2 Nisan 2002
<B>YAPILAN </B>araştırmalar, bir ilacın ne kadar sık alınması gerekirse, kullanımda aksama ihtimalinin o kadar fazla olduğunu ortaya koyuyor. İlaç uyumu olarak adlandırılan bu durum, eğer aksamalara yol açarsa tedavinin başarısını da olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu nedenle bilim adamları giderek daha seyrek kullanılması gereken ilaçların üretilmesini sağlıyor. Eskiden 4 saat ya da 6 saat arayla alınması gereken antibiyotikler neredeyse ortadan kalktı, yerine 12 ya da 24 saatte bir ilaç alınarak yapılan tedaviler ortaya çıkmaya başladı.
Osteoporoz adı verilen kemik zayıflaması hastalığı ile ilgili olarak yapılan çalışmalar, yılda bir kez damardan iğne yapılması ile sorunu tedavi edebilen bir ilacın üretilmesini sağladı.
Osteoporoz tedavisinde en son kullanılan ve en etkili olduğu belirlenen bifosfonatlar, günde bir hap alınması ile tedavi sağlıyor. Sabah aç karnına alınması, bir süre için yatmamayı gerektiren bu ilaçlar, yemek borusunda tahrişe yol açabiliyor. Bu yan etkileri nedeniyle bazı kişilerde tedavinin kesilmesi gerekebiliyor. Osteoporoz uzun süreli bir sorun olduğu kadar tedaviye de yavaş cevap verir. Bu nedenle tedavinin çoğu zaman ömür boyu devam etmesi gerekiyor. Bu gibi uzun süreli tedavilerde ilaç uyumunda aksamalar sık olabiliyor.
Yeni geliştirilen bu ilaç, grip aşısı olur gibi yılda bir kez iğne ile yapılıyor. Zoledronic asit yapısında olan bu ilaç, kanser hastalarında kemik kırıklarını önlemek amacıyla geliştiriliyordu. İlacın geliştirilme çalışmalarında kemiklerin kalsiyum kaybını önemli ölçüde engellediğinin görülmesi üzerine, osteoporoz tedavisinde kullanılması amaçlandı. İlacın kısa zamanda piyasaya verilmesi gerekiyor.
Bilim adamları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, romatizma gibi sürekli hastalıkların tedavisinde de benzer şekilde depo etkili ilaçların geliştirilmesi için çaba gösteriyorlar. Bu tür ilaçlar geliştikçe tedaviler çok daha kolay olacak gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2002
YAPILAN araştırmalar, bir ilacın ne kadar sık alınması gerekirse, kullanımda aksama ihtimalinin o kadar fazla olduğunu ortaya koyuyor.İlaç uyumu olarak adlandırılan bu durum, eğer aksamalara yol açarsa tedavinin başarısını da olumsuz yönde etkileyebiliyor. Bu nedenle bilim adamları giderek daha seyrek kullanılması gereken ilaçların üretilmesini sağlıyor. Eskiden 4 saat ya da 6 saat arayla alınması gereken antibiyotikler neredeyse ortadan kalktı, yerine 12 ya da 24 saatte bir ilaç alınarak yapılan tedaviler ortaya çıkmaya başladı. Osteoporoz adı verilen kemik zayıflaması hastalığı ile ilgili olarak yapılan çalışmalar, yılda bir kez damardan iğne yapılması ile sorunu tedavi edebilen bir ilacın üretilmesini sağladı. Osteoporoz tedavisinde en son kullanılan ve en etkili olduğu belirlenen bifosfonatlar, günde bir hap alınması ile tedavi sağlıyor. Sabah aç karnına alınması, bir süre için yatmamayı gerektiren bu ilaçlar, yemek borusunda tahrişe yol açabiliyor. Bu yan etkileri nedeniyle bazı kişilerde tedavinin kesilmesi gerekebiliyor. Osteoporoz uzun süreli bir sorun olduğu kadar tedaviye de yavaş cevap verir. Bu nedenle tedavinin çoğu zaman ömür boyu devam etmesi gerekiyor. Bu gibi uzun süreli tedavilerde ilaç uyumunda aksamalar sık olabiliyor. Yeni geliştirilen bu ilaç, grip aşısı olur gibi yılda bir kez iğne ile yapılıyor. Zoledronic asit yapısında olan bu ilaç, kanser hastalarında kemik kırıklarını önlemek amacıyla geliştiriliyordu. İlacın geliştirilme çalışmalarında kemiklerin kalsiyum kaybını önemli ölçüde engellediğinin görülmesi üzerine, osteoporoz tedavisinde kullanılması amaçlandı. İlacın kısa zamanda piyasaya verilmesi gerekiyor.Bilim adamları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, romatizma gibi sürekli hastalıkların tedavisinde de benzer şekilde depo etkili ilaçların geliştirilmesi için çaba gösteriyorlar. Bu tür ilaçlar geliştikçe tedaviler çok daha kolay olacak gibi gözüküyor.
