5 Aralık 2008
Bugüne dek çok sayıda uluslararası turnuvaya ve tenisçiye para yardımında bulunan şirketler, sponsorluk anlaşmalarını iptal etmeye başladı. DÜNYAYI saran ekonomik kriz, tenis sporunu da olumsuz etkiliyor. Bugüne dek çok sayıda uluslararası turnuvaya ve tenisçiye para yardımında bulunan şirketler, sponsorluk anlaşmalarını iptal etmeye başladı. Örneğin dünyanın en büyük otomotiv firmalarından General Motors, yıllık 7 milyon dolar ödediği golfçü Tiger Woods'la olan anlaşmasını, sporcuyla anlaşarak karşılıklı feshetti.
Tenis turnuvası organize etmeyi düşünenler, eskisi kadar kolay sponsor bulamıyor. Bizdeki durum da pek farklı değil. Akbank Private Banking, 8 yıldır sponsorluğunu yaptığı Türkiye'nin en eski uluslararası tenis turnuvası TED Open ile olan beraberliğini noktaladı. Soyak İnşaat da tenisçi Çağla Büyükakçay'a verdiği desteği 2008 sonu itibariyle bitirecek.
İsim sponsoru bulmak zorlaşıyor
Maria Sharapova, Elena Dementieva ve Venus Williams gibi dünya yıldızlarının da katıldığı İstanbul Cup'ta şimdilik para sorunu görünmüyor. Ancak, aldığımız duyumlara göre 2009'daki turnuvanın nerede yapılacağı hala netleşmedi. Var olan bir tesiste mi, yoksa yeni inşa edilecek bir yerde mi yapılacağına 2009'un ilk günlerinde karar verilmesi bekleniyor.
Bu sene ilk kez yapılan Legends Cup'ın (Efsaneler Kupası) ana sponsoru Turkcell ise tenise olan desteklerini sürdüreceklerini duyurdu. Ancak firma hangi etkinliklere sponsorluk yapacağını, Tenis Federasyonu ve TED Yönetimi ile yapacağı görüşmelerden sonra belirleyecek.
Görünen o ki, özellikle büyük çaplı turnuvalar 2009'da kolay isim sponsoru bulamayacak. Şirketler küçük çaplı organizasyonlara ana sponsor, TED Open ve İstanbul Cup gibi büyüklere ise küçük meblağlarla destek sponsoru olarak iştirak edecekler.
Ah o son sayılar
TENİSTE 2008 sezonu geçtiğimiz kasım ayında yapılan turnuvalarla sona erdi. Tek erkeklerde Rafael Nadal, Roger Federer'in saltanatına son verip, dünya sıralamasını 1 numarada tamamlarken, yılın en büyük çıkışını gerçekleştiren Novak Djokoviç ise Federer'in sadece 2 puan gerisinde üçüncü sırada yer aldı. Geleceğin 1 numarası gözüyle bakılan Andy Murray da sezonu 4. sırada kapattı. Tek bayanlarda sık sık el değiştiren 1 numaralı koltuğun son sahibi Jelena Jankoviç oldu. Az ve öz turnuva oynayan Serena Williams ikinci, savaşçılığıyla dikkat çeken Dinara Safina üçüncü, istikrarlı bir grafik çizen Elena Dementieva da dördüncü sırayı aldı.
En başarılısı Marsel İlhan
Türk tenisçiler içinde en başarılı isim Marsel İlhan oldu. 2008 sezonuna 319'uncu sırada başlayan Marsel, katıldığı 22 turnuvada 65 tekler maçına çıktı; bunların 46'sını kazandı, 19'unu kaybetti. 14 Temmuz'da 177. sıraya kadar yükselen 21 yaşındaki tenisçi, sezonu 212. sırada bitirdi. Yani, bir yılda tam 106 basamak yükseldi. Bu sene toplam 36 bin dolar para ödülü kazanan Marsel, 2009 hedefinin ilk 100 ile 150 arası olduğunu söyledi. Marsel eğer bu hedefine ulaşabilirse, Grand Slam turnuvaların ana tablolarına direkt girebilir ve yıllık para ödülünü de en az 5 kat artırabilir.
