Ancak bu yapılırken, konut kredileri bu sınırlamalardan muaf tutuldu. “Su akar yolunu bulur” sözü doğruysa, otomobil almak, işletmeyi döndürmek için konut kredisi alanların çoğalmasına şaşırmayalım.
HÂLÂ olduğunu sanmıyorum ama; özellikle kamu bankalarından ucuza işletme kredisi alan işadamlarının, yoğun biçimde lüks araba aldıkları dönemler oldu. O dönem faizlerin yüksek ama kamu bankalarını batıran sübvansiyonlu kredilerin olduğu dönemlerdi, işletme kredisi alıp yüksek faiz için mevduata yatıran da vardı, otomobil alan da… Şimdi de sübvansiyonlu krediler var ama marjlar bunun yapılmasını sağlayacak kadar yüksek değil. O nedenle artık yoktur.
SATMIŞ GİBİ GÖSTERMEKAncak şu yöntemin hala uygulandığını biliyorum; bazı kişiler yüksek miktarlarda paraya ihtiyaçları olduğunda, ellerindeki konutu bir yakınına satmış gibi gösterip, faizi ucuz, vadesi uzun konut kredileri kullanabiliyorlar. Konut kredilerini işletme kredisi olarak kullanan da var, tüketime harcayan da… Yani piyasada farklı faizler varsa, kullanıcılar bir yöntemini bulup ucuz olan krediye yönelirler. Başbakan Erdoğan’ın da sık sık tekrarladığı; “Su akar yolunu bulur” sözü var ya, işte burada da geçerli…
KREDİ İÇİN TEDBİRLERBu örneklerin aklıma gelmesinin nedeni; Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın açıkladığı, bir kısmı uygulamaya sokulan, yüksek kredi artışını frenlemek için alınan tedbirler. Bankalara bu kredilerin yükünü artıracak, vadelerini kısaltarak cazibesini azaltacak, kredi kartı kullanımından tüketiciyi caydıracak yeni yükler ve önlemler getiriliyor. Özetle; kredi kartları ve tüketici kredilerinin faiz oranları yükselecek, vadeleri kısalacak, bu yolla da kredi artış hızı frenlenecek. Ancak bu yapılırken, konut kredileri bu sınırlamalardan muaf tutuluyor.
Bu sınırlamaya kimsenin uymaya niyetli olmadığını söylemişti. Herkesin birbirini kolladığını, bazı bankaların uyduğunu ama bazılarının “Nasıl olsa ileride engellerler diye kredi artış hızını iyice yükselttiklerini” söylemişti. Bu nedenle kendilerinin de artış hızını yükseltmek zorunda kalabileceklerini, çünkü belli ki bu sınırlamaya kimsenin uymayacağını söylemişti.
Sonradan o bankanın kredi artış hızı ne oldu bilmiyorum ama yılın başında konulan bu sınırlamaya kimsenin uymadığı sektörün rakamlarından belli oluyor.
Peki, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, 2012’de sınırladıkları kredi artış hızını bu yıl niye sınırlayamadılar.
Öyle ya, koydukları sınırlamaya uyulmadı ve kredibilitelerinden yediler.
Aslında bunun tek bir yanıtı olabilir; hükümet, daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan, Babacan ve Başçı’nın koyduğu bu sınırlamaya karşı çıkmış, “Bırakın ekonomi canlansın” demiş olabilir. Aksi takdirde Babacan ve Başçı, önce bu sınırlamayı koyup, sonra bunun peşini bırakmazlardı, bıraktılar..
Bunun için sınırlamayı uygulayacak olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) nun harekete geçmesi gerekirdi. Belki de Başbakanın talimatıyla BDDK yönetimi sınırlamayı uygulamamıştır, kim bilir...
Özetle; kredi artış hızı için sınır kondu ama uygulanmadı ve şimdi yüzde 25’leri aşan, bazı aylar 30’lara çıkan, kredi artış hızının yavaşlatılması için önlem alınmaya çalışılıyor. Çünkü dış talep yokken büyüme tümüyle iç talep üzerine kurulduğu, bunun için kredilerin hızlanmasına izin verildiği, enflasyon ve cari açığın kredilerin de etkisiyle ciddi biçimde hız kazanıp dengeleri bozacak boyutlara ulaştığı görüldüğü için şimdi frene basılmaya çalışılıyor.