button
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2002
BUGÜNKÜ yazınızda diyorsunuz ki; ‘‘Ses telindeki nodülün kendiliğinden iyileşmesi pek mümkün değildir.’’Geçen yaz başı sesimde çatlamalar oldu. Ancak tesadüf eseri bu sorun ortaya çıkmadan önce, sanırım gazetenizde bir haber okumuştum. Şarkıcılardan birinin ses tellerindeki nodülden söz ediyordu ve reflüye bağlı olduğunu yazıyordu. Bende sorun çıkınca doktora gittim. Bana ‘‘Ses tellerinizde nodül var ve bunu almamız lazım’’ dedi. Ancak ben senelerdir reflü şikáyetim olduğunu ve birkaç kez gece yarısı reflü yüzünden (nefes boruma kaçtığı için) nefes alamadığımı ve söz konusu haberi söyledim kendisine. Bunun üzerine bana ilaçla 30 günlük reflü tedavisi uyguladı. Bir ayın sonunda da sesim düzeldi. İkinci muayenede de nodülün tamamen kaybolduğu ortaya çıktı. Bu bağlamda okurlarınızın kafasının karışmaması için reflüye bağlı ses nodülleri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Serkan Özkal
Sayın Özkal, gerçekten önemli bir konuya değinmişsiniz. Tıp dilinde kısaca reflü denilen olay, mide asidinin yemek borusuna geri kaçması halidir. Bu asit ya da asitli mide içeriği bazen yutak bölgesine kadar tırmanabilir. Bu noktadan sonra tıbbi adı larenks olan hançere bölümüne gelebilir. İşte böyle bir durumda da ses tellerini tahriş etmeye başlar.
Reflü olayına çok rastlıyoruz. Belki de beslenme alışkanlıklarımız bunu çok kolaylaştırıyor. Bir başka yazımda kendi başına ele alıp ayrıntılı olarak inceleriz. Ben, reflünün ses üzerindeki etkisine döneyim.
Mide asidi ile temas ederek tahriş olan ses telleri şiştiği için normal titreşimlerini yapamaz ve sonuç ses kısıklığı olarak kendini gösterir. Sesi kısılan kişi, konuşmak için sesini zorlandıkça tahriş artar ve böylece bir kısırdöngü ortaya çıkar.
Ses istirahatinin yanı sıra reflü açısından tedavi uygulanması da gerekir. Reflü tedavisi ile nodülün tamamen kaybolması konusuna gelince, nodül oluşması demek ses telindeki bir kısım dokunun farklılaşıp nasır benzeri bir özellik kazanması demektir. Tahrişin ortadan kalkması görünüm ve fonksiyon olarak düzelme yaratsa da hücresel düzeyde, her şeyin sanki hiç olmamış bir hale dönmesini sağlamaz. Nodül oluştuysa bu bölgeyi tahriş etmekten kaçınması ve zaman zaman kontrolü ihmal etmemesi önemlidir.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2002
5 yıl önce sesimin kısılması üzerine gittiğim doktor ses telimde nodül bulmuştu. Ayrıca tiroid bezimde de nodül varmış. Ses telimdeki nodül bir süre sonra geçince ben de tiroid bezimi ihmal ettim. Ancak bundan ameliyat olanları ve kansere çevirmesi ihtimalini duyunca da korktum...
Rumuz: A.U.
HER iki nodülün birbiriyle bağlantısı yok. Ses telindeki nodülün kendiliğinden iyileşmesi pek mümkün değildir. Nodül çevresindeki iltihaplanma, şişme geçince sesiniz düzelmiş olabilir. Ses telindeki nodülü de zaman zaman kontrol ettirmekte yarar var. Çok yüksek olmasa da bu nodüllerin de zaman içinde karakter değiştirmesi riski bulunmaktadır.
Tiroid bezinizdeki nodüle gelince. Bu nodüller bazen aşırı hormon salgılayan bazen de hiç çalışmayan karakterde olabilirler. Aşırı hormon salgılayanlar, tiroid bezinin fazla çalışması demek olan hipertiroidi hastalığı nedeni olabilirler. Zayıflama, sinirlilik, sıcağa dayanıksızlık, terleme gibi belirtiler bu sorunu düşündürür. Hiç hormon salgılamayan ve tıp dilinde soğuk nodüller olarak adlandırılanların da zaman içinde karakter değiştirme özelliği olabilir.
Her iki nodülü de ihmal etmemenizi ve doktora başvurmanızı öneriyorum.