Çıkışa geçtiler
Tek bayanlarda Pemra Özgen 39 basamak çıkıp 351'incilikten 312'nciliğe yükselirken, Çağla Büyükakçay, 70 sıra birden yükselerek, 457'nci sırada başladığı sezonu 387'nci sırada tamamladı. Çift bayanlardaki en başarılı tenisçimiz İpek Şenoğlu, 125'inci sırada başladığı sezonu 88. bitirerek çıkışını sürdürdü. İpek için bu sene önemli olan 100'lü sıralarda tutunmaktı.
O daha da fazlasını başardı.
Bu sezon 52 maça çıkıp 28'ini kazanan İpek, yenik bitirdiği 24 karşılaşmanın 12'sini son sette uygulanan süper tie-break'lerde kaybetti. Eğer o son sayılar İpek'in lehine sonuçlansaydı, sezonu belki de ilk 50'lerde bitirebilirdi.
Yazının Devamını Oku 
26 Ekim 2008
BAŞKAN Azmi Kumova ve ekibinin Türk tenisini yönettikleri iki dönemlik (8 yıl) süre kasım ayında sona eriyor. 1923 yılında kurulan Türkiye Tenis Federasyonu’nda şu ana kadar 20 değişik başkan görev yaptı. Kasım başında yapılacak seçimde belki de tenis tarihinde ilk kez bir genel kurulda 3 aday birden yarışacak. Peki, kim bu adaylar?
Mesut Polat: İş adamı. Federasyon yönetim kurulu üyeliğinde 10 yılı aşkın süredir görev yapmakta. Sloganı: "Bu hizmet Türk tenisinin yarınlarına."
Güven Olgar: Milli Olimpiyat Komitesi üyesi. Geçmiş yıllarda Yeşilyurt Spor Kulübü’ne başkanlık yaptı ve tenisin içinden geliyor. Sloganı: "Tenisi sevmek ve bilmek."
Hasan Akçakayalıoğlu: Bir bankanın yönetim kurulu başkanı ve eski performans tenisçisi. Sloganı: "Dünya ölçeğinde örnek bir federasyon."
Hareketlilik var
Üç adayın cephesinde de kendi ekiplerine camianın önemli isimlerini katabilmek için büyük hareketlilik var. Görev süresince faaliyet programlarına baktığımızda üçünün de üç aşağı beş yukarı vaatlerinin içeriği aynı. Bunların başında sponsor, yani tenise para bulunacağı yer alıyor. Türkiye’de tenis oynayan sayısını 100 binlere çıkarmak, kulüplere, antrenörlere, başarılı sporculara teşvik primleri vermek, dünya sıralamasındaki tenisçilerimizin sayısını artırmak, okullarda tenisin daha fazla yaygınlaşmasını sağlamak, sadece federasyona bağlı profesyonel teknik ve uluslararası standartta idari kadronun kurulması gibi sözler sıralanıyor. Bu yazılıp çizilenlerin yarısı bile hayata geçirilse, tenisimize faydalı olacağı tartışılmaz. Yeter ki, bu konular sadece kağıt üzerinde kalmasın.
Kulüpler tarafsız bakın
"Üç aday seçimlere münferit girerek mi, yoksa en az iki tarafın kuvvetli isimleriyle birleşerek mi Türk tenisine daha faydalı olurlar?" sorusu da önemli. Bana göre aralarında anlaşarak iki grubun birleşmesi daha doğru. Ayrıca bu yarışın sonunda kaybeden(ler) olacak. Kaybedenin de hedeflerinden kopmadan kazananın yanında tenise hizmet etmesi gerekir.
Seçimde kulüplerin verecekleri oylar yeni başkanın seçilmesinde etkili olacak. Çünkü tenis kulüpleri toplam 245 oyun 199’unu oluşturuyor. Kulüplere önerim şu olacak: "Başkan adaylarını ve ekiplerini iyi araştırın. Yerel seçimler öncesi yapılanlar gibi altın, bulgur, pirinç paketlerine kanmayın. Kulübünüze verilen birkaç raket, top ve vaat edilen turnuva organizasyonları belki sizleri o anda mutlu eder, ama bu küçük oy promosyonları ne kulüplerimizin, ne de Türk tenisinin gelecek yolunu açmayabilir.
