22 Mart 2002
GENEL olarak beyin kanaması denilmesine rağmen, beyinde kan dolaşımının durmasına yol açan bir grup sorun hedeflendiği için, aslında yanlış olarak kullanılan bir deyimdir. Bu tablonun doğru adı ‘‘inme’’dir. Çünkü damarın yırtılması ile oluşan ‘‘kanama’’ kadar, beyni besleyen damarlarda pıhtı (trombüs) oluşması ve başka damarlarda oluşan pıhtıların buradan koparak beyindeki damarı tıkaması (emboli) halleri, genel olarak birbirine çok yakın tablolar yarattığı için halk arasında birbirine karıştırılmakta ve tümü beyin kanaması olarak adlandırılmaktadır.
Beyin, yaklaşık olarak tüm kan dolaşımının yüzde 20'lik kısmını kapsar. Beyne kan, boynun iki yanında yer alan karotis damarları (şah damarları) yardımıyla ulaşır. Bu damarlar sonra dallanarak tüm beyin dokusuna yayılır. Bu damarların herhangi bir kısmında kan dolaşımının bozulması, beyin fonksiyonlarında bozulmaya yol açar. Beyin fonksiyonlarında ne tür bozulma olacağı, tıkanan damarın beynin hangi kısmına ait olduğuna göre değişir. Bunlar arasında görme ve işitme bozuklukları, konuşma bozuklukları, vücudun belirli kısımlarında ya da tümünde duyu ve hareket bozuklukları ya da değişik düzeyde bilinç bozuklukları görülebilir.
Beyin damarlarının tıkanması ile ortaya çıkan inme tablolarının en önemli nedeni damar sertliğidir. Beyni besleyen uç damarların doğrudan tıkanması kadar, boyundaki karotis damarlarının içinde oluşan damar sertliği plaklarının beynin önemli bir kısmının dolaşımı bozması ya da bu plaklardan kopan pıhtıların beyin damarlarının uç kısımlarını tıkaması gibi tablolar da damar sertliğinin yol açtığı inme tablolarıdır.
Beyin kanamalarında travmalar kadar aşırı yükselen tansiyonun da etkisi bulunmaktadır. Damar çeperinin direnebileceği sınırın üzerinde kan basıncının (tansiyon) oluşması halinde beyin kanaması tablosu ortaya çıkacaktır. Aynı şekilde başa yönelik travmalar da damar çeperinde yırtılmalar yaratarak beyin kanaması tablosuna yol açabilir.
İnme tabloları, yukarıda da belirtildiği gibi, etkilenen beyin alanına bağlı olarak farklı belirtiler gösterebilir. Bunlar arasında vücudun bir kısmının hareket ettirilememesi (felç), gücünün ya da duyusunun azalması, bir nedene bağlı olmayan uyuşma, ani olarak ortaya çıkan görme azalması, konuşma güçlüğü ya da konuşma kaybı, yazma, okuma ya da anlama güçlüğü, hafıza kaybı, yutma güçlüğü, kişilik değişmeleri, şuur bulanıklığı ya da kaybı, havale nöbetleri, vücudun belirli kısımlarında istem dışı hareketler, idrar ya da dışkı kontrolü kaybı gibi farklı belirtiler yer alabilmektedir.
Bu gibi belirtilerle karşılaşan kişilerin acilen bir hastanenin nöroloji servisine başvurmaları gerekmektedir.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2002
5 ay önce göğsümde 15 gün süren yanma hissettim. Ekokardiyografi yapıldı ‘‘sol ventrikül konsantrik hipertrofisi’’ teşhis edildi. Tansiyonum normal. 1 ay süreyle beta bloker grubu ilaç kullandım. Sıkıntı duyduğum zaman göğsümde yanma başlıyor. Yaşım 29.
T.Ergen/İZMİR
SOL ventrikül konsantrik hipertrofisi, kalbin sol karıncığının kaslarının tümüyle kalınlaştığı anlamına gelmektedir. Bu, yüksek tansiyon sonucunda gelişebileceği gibi, kalp hastalıklarına da bağlı olabilir. Kalpte bu tür büyümeler, yoğun spor yapan kişilerde de görülebilmektedir.
