Ercan Kumcu

Kamuda borç idaresi

20 Temmuz 2008
HER ekonomik birim gibi devlet de borçlanır. Borçlanma bazen geçici cari harcamaları finanse etmek için gerekebilir. Bazen de, yatırımları finanse etmek için borçlanma yapılabilir. Tek başına borçlanma mutlaka kötü bir olgu olarak algılanmamalı. Borçlanmanın kötüye kullanılması elbette sorun yaratır. Borçlanmayı sürekli bir kaynak olarak görmek yanıltıcıdır.

RİSK İDARESİ

Türkiye uzun süre kamu sektöründe borçlanmayı kötüye kullanmıştır. Devamlılığı olan harcamaların finansman kaynağı olarak borçlanma görülmüştür. Bir aşamada, her ekonomik birimin başına gelebileceği gibi, devlet borçlanması sürdürülemez hale gelmiştir.

Borçlanma ile yapılacak her harcama ileride yapılacak tasarrufların bugünden harcanması anlamına gelir. Dolayısıyla, ileride tasarruf tapmaya niyetli olmayan her ekonomik birim için borçlanma batışın başlangıcıdır. Türkiye 2001 Krizi ile bunu öğrendi. En azından, öğrendiğini sanıyoruz. Borçlanma ve idare edilen borç stoku devlet için de hayatın bir gerçeğidir.

Devletin sürdürülebilir bir borç stoku ile yaşaması ne ayıptır ne de yanlıştır. Belli bir borç stokunun idaresi yeni borçlanma kadar önemlidir. Çünkü, her borçlanma, duruma göre, çeşitli piyasa riskleri içerir. Bu açıdan borç stokunun idaresi önem kazanır.

Örneğin, sabit faiz ile yapılan bir borçlanma, ileride faizlerin düşmesi durumunda, borçlanma maliyetinin olabileceğinden daha yüksek olmasını doğurur. Buna karşılık, belli dönemlerde faizi değişen bir borçlanma faizlerin artması durumunda, borç vadesi sonuna kadar faizi sabit borçlanmaya göre daha maliyetli olacaktır.

Borçlanmalarda kaçınılmaz olarak kur riski de alınır. Yurt dışından Euro cinsinden borçlanma yapılabilir. Ama, borç vadesi içinde Euro’nun değer kazanması, bugün faizi daha düşük dahi olsa, Euro cinsinden borçlanma maliyetini artıran bir unsur olacaktır.

Son otuz yıldır borç idaresi çok teknik bir konu oldu. Beklenen maliyeti en azda tutabilmeye yönelik hem çok karmaşık teknikler geliştirildi hem de bu teknikleri uygulayabilecek finansal araçlar gelişti. Hálá ciddi boyutlarda borç stoku bulunan Türkiye’nin de bu araçları kullanması bir aşamada kaçınılmazdı.

BORÇ İDARESİ BİRİMİ

Geçenlerde Meclis’ten geçen bir yasa ile Hazine’nin de hem iç hem de dış borç stokunun idaresini olanaklı kılacak düzenlemeler yapıldı. Çok yerinde bir karar alındı. Bu alanda devletin denetleme birimlerinin de çok dikkatli olması gerekiyor. Geriye bakarak bazı borç idaresi işlemlerinin zarar doğurabileceğinden hareketle borç idaresi faaliyetleri baltalanmamalı. Borç idaresinde görev yapanlar yıpratılmamalı.

Geriye doğru bakarak "hiçbir şey yapılmasaydı, daha iyi olurdu" gibi yaklaşımlarla borç idaresi faaliyetlerini kösteklemek yeni düzenlemelerden umulan faydayı yok edebilecektir. Alışılmış hareket tarzı ile, "hiçbir şey yapmayan memur en iyi memur olur" anlayışını bu alana da sıçratmak yasa değişikliğinden umulan faydayı sıfıra indirebilecektir.