Tüm delegelerin oylarını vermeden önce tarafsız bir değerlendirme yapmasını ve seçimin tenisimize hayırlı olmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku 
2 Ekim 2008
DEVLETİN sağladığı imkanlarla sporda belli bir yere kadar ilerleyebilirsiniz. Sonra öyle bir nokta gelir ki, daha ötesine geçemezsiniz. Tıkanır kalırsınız. Gelişimin devam etmesi için özel sektörün de sporculara ve kulüplere yardım yapması şarttır. Geçen hafta bu anlamda son derece güzel bir olaya tanık oldum. Dünya tenisinin en önemli sponsorlarından BNP’nin (Bank Nationale Paris - Paris Ulusal Bankası) Türkiye’deki stratejik ortağı Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB), tenisimize el attığını öğrendim.
Tenisle ilgilenenler bilir... BNP, 35 yıldır Fransa Açık Tenis Turnuvası’nın, yani Roland Garros’un ana sponsoru. Ayrıca, Davis Kupası, Federasyon Kupası ve birçok masters turnuvalarının isim sponsorluğunu yapıyor. Sadece Fransa’da 550’ye yakın tenis etkinliğini maddi olarak destekliyor. Efsane Fransız tenisçi Yannick Noah ile Fransa çapında organizasyonlar düzenliyor. Teniste dünyanın en önemli ülkeleri arasında yer alan Fransa’nın bugün geldiği noktada BNP’nin büyük payı var.
Uluslararası bir banka olan BNP, diğer ülkelerdeki ortaklarından da tenise yatırım yapmalarını istiyor.
Yatırımlar uzun vadeli
TEB Yönetimi, BNP’den gelen talep doğrultusunda hiç zaman yitirmeden tenise yatırım yapmaya başladı. Geçen hafta İzmir Küçük Kulüp’te düzenlenen Geleneksel Karışık Çiftler Turnuvası’na sponsor oldu. TEB yöneticileriyle yaptığım görüşmelerde şunu gözlemledim; tenisimizi çok detaylı ve bilinçli bir şekilde inceliyorlar. Sadece bir tane tenisçiye maddi kaynak ayırmayı düşünmüyorlar. Vizyonları aynı BNP gibi; Türk tenisinin kalkınmasına yardım edecek doğru ve geniş katılımlı projeler üretmek. En önemlisi de bütün bu yatırımlar uzun vadeli olacak.
Yazımı Küçük Kulüp’e ilişkin birkaç önemli bilgiyle noktalamak istiyorum... 1949 yılında Alliance (birleşme, bağlanma) adıyla kurulan kulübün Alsancak’ta iki adet eski tarz kırmızı kil topraktan oluşan şirin bir tesisi var. Derneğin üyeleri Fransızlar, Levantenler ve İzmir’in önde gelen iş adamlarından oluşuyor. Kulübün asıl amacı; Türk ve Fransız toplumları arasında sağlam bir köprü oluşturmak.
Yazının Devamını Oku 
23 Eylül 2008
TENİS tarihimizin efsane tenisçisi, antrenörü ve spor adamı Nazmi Bari abimizi kaybettik. Nazmi ağabey, 15 yıl üst üste Türkiye şampiyonu oldu. Wimbledon’ın çim kortlarına ayak basan ve Amerika Açık’a katılan ilk Türk tenisçisiydi. Başlı başına bir ekoldü. Topların yerden kalkmadığı slice (kesik) backhand tekniği, drop shot’ları ve servisten sonra file önüne çıkış oyunu ile bizleri adeta büyülerdi. TED Takımı’nda oynarken, kendisinden öğrendiğim şeyleri hala kullanmamın mutluluğu ve gururunu yaşıyorum.
Nazmi abi dürüst, çalışkan, şahsiyetli ve düşündüğünü hiç çekinmeden söyleyen bir kişiliğe sahipti. Politik davranmasını sevmezdi. Sahanın dışında da gerçek bir şampiyon gibi davranırdı.
