2000’li yılların önemli bir bölümü tüm dünya için iktisadi açıdan en parlak dönemlerden biriydi. Hep öyle gidecek sanıldı. Olmadı. Olması da mümkün değildi.
Dünyada enflasyon artıyor. Ekonomik büyüme düşüyor. İşsizlik artış eğiliminde. Petrol ve diğer hammadde fiyatları rekorlar kırıyor. Finans sistemleri çatırdıyor. Her şeyden önemlisi, ekonomik birimlerin beklentileri kötümserlikte en alt düzeyde.
Bir gün bu kara tablo da son bulacak. Ama, yeniden normale dönene kadar bazı kazanımlar geri verilecek. Belki, ekonomilerde etkileri çok daha uzun zaman sürecek bazı yapısal sorunlar oluşacak.
MALİYET YÜKSELİYOR
Dünyada olup bitene ek olarak Türkiye’nin kendine özgü siyasi ve iktisadi sorunları var. Bu sorunlar dünya ekonomik konjonktüründeki olumsuzluklarla birleşince, sonuçlar çok daha dramatik olabiliyor.
Enflasyonu inandırıcı bir biçimde düşüremememiz sorunlarımızın başında geliyor. Çünkü, çok yüksek cari işlemler açıklarına rağmen, enflasyonla mücadelede gösterdiğimiz bocalama bir anlamda bundan sonra enflasyonla mücadeleyi sakatlayan en önemli unsur haline geldi. Dış dünya giderek artan cari işlemler açığını sonsuza kadar finanse etmeyecektir. Bu anlamda, enflasyonu bu düzeylerde tutmanın dahi maliyeti çok yüksek hale geldi.
İçinde bulunduğumuz denge ve konjonktürde ekonomik büyümenin de kalıcı olacağını iddia edebilmek çok zor. Önümüzdeki dönem, enflasyonla mücadelenin çok daha zor olacağı ve buna karşılık ekonomik büyümenin de tatminkar olmaktan uzaklaşacağı bir dönem olacak. Bu şartlarda, yükselen cari işlemler açığı Türkiye ekonomisini eskiye göre çok daha riskli bir konuma getiriyor.
Düne kadar Hazine bonosu faizlerinin yüzde 13-16 civarında olmasından "faizler çok yüksek" diye şikayet ediyorduk. Bugünlerde Hazine bonosu faizleri yüzde 20’nin üzerinde. Bu faizlerde dahi Hazine’nin eskisi kadar rahat borçlanabildiğini söyleyemeyiz. Çünkü, beklentiler çok bozuldu.
Faizlerin artmasıyla beraber Hazine bonolarının en büyük yatırımcısı durumundaki bankalar bono fiyatlarının düşmesine paralel öz kaynaklarında azalma yaşıyorlar. Bankalarımız önümüzdeki dönemde ya sermayelerini artırmak zorunda kalacaklar ya da düşen sermayeleriyle beraber iş hacimlerinin büyümesini sınırlayacaklar. Kredi almak zorlaşacak. Kaldı ki, bankaların aldıkları kredi riski de faizlerin yükselmesi ve kurların yükselme beklentisiyle giderek artma eğilimine girebilecek.
KIVILCIMLARA DİKKAT
Bütün bu gelişmeler ekonomik birimler gözünde son altı yıldır yaşadığımız ve bir anlamda alıştığımız dengelerin sürdürülebilirliğini çok ciddi bir biçimde sorgulatıyor. Cari ekonomik dengelerle beklentiler arasındaki fark giderek açılıyor. Fark açıldıkça, küçük bir kıvılcımın cari ekonomik dengeleri hızla değiştirme gücü artıyor. Geçmişte dikkate değer bulunmayan gelişmeler bu gibi ortamlarda çok ciddi kıvılcım işlevi görebiliyor.
Türkiye ekonomisi de bazı kazanımlarını geri verme sürecine girdi. Bu noktadan dönüş mutlaka olacaktır. Ama, dönüş, kayıplar biraz daha arttıktan sonra olabilecektir. Dolayısıyla, kayıpları asgaride tutacak girişimlere ihtiyaç var.