2001 Krizi’nin hemen ardından gündeme gelen Hazine’de ayrı bir "Borç İdaresi" birimi oluşturulması şimdiki yeni anlayışla yeniden gündeme gelmeli. Konusunda uzmanlaşmış böyle bir birimin 2001 yılına göre çok daha iyi bir durumda olan kamu finansmanı ortamında çok daha iyi çalışması söz konusudur. Ayrıca, mali piyasalar açısından, daha aktif ve günlük kamu finansmanı kaygılarından uzak bir birim tarafından yürütülecek borç idaresi faaliyetleri derinlik ve yaygınlığı artıracaktır.
Yazının Devamını Oku

Cari açık sorunu hakkında

18 Temmuz 2008
CARİ işlemler açığı sorunu çözümü çok zor bir sorun. Ekonominin üretim yapısıyla yakından ilgili. Sorunu çözmek için düşünülebilecek önlemlerin hiçbiri orta-uzun vadede dahi yeterli olmayabilir.

Dolayısıyla, sürdürülebilir ve risk yaratmayan cari işlemler açığı ile tutarlı bir ekonomik büyümeye razı olmaktan başka çare yok gibi.

Sorunun kaynağı ekonomideki üretim yapısının ithalata bağımlılığından geliyor. Daha fazla üretim daha fazla ithalat gerektiriyor. Göreli fiyat gelişmelerine göre, yurtiçinde üretilebilen ara malların ithal ara mallarla ikame edilmesi durumunda (katma değerin düştüğü bugünkü durum) üretim çok daha fazla ithalata bağımlı hale geliyor.

DIŞ FİNANSMANA BAĞIMLILIK

Sorun, bugünün de sorunu değil. Tarım ekonomisinden kurtulup elle tutulur bir sanayi sektörümüz olduğundan bu yana sorun, hep aynı sorun. Bu sorunu aşamadığımızdan, tetikleyen hangi olay olursa olsun, Türkiye ekonomisinin her defasında duvara toslamasının tek nedeni de dış finansman olmuş. Arzuladığımız ekonomik büyüme düzeylerinde yurtdışı bizim ekonomiyi finanse etmekten kaçınmış. Sonuçta, ekonomik büyümeden feragat etmek zorunda kalmışız.

Yazının Devamını Oku

Amerika ne yapmaya çalışıyor

17 Temmuz 2008
BUGÜNLERDE gazetelerde Amerika’daki finans piyasaları hakkında olumsuz çok şey yazılıyor. Gelişmelerden Türkiye o denli etkilenmiyor. Ama, Amerika’da olan bitenler bir aşamada tüm dünyayı yakından ilgilendirecek gibi görünüyor.

Konut kredileri toptancısı devlet destekli iki kuruluşun teknik olarak batmış olması herkesi korkutuyor. Devletin bu konuda nasıl bir tavır alacağının henüz netleşmemiş olması piyasaları panikletiyor.

Amerika’da konut kredileri krizi çıktığından bu yana toptancı iki kuruluş’un (Fannie ve Freddie F&F) hisse senetlerinin değeri yüzde 80 düştü. Yani, iki yıl evvel bir dolar eden hisseler şimdi 20 cente geldi. Batıkları diz boyu. Amerikan İdaresi bu kuruluşları açıkça devletleştirmekten şimdilik kaçınıyor. Ek sermaye koymanın soruna çözüm olamayacağını düşünüyor.

MALİYETSİZ OLMAZ
Geçenlerde Amerikan Hazinesi Bakanı F&F’i kurtarmak ve piyasalara güven verebilmek için Senato’ya bir plan sundu. Planın kısa vadeli en önemli parçası, sahip olunmayan F&F hisselerinin satışının (kısa satış short selling) kısıtlanması ve Hazine Bakanı’na önümüzdeki on sekiz ay içinde sınırsız miktarda F&F hisselerini alma yetkisi verilmesiydi.