OVP hedeflerine baktığımızda ekonomi yönetiminin teşhisinin yani yapılması gerekenler konusundaki saptamaların yerinde olduğu gözleniyor. Ancak senaryoya baz olan bazı varsayımların iyimser saptandığı, dolayısıyla bu senaryonun gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğu da gözden kaçmıyor.
Ekonomi yönetimi “tarihin en dip noktası”na inen tasarruf oranlarının artırılması ve cari açığın azaltılmasına odaklanmış durumda. Önümüzdeki 3 yıl içerisinde tasarruf oranlarında ciddi bir artış hedeflenirken, cari açığın da azatılmasına önem verilmiş. Ancak bunu yaparken baz alınan dolar kuru, petrol fiyatları gibi parametler, aynı şekilde ihracat artışında, dış açığın azaltılmasında, yabancı sermaye girişinde oldukça iyimser bulunan tahminlere yer verilmiş olması, hedeflerin gerçekleşme ihtimalini düşüren unsurlar. Bence hedeflerin gerçekleşme ihtimalini azaltacak en önemli unsurlardan biri de uzun sürecek seçim süreci olacak. Bu süreç içerisinde öngörülen biçimde cari harcamaların azaltılması, dış kaynak girişinin düzenli devam etmesi ve mali disiplinin korunacağı üzerine kurulan OVP’nin uzun sürecek seçim sürecinden etkilenmemesi mümkün değil. Bu süre içerisinde yine iç taleple dış talebin dengelenmesi hedefleniyor ve kurulan makro ekonomik dengelerde bu varsayım büyük önem taşıyor. Ancak seçim sürecinde içtalebin ekonomi yönetiminin belirlediği ölçülerde kalabilmesi, harcamalarda tasarruf yapılması çok zor görünüyor. Bunun üzerine dış ilişkilerdeki siyasi çatışma havası, AB ile ilişkilerin zayıflaması eklendiğinde, OVP hedeflerinin gerçekleşmesinde ek ciddi risk unsurları bulunduğu rahatlıkla söylenebilir.
OVP varsayımlarına bakıldığında küresel büyümenin aşamalı olarak artacağı, Türkiye’nin ihracatının buna bağlı olarak yılda yüzde 10 civarında büyüyeceği ama ithalata bağlı büyümenin kırılacağı varsayımları da şüpheli bulunuyor.
2015 BÜYÜME HEDEFİ YÜZDE 5
Bu yıl için belirlenen yüzde 4’lük büyüme hedefini yüzde 3.6 olarak revize eden hükümet, önümüzdeki yıl yüzde 4, 2015 yılında yüzde 5 büyüme hedefliyor. Bu yıl içtalebin büyümeye katkısı yüzde 5.2’ye çıkarken, içtalep katkısının 2014’te 3.2’ye ineceği, bu yıl eksi 1.6 olacak dış talebin büyümeye katkısının ise önümüzdeki yıl 0.8 puana çıkacağı varsayılıyor. Bence hem dış talebin katkısının bu orana çıkması, hem de seçim nedeniyle iç talebin büyümeye katkısının azaltılması oldukça zor olabilir.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, bu yıl yüzde 12.6’ya inerek tarihin en dip noktasına inen yurtiçi tasarruf oranının en büyük sorun olduğunu, bu azalmanın aynen cari açığı artırıcı etki yaptığını söyledi. Babacan bununla birlikte kredi kartları konusunda sınırlamalar getirildiğini açıklarken, kredilerde yüksek artışın önlenmesi ve kredi kartı kullanımının azaltılması için ek tedbirler de geleceğini kaydetti. Bunun yanında diğer kredilerle ilgili sınırlamalar getirilirken konut kredileri ile ilgili bir düzenleme yapılamayacağını belirten Babacan’ın, siyasi nedenlerle konut talebinin canlı tutulması nedeniyle, kredilerde istediği frenlemeyi yapması bence çok zor olacak.