Tansiyonunuz normal bulunmuş. Ekokardiyografi de yapılmış ve hipertrofi dışında bir şey söylenmemiş. Bu da, kalbinizde kapak sorunu ve delik gibi yapısal bir kusur olmadığını da gösteriyor. Mektubunuzda belirtmemişsiniz, eğer yoğun spor yaptıysanız bu büyüme ona bağlı olabilir. Fizyolojik bir büyüme olduğu ve herhangi bir soruna yol açmayacağı için endişe etmemek gerekir.
Eğer spor da yapmadıysanız, bu kez tıp dilinde kardiyomyopati denilen ve kalp kasını ilgilendiren bir hastalık açısından incelenmeniz gerekir. Göğsünüzdeki yanmalar için EKG ve eforlu EKG gibi tetkikler yapılmalıydı. Mektubunuzda bundan bahsetmemişsiniz. Eğer yapılmadıysa bu yönden de tetkik olmanızda yarar var.
Bulunduğunuz ildeki tıp fakültesinin kardiyoloji kliniğine başvurun, eksik tetkikleriniz varsa bunları tamamlayarak teşhisinizi kesinleştireceklerdir.
Bacağım üşüyor
32 yaşındayım. 5-6 yıl önce, soğuk bir havada uzun süre ıslak kaldım. O gece başlayan ve birkaç gün süren, bacaklarımda aşırı üşüme şikáyetim oldu, sonra kendiliğinden geçti.
Geçenlerde kar yağdığında dizlerimden aşağı üşüme hissi tekrar başladı. Ayrıca dizlerimde de takılma ve kütürdeme oluyor.
A.Kara/İSTANBUL
BACAKLARDAKİ üşüme hissi olaylarında öncelikle bacak damarları, dolaşım bozuklukları açısından incelenmelidir. Eğer böyle bir durum yoksa, bacaktaki duyu sinirleri sorumlu olabilir. Bir süre için, sinirleri besleyici etkisi olan B vitaminleri kullanılmalı, eğer iyileşme görülmüyorsa bir nöroloji uzmanına başvurulmalı.
Dizlerinizdeki takılma ve kütürdeme hisleri, dizinizdeki yumuşak oluşumlarda, menüsküs gibi sorunlar bulunduğunu düşündürür. Bunun için de bir ortopedi uzmanına muayene olmalısınız.
Yazının Devamını Oku 20 Mart 2002
<B>DAMAR </B>sertliğiyle mücadelede önemli ölçeklerden biri olan total kolesterol ve zararlı kolesterol (LDL) miktarlarının oluşmasında, bünye önemli olduğu kadar, yenilen gıdalar da önemlidir. Sürekli olarak, kolesterol ve doymuş yağlar içeren gıdalar listeleri yayınlanır ve bu gıdalardan uzak kalınması önerilir.
Bu gerçekten önemli ancak yapılan çalışmalar, hangi sıklıkta yemek yenildiğinin de önemli olduğunu ortaya koydu.
Cambridge Üniversitesi uzmanları yaptıkları çalışmalarda, azar azar olmak üzere günde 5-6 öğün yemek yiyenlerin kanındaki kolesterol miktarının, günde 1-2 öğün yemek yiyenlere oranla daha düşük olduğunu ortaya koydular.
Seyrek yemek yiyenlerin bünyesi gıdaları daha çok depolama eğiliminde oluyor, buna karşılık sık yemek yiyenlerde metabolizma daha hızlı çalışıyor ve daha fazla yağ yakarak daha çok enerji harcıyor. Bu ayrıca metabolizma hızlanmasına bağlı olarak daha az kilo almaya neden oluyor.
Uzmanlar, günlük toplam yemek miktarını artırmadan, sık sık yemek yemenin kolesterol, kilo fazlalığı ve damar sertliği risklerinden korunmak için ek bir önlem olarak yararlanılabileceğini belirtiyorlar.
Soğuk algınlığından korunmak için, su için
ÖNCEKİ günkü yazımda da belirttiğim gibi, soğuk algınlığı sorunu oldukça yaygın durumda. Bunun oluşmasında vücut direncinin düşmesi önemli rol oynuyor.
Yapılan çalışmalar, bol su içenlerde bu tür sorunların daha az görüldüğünü ortaya koymuş. Hava sıcak olmadığı için insanlar genellikle daha az su içiyor. Bu da dehidratasyon denilen bir tabloya yol açıyor. Dehidratasyon da hastalıkların oluşmasında önemli rol oynuyor.
Az sıvı alanlarda solunum yolunun burun, boğaz, bronşlar gibi tüm bölümlerinde salgı azalması ve kuruma görülüyor. Buna bağlı olarak da yerleşen hastalık etkenlerinin uzaklaştırılması güçleşiyor.
Unutmayın, su yaşamın en önemli maddelerinden en başta gelenidir; yaz-kış bol miktarda su içmeyi ihmal etmeyin.
Yazının Devamını Oku 19 Mart 2002
<B>SON </B>yıllarda halk arasında yayılan bir inanış, eğer bir ilaç doğal kökenli ise hiçbir yan etkisi olmadan çok rahatlıkla kullanılabileceği şeklindedir. Bu inanışın kaynağında Hint, Çin tıbbını, bugünkü çağdaş tıbbın karşısında bir alternatif olarak ortaya koymak ve bunu bir moda haline getirerek çıkar sağlamak isteyenlerin yattığı kanısındayım. Bu kişiler bu teorilerine dayanak olarak da, doğal ilaçların binlerce yıldan beri denenmiş olmalarını geösteriyorlar.
Şimdi size bir örnek vermek istiyorum: Ma Huang adlı bir bitkisel ürün, yıllardır Amerika'da zayıflama ürünlerine katılıyor. Bu bitkisel ilaç, 5 bin yıldan fazla bir zamandan beri Çin tıbbında kullanılıyor.
Ephedra adlı bir maddeyi içeren bu bitkisel ürünü kullananlar arasında yapılan araştırmalarda inme türünde felçler, kalp krizleri ve ani ölümler görüldüğü belirlenmiş. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi'nin yürüttüğü çalışmalarda, 1995 ile 1997 yılları arasında, Ma Huang nedeniyle hayati tehlikeler yaşayan ve ölenlerin sayısının 900'den fazla olduğu belirlenmiş.
Uzmanlar, ‘‘doğaldır, o halde güvenlidir’’ önyargısının çok tehlikeli olduğunu, bir ürün ne kadar doğal da olsa, bazı yan etkiler ve riskler taşıyabileceğini ve bu risklerin bazen ölümcül derecelere varabileceğini unutmamak gerektiğini belirtiyorlar.
Doğal da olsa, hiçbir ürünü doktora danışmadan kullanmamak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 18 Mart 2002
<B>SON </B>zamanlarda kiminle konuşsanız, üşüttüğünden, yakın bir zaman içinde hiç olmadığı kadar ateşlendiğinden bahsediyor. Bazı kişiler de ‘‘Kendimi çok koruyorum, hiç üşütmüyorum ama yine de hastalandım’’ diye hayret ediyorlar.
Soğuk algınlığı olarak da bilinen bu tablonun aslında soğukla çok doğrudan bir ilişkisi yok.
İsterseniz önce bu hastalığın belirtilerini sayalım.
* Tıkalı burun
* Hapşırmak
* Sulanan gözler
* Boğazda hassasiyet (yanma)
* Öksürük
* Hafif ateş beraberinde titreme, vücut ağrıları ve üşümeler de olabilir.
* Bütün bir kırıklık
* Başağrısı
Herkes arada sırada soğuk algınlığı geçirir. Aslında birbirine çok benzeyen ve kısa süren bu hastalıkların bir kısmı soğuk algınlığı, diğerleri de akut virütik boğaz yolu hastalıklarıdır. Grip, farenjit, larenjit, bronşit ve zatürreenin bazı türleri bunlar arasında sayılabilir.
Soğuk algınlığı en çok çocuklarda görülür. Genellikle ilk soğuk algınlığını ilk yıllarında geçirirler. Bağışıklıklarının geliştiği düşünülen altı yaşına kadar da bu hastalığa kolayca yakalanabilirler.
Yaşlandıkça daha az soğuk algınlığı kaparız. Fakat istatistikler her insanın yılda üç dört soğuk algınlığı geçirdiğini göstermektedir.
Soğuk algınlığı tek bir virüsten kaynaklanmaz. 200 değişik virüs birbirine yakın belirtiler gösteren akut solunum yolu hastalıklarının sebebidir. Rhinovirüsler adı verilen virüs grubu, bunlar arasında en sık rastlananıdır.