Plan F&F hisse değerlerinin daha da düşmesini önlemeye yönelik. Hazine Bakanı’nın amacı piyasalara güven vermek, devletin bu şirketlerin arkasında olduğunu göstermek, İdare’nin bu kurumları devletleştirmek istemediğini anlatmak, ama gerekirse bu kurumları devletleştirebileceği mesajı vermekti. Kendi açısından haklı. Ama, plan şimdilik ne piyasaları tatmin etti ne de çoğu Senato üyelerini.

Siyasi otoritenin de elbette kaygıları var. F&F’in batması siyasi açıdan bir intihar olabilir. Bu kurumların kendilerinden beklenen işlevi göremeyecek hale gelmesi konut piyasasını daha da karıştırıp ekonomiyi alt-üst edebilir. Amerikan Hazinesi’nin garantisi ile borçlandıkları halde bu kurumların kredi değerliliği düşebilir. O takdirde dünyada bir ödemeler krizi patlayabilir. Dolayısıyla, bu kurumların bir şekilde, devletle ya da devletsiz, yeniden kendi ayakları üzerinde durmaları her açıdan çok önemli.

Diğer yandan, Hazine Bakanı’na F&F hisseleri alabilmek için sınırsız yetki verilmesi devlet harcamalarını sınırsızca artırılmasına yetki vermek oluyor. Kaldı ki, bu Hazine Bakanı bu yıl sonunda görevinden ayrılacak. Yenisinin kim olacağı belli değil. Amerikalıların bakış açısıyla böyle bir yetki vergi verenlerin paralarının çar-çur edilmesi anlamına geliyor.

Kısacası, herkes sorunun çözülüp her şeyin eski hale gelmesini istiyor. Ama, siyasi otorite, ne azından şimdilik, sorunu çözmemenin maliyetine katlanmak istemiyor.

Şimdi ne olacak?

İNCE BİR İP
Hiç kimsenin dile getirmek istemediği sonuç bu kuruluşların eninde sonunda devletleştirilmesidir. Batmalarına kimse izin veremez. Kredi değerliliklerinin AAA’nın altına düşmesine göz yumulamaz. Bu kuruluşların şimdiki misyonlarının bittiğine kolayca karar verilemez. En az maliyetle istene sonuca ulaşmaya çalışmak bu aşamada piyasaların sinirini daha çok bozuyor. Maliyetler artıyor.

İleriye dönük beklentiler giderek daha da kararıyor. Çabuk hareket etmek gerektiği ortada. Aksi takdirde, önce küresel bir finansal çöküntü, ardından küresel bir ekonomik kriz uzak bir olasılık olmaktan çıkabilir. İnce bir ip üzerinde yürümeye çalışılıyor.
Yazının Devamını Oku

Ticari ilişkilerde devletin rolü

16 Temmuz 2008
TİCARİ ilişki, iki ya da daha fazla tarafın birbirleri arasında mal, hizmet ve para transferini içerir. İlişkinin niteliğini taraflar belirler. İlişkide normal şartlarda taraf olmayanları ilgilendiren bir yan yoktur. Taraflar ekonomik ilişkiye serbest iradeleri ile girmişlerdir. Devlet, düzenleyici rolü ve hukuk sistemi yoluyla her türlü ticari ilişkiye belli şartlarda taraf olabilir. Örneğin, söz konusu ticari ilişki bir suç unsuru içeriyorsa, devlet böyle bir ticari ilişkinin yürümesini durdurur. Uyuşturucu alanında bir ticari ilişkiye devlet el koyar.

Taraflar arasında mutabakata varılmış bir ticari anlaşmaya taraflardan biri ya da bazılarının uymaması durumunda, devlet hukuk sistemi yoluyla konuya girer. Ama, taraflar arasında mutabakata varılmış bir fiyatın çok fazla olduğu gerekçesiyle devletin ticari ilişkiye müdahale etme hakkı yoktur.

DEVLETLEŞTİRİLME

Geçenlerde bir Yargıtay kararı yayınlanmış. Gazetelerden öğrendiğimize göre, bankalar artık verdikleri kredi kartları için yıllık ücret talep edemeyecekler. Çünkü, hukuk sistemimiz böyle bir ücretin haksız olduğuna karar vermiş.