2013 yılında yatırımların azalmasına karşın, toplam tasarruflardaki hızlı düşüşle tasarruf-yatırım açığının artmasının sonucu olarak, cari açığın milli gelire oranı geçen yıl yüzde 6.1 iken bu yıl yüzde 7.1’e çıkıyor. Tasarruf oranlarının arttırılmasının yanında cari açığı azaltmak için ithalata olan bağımlılığın azaltılması ve yüksek katma değerli ürünlerin ihracatının artırılması yoluyla dış ticaret açığını azaltılması, finansman kalitesini iyileştirilmesi ve yurtiçi tasarruflarının artırılması amaçlanıyor. Böylesine kritik bir küresel süreç ve siyasi gelişmelerle bu hedeflere ulaşılması, hem de kısa sürede bunların yapılabilmesi de yine zor.
ENFLASYON YİNE ÖTELENİYOR
Maliye politikaları konusunda tasarrufu artırıcı, harcamaları kısıcı değişiklikler yapılması gerektiği, şimdiye kadar tek seferlik gelirlerle sağlanan bütçe dengesinin bozulabileceği, ayrıca harcamalar kısılarak, önümüzdeki döneme hazırlık yapılması gerektiğinin altı çiziliyor.
Eleştirilerin büyük bölümü ise Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalara dönük. Her şeyden önce bir süredir sözünü ettiğimiz gibi, klasik para politikası uygulamasına geri dönülmesi, küresel sürecin bunu gerektirdiği, basit politikalarla piyasalara daha net mesajlar verilmesi, karmaşık politikaların etki gücünün azaldığı ve piyasaların yönlendirilmesinde eksik kaldığı belirtiliyor. Küresel piyasalardaki bol para döneminin biteceği, bunun gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkileyeceği, böylesine bir süreçte dışa bağlı Türkiye ekonomisinin zora girebileceği, döviz çıkışlarına karşı şimdiden hazırlık yapılması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca Merkez Bankası’nın döviz satarak kura müdahale etmemesi gerektiği, çünkü döviz rezervlerin buna imkan vermediği, aksine uygun olunca döviz rezervi biriktirmeye çalışması söyleniyor.
Tüm bu eleştiriler Merkez Bankası’nın asli görevi olan enflasyonla mücadeleye geri dönmesi gerektiği için yapılıyor. Özetle; Merkez Bankası Başkanı’nın dediği gibi faizleri değiştirmeden döviz satarak, küresel trende karşı konulamayacağı, bu durumda ekonomik dengelerin bozulacağı söyleniyor.
Bu haklı eleştiriler nedeniyle Merkez Bankası’nın para politikası değişir mi derseniz, bunu hemen hemen kimse beklemiyor. Çünkü Merkez Bankası yönetimi Hükümetin politikalarına fazla bağımlı gözüküyor. Amaç belli; faiz artırmadan kuru tutmaya çalışmak, bunu yaparken büyümeyi daraltmadan enflasyonla mücadeleyi arka plana atarak Hükümete yardımcı olmak. Seçim sürecinde Hükümetin işini kolaylaştırma amaçlandığı için, bu politika değişmez.X
YÜKSEK KREDİ ARTIŞI DA POPÜLİZMÖzetle; Merkez Bankası politikalarının kaynağı da bence popülizm...
Dün CNN Türk’e konuşan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, harcamaların kısılması gerektiğine katıldığını ama seçimler için popülizme başvurmayacaklarını söyledi. Ancak popülizm ille de Bakanın dediği gibi memur maaşlarına aşırı zam yapmak değildir ki, uygulanan politikalarla enflasyonu artırma pahasına büyümeyi desteklemek de popülizmdir.
Anadolu Ajansı (AA)nın “IMF Türkiye’den memnun” başlığı ile servise koyduğu bu haberi hükümete yakın gazeteler aynı başlıkla kullandı.