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2002
<B>UZUN </B>yıllardır, kolesterolle sorunu olanlara, ya da sorun yaşamak istemeyenlere, kaçınması gereken yiyecekler arasında yumurta sarısı da sayılırdı. Bunun gerekçesi de bir yumurta sarısında 250-300 mg. civarında kolesterol bulunmasıydı, Son zamanlarda bu yöndeki tavsiyelerde bazı değişmeler oldu. Bu görüş değişmeleri dünkü gazetelerde haber olarak da yer aldı. Ne var ki haberi okuduğunuz zaman yanlış anlamlar ortaya çıkıyordu.
Haberde, günde 1 yumurta sarısının kolesterolü düşürdüğü gibi bir anlam çıkıyordu. Buna gerekçe olarak, yumurtanın çoklu doymamış yağ içermesi öne sürülüyordu. Bu habere göre günde 1 yumurta kolesterolü düşürüyorsa, iki yumurtanın daha çok düşürmesi gerekmez mi?
Çoklu doymamış yağlar kolesterolü düşürüyorsa, hastalarımıza ayçiçeği yağı içmelerini de tavsiye etmemiz gerekmez mi? Çoklu doymamış yağlar kolesterolü düşürmez, ancak artışına da neden olmaz. Yumurta sarısındaki yağlar doymuş yağlar olmadığı için, yağ içeriği açısından risk yok, ancak yumurtanın kolesterol içerdiği gerçeği de ihmal edilemez.
İsterseniz size, son bilimsel araştırmaların ışığı altında yumurta konusunu özetleyeyim.
Kolesterol açısından korunmak isteyenlerin, kolesterol içeren gıdalar kadar, doymuş yağ içeren gıdalardan da kaçınmaları gerekir. Doymuş yağlar, oda ısısında katı olan yağlardır. Tereyağı, iç yağı, kuyruk yağı, katı margarinler bunlara örnek olarak verilebilir.
Yapılan çalışmalar, yumurta sarısındaki yağların doymuş yağ olmadığını ortaya koyunca, yumurtanın bu açıdan riski olmadığını ortaya koydu.
Ancak bir insanın sağlığını etkilemeden gıdalarla günde alabileceği maksimum kolesterol miktarının 300 mg. civarında olduğu ve bir yumurta sarısının da bu miktara yakın kolesterol içerdiği dikkate alınınca, yumurtada sınırlama gerektiği ortaya çıkıyor.
Eğer bir insanın kolesterol sorunu yoksa, günde bir yumurta yediği takdirde kolesterolü etkilenmez. Eğer bir insanın yüksek kolesterolü varsa ve bunu düşürmek istiyorsa, dışarıdan aldığı kolesterolü iyice düşürmesi gerektiği bir gerçektir ve bu kişinin yumurta tüketimine dikkat etmesi gerekir.
Tıp ve insan sağlığı çok önemli ama çok da ayrıntılı bir konudur. Konunun ayrıntısını dikkate almayan kişiler, doğrulardan yola çıkarak yanlış sonuçlara varabilirler.
Medya, sağlığın bir uzmanlık konusu olduğunu kavrayamadığı sürece bu yanlışlara sıklıkla düşecek gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 27 Mart 2002
94 yılında geçirdiğim kalp krizi nedeniyle kalbime balon yapıldı, bundan iki yıl sonra aritmi başladı. Bazen çok, bazen de hiç yok... 2000 yılı sonunda da by-pass oldum. 8 yıl içinde aritminin kilo kaybı ile bağlantılı olduğunu fark ettim. Danıştığım kardiyolog, ‘‘alakası olmaması gerekir’’ demesine rağmen, sıkı olmayan rejimlerde bile aritmi oluyor.
İlaç kullanmazsam kolesterolüm 280. Ator kullanıyorum, 20 mg'a yükselttiler. Daha önce kullandığım Zocor, karaciğer tahlillerimi yükseltmişti. Sizin yazılarınızdan Atorvastatin grubu ilaçların da kaslar üzerindeki etkilerini biliyorum. Kilo verebilsem 10 mg. ilaçla idare edebileceğim ama aritmiden korkuyorum.
R. POŞPOŞ/ANKARA
BEN hekimlik uygulamamda kural olarak, hastanın gözlemlediği belirtilerin önemine çok inanırım. Çok yüzeyel bakışla ilişkisiz gibi gözüken bazı belirtiler, dikkatle ele alındığında teşhis açısından önemli ipuçları vermektedir.