Bilhassa giyimine çok özen gösterirdi. O zamanlar raket, top, ayakkabı gibi şeyleri bulmak zordu. Bunlara rağmen amatör ruhu ile ölümüne mücadeleyi severdi.
Rahatsızlığının öncesine kadar Anadolu yakasındaki evinin bahçesinde bulunan tenis kortunda insanlara tenis dersi vermeye de devam etti. Yürekten TED’li ve koyu Fenerbahçeli olan Nazmi abimizin Türk tenisinin gidişatı ile ilgili düşüncelerini ve anlatırken olan heyecanı hala gözümün önünde. Nazmi abi, senin gibileri artık yok denecek kadar az. Seni özleyeceğiz. Nur içinde yat.
Yazının Devamını Oku 
20 Eylül 2008
GEÇTİĞİMİZ günlerde www.tenisx.com sitesinde, "En beğendiğiniz tenis spikeri ve yorumcuları kimler?" konulu bir anket gördüm. Artık dünyanın neredeyse bütün önemli turnuvaları canlı olarak evimizde, ekran başında izleme fırsatı bulduğumuz için "yerinde bir anket" diye düşündüm. Sonra aday listesini incelemeye başladım. Spikerlerin listesinde bir sorun yok. Beğendiğim spikerleri de şöyle sıraladım; eskilerden Fahri İkiler, yenilerden Barış Kuyucu ve Mehmet Sevinç. Ancak yorumcularla ilgili aday listesine baktığımda büyük hayal kırıklığına uğradım, sıralama bile yapamadım. Aynı zamanda bu yazıyı yazma vaktinin geldiğini hatta geç bile kaldığımı farkettim.
Nedeni basit; çünkü yorumcu isimlerinde tenis kökenli, müsabık tenis oynamış hiç kimseye rastlamadım. Yanlış anlamayın, "yorumcu olabilmek için illa iyi bir tenisçi olmak şarttır" demiyorum. Ama hiç olmazsa tenisi müsabık olarak oynamış olmak gerekiyor. Örneğin bir Nadal-Federer maçında vuruşları analiz edebilmek için, o vuruşu yapmanız ve onunla ilgili bilgiye sahip olmanız şarttır.
Bakın diğer ülkelerde maç yorumlarını tenisten gelmiş kişiler yapıyor. Yabancı kanallar John McEnroe, Mats Wilander, Chris Evert gibi tenisçilerle yıllık veya turnuva bazında sözleşme yapıyorlar ve onlara ciddi paralar ödüyorlar. Doğal olarak bu isimler de maç yayınına büyük prestij sağlıyorlar.
Gelelim bize... Amerika Açık tek bayanlar final maçını, İpek Şenoğlu, Pemra Özgen veya eski şampiyonlardan Duygu Akşit Oal, erkek karşılaşmalarını da tenisçilerimizden Haluk Akkoyun ya da antrenörlerden Mustafa Azkara ve Alaaddin Karagöz (isimlere takılmayın, onlar sadece örnek) gibi isimlerin yorum yapması daha doğru değil mi?
Yorumculara para vermek istemiyorlar
Peki biz bunu neden yapmıyoruz? Anlatayım...
Televizyon kanalları bu büyük turnuvaların yayın haklarını alabilmek için önemli paralar ödüyor. Ancak, her nedense bu kuruluşlar iş yorumcu bulmaya gelince kesenin ağzını iyice kapatıyorlar, iyi yorum yapacak kişilere para vermekten kaçıyorlar.
Böylelikle profesyonelce başlayan iş birden amatörlüğe dönüşüyor. Yıllarını tenise vermiş, hayatlarını bu spordan kazanan kişiler de haklı olarak yorum yapmayı reddediyor.
Böylece meydan, tenisi sadece spor akademisinde öğrenenlere, internetten takip edenlere ve bu sporu hobi olarak oynayanlara kalıyor.
Yazımın girişinde bahsettiğim ankete katılmak isteyenlere bazı tavsiyelerim olacak. Oy verirken, isimlere takılı kalmadan, yorumcu bunları yapabiliyor mu diye dikkate almanız gerekiyor.