Hazine Müsteşarlığı’nın internet sitesinde yeralan bu raporun girişindeki özet aynen şöyle: “2012 yılında Türkiye, dengesizliklerinde memnuniyet verici bir azalmayı başarırken, pozitif büyüme oranını da sürdürmüştür. 2013 yılında, büyüme hızlanmış ve tekrar yurtiçi talep kaynaklı olmaya başlamıştır. Dengesizliklerin hala yüksek seviyelerde olması ve küresel finansal ortamın daha az hoşgörülü bir nitelik arz etmesi nedeniyle, bu kırılganlıkların azaltılmasının kısa ve orta vadeli politikaların en temel odağı olması gerekmektedir. Kısa vadede, yetkililerin enflasyon hedefinin tutturulması ve yeterli bir nominal çıpa ortaya konulması için para politikasının daha sıkılaştırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Maliye politikası da sıkılaştırılarak, 2014 yılında yapısal faiz dışı fazla artırılmalıdır. Orta vadede, Türkiye ekonomisi için temel zorluklar, yurt içi tasarrufların artırılması ve yapısal reformların kararlı bir biçimde uygulanmasıdır. Her iki politika da, ekonominin uzun vadeli büyüme potansiyelinin artmasına hizmet ederken, sürdürülebilir bir dış dengenin devamını sağlayacaktır.”Sadece bu girişi okusalar da, böyle bir başlık çıkaran gazetecileri kutluyorum...
İşin aslı şu ki; IMF kırılganlıkların ciddi biçimde arttığını, küresel iklimin işi zorlaştırdığını, Türkiye ekonomisinin yeniden iç talebe bağlı büyümeyle enflasyon başta olmak üzere kırılganlıklarını artırdığını, hem para hem maliye politikalarında ciddi sıkılaşmaya gitmek gerektiğini, aksi takdirde dış dengedeki bozulmanın düzeltilemeyeceğini söylüyor.
Size şu kadarını söyleyeyim; IMF’in geçmişte kriz öncesi uyarı yapan bazı raporlarında bile bu kadar ciddi eleştirilere rastlamadım Yani IMF’in bu raporu ciddi biçimde hem de acil olarak önlem alınması gerektiğini söylüyor. Bu uyarılardan sonra önümüzdeki hafta yenilenmesi beklenen Orta Vadeli Program (OVP) ile 2014 yılı bütçe ve program hedef ve metinlerine çok iyi bakmak gerekecek. Bu uyarılar dikkate alınmazsa işimiz çok zor demektir. Aslında bu metinlere girmesi de yetmez, uzun bir seçim sürecinin yaşanacağını da göz önüne alırsak, somut biçimde uygulanacağına ilişkin ciddi işaretler lazım.
PARA POLİTİKASI DEĞİŞMELİ
Yurtiçi talep öncülüğündeki büyümenin, cari işlemler açığı ve enflasyonu büyüttüğü kaydedilen raporda yüzde 5’lik enflasyon hedefine bu yıl ve gelecek yıl ulaşılamayacağının altı çiziliyor. Para politikasının enflasyonu düşürmeye odaklanması istenirken bunun için haftalık repo faizi başta olmak üzere Merkez Bankası’nın reel faiz politikasına dönmesi isteniyor. Merkez Bankası’nın mevcut para politikasının karmaşık ve hedefe dönük olmadığı belirtilip, “Para politikası çerçevesinin normalleştirilmesi, politika güvenilirliğini arttıracak ve piyasalarla iletişimi basitleştirecektir” deniyor.
Mevcut maliye politikasının genişletici olduğu mutlaka kontrol altına alınması gerektiği belirtilen raporda, şimdiye kadar gelir performansının bir defalık gelirler nedeniyle güçlü gözüktüğü harcamaların kısılması gerektiği belirtiliyor.
2010 yılında 1.8 milyar doları aşan Suriye ihracatı geçen yıl 500 milyon dolara kadar düşmüştü. Bu yıl ise yeniden canlanmaya başladı ve ilk 8 ay sonunda, geçen yılın tümündeki 500 milyon doları buldu. Yıl sonunda ihracatın 1 milyar dolara doğru çıkması bekleniyor.
Suriye’ye ihracatta en şanslı il olan Gaziantep’in, ihracatı ise ilk 8 ayda 173 milyon dolara ulaşmış. Gaziantep’in en fazla ihracat yaptığı yıl 138 milyon dolarla 2008 yılı iken, 2010 yılı ihracatı da 120 milyon dolarmış. Yani Antep Suriye’ye olan ihracatta savaşa rağmen, şimdiye kadarki en parlak yılını yaşıyor.
