Engin Kratzer

Dört büyükler korta iniyor

20 Haziran 2009
DÖRT büyükler olarak adlandırılan Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor kulüplerinin tenis şubesi açması hep söylenen, ama bir türlü hayata geçirilemeyen bir rüyadır. Son günlerde yaşanan gelişmeler bu rüyanın artık gerçeğe dönüşmek üzere olduğunu gösteriyor. F.Bahçe ve Trabzonspor gereken her türlü altyapıyı tamamlarken, Beşiktaş tesis konusunda karar vermeye çalışıyor; G.Saray ise şimdilik en geri planda kalan kulüp olarak görünüyor. Dört Büyükler’deki tenis şubesi kurma hazırlıklarını şöyle özetlemek mümkün:

F.Bahçe’de, tenis şubesinin kurulması için gereken onay yönetim kurulundan çıktı. Sarı lacivertlilerde bu konunun öncülüğünü yapan isim; çok aktif bir veteran tenisçisi olan kulüp ikinci başkanı Nihat Özdemir. Ankara Gölbaşı’nda yeni yaptırdığı kamp tesislerine iki tane de tenis kortu koyduran F.Bahçe Kulübü, İstanbul’da tesis arayışını sürdürüyor. Bazı tenis kulüpleriyle görüşmelerini sürdüren sarı lacivertliler, biriyle anlaştıkları an şubeyi faaliyete geçirecek.

Trabzonspor’da, bu işin liderliğini kulübün efsane teknik direktörlerinden Özkan Sümer yapıyor. Aynı zamanda iyi bir veteran tenisçi olan Sümer, kulüp bünyesinde tenis şubesi kurmak için Trabzon Belediyesi ile görüşmeleri sürdürüyor. Sümer, 2010’da Trabzon’da yapılacak Üniversite Oyunları’nın (Universiade) getireceği rüzgarı da arkalarına alarak, tenis şubesini açacaklarını söylüyor. Esasında tenise yabancı olmayan Trabzon, Gülberk Gültekin, Kaya Saydaş gibi önemli tenisçiler yetiştiren bir kent.

G.Saray’da onay bekleniyor

Beşiktaş’ta, başkan Yıldırım Demirören’in tenis oynadığı ve tenis şubesi kurmak için hazırlık yaptığı öteden beri biliniyor. Aldığımız son haberlere göre Demirören, tenis şubesini kulübün kendi tesislerinde mi, yoksa başka bir tenis kulübünün içinde mi açılacağına karar vermeye çalışıyor.

G.Saray, dört büyükler içinde tenis şubesi kurma fikrini en önce ortaya atan kulüp. Sarı kırmızılılarda bu düşünce ta Alp Yalman’ın başkanlığı döneminden beri vardı. O dönemde Sami Çölgeçen bana Yalman’ın sahibi olduğu Tatko binasını gezdirirken, G.Saray Tenis Kulübü’nün yerleşim planını bile göstermişti. Planı bile hazır olan şubenin hayata geçirilmesi için gereken tek şey; yönetim kurulunun onayı ve icraata başlaması.

Bu gelişmelerin ışığında, dört büyüklerin çok yakında tıpkı futbolda olduğu gibi teniste de müthiş bir rekabet içine gireceğini; önemli tenisçilerimizin ve antrenörlerin ciddi ücretlere transfer yapacaklarını söylemek mümkün.

Tenis şubesi yük değildir kendi masrafını karşılar

FUTBOL odaklı kulüplerin bünyesinde yeni bir şube açma gündeme gelince akıllara hemen, "Bu şube, masraflarını kendi karşılayabilecek mi?" sorusu geliyor. Söz konusu branş tenis ise cevabımız; "EVET". Tenis artık doğru planlama ile kendi kendini amorti eden profesyonel bir spor haline geldi. Bugün tam teşekküllü bir tenis şubesini toplam 1 milyon dolara kurmak mümkün. Böyle bir oluşumun yıllık işletme masrafı ise yine 1 milyon dolar civarında. Fakat, şube bünyesinde kurulacak tenis okullarından, özel derslerden, kulüp üyeliklerinden ve turnuva organizasyonlarından elde edilecek gelirlerle bu paralar rahatlıkla geri alınabiliyor. Bunlar bir tarafa, söz konusu olan dört büyükler ise yapacakları sponsorluk anlaşmaları ile tenis şubelerinin kurulum ve işletme masraflarını kolayca bedavaya getirebilirler.