Siz, çok dikkat ederek belirlediğiniz bir bulguyu ısrarla doktorunuza söylemişsiniz ama dikkate alınmamış. Ben diyet uygulamasıyla aritminin bağlı olabileceğini kabul ediyorum. Ben bu ilişkinin, tıp dilinde hipoglisemi olarak adlandırılan kan şekeri düşmesine bağlı olduğunu düşünüyorum. Kan şekeri düşmesi, kalp atımı açısından uyarıcı etki yaratır. Bu, herkeste nabız hızlanmasıyla kendini gösterir. Sizin gibi aritmiye yatkın kişilerde, kalbin uyarılmasının artmasıyla aritmi oluşması mümkündür.
Kilonuzu belirtmemişsiniz ama fazla kilolu olduğunuzu söylüyorsunuz. Kilo fazlalığı da, glikoz tolerans bozukluğu olarak adlandırılan bu tablonun oluşumunu kolaylaştırır. Bu tablodan kurtulmak için de kilo vermeniz gerekir.
İşte bu noktada sizin durumunuza özel olarak hazırlanmış diyet programları gündeme gelir. Yağları ve kalorisi azaltılmış, karbonhidratları çok ölçülü ve bölünmüş öğünler halinde düzenlenmiş bir diyet gerekir. Karbonhidratlar, kepekli un ve meyve gibi kompleks karbonhidratlar olmalı ve günde 6 öğün gibi bölünmüş öğünlerde alınmalı. Böylece hipoglisemi dönemlerini önlemek mümkün olabilir. Böyle bir diyetin hazırlanması için beslenme uzmanıyla ayrıntılı olarak görüşmeniz gerekiyor.
Öte yandan Atorvastatin içeren ilaçların kas sorunu yarattığı yolunda söylediklerinizde hafif bir yanlış anlama olmuş. Çok düşük oranda olan bu yan etki, sadece Atorvastatin içeren ilaçlarda değil, şu anda piyasada bulunan kolesterol düşürücü ilaçların çoğunun mensup bulunduğu statinler genel grubundaki ilaçların ortak yan etkileridir.
Diyet yaparak kilo vermek ve mümkün olduğu kadar düşük dozda ilaç kullanmak kararınıza da yürekten katılıyorum. Statin grubu ilaçlardan biri karaciğer tahlillerinizde yükselme yaptığına göre, aynı grupta yer alan diğer ilaç için de bu risk söz konusu olabilir. Bu risk, kullandığınız ilaç dozuyla bağlantılı olarak artacağı için, ilaç dozunu, istenilen sonucu yaratacak, mümkün olan en düşük düzeyde tutabilmek önemlidir.
Yazının Devamını Oku 26 Mart 2002
22 yaşındayım. Babam geçen yıl tüberküloz geçirdi. Kasım ayında bende, soğuk algınlığı sonrası öksürük ve sağ tarafımda ağrı başladı. Yapılan tetkiklerden sonra ciğerimde sıvı oluşması ve tüberküloz teşhisi konuldu. Bir ay hastane, iki ay ev istirahati sonrası işe başladım. Doktor, 6 ay daha ilaç kullanmam gerektiğini söylüyor. Derin nefes aldığımda, hálá batmalar oluyor.
Bu sene gençler arasında tüberküloz ve ciğerde sıvı toplanması çokmuş...
C. DOĞAN/İSTANBUL
TIP dilinde plörezi olarak adlandırılan hastalıkta, akciğerin dış zarları arasında sıvı toplanması görülür. Oluşum nedeni çoğu zaman tüberküloz mikrobudur.
Gençler arasında tüberkülozun yaygınlaştığı, maaleesef doğru bir tespittir. Doğan çocukların tüberküloza karşı aşılanması ihmal edilirse, bu hastalığın yoğunlaşması kaçınılmaz olacaktır. Aşı yapılsa bile zaman zaman kontrol yapılması gerekmektedir.
Sizin olayınızda mikrobun kaynağı, babanız olmalı. Bir evde bir kişi hastaysa, o evde yaşayan herkesin kontrol edilmesi, bağışıklığı yoksa aşılanması yapılmalıdır. Bu aşamada size bu kontroller yapıldı mı bilmiyorum.
Doktorlarınız yaptığı tetkiklerden sonra size işbaşı verdiğine göre hastalığınız kontrol altına alınmış olmalı. Halen, nefes aldığınızda oluşan batma hissi, akciğer zarındaki iltihaplanmanın henüz tam olarak iyileşmemesine bağlıdır. Tedavinizi aksatmadığınız sürece bu belirti de ortadan kalkacaktır.
Doktorlarınız size 6 ay daha ilaç kullanmanızı önermiş. Lütfen bunu ihmal etmeyin. Bizim halkımızda, kendini iyi hissedince ilaçları kesme eğilimi, çok yaygın bir kötü uygulama halinde. Tüberkülozda hasta kendini iyi hissetse, yapılan kontrollerde hastalık belirtileri kaybolmuş olsa bile, hastalık mikropları tümden yok olