Paylaş
Beynimizin farklı bölümleri enerji dengemizi kontrol ediyor. Hipotalamus bölgesi düzenleyici beyin olarak vücuttan aldığı enerji durum raporuna göre iştahı kontrol ediyor. Bunun yanında Hedonik beyin (limbik sistem) duygusal yeme dürtülerini ve ödül merkezini yönetiyor, tok olsak bile haz verecek besinleri yedirten, yemek arama davranışını tetikleyen, stresliyken ve duygusal iken yedirten bu kısım. Bunun üzerinde işlevsel beyin (prefrontal korteks) mantıkla bu baskın bölgelere hükmetmeye çalışıyor. Beyinde bunlar olurken fazla kaloriler yağ dokusu tarafından belli bir aşamaya kadar güvenle depolanıyor fakat devam eden enerji fazlası durumunda yağ dokusunda yer kalmıyor ve bu fazlalık organlarda depolanmaya başlıyor.
İşte tam da burada hastalık süreçleri tetikleniyor. Karaciğer yağlanmasından, insülin direncine, diyabetten damar sertliğine, kalp yetmezliğinden bağışıklık sistem rahatsızlığına, Alzheimer’dan astıma kadar bir çok kronik hastalık gelişebiliyor.
Dolayısıyla kilo verme savaşında en büyük düşmanımız beynimiz! İnsan beyni, yaratılış gereği açlık ve kalori eksikliğini varoluşuna bir tehdit olarak algılıyor. Vücut kilo verince, beyin bir yandan ‘tatlı krizleri’ ile ayaklanma çıkarıp diğer yandan metabolik hızı düşürüyor ve aynı harekete rağmen daha az kalori yaktırıyor. “Aklınca” enerji kaybını önleyip sizi yok olmaktan korumaya çalışıyor.
DAHA AZ KALORİYLE NEDEN KİLO ALIYORUZ
AYNI miktarda kalori alımına, hatta kalori kısıtlamasına rağmen beyni yanıltan ve kilo aldıran bazı durumları şöyle sıralayabiliriz:
İŞLENMİŞ GIDALAR, BASİT ŞEKER: Çok hızlı kana karışarak aşırı insülin salınımı ile beyinde insülin direnci oluşturup, beynin insüline verdiği iştah cevabını bozar. Buda yağ yapımını hızlandırır ve sürekli açlık hissini doğurur. Ayrıca, tüm vücutta olduğu gibi beyinde enflamasyonu arttırır ve tokluk yanıtını bozar. Araştırmalar gösteriyor ki, aynı kişi aynı kaloride işlenmiş gıda yediğinde, aynı kaloride işlenmemiş doğal yemek yediğine göre daha fazla kilo alıyor ve daha fazla yağ depoluyor.
ALKOL: Alkol, psödokalori yani aslında vücudun kullanamadığı yalancı kalori. Alkol alındığında beyin, önemli bir yanılsamayla vücuda çok büyük bir kalori girişi olmuş sanıyor ve hemen bütün programı enerji yakmak yerine enerji depolamak üzerine kuruyor. Hali hazırdaki enerjiyi hızla yağa çeviriyor ve karaciğer gibi organlarda depoluyor. Bunun yanında fazla alkol, karaciğerde şeker üretimini de tamamen durdurabiliyor. Bu durumda kanda çok fazla şeker olduğunu sanan pankreas, bolca insülin salgılayıp hipoglisemiye (kan şekeri düşüklüğü) yol açıyor. Yani, enerji dengesindeki bozukluk beynin organları da yanlış yönlendirmesiyle bir yandan kilo aldırıyor, bir yandan da şeker düşüklüğü ile büyük risklere yol açıyor.