Gaziantep’teki işadamları özellikle un, yağ, çimento gibi temel ürünlerin ihracatında büyük artışlar olduğunu, halı gibi şehir için önemli sektörlerde ise ihracatın azaldığını söylüyorlar. İşadamları temel ihtiyaç maddesi ihtiyacının savaşa rağmen devam etmesi ve Suriye üzerinden Ortadoğu’ya giden mallar nedeniyle ihracatın artığı düşüncesindeler. Bu arada BM’nin, STK’ların yardım kapsamındaki gıdayı Türkiye’den satın alıp Suriye’ye gönderdiklerini hatırlatarak, bunların da ihracata önemli katkı yaptığını söylüyorlar.
İlk 8 aylık gelişmelere baktığımızda, geçen yılın aynı dönemine göre un ihracatı 207 bin dolardan 23.6 milyon dolara çıkmış. Aynı şekilde makarna ihracatı 2.7 milyon dolardan 14.7 milyon dolara, konfeksiyon ürünleri ihracatı 337 bin dolardan 7 milyon dolara, plastik ürünleri ihracatı 855 bin dolardan 5.7 milyon dolara, temizlik ürünleri ihracatı 2 bin dolardan 2.2 milyon dolara yükselmiş. Özetle; Suriye’deki savaş durumu Gaziantep’in ihracatını olumlu etkilemiş.
SURİYE İÇİN MENŞEİ BELGESİ ARTIK İSTENMİYORBu arada Suriye’ye yapılan ihracatta, yaklaşık 1 aydır, odaların vermesi gereken menşei belgesini artık vermediklerini öğrendim. Menşei belgesi gümrük çıkış beyannamesi ile birlikte işlem görmesi gerekirken, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın talimatı ile artık bu belgelerin verilmemesi istenmiş.
Bilgi veren yetkililer daha önce Suriye ile serbest ticaret anlaşması varken euro belgesi düzenlendiğini, bu anlaşma sona erdirildiği için, normal ülkelere yapılan ihracat gibi menşei belgesi düzenlenmesi gerektiğini söylediler. Ancak Bakanlığın talimatı ile artık bu belgenin düzenlenmediğini söylediler.
Suriye'den göç, Kilis’i hem ekonomik, hem eğitim hem de sağlık alanlarında önemli derecede etkiliyor. 85 bin nüfuslu şehir, 100 bin civarında göçmen yüzünden ‘battaniye kent’ görümünü kazandı.
SINIR illerinden Kilis’te Suriye’den devam eden göç konusunda şikayetlerin arttığı gözleniyor. Kesin rakamlar bilinmemekle birlikte, şehrin ileri gelenleri 85 bin kişilik şehirde 100 bin civarında göçmen bulunduğunu, ekonomik ve sosyal açıdan artık bu yükün taşınamaz noktalara geldiğini söylediler. Gerçekten de şehir içinde dolaştığınızda, bazı camilerde, parklarda yoğun olarak Suriyeli göçmenleri görüyorsunuz. “Battaniye kent” görünümünde kanalizasyon, su gibi altyapısı olmayan açık alanlarda yoğunlaşan Suriyeli nüfusun sürekli artması, sorunun çözümünün çok uzayacağının anlaşılması, doğal olarak düzeni bozulan şehir halkında kaygılara neden oluyor.
AÇIK SINIR POLİTİKASIKilis Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mehmet Erdal Öndeş, şehrin altyapısı ile bu kadar göçmeni barındırmanın imkansız olduğunu, kış aylarının geldiği de düşünülerek, buna mutlaka çözüm bulunması gerektiğini söylüyor. Konuyla ilgili görüştüğümüz Kilis Valisi Süleyman Tapsız ise bu kadar önemli bir nüfus hareketini sorun yaratmadan yönetmeye çalıştıklarını söyledi. Hükümetin uyguladığı “açık sınır” politikası nedeniyle çok sayıda girişin devam ettiğini kaydeden Vali Tapsız, Öncüpınar’da 15 bin, Elbeyli’de 22 bin kişilik konteyner kentler bulunduğunu, sokaktaki Suriyelileri geçici barındırmak için 5 bin kişilik yeni bir çadır kent açacaklarını, bu çadır kenti göçmenleri başka yerlere göndermek için ara bir durak olarak kullanacaklarını söyledi. Amaçlarının parklarda camilerde yaşayan göçmen sorununu ortadan kaldırmak olduğunu belirten Vali Tapsız, daha önce bazı okullar, cami ve parklardaki göçmenleri başka yerlere taşıdıklarını söyledi.
