girenlerin sayısı o kadar fazlalaştı ki, artık yeni bahiscileri listelerine almıyorlar.
Özetle; ABD başta olmak üzere küresel gelişmeler, Çarşamba günü açıklanacak FED tutanakları, içeride son günlerde yaşanan hızlı yükselişlere rağmen piyasanın çoğunluğu Merkez Bankası yönetiminin yeni bir faiz artırımına gitmesini beklemiyor. Buna karşılık hala “Merkez gerekeni yapar” biçiminde, yani naif düşünen piyasa oyuncuları olduğunu da söylemeliyiz.
Bugünkü PPK Toplantısından “faizi değiştirmeme kararı çıkması”nı bekleyenlerin sayısının piyasada büyük ağırlıkta olduğu açık. Eğer faiz artış kararı çıkarsa çok büyük sürpriz olacak.
Şu an itibariyle politika faizi yüzde 4.5, gecelik borçlanma faiz oranı yüzde 3.5, gecelik borç verme faiz oranı ise yüzde 7.25. Merkez Bankası geçen ayki PPK toplantısında faiz koridorunun üst sınırını 75 baz puan artırıp, yüzde 7.25 oranına yükseltmiş, taban oran olan 3.5’i değiştirmeyip koridoru büyütmüştü.
Piyasa Merkez Bankası’nın bu oranları korumasını bekliyor ama artık çok fazla önem vermediği de gözleniyor. Dün itibariyle politika faizi yüzde 4.5 iken Hazine bonosu faizi yüzde 9.2’yi bulmuştu. Yani piyasanın faizi ile Merkez Bankası’nın politika faizi arasındaki fark iki katı aştı.
Dünya petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle enerji sektörümüzdeki çarpık yapı iyice açığa çıkmaya başladı. Petrolün yanı sıra, doğalgaz ve elektrikte ‘piyasa ekonomisi uyguluyoruz’ denilip, siyasi tavır içeren kamu müdahaleciliğine başvurulması işleyişin yanında kamunun, yani halkın faturasını da büyütüyor.
Bunun yanında ihtiyaç duyulan yabancı yatırımları da iyice caydırmaya başladı.
Doğalgaz ve elektriği başka yazıya bırakıp, akaryakıt sektörüne baktığımızda, son günlerde sektörde yeniden büyüyen rahatsızlık iyice göze çarpmaya başladı.
Türkiye’de akaryakıt fiyatlarının rekor kırmasının en önemli nedeni çok yüksek vergiler. Otomatik fiyatlandırma içinde, hükümet vergi oranlarını düşürmek istemediği için, dünya petrol fiyatlarındaki artış kısa sürede akaryakıt fiyatlarına yansıyor. İşte son dönemde yine bu sıkıntı baş gösterdi. Hükümet, hem aldığı vergiyi azaltarak fiyatları dengelemiyor, hem de seçimler yaklaşırken akaryakıt ve LPG fiyatlarındaki artışın kendisine zarar vermemesi için, piyasa ekonomisine ters müdahaleci tutumları artırıyor.
Son olarak Enerji Bakanlığı ve EPDK “tavan fiyat” uygulamasını gündeme getirdi. EPDK akaryakıt şirketlerine bu ayın başında bir yazı gönderip, akaryakıt fiyatlarının Akdeniz çanağındaki ülkelere kıyasla 10-15 kuruş fazla olduğunu hatırlatıp, bu konuda şirketlerin önlem almasını, kâr marjlarını azaltıp satış fiyatlarında indirim yapılmasını istedi. Bunun üzerine 2-3 kuruşluk indirimlerin yapıldığı görüldü. Bunun üzerine Enerji Bakanı Taner Yıldız, “EPDK’nın tavan fiyat uygulamasına geçeceğini sanmadığını, şirketlerin daha da indirim yapmasını beklediğini” söyledi. İki gün önce de “Biz şirketlerden 4-5 kuruşluk indirim yapmasını beklerken, dünya petrol fiyatlarındaki artış bizi zor durumda bırakıyor” şeklinde konuştu.
YABANCI ŞİRKET YATIRIMINI ASKIYA ALDI
Nereden bakarsanız yanlış, piyasa ekonomisine ters, sektörün tedirginliğini iyice artıran bir açıklama. Her şeyden önce de Enerji Bakanı’nın EPDK’nın işine karıştığını, bağımsız kurumu hiçe saydığını gösteren bir açıklama. Sektör 2009’da uygulanan tavan fiyatla büyük zarar ettiğini, kendileri indirim yapınca Maliye’nin o kadar vergi artırdığını, verilen sözlerin tutulmadığını iyi hatırlıyor ve korkuyor. Bunun yanında Bakanlık ve EPDK’nın somut bir rakam vermek yerine sürekli muğlak konuştuğunu, ne istenildiğinin bilinmediğini, sürekli bir baskı altında tutulduklarını hissediyor, dertleri için açıklama bile yapamıyor.