Çoğu soğuk algınlıkları burnu ve boğazı etkiler. Aynı virüs bazen ciğerlerde bronşite, gırtlakta da larenjite sebep olabilir. Boğaz kulak ve ciğerlerde görülen daha ciddi bakteriye bağlı enfeksiyonlar virütik soğuk algınlığının arkasından komplikasyon olarak gelebilir.
Soğuk algınlığı virüslerinin bulaşma yolları değişik olabilir. Ancak virüs içeren salgıyla temas en önemli yol olarak görünüyor. Hastalığın kışın daha sık görülmesi, insanların daha kalabalık ve kapalı ortamlarda yaşaması, virüsün nemli ve soğuk ortamda daha uzun yaşamasına bağlıdır. Üşütme, vücut direncini düşürdüğü ve virüs almış kişilerin daha kolay hastalanmasına yol açtığı için bu hastalıkta dolaylı yoldan etkilidir, yoksa virüs olmasa, sadece üşütmeye bağlı olarak hastalık görülmez.
Yazının Devamını Oku 15 Mart 2002
A.TÜREDİ/İSTANBUL
SORUNU tersine incelersek, size verilen mantar ilaçlarıyla hastalığınız önemli ölçüde gerilediğine göre, hastalığınızın mantar olması ihtimali çok yüksek. Kaldı ki, tarifleriniz de bu ihtimali kuvvetlendiriyor. İlaçların bitmesiyle hastalığın geri dönmeye başlaması tedavinin yeterli sürece uygulanmadığını düşündürüyor.
Doktorunuzla tekrar görüşmeniz yararlı olacaktır. Bu görüşme sırasında, ilaçların yanı sıra almanız gereken, giysilerin temizliği vb. diğer önlemleri de sormanızı tavsiye edeceğim.
Kanınızdaki mineralleri kontrol ettirin
M.DERBENT/ANKARA
BAŞKACA sağlık sorunu olmadan zaman zaman kramplar girmesine karşı doktorlarınızın önerdiği magnezyumlu ilaçlar doğru bir seçimdir. Ayrıca kandaki sodyum, potasyum, klorür ve kalsiyum gibi mineralleri de kontrol ettirerek, düzensizlik varsa, bunlara yönelik önlemler almak da gerekebilir.
Doğum kontrol hapı yan etki yapar mı?
H.DOĞANCI/İZMİR
DOĞUM kontrol hapları da hormonal kökenli olduğu için, bazen kullananlarda kilo alma gibi bir yan etkiyle karşılaşılabilir. Bu gibi yan etkileri en aza indirmek için hormon düzeyi çok az olan ilaçlar üretilmeye başlandı. Bunlardan birini seçebilirsiniz.
Doğum kontrol hapı kullanarak kısır kalmak diye bir şey olmaz. Sadece, uzun süre ilaç kullananlarda ilacı bırakır bırakmaz hamile kalmak mümkün olmayabilir, hamile kalmak için birkaç ay geçmesi gerekebilir.
Sizin sarılığınız bulaşmaz
M.GEZER/ANTALYA
DAHA önce geçirmiş olduğunuz Hepatit B tümüyle iyileşmiş, bundan sonrasında herhangi bir tedavi gerektirmez. Daha sonra oluşan göz aklarınızın sararması nedeniyle yapılan tetkikte de ‘‘Gilbert’’ hastalığı olduğunuz söylenmiş. Bunun da size bir zararı yok. Yorulduğunuz zamanlarda kandaki bilirubin düzeyi arttığı için göz aklarınızda sararma oluşabilir, bunun hepatit ile bir ilişkisi yok. Kesin bir tedavisi olmadığı gibi bulaşıcı da değildir, normal yaşantınızı sürdürebilir ve evlenebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2002
<B>İKİ </B>gündür yazdığım yazılarda Uluslararası Aspirin Ödülleri'nden bahsetmiş ve ödüle layık görülen çalışmalardan birini özetlemiştim. İkinci ödülü Dr. Michael A. Saunders kazanmıştı.
Dr. Saunders da çalışmasında dünkü yazımda bahsettiğim COX enzimlerini ele almıştı. COX-2'nin enflamasyon (yangı), ağrı ve ateş oluşumunda rolü olmaktadır. Aralarında aspirinin de bulunduğu, COX-2 faaliyetini engelleyici ilaçlar enflamasyonu, ağrıyı ve ateşi giderici etkiye sahiptir. Dr. Saunders çalışmasında aspirinin sadece COX enzimleri üzerine değil, hücrelerin genleri üzerine de etki ettiğini ortaya koydu. Bu da tümör ve Alzheimer gibi hastalıkların oluşup ilerlemesinin aspirin kullanımı ile engellenebileceği yolundaki görüşleri desteklemektedir.