AKIŞ DURMAZSA ÇÖZÜM ZORKonteyner kentleri ziyarete gelen herkese bu arada yabancı bakan ve misyonlara gezdirdiklerini, dünyada başka örneği olmayan çağdaş yerleşimler olarak herkesin beğenisi kazandıklarını kaydeden Vali Tapsız, 110 kilometrelik Suriye sınırında ise yoğun geçiş olan yerlere hendek, duvar ve tel örgüler yaptırdığını bir miktar önlense de geçişlerin tümüyle önlemediğini söyledi. Vali Tapsız’ın bunu çözmek için de çok uğraştığını kaydeden Öndeş, “Ancak şehirde kalanları tam başka yerle yerleştiriyorlar arkasından yenileri geliyor. Bu akış durmadığı takdirde sorunun çözümü çok zor” dedi.
Valiz ticareti darbe yedi
SURİYELİLERİN, Kilis’teki iş hayatını da olumsuz etkilemeye başladığını kaydeden Mehmet Erdal Öndeş, hiç bir vergi, SGK primi ve meslek kuruluşu olmayan Suriyelilerin haksız rekabeti ile karşı karşıya kalan esnaf ve sanatkarların şikayetlerinin arttığını söyledi. İhracat ve ithalatın neredeyse bittiğini kaydeden Öndeş, yanı sıra günlük gidiş gelişlerden elde edilen valiz ticareti gelirlerinin da önemli ölçüde azaldığının altını çizdi. Karşılıklı seyahatlerin durmasının turizm şirketlerini olumsuz etkilediğini, Kilis’in 30 milyon dolarlık ihracatının 11 milyon dolara düştüğünü, toplam 124 bin nüfuslu küçük bir sınır ili için bu düşüşün çok önemli olduğunu ifade etti.
Başbakan’ın onay verdiği ve ihale aşamasına gelen Hassa-Dörtyol tünelinin yapımıyla, halen 3 saatte Mersin Limanı’na gönderilmek zorunda kalınan Gaziantep’in ihraç ürünleri, 1 saatte İskenderun Limanı’na inebilecek.
SON yıllarda büyük atağa geçen, Türkiye ortalamasının iki katı büyümeye devam eden Gaziantep’in işadamları yeni bir heyecanı yaşıyor. Başbakanın onay verdiği Hassa-Dörtyol tünelinin yapımıyla 1 saate İskenderun Limanı’na inecek olan Gaziantep’te, şimdi Kilis’le ortak 6. Organize sanayi bölgesinin kuruluşu planlanıyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı heyetinin 3 Ekim’de yer tespiti için bölgeye gelmesi dört gözle bekleniyor.
ÇOK SAYIDA İL İÇİN ÖNEMLİ
Aslında bu tünelin sadece Gaziantep’te yapılan üretimi değil, tüm doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesindeki üretimi çok olumlu etkilemesi bekleniyor, Bunun yanında küçük bir il olarak kalan Kilis de, Gaziantep ile birlikte kuracakları 6. Sanayi bölgesiyle ekonomik olarak canlanma umudu taşıyor. Gaziantep Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Adil Konukoğlu, Hassa-Dörtyol tünelini ve kuracakları yeni Polateli organize sanayi bölgesini “bu da bizim çılgın projelerimiz” olarak nitelendiriyor.
5 YILLIK PLANLAR YAPARIZ
İl olarak sürekli 5 yıllık planlar yaptıklarını ve gerçekleştirdiklerini hatırlatan Konukoğlu, hükümetin 2023 hedefleri koymasıyla birlikte kendilerinin de bu uzun vadeli planlamaya geçtiklerini söyledi. Bu yıl Gaziantep’in ihracatının 7 milyar dolara çıkacağını kaydeden Konukoğlu, 2023 yılında ise ihracatlarını 30 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini söyledi. Hassa-Dörtyol tünelinin bu hedefe ulaşmakta çok büyük rol oynayacağını kaydeden Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Konukoğlu, şu anda limana 300 kilometre uzaklıkta olduklarını, bu tünelle birlikte yolun 110 kilometreye ineceğini söyledi. Konukoğlu, kurulacak Polateli sanayi bölgesinden limana uzaklığın ise 80 kilometre olacağını ifade etti.