Kredi kartları verilmesi ve kullanılması bankalarla müşterileri arasındaki ticari bir ilişkidir. Kredi kartının kullanılması ticari ilişkideki tüm şartların iki taraf için de kabulü anlamına gelir. Devletin ve onun hukuk sisteminin, akdin şartları suç unsuru içermiyorsa, bu ilişkiye karışma hakkı yoktur.

Kredi kartı, bir müşterinin talebi olmadan bir bankaca verilmişse, elbette bankanın bu kart için yıllık ücret talep etme hakkı yoktur. Ama, müşteri talep etmediği halde kendine verilen kredi kartını kullanmışsa, bu kartın tabi olduğu tüm şartları da kabul etmiş sayılır. "Şartları bilmiyordum" hiçbir zaman mazeret değildir. Şartları bilinmeyen ticari ilişkiye girilmez.

Kredi kartlarına uygulanan faiz oranına devletin karışması da aynı paralelde bir uygulamadır. Bugün yıllık ücrete devletin hukuk sistemi karışıyor. Yarın, devlet, düzenleyici rolüyle kredi kartları yoluyla yapılan borçlanmalara uygulanan faize karışacak. Temel ilke olarak aralarında hiçbir fark yok. Devlet ekonomik birimler arasındaki ticari ilişkiye burnunu sokuyor. Ekonomik ilişkiler bir anlamda devletleştiriliyor.

ÇARPIKLIKLAR

Devletin ekonomik ilişkilere karışması doğal olarak ekonomik ilişkileri çarpıtıyor. Örneğin, kredi kartlarından yıllık ücret alamayan bankalar perakendeciden aldığı komisyonu artıracak. Artan komisyonlar karşılığında, perakendeci fiyatlarını artıracak.

Kredi kartı kullanma, müşteri ile perakendeci arasında bugünkünden daha fazla pazarlık unsurlarından biri olacak. Bu arada, Maliye Bakanlığı kayıt altına alınan ekonomik ilişkileri yaygılaştırmak için kredi kullanımlarını teşvik etmeye çalışacak.

Bu çelişkileri ekonomik hayatın her tarafında görmek ve artırmak mümkün. Bu çeşit çarpıklıktan kurtulabilmek için bizler mağdur rolü oynamayı bırakmalıyız, devlet de tüm organları ile mağdur rolündekileri korumayı bırakmalı. Çünkü, sonunda herkes mağdur oluyor.
Yazının Devamını Oku

Dünya artık neleri konuşabiliyor

15 Temmuz 2008
AMERİKA’da finansal krizin nerelere geldiği yönünde son işaret çok çarpıcıydı. Devletin desteklediği, ticari bankalardan konut kredileri satın alan iki şirketin batma noktasına geldiği konuşuluyor. Devletin bu şirketlere desteğini devam ettirip ettirmeyeceği tartışılıyor. Bu şirketler konut kredilerinin toptancılığını yapıyorlar. Ticari bankaların verdikleri belli özellikler taşıyan konut kredilerini satın alıyorlar. Belli bir sermayeleri var. Amerikan Hazinesi garantisinde borçlanabiliyorlar. Dolayısıyla, çıkardıkları bonolar en üst düzeyde (AAA) itibarı olan borçlanma senetleri.

Konut kredilerinde yaşanan krizle beraber bu şirketler de zor duruma düştü. Batıkları arttı. Sermayelerinin önemli bir bölümünü kaybettiler. Devlet birkaç kez sermaye artırım kararı aldı. Her dedikodu çıktığında, devlet bir şeyler yaparak piyasada yaşanan kaygıları gidermeye çalıştı.

DEVLETİN KREDİ DEĞERLİLİĞİ

Son günlerde bu şirketler yeniden gündemin ortasına oturdu. Bu kez tartışmalar çok daha ciddi boyutlara geldi. Seçenekler konuşulmaya başlandı. Yüklüce bir sermaye artırımı yapılmayacaksa, şirketlerin tamamen devletleştirilmesi gerektiği öne sürüldü. New York Borsası’nda hisse senetleri birkaç saat içinde yüzde 50’ye yakın değer kaybetti.