Dört büyüklerin tenis şubesi kurması, her yaştan kulüp üyelerinin spor yapmasını sağlayacağı gibi, kulüplerin bünyesindeki futbolculara ya da basketbolculara çok iyi bir alternatif spor yapma imkánı tanıyacaktır. Ve en önemlisi de basketbol ve voleybolda olduğu gibi seyirci kitlesini artıracaktır.
Yazının Devamını Oku

Kupa canavarı

8 Haziran 2009
Roger Federer, kazanamadığı tek Grand Slam olan Fransa Açık’ta şeytanın bacağını kırmayı başardı. Finalde Robing Soderling’i 3-0 yenerek şampiyonluğa ulaşan İsviçreli tenisçi, kariyerindeki toplam para ödülünü 47.6 milyon dolara çıkardı. TENİSTE, 108. Fransa Açık (Roland Garros) Turnuvası’nda, tek erkeklerde 2 numaralı seribaşı İsviçreli tenisçi Roger Federer şampiyon oldu. Toplam 16 milyon 150 bin 460 Euro ödüllü turnuvanın finalinde 23 numaralı seribaşı Robin Soderling ile karşılaşan Federer, 1 saat 55 dakika süren mücadeleyi 6-1, 7-6 (1) ve 6-4’lük setlerle 3-0 kazandı. Daha önce Amerika Açık ve Wimbledon’da 5’er, Avustralya Açık’ta da 3 kez şampiyon olan İsviçreli tenisçi, böylelikle kazanamadığı tek Grand Slam olan Roland Garros’u da kazanarak, kupa koleksiyonunu tamamlamış oldu. 28 yaşındaki tenisçinin, bütün kariyerinde kazandığı para ödüllerinin miktarı ise 47.6 milyon dolara ulaştı.

Turnuva öncesi Roger Federer’in, daha önce 4 kez final oynayıp kaybettiği Roland Garros toprak kortlarında şampiyon olup olmayacağı çok tartışıldı. Fakat İsviçreli, bu sefer daha hazırlıklı gelmişti. Şöyle ki; Paris’te daha önce hep kaybetmesine neden olan klasik oyunundan vazgeçmiş ve kondisyon çalışarak daha fit bir yapıya bürünmüştü.

Çok yönlü bir Federer

Böylelikle daha çabuk hareket eden ve vuruşları eskisine göre çok yönlü olan bir Federer izledik. Finale gelene dek oynadığı 6 maçta tam 64 ace atması onun ne kadar güçlü ve formda olduğunun diğer bir kanıtıydı.

Toprak kortların 1 numarası Rafael Nadal’ın 4. turda elenmesi, bu turnuvayı kazanmayı kafasına koyan Federer’in ekmeğine yağ sürdü. Dünkü final maçının galibi esasen belliydi... Merak edilen konu; Robin Soderling’in Federer’i ne kadar zorlayacağı idi. Havanın rüzgarlı olması ve yağmurun zaman zaman çiselemesi yüzünden İsveçli tenisçi, en önemli silahları olan servis atışlarında ve forehand vuruşlarda yeterince etkili olamadı. Birinci servis yüzdesi çok düşük olan 25 yaşındaki Soderling, tüm maç boyunca sadece 2 tane ace atarken, Federer’in ace sayısı 16’yı buldu. Servisteki bu düşüş ister istemez Soderling’i mental olarak da olumsuz etkiledi ve İsveçli raket, daha önce 9 kez yenildiği rakibine yine boyun eğdi.

BAYRAKLI GÖSTERiCi

İkinci set oynandığı sırada, elinde Barcelona Kulübü’nün bayrağını taşıyan bir gösterici korta girerek, Federer’in başına kırmızı bir şapka geçirmeye çalıştı. Federer’in, kort dışına itmeye çalıştığı gösterici, güvenlik güçleri tarafından oyun alanından çıkarıldı.
Yazının Devamını Oku

Kuznetsova Safina’yı ağlattı

7 Haziran 2009
FRANSA Açık Tenis Turnuvası’nda (Roland Garros) tek bayanlar şampiyonluğunu, finalde 1 numaralı seribaşı Dinara Safina’yı 6-4 ve 6-2’lik setlerle 2-0 yenen 7 numaralı seribaşı Svetlana Kuznetsova kazandı. Toprak zeminde oynanan tek Grand Slam olan Roland Garros’ta uzun yıllardır kaliteli bir bayanlar finali izleyememiştik. Kuznetsova ile Safina’nın bu seneki performanslarını göz önüne alarak, dünkü şampiyonluk maçı öncesi, "Bu kez iyi bir final izleriz" diye umuyorduk. Ancak, beklentimiz yine boşa çıktı. Oyunun kalitesi vasatı aşamadı.

Safina, birinci seti 6-4 kaybettikten sonra ikinci sette daha agresif oynamaya başladı. Ancak bu aşırı hırs hiç beklenmedik hataları beraberinde getirdi. Göz yaşları içinde oyuna devam eden Safina, rakibinin ilk maç sayısında, kendi servisiyle çift hata yaparak, hayallerini kurduğu kupaya ulaşamadı.

Organizasyon bugün tek erkekler finaliyle sona erecek. İsviçreli Federer, 4. turda Nadal’ı eleyerek sürpriz yapan İsveçli Robin Soderling ile TSİ 16.00’da karşı karşıya gelecek
Yazının Devamını Oku

Zeminin çilvesi

4 Haziran 2009
ROLAND Garros'ta tenisçilerin en çok şikayet ettikleri şey, zeminin bu sene daha hızlı olması.

Ayrıca kortların bazı bölgelerinde top adeta kuma gömülmüş gibi duruyor ve yön değiştirmesi de oyuncuları çaresiz bırakıyor. Ve tabi bunlara eklenebilecek rüzgar faktörü... Bu etkenler tenisçilerin gelen toplara raket ortasıyla vuramamaları ve böylece topun istenilen istikamete değil de zaman zaman alakasız yerlere gitmesine neden oluyor. Biz de ortamı yaşamadığımızdan, televizyon görüntüsüyle "Bu nasıl bir vuruş" diye tepki gösteriyoruz.

Set aralarında zemine hafif dozda su veriliyor. Ancak bu işlemde kort bakıcılarının çok tecrübeli olmaları gerekiyor. Aksi takdirde kort fazla ıslanıyor, zemin yer yer çamurlaşıyor. Sakatlık riski artıyor. Toplar nemleniyor, ağırlaşıyor ve sekerken gerçek hızlarınıa erişemiyorlar. Bu da bilhassa iyi servis atan, toplara sert ve daha az spinli vuran teniçilerin tepkilerine neden oluyor. Böyle durumlarda teniçilerin zemin tamamen kurayana kadar vuruş tarzlarını az da olsa değiştirmeleri gerekebilir. (Telleri daha yumuşak gerdirilmiş bir raket kullanmak bu sorunun giderilmesine yardımcı olur.)

Düzeltme: Dünkü yazımdaki, Peugeot ve Bank National Paris'in yazımlarındaki hataları düzeltir, özür dilerim.

Yazının Devamını Oku

Bu açık akıldan çıkmayacak

3 Haziran 2009
BU Roland Garros çok konuşulacak... Dünyanın 1 numarası Rafael Nadal’ın, 2005 yılından beri 31 maçlık galibiyet serisine ve bu sene 5. kez Fransa Açık Turnuvası’nda şampiyon olma isteğini İsveçli Robert Soderling, toprağın altına gömdü. Roket atar gibi servisleri ve adeta fişek gibi forhand’leri olan İsveçli tenisçi 2003’te TED OPEN’da şampiyon olmuştu. Dört numaralı seribaşı Sırp tenisçi Novak Djokovic’in Alman Philipp Kohlschreiber’e elenmesi ise ister istemez şu soruyu gündeme getiriyor; Nadal’ın yenilmesi, iki numaralı seribaşı Roger Federer’in üzerindeki baskıyı artıracak mı?