O maddeler şunlar:
1- Vuruşların analizi.
2- Stratejik analiz.
3- Oyuncuların piskolojik analizi.
4- Tenisle ilgili bilgiye sahip olma.
5- Detaylı gözlem.
6- Ses tonu ve tarafsız olması.
7- Yorumcunun ne zaman konuşmaması gerektiği.
(En önemlisi de bu.)
Yazının Devamını Oku 
6 Eylül 2008
MERAK ediyorum, şu Pekin Olimpiyatları olmasaydı, bilinen ancak su yüzüne çıkmayan "sporumuzun vahim durumu" gündeme gelecek miydi? Olimpiyatlar biter bitmez sporumuzun değerli yöneticileri savunma mekanizmalarını çalıştırıp, geleceğe yönelik toz pembe tablolar çizdiler... "Sporda devrim yapacağız", "Avustralya Spor Enstitüsü modelini uygulayıp, en az onlar kadar başarılı olacağız" ve "Yeni spor paketi hazır" gibi klasik sözleri tekrarlayıp durdular. Benim bildiğim o paketler daha önce de vardı ama nedense kimse açmadı!
Türkiye’nin aslında doğru dürüst bir spor politikasının olmadığını, gerekli düzenlemelerin yapılmadığını, tenisi örnek göstererek defalarca yazdık. "İspanyollar, İsviçreliler, Amerikalılar, Ruslar bugün imrenerek izlediğimiz Rafael Nadal’ları, Roger Federer’leri, Serena-Venus Williams kardeşleri ve Maria Sharapova’ları hep belli bir sistem içinde eğiterek bu noktalara getirdi. Biz de onlar gibi tenis eğitimini ilköğretim okulu seviyesinde başlatıp, bölgesel eğitim programları hazırlarsak ve sporculara en iyi eğitim kurumlarında burs imkanı sağlarsak, pekala başarılı olabiliriz" dedik. Türkiye gibi bir ülkede bunları yapmak hiç de zor değil. Yeter ki, karar verelim. Çözüm yolu her ne kadar basit gibi görünse de spor politikalarında esas olanın "çağı yakalamak" olduğunu da unutmayalım. Diyelim ki, biz şimdi Avustralya modelini uyguladık ve belli bir noktaya geldik. Peki bu süreçte diğer ülkelerin ne yaptıklarını takip edip, icabında sistemimizi ona göre değiştirebilecek miyiz?
Çağı yakalamak
Bir de tabii uyguladığımız sistemin sonuçlarını ne kadar sürede alacağımız konusu var... 2012 Londra Olimpiyatları’nda mı, 2016’da mı, yoksa 2020’de mi alacağız? Türkiye gibi sabırsız; birkaç başarısız sonuçta spor teşkilatı yöneticilerinin, antrenörlerin ve sporcuların kellelerini istemeye alışmış insanlardan oluşan bir ülke bu kadar beklemeye tahammül edebilecek mi? Bir sistem oluşturmakla her şey bitmiyor. "Keşke Avustralya’yı değil de falanca ülkeyi model alsaydık" diye sistemi yarı yolda bırakırsak, yeniden başa dönmüş oluruz. Harcanan paraları ve emekleri heba ettiğimiz gibi, o açılmak bilmeyen paketlerden (!) bir tane daha hazırlamak zorunda kalırız.
Tenis otoriteleri Rafael Nadal’ın US Open’da en çok çeyrek finale çıkacağını yorumladı. Nadal şimdiden yarı finale çıktı ve bence şampiyonluğu da kazanacak.
Nadal’ın yarı finaldeki rakibi İngiliz Andy Murray. Her vuruşa sahip Murray, oyunda tempo değişikliği yapabilen, aniden file önüne çıkan çok yönlü bir oyuncu.