Merak edilen bir başka konu bu şirketlerin borçlanmalarında kredi değerliliği AAA’nın altına düşüp düşemeyeceği idi. Amerikan Hazinesi’nin garanti verdiği bir borçlanmada kredi değerliliğinin AAA’nın altına düşmesi Amerikan devletinin kendi parası cinsinden kredi değerliliğinin düşmesi anlamına gelir. Hiçbir ülkenin devletinin kendi parası cinsinden kredi değerliliği tartışılmaz. Amerika’da geçen hafta bu konu tartışıldı.

Konunun tartışılması dahi krizde gelinen noktanın vahametini gösteriyor. Bankacılık komisyonu başkanı bir senatörün yaptığı bir açıklama ile panik biraz atlatıldı. Konut kredileri şirketlerinin sermayelerinin yeterli olduğu vurgulandı. Hazine Bakanı da gerektiğinde devletin bu şirketlere her türlü desteği vereceğini duyurdu. Panik yatıştı, ama bitti denemez. Bu şirketler daha çok konuşulacak.

Amerikan İdaresi’nin bu şirketlerin kredi değerliliğinin düşmesine göz yumması beklenemez. Bu şirketlerin kredi değerliliğinin düşmesi Amerikan Hazine’sinin kredi değerliliğinin düşmesi anlamına gelir. Dünya kendini bir ödemeler krizinin tam ortasında bulur.

BEKLE GÖR

Şirketlerin tamamen devletleştirilmesi de iyi bir çözüm gibi görünmüyor. Tam devletleştirilirse, Amerika’da konut kredileri sektörü çok daha ciddi sorunlar yaşayabilir. Çözüm bu şirketlerin sermayelerinin artırılması gibi görünüyor. Geleceği giderek belirsizleşen bu şirketlere özel yatırımcıların yeni sermaye koyması zor olabilir. Devletin bu şirketlerdeki payı kaçınılmaz olarak artacak. Piyasalar karıştıkça, bu şirketler devletleştirme yolunda biraz daha yol almış olacaklar.

Konut kredilerinde yaşanan sorunları hafifletmeye yönelik olarak borçlarını ödemekte zorlanan ailelerin evlerine bankalarca el konulmasın diye 300 milyar dolar tutarında bir paket üzerinde çalışılıyor. Bu para devlet destekli konut kredileri şirketlerinin batıkları karşılığında belli bir likidite görevi görecek. Ama, batıkların daha artmasını teşvik edebilecek.

Amerikan mali piyasaları, bazı günler durulmuş gibi görünse de, karmakarışık. Bir şekilde, Amerika’da yaşanan tedirginliği tüm dünya hissediyor. Zaman yeni atılımlar yapma değil, "bekle gör" zamanı.
Yazının Devamını Oku

İhtiyari programın uygulaması da ihtiyari olabilir

14 Temmuz 2008
NEDENSE, yapmamız gereken işleri zamanında yapmamak için sanki özel bir çaba harcıyoruz. IMF ile programın mayıs ayında biteceği üç yıl evvelden bilindiği halde, IMF ile yeni bir program yapmak için daha yeni çalışıyoruz. Açıklamalara göre, IMF ile ihtiyari bir program üzerinde çalışılıyor. İhtiyari program yapıldığında, belli ekonomik hedefler ve uygulamalar üzerinde bir anlayışa varılacak. Belli sürelerde hedeflere ne denli yaklaşıldığı ve politika uygulamalarının hedeflerle ne derece uyumlu olduğu gözden geçirilecek. Ama, ihtiyaç olmadıkça, IMF’den para çekilmeyecek. Bir anlamda, programın uygulama sürecinde IMF’de kredi limitimiz oluşacak.

İhtiyari program, IMF’ye borcumuz nedeniyle zaten uygulamada olması gereken "program sonrası izleme" yaklaşımına göre, çok daha iyi "çapa" görevi görebilecek bir girişim. Ama, daha iyisi de yapılabilirdi.