KITLIK BİLİNCİ: Beyin, aşırı düzensiz ve saatsiz yemek yendiği zaman, bir sonraki yemeğin garanti olmadığını düşünüp kıtlık bilincini aktive ediyor. Ya “bir daha yemek bulamazsam” diye vücuttaki mevcut enerjiyi yakmak yerine depolayıp idareli kullanmayı seçiyor. Yine aynı miktardaki kalori, fazla kilo aldırmış oluyor. Yakın zamanda farelerde yapılan bir deneyle bunun temelleri kanıtlandı. Aynı miktarda yemek verilen bir gruba düzenli aralıklarla her gün aynı saatte, diğer gruba ise tamamen kaotik, öngörülemez saat ve aralıklarla verildiğinde, öngörülemez aralıklarla aynı miktarda yemek yiyen fareler çok daha fazla kilo aldı.
BOZUK SİRKADYEN RİTMİ: Uyku düzensizliği olanlarda, gece vardiyasında çalışanlarda ve gece yemek yiyenlerde, yine beyin strese giriyor, tehdit algılayıp enerjiyi yakmak yerine depolamayı ve bize kilo aldırmayı seçiyor.
UYKU APNESİ: Uyku apnesi olduğu zaman gece yeteri kadar oksijen ve karbondioksit gaz değişimi olmamasına bağlı oksijen saturasyonu aralıklı düştüğünde bu sefer beynimiz kaloriyi yakacak yeteri kadar oksijen olmadığını sanıp metabolik hızınızı düşürüyor. Az bile yeseniz yakamadığınız için kilo alıyorsunuz.
KRONİK STRES VE STRES HORMONLARI: Devamlı stres ve başta kortizol olmak üzere stres hormonları, beyni yine tehdit ve alarm durumuna geçiriyor. Akut ve kısa dönemde enerji yaktıran ve ani gelişen tehlikelere karşı bizi koruyan bu sistem, uzun süre aktif kalınca bizi tüketmeye ve beyni yanıltmaya başlıyor. İnsülin direncini tetikleyip sürekli açlık ve yeme davranışı içinde bize kilo aldırıyor. Yani anlayacağınız beynimizle işimiz var!
İNSÜLİN YAĞ YAP DEPOLA EMRİ VERİYOR
VÜCUT, kompleks ve doğal yiyeceklere göre programlanmıştır. İlkel insanlar, doğada bulduğu lif oranı yüksek sebze, et ve yemişlerle beslenmekteydi. Bu kompleks gıdaların sindirimi en az 3-4 saat sürmekteydi. Pankreas yavaşça elindeki hazır insülini salarak kan şekerini dengede tutup alınan kalorileri dengeli dağıtmakta ve büyük oranda yakmaktaydı. Günümüzde ise öğünler doğal olmayan, işlenmiş, basit şekerden ve büyük porsiyonlardan oluşmakta. Basit şeker, 15 dakikada kanda yükselmekte ve pankreastan çok yüklü insülin salınımına yol açmaktadır.
YÜKSEK KALORİYE RAĞMEN DOYMUYORUZ
Fazla salınan insülin, kan şekerini gereğinden fazla düşürüp iki saat içinde el-ayak titremesi ile gelen açlık doğurmaktadır. Yani çok yüksek miktarda kalori almış olmamıza rağmen doymuyoruz. İnsülin hormonu, vücuda bu kalorileri ‘yağ yap-depola’ emri vermektedir. Pankreas her defasında yetersiz kaldığı için günden güne yıpranmaktadır. İnsülin fazlalığı vücutta enflamasyonu tetikleyip, direnç geliştirmektedir. Bu, aynı miktarda kaloriye rağmen daha fazla kilo almak demektir. Ayrıca diyabet ve obezite ile sonuçlanan bir kısır döngüdür. Bu döngüyü kırmanın en etkili yolu, dengeli ve kompleks (kaliteli yağlar, tam tahıl gibi işlenmemiş-sindirimi zor karbonhidratlar, protein, bolca sebze) beslenme ile düzenli egzersizdir. Egzersiz, hücreleri tekrar insüline duyarlı hale getirip, oluşan enflamasyonu azaltmaktadır.
Paylaş