Uluslararası Aspirin Kıdem Ödülü'nü Prof. Aaron J.Marcus almıştı. Prof. Marcus, mesleki yaşamı boyunca damar iç çeperi, trombosit (kan pulcuğu) ve tromboz (damar içinde pıhtı oluşumu) mekanizmaları üzerinde yoğun çalışmalar yapmış ve bu konulara yeni ufuklar açan pek çok katkıda bulunmuştur.
Prof. Marcus, sunduğu çalışmada aspirinin sadece trombositler değil pıhtı oluşumuna katılan diğer hücrelerin de birbirleriyle olan etkileşmesini başlatabilecek benzersiz bir etkiye sahip olduğunu ortaya koydu. Bu da aspirin kullanımı ile kalp krizi ve inme gibi sorunların önlemesinde çok başarılı sonuçlar alınması mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır.
Prof. Marcus, damar tıkanmasına bağlı olarak kalp krizi ya da inme benzeri bir sorun geçirmiş olan kişilerle, aile öyküsü nedeniyle risk altında bulunan kişilerin, düzenli olarak günde 80-100 mg. aspirin almalarını ve her ayın 1. ve 15. günlerinde bunu 300-325 mg'lık dozlarla desteklemelerini öneriyor.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2002
<B>DÜNKÜ </B>yazımda Uluslararası Aspirin Ödülleri'nden bahsetmiş ve bu çalışmaları anlatacağımı belirtmiştim. Michigan Üniversitesi Farmakoloji bölümünden Dr. James K. Hennan, prostaglandinler ile ilgili yaptığı çalışmayla Genç Araştırmacılar Ödülü'nü almıştı.
Dünkü yazımda bahsettiğim gibi aspirin de etkilerini prostaglandinler üzerinden sürdürmektedir. Vücuttaki birçok faaliyette bunların etkisi bulunmaktadır. Birçok ağrılı olayda, romatizma gibi hastalıkların neden olduğu enflamasyonda (yangı) ve kan pıhtılaşmasında bunlardan COX adı verilen enzimlerin rolü olmaktadır. COX'lar da COX-1 ve COX-2 olarak başlıca iki gruptur.
Aralarında aspirinin de bulunduğu birçok ağrı kesici ve enflamasyon giderici ilaç, hem COX-1 hem de COX-2 üzerine etki ediyor. Yapılan çalışmalar, her iki yöne de etki eden ilaçların mide tahrişi gibi yan etkiler yaratabileceğini göstermişti. Bunun üzerine sadece COX-2 üzerine etki eden ilaçlar geliştirildi. Coxib'ler adıyla adlandırılan bu ilaçlar mide açısından güvenle kullanılmaya başlandı. Ancak yapılan VIGOR adlı bir çalışma, coxib grubu ilaçları kullananlarda, diğer gruptaki ilaçları kullananlara oranla, kalp krizlerinde 4 kat artış görüldüğünü ortaya koyunca, bilim dünyası bir ikilem içine düştü: Acaba mideyi koruyalım derken kalp riskini mi artırıyorduk?
Dr. Hennan, araştırmasında bu konuyu ele almış. Çalışmalarının sonucunda düşük doz aspirin kullanımında sadece COX-1 üzerine etki edilerek, damar içinde kan pıhtılaşması ve buna bağlı olarak kalp krizi riskinin % 51 ile % 72 arasında bir oranda azaldığı, sadece COX-2 üzerinde etkili coxib grubu ilaçlarda bu korunmanın olmadığı belirlendi. Yüksek dozda aspirin kullanımı sırasında da hem COX-1 hem de COX-2 üzeinde etki görülüyor. Sadece COX-2 üzerine etkili ilaçların düşük doz aspirinle birlikte kullanılması halinde de aspirinin koruyucu etkisi ortadan kalkmaktadır.
Bu araştırma özellikle kalp-damar hastalığı bulunan kişilerde bu grup ilaçların kullanılmasıyla riskin artacağını ileri süren çalışmaları destekler bir sonuç vermektedir.
Yarınki yazımda diğer çalışmalardan da bahsedeceğim.
Yazının Devamını Oku