GÜÇLÜ SİGORTA

Türkiye, herhangi bir IMF programına cari ihtiyacı için değil, içinde yaşanan küresel risklere karşı bir sigorta olarak bakıyor. Şartlar değiştiğinde, sigorta ihtiyacı da azalabilir, hatta yok olabilir. Dolayısıyla, programı uygulamada tutmak da ihtiyari hale gelebilir. İşin bu yönü IMF ile yapılan programın güçlü bir "çapa" görevi görmesi işlevini azaltabilir.

Küresel şartlar daha da kötüleşip IMF’de oluşan kredi limitinin bir dönemde kullanılması zorunlu hale gelirse, bunun piyasalara vereceği mesaj hiç de olumlu olmayacaktır. Örneğin, Hazine dış borçlanma yapmaya çalışırken, yeteri kadar talep gelmemesi ya da maliyetlerin çok yükselmesi IMF’deki kredi limitinin kullanılmasını bir açıdan daha ekonomik yapabilir. Ama, bu yaklaşımın vereceği mesaj Türkiye’nin IMF’nin parasına muhtaç hale geldiği olacaktır. Dolayısıyla, diğer yabancı kaynaklar da kuruyabilecek, hatta bazı yabancı yatırımcılar Türkiye piyasalarından çıkışlarını hızlandırabilecektir.

Alternatif, programın ihtiyari değil, zorlayıcı bir nitelikte yapılmasıdır. Yani, şimdi aradığımız sigorta ihtiyari değil, zorunlu sigorta gibi olacaktır. Üzerinde mutabakata varılan ekonomik hedefler ve politika uygulamaları daha fazla ciddiye alınacaktır. Belli dönemlerde IMF’den para alınıp bir kenara konacaktır. O dönemde IMF’den borçlanma ihtiyacımız olmasa da, sigorta fonu IMF’in kasasında değil, kendi kasamızda oluşturulacaktır.

Böyle bir programın hedefleri daha iddialı, politika uygulamaları daha kısıtlayıcı, gözden geçirmeleri ve değerlendirmeleri daha sıkı olabilir. Böyle oldukça, IMF ile yapılacak programın "çapa" rolü görmesi işlevi de çok daha güçlü olacaktır. Bugünkü konjonktürde bu yaklaşım da sigorta görevi görecektir. Ama, çok daha güçlü bir biçimde.

KALICI İSTİKRAR

Siyasi açıdan IMF ile bir program içinde olmak hoş karşılanmaz. IMF’nin ekonomi politikaları üzerinde ülke egemenliğini azalttığı düşünülür. Halbuki, bunun gerçekle pek bir alakası yoktur. Gerçek, IMF ile ya da IMF’siz belli şartlarda belli politikaların uygulamaya konmasının evrensel olduğudur. Özellikle para politikasında bu yargı doğrudur. Farklılık, maliye politikalarında görülebilir. Vergi toplayabildiğiniz kadar harcamaları hangi alanda yapılacağı siyasi bir karardır. Zaten IMF gibi kuruluşlar bütçe açığı verilmediği sürece işin bu tarafına karışmazlar.

Konuya, IMF’nin güdümüne girme olarak bakmak yerine, ülke ekonomisine kalıcı istikrarı tesis etme açısında bakmak hepimizin çıkarınadır.
Yazının Devamını Oku

Kazanımların bazıları geri veriliyor

13 Temmuz 2008
2000’li yılların önemli bir bölümü tüm dünya için iktisadi açıdan en parlak dönemlerden biriydi. Hep öyle gidecek sanıldı. Olmadı. Olması da mümkün değildi. Dünyada enflasyon artıyor. Ekonomik büyüme düşüyor. İşsizlik artış eğiliminde. Petrol ve diğer hammadde fiyatları rekorlar kırıyor. Finans sistemleri çatırdıyor. Her şeyden önemlisi, ekonomik birimlerin beklentileri kötümserlikte en alt düzeyde.