Nadal bunu da kazanır
Ancak Nadal’ı birçok özelliği ön plana çıkarıyor. Öncelikle 1. servis yüzdesinin ortalaması % 75’lerde. Hatta bazı setlerde bu % 95’e kadar çıktı. Bu yüksek oran servisinde baskı yemesini önlüyor. Rakibinin servisini karşılarken, arka çizginin en az 2-3 metre gerisinde topu karşılıyor. Servis sonrası rakibi toparlanamadan Nadal’ın aşırı top spin ile vurulmuş yüksen seken topuyla karşılaşıyor. Taktik konusunda çok zeki. Bitmek bilmeyen enerjisi, bir köşeden diğerine koşarken, açılı toplarıyla rakibini file önünde hareketsiz bırakması Nadal’ın diğer artıları. En önemlisi de rakipleri kadar puan kazanmasa bile onlardan daha az hata yapıyor.
Yazının Devamını Oku 
31 Ağustos 2008
TÜRKİYE Bireysel Tenis Birincilikleriyle, sezonun son Grand Slam’ı US Open’ın ilk haftası aynı günlerde oynandı. ABD’deki turnuvanın genel görünümünden çıkan sonuç, artık yüzlerce tenisçinin arasında önemli bir farkın kalmadığı şeklinde. Nitekim ikinci turdu, bayanlarda dünya 1 numarası Ana Ivanovic 188. sıradaki elemeden gelen hiç tanınmamış Fransız Julie Coin’e yenilip elenirken, 3. seribaşı, 2004 US Open’da şampiyon olmuş Svetlana Kuznetsova da bu sezon iyi bir çıkış yapan ancak daha dünya 28 numarası olan Slovak Katerina Srebotnik’e 2-1 yenilip turnuvaya çok erken veda etti.
Bakışımızı ülkemize çevirince görünen manzara ise bunun tam tersi. Özellikle kadın tenisinde üçlü İpek Şenoğlu, Pemra Özgen, Çağla Büyükakçay grubu ile diğerleri arasındaki fark malesef büyük. Geçtiğimiz cuma günü Tenis Eskrim Dağcılık Kulübü’nde sona eren Türkiye Şampiyonası’nda bayanlarda Pemra Özgen ile Çağla Büyükakçay finale set kaybetmeden geldiler. İpek Şenoğlu aynı tarihte US Open’da çiftlerde oynadı ve ilk turda partneri Slovak Magdalena Ryberikova ile Alman Sabine Lisicki ve Fransız Aravane Rezai’ye karşı 3 set kıran kırana mücadele etti. Ancak maç süresince toplam kazanılan puanlarda rakiplerinin 6 puan gerisinde kalıp (121-115), 6-3, 6-7, 6-4’lük setlerle yenildi. Onun için İstanbul’daki Pemra-Çağla çekişmesinde İpek yoktu.
Deneyim faktörü
Finalde Çağla bilhassa çift el backhandleriyle Pemra’yı hayli zorladı. Ancak Pemra oyun kurmadaki zekasıyla 6 yıldır koruduğu Türkiye şampiyonluğu unvanına 2-1’lik galibiyetle bir yenisini ekledi. Bu arada Çağla’nın oyununun devamlı bir gelişme içinde olduğunu vurgulamakta da fayda var. Bu finalistlerin iyi tenis oynaması ve diğer tenisçilerle aradaki farkın büyümesinin en önemli etkeni, kuşkusuz son bir kaç yılda yurt dışında eskisiyle kıyaslanmayacak çok turnuva oynamaları.
Nitekim erkeklerde de aynı nedenle US Open’ın ön elemesine girebilen Marsel İlhan, diğer erkekler ile arasındaki mesafeyi çok açtı. Cuma günü Ankara Tenis Kulübü’nde sona eren 2008 Türkiye Bireysel Tenis Şampiyonası’nda en yakın rakiplerinden Ergün Zorlu’yu yarı finalde 6-1, 6-1, finalde ise Haluk Akkoyun’u 6-1, 6-0 gibi farklı ve rahat skorlarla yenip Türkiye şampiyonu oldu. Marsel de son 1 yılda durmadan yurt dışında turnuva oynayarak tenisini, daha doğrusu maç kazanma yeteneğini çok geliştirdi. Her zaman aynı şeyi yazıp çiziyoruz. Teniste bir yerlere gelmenin tek yolu, çok sayıda uluslararası turnuva oynamak.
Yazının Devamını Oku 
16 Ağustos 2008
TED Kulübü kortlarındaki Akbank Private Banking TED Open Tenis Turnuvası’nın daha ilk gününde kortları yabancılara terk edip, onları izlemeye başladık. Son bir yılda gösterdiği müthiş performansla hepimizin umudu haline gelen Marsel İlhan ile diğer genç tenisçilerimiz Adem Özmeral ve Tuna Altuna daha birinci turda rakiplerine yenilerek elendi. Şimdi bu tabloyu görünce insan ister istemez üzülüyor ve akıllara şöyle bir soru geliyor:
"Bizim tenisçiler bu kadar mı kötü ki, daha ilk turda eleniyorlar?" Cevabını hemen verelim; hayır, alakası yok. Teknikleri, kondisyonları, yabancı tenisçilerle neredeyse aynı seviyede. Yabancılarla aramızdaki en önemli fark; "antrenman, antrenman, antrenman." TED Open’a gelen yabancı tenisçilerin antrenmanlarını sürekli izliyorum. Maçlarını bitirir bitirmez kulüp içinde bir boş kort bulup, en az 1-2 saat ilave antrenman yapıyorlar. Bizim tenisçilere bakıyorum, maçlarını biter bitmez "paydos" deyip evlerine gidiyorlar. Hatta kendilerinden çok daha iyi durumda olan yabancı rakiplerinin maçlarını bile seyretmeye tenezzül etmiyorlar.
Sabır ve süreklilik
Yine yabancıların antrenmanlarında gördüğüm ilginç bir noktayı ifade etmek istiyorum. Sahada iki kişi toplara vururken, o top aynı bölgede, aynı süratte en az 6-7 defa gidip geliyor. Yine dönüyorum bizimkilere bakıyorum; o top en fazla 3-4 defa gidip geliyor. Diyeceksiniz ki, "2-3 vuruş eksik olsa ne olur?" Çok şey olur. Çünkü bunun içinde "olaya bakış açısı" yatıyor. Bir sporcuda bulunması gereken en önemli özellikler sabır ve sürekliliktir.
Maalesef tenisimizde bu zihniyet devam ettikçe her yıl yüzbinlerce dolar döktüğümüz tenis turnuvaları, tenisseverlere sunulan hizmetten öteye geçmeyecektir. Esasen Bu anlattığımız eksikleri sadece tenisle sınırlandırmamak gerekir. Türkiye’nin diğer spor dallarında başarılı olamamasının da temel sebebi budur. Milyonlarca YTL harcayarak Pekin’e gönderdiğimiz sporcular düne kadar topu topu iki tane madalya alabildiler.
3 milyon dolarlık ekonomi
PROFESYONEL erkek tenisinin "üniversitesi" olarak nitelendirebileceğimiz ATP Tour’lar ve Grand Slam’lerin giriş sınavları TED Open tarzı turnuvalardır. Toplam ödülü 100 bin dolar olan TED Open ayarındaki diğer turnuvamız bu yıl ilk kez İzmir’de düzenlenen İzmir Cup’tı. Sadece kadın tenisçilerin katıldığı 200 bin dolar ödüllü İstanbul Cup ve daha küçük para ödüllü "Future" ve "Satellite" kategorisindekilerle birlikte Türkiye’deki turnuvalarda dağıtılan toplam para ödülü 610 bin doları buluyor. Bunların dışında, direkt para ödülü verilmeyen ancak kendine ait bir bütçesi olan Turkcell Legends Cup var. Bütün bu turnuvaların ekonomik değeri ise (sporcular ve idarecilerin otel, ulaşım, hakem, top gibi harcamalarının toplamı) yaklaşık 3 milyon dolar.
Peki biz bu kadar parayı ve emeği niye harcıyoruz? Sadece tenisseverlere hizmet sunmak için mi? Tabii ki hayır. Esas sebep Türk tenisçilere dünya sıralamasında yükselme imkanı sağlamak. Yukarıda bahsettiğimiz zihniyeti olumlu yönde değiştirebilirsek, bu turnuvalar esas amaçlarına ulaşmış olacak.
Yazının Devamını Oku 