Soderling bu performansını finale kadar sürdürebilir mi? Belki de erkeklerde en iyi forhand’a sahip ve çeyrek finale kadar hiç kaybetmeyen Fernando Gonzalez şampiyon olabilir mi? Veya "toprak kortta nasıl oynanır, nasıl hareket edilir"ini Alex Corretya ile çalışan İngiliz Andy Murray mi?

Duygularını oyuna hiç yansıtmayan Rus Nikolay Davydenko mu? Fransızların her şekilde topa vurabilen siyahi tenisçisi Gael Monfils mi?

Made in France

Fransızların ne kadar milliyetçi oldukları, Roland Garros’a sahip çıktıklarının en iyi örneği... Bir kere turnuvayı destekleyen en önemli sponsorların hepsi Fransız. Bank Nacional Paris (ana sponsor), Pegeout (ulaşım sponsoru), Lacoste (kıyafet sponsoru), Perrier (maden suyu sponsoru), Vittel (su sponsoru). Kule hakemleri ise skorları sadece Fransızca söylüyorlar. Turnuvaya katılan bütün Fransız tensiçiler sadece merkez kortlarda oynuyorlar. Tabi ki seyircilerinin desteklerini alabilmek için.
Yazının Devamını Oku

Tenis raketine silah muamelesi

30 Mayıs 2009
YILIN neredeyse 11 ayını kıtalar arasında seyahat yaparak geçiren tenisçilerin bu yolculuklarda yanlarına aldıkları en önemli eşyaları raketleridir. Tenisçiler, uçağın kargo bölümüne verilen bavulların kaybolma veya zarar görme ihtimalini göz önüne alarak bir çanta da yanlarına alırlar. Kısaca 'pro-bag' diye adlandırılan bu çantada mutlaka bir veya iki tane yedek raket bulunur.

Fakat, 11 Eylül 2001'de New York'tak İkiz Kuleler'e yapılan saldırı dünyadaki birçok şey gibi tenisçilerin de yaşamını sınırladı. Tenisçiler artık yukarıda bahsettiğimiz yolculukları canlarının istediği gibi yapamıyorlar. Bazı ülkelerin çıkardığı vize probleminin yanı sıra, tenisçiler için 'olmazsa olmaz' materyal olan raketlerin taşınması sorunlara hatta krize yol açıyor.

Tehlikeli madde

Bazı uçak şirketleri 'tehlikeli madde' olarak gördükleri raketlerin uçağın içine sokulmasına izin vermiyor. 11 Eylül saldırılarının hemen ardından konulan bu yasaklar zamanla yumuşatıldı. Bazı şirketler artık pro-bag'lerin uçağa alınmasına izin veriyor.

Buraya kadar yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere bu konuda tam bir karmaşa hakim. Herkes kafasına göre hareket ediyor. Son olarak TED Kulübü'nden Güven Cantürk'ün başına gelen bir olayı aktarmak istiyorum. Sayın Cantürk, bize gönderdiği mail'de olayı aynen şöyle anlatıyor:

"16-21 Mayıs tarihleri arasında Club Ali Bey'de Sportpoint tarafından düzenlenen Tenis Dinlence Eğlence turnuvasına giderken Yeşilköy Havalimanında raket çantalarımızı yanımıza alma konusunda herhangi bir problem yaşamadık ama Antalya'dan dönüşte raket çantalarımızı yanımıza alamayacağımız, bagaja teslim etmemiz gerektiği konusunda uyarıldık. Ben ve arkadaşım Yasin bey de bagaja vermeme konusunda ısrarcı olduk, sonunda Antalya Havalimanı yetkilileri raket çantalarımızı silah masasına teslim edebileceğimiz ve inişte de silah masasından raket çantamızı alabileceğimizi deklere etti. Sonuç olarak raketlerimizi tek çantada toplayarak silah masasına teslim ettik fakat raketlerimiz Atatürk Havalimanında yine normal bagajlardan geldi. Bu ironilerle dolu konuyu bilginize sunuyorum."
Yazının Devamını Oku

Marsel'in sırrı

23 Mayıs 2009
MİLLİ tenisçimiz Marsel İlhan, iki yıldır istikrarlı biçimde yükselen bir başarı grafiği çiziyor. Kısa bir süre önce Türk Milli Takımı’nın Davis Kupası’nda bir üst gruba yükselmesinde çok önemli rol üstlendi. Daha sonra da en önemli uluslararası organizasyonlarımızdan Türk Telekom İzmir Cup Challenger’da final oynadı. ATP dünya sıralamasında 200’ün altına inen ilk tenisçimiz oldu. Henüz 21 yaşında olmasına rağmen Türk tenisinin lokomotifi haline geldi.