Bir gün bu kara tablo da son bulacak. Ama, yeniden normale dönene kadar bazı kazanımlar geri verilecek. Belki, ekonomilerde etkileri çok daha uzun zaman sürecek bazı yapısal sorunlar oluşacak.

MALİYET YÜKSELİYOR

Dünyada olup bitene ek olarak Türkiye’nin kendine özgü siyasi ve iktisadi sorunları var. Bu sorunlar dünya ekonomik konjonktüründeki olumsuzluklarla birleşince, sonuçlar çok daha dramatik olabiliyor.

Enflasyonu inandırıcı bir biçimde düşüremememiz sorunlarımızın başında geliyor. Çünkü, çok yüksek cari işlemler açıklarına rağmen, enflasyonla mücadelede gösterdiğimiz bocalama bir anlamda bundan sonra enflasyonla mücadeleyi sakatlayan en önemli unsur haline geldi. Dış dünya giderek artan cari işlemler açığını sonsuza kadar finanse etmeyecektir. Bu anlamda, enflasyonu bu düzeylerde tutmanın dahi maliyeti çok yüksek hale geldi.

İçinde bulunduğumuz denge ve konjonktürde ekonomik büyümenin de kalıcı olacağını iddia edebilmek çok zor. Önümüzdeki dönem, enflasyonla mücadelenin çok daha zor olacağı ve buna karşılık ekonomik büyümenin de tatminkar olmaktan uzaklaşacağı bir dönem olacak. Bu şartlarda, yükselen cari işlemler açığı Türkiye ekonomisini eskiye göre çok daha riskli bir konuma getiriyor.

Düne kadar Hazine bonosu faizlerinin yüzde 13-16 civarında olmasından "faizler çok yüksek" diye şikayet ediyorduk. Bugünlerde Hazine bonosu faizleri yüzde 20’nin üzerinde. Bu faizlerde dahi Hazine’nin eskisi kadar rahat borçlanabildiğini söyleyemeyiz. Çünkü, beklentiler çok bozuldu.

Faizlerin artmasıyla beraber Hazine bonolarının en büyük yatırımcısı durumundaki bankalar bono fiyatlarının düşmesine paralel öz kaynaklarında azalma yaşıyorlar. Bankalarımız önümüzdeki dönemde ya sermayelerini artırmak zorunda kalacaklar ya da düşen sermayeleriyle beraber iş hacimlerinin büyümesini sınırlayacaklar. Kredi almak zorlaşacak. Kaldı ki, bankaların aldıkları kredi riski de faizlerin yükselmesi ve kurların yükselme beklentisiyle giderek artma eğilimine girebilecek.

KIVILCIMLARA DİKKAT

Bütün bu gelişmeler ekonomik birimler gözünde son altı yıldır yaşadığımız ve bir anlamda alıştığımız dengelerin sürdürülebilirliğini çok ciddi bir biçimde sorgulatıyor. Cari ekonomik dengelerle beklentiler arasındaki fark giderek açılıyor. Fark açıldıkça, küçük bir kıvılcımın cari ekonomik dengeleri hızla değiştirme gücü artıyor. Geçmişte dikkate değer bulunmayan gelişmeler bu gibi ortamlarda çok ciddi kıvılcım işlevi görebiliyor.

Türkiye ekonomisi de bazı kazanımlarını geri verme sürecine girdi. Bu noktadan dönüş mutlaka olacaktır. Ama, dönüş, kayıplar biraz daha arttıktan sonra olabilecektir. Dolayısıyla, kayıpları asgaride tutacak girişimlere ihtiyaç var.
Yazının Devamını Oku

Rezervleri yiyerek dış açıkları sürdüremeyiz

11 Temmuz 2008
ÜÇ aydır cari işlemler açığı finansmanında yapısal bir değişimden söz ediyorum. Gelişmiş ülke ekonomilerinde geçen yılın ağustos ayında çıkan çalkantılardan bu yana Türkiye ekonomisinin dış finansman yapısı değişti.

Doğrudan yabancı yatırımlar azaldı. Yabancı yatırımcılar hisse senedi ve bono piyasalarından çıkma eğilimine girdiler. Cari işlemler açığını finanse etme yükü banka ve şirketlerin dış borçlanmalarına bindi. Eskiye göre, daha fazla borçlanarak dış açıklarımızı finanse etmek zorunda kalıyoruz.

Tabloda gelişmiş ülkelerde başlayan krizle beraber ağustos 2007-mayıs 2008 arasındaki toplam ödemeler dengesi verilerinin bir özeti ile bir önceki yılın aynı dönemi (ağustos 2006-mayıs 2007) karşılaştırılıyor. Tablonun ikinci bölümünde ise aynı veriler 2008 ve 2007 yıllarının ilk beş ayı için karşılaştırılıyor.

DIŞ BORÇLANMA/images/100/0x0/55eb4e2df018fbb8f8b8b21a

Cari işlemler açığı son on ayda bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 37.5 büyüdüğü halde, toplam net finansman mutlak olarak değişmedi. Aynı şekilde, yılın ilk beş ayında cari işlemler açığı geçen yılın ilk beş ayına göre yüzde 33.3 kadar arttığı halde, toplam net dış finansman mutlak olarak yaklaşık aynı kaldı.

Son on ayda doğrudan yabancı yatırımlar bir önceki on aya göre 7.5 milyar dolar azaldı. Azalışın 5 milyar doları son beş ayda gerçekleşti. Yani, doğrudan yabancı sermaye girişlerindeki azalmada bir hızlanma gözleniyor.

Son on ayda yabancı yatırımcılar net 8.9 milyar dolar tutarında bono ve hisse senetleri piyasalarından çıktılar. Paranın bir kısmını ülkelerine geri götürdüler, bir kısmını ise Türkiye’de mevduat olarak tutarak bize borç vermiş oldular. Yılın ilk beş ayında ise bono ve hisse senedi piyasasından 1.1 milyar dolar çıktı. Çıkış yavaşlamış görünüyor.

Artan cari işlemler açığının finansmanının neredeyse tümü bankaların (yabancıların mevduatı dahil) ve şirketlerin dış borçlanmaları işle finanse ediliyor. Son on ayda bu kalemdeki net giriş yaklaşık on kat arttı. Yılın ilk beş ayında da geçen yılın aynı dönemine göre bu kalemden girişler 1.9 milyar dolardan 14.7 milyar dolara geldi.

REZERVLER

En ilginç gelişmelerden biri resmi rezervlerdeki değişimler oldu. Son on ayda resmi rezervler yaklaşık 2.5 milyar dolar azalmış görünüyor. İlk beş aydaki rezerv azalışı da 4 milyar dolara dayandı. Bu rakamların içinde IMF’den gerçekleştirilen net borçlanmalar da var. Dolayısıyla, tam bir fikir vermiyor. Merkez Bankası’nın döviz varlıkları olarak baktığımızda, son on ayda Merkez Bankası’nın döviz varlıkları 920 milyon dolar azalırken, yılın ilk beş ayındaki azalış 1.1 milyar dolara yaklaşmış görünüyor.

Merkez Bankası rezervlerinin azaldığı bir ortamda, azalışın nedeni ne olursa olsun, cari işlemler açığını bu boyutlarda sürdürebilmek olanaksızdır. Bu eğilimler devam ettiği takdirde, Türkiye ekonomisi çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilecektir.

Kısa vadede çözüm, cari işlemler açığının önlenemez yükselişini durdurmaktan geçiyor. Yani, ekonomik büyüme bir süre kaçınılmaz olarak aksayabilecektir. Geçici çözüm kamu sektörünün dış borçlanmasını artırmak ve Merkez Bankası’nda tutulan yerleşik olmayanların mevduatlarındaki azalmanın önüne geçmek olabilir. Bu çözümler de çok sevimli sayılmazlar.
Yazının Devamını Oku