Marsel İlhan bu performansıyla, yıllardır "Türk tenisi uluslararası alanda neden başarılı olamıyor" diyerek dünya çapında bir yıldızımız olmamasından yakınanlara, "İşte ben buradayım. Bana destek verirseniz çok daha iyi yerlere gelirim" mesajını verdi. Marsel 3 yıl önce Özbekistan’dan Türkiye’ye geldi. Geldiği zaman seviye açısından Türk tenisçileri ile arasında hiçbir fark yoktu. Hatta bizimkilerle yaptığı maçların bazılarını kaybediyordu. Esasen çok üstün bir yetenek de değil. En büyük özelliği kendi oyun tarzını kortta büyük bir kararlılıkla uygulaması. Bu da teniste çok önemli bir nitelik. Peki nasıl oldu da bu duruma gelebildi? Yanıt, çok kez yazdığımız gibi kısa ve net:

Marsel, geldiği ilk günden itibaren profesyonel tenisçi olmayı kafasına koymuştu. Sponsor bulamama gibi sorunlar yaşayabileceğini bile bile bu yolda devam etti.

Marsel, bu uğurda her türlü fedakárlığa katlanırken, bizim ulusal düzeydeki erkek tenisçiler işin daha farklı yolunu seçiyorlar. Bazılarına, bağlı oldukları kulüplerden aldıkları maaşlar ve kulüplerde, sitelerde verdikleri özel tenis derslerinden kazandıkları paralar yeterli geliyor. Diğerleri ise sahip oldukları tenis yeteneğini yurt içi veya yurt dışındaki üniversitelerden burs alabilmek için kullanmayı tercih ediyorlar.

Evet, bu saydıklarım tenis sayesinde ekonomik Özgürlüklerini ve eğitimlerini bedavaya getirmenin seçenekleri. Ancak Marsel 16-18 yaş grubundaki başarılı tenisçilerimiz için çok önemli bir örnek oluşturduğuna da vurgulamak istiyorum.

İzmir’e tebrikler

Bu arada İzmirlileri Türk Telekom İzmir Cup gibi büyük bir turnuvayı organize ettikleri için yürekten kutluyorum. İzmir bir zamanlar tenisimizin simge isimlerinden, yaşayan efsane Ziya Kıpkızılörenli’yi ve Gönül Erk gibi Türkiye şampiyonu çıkaran bir tenis kentiydi. Umarım İzmir yine İzmir Cup sayesinde teniste söz sahibi olur.
Yazının Devamını Oku

Çılgın Türkler

30 Nisan 2009
DAVIS Cup’ın ilk gününde Milli Takımımız, Yunanistan’a karşı çok önemli bir galibiyet elde etti. Yunanistan maçını kıran kırana geçeceğini tahmin ediyordum. Çünkü Türkiye, 1982, 1988 ve 2001 yıllarında Yunan Davis Cup takımına karşı oynadı, fakat takım halinde hiç yenemedi.

Bu müsabakalarda oynadığımız 15 maçın sadece 1’ini lehimize çevirebilmiştik. Dün, takımın 1 numarası Marsel İlhan ile iki numarası Haluk Akkoyun adeta rakiplerini ezerek iki tek maçından sonra Türkiye’yi 2-0 öne geçirdi. Yunan tenisçiler, sahada Marsel ve Haluk’un baskısıyla aciz kaldılar. Ve hiçbir varlık gösteremediler.

Böylece çiftler maçı formaliteye dönüştü. Yunanistan daha önce Avrupa, Afrika birinci grubuna yükselmiş olan hiç de küçümsenecek bir takım değil. Takımımız bu açılış galibiyetiyle bir üst tura terfi edebileceğinin de sinyallerini verdi.
Yazının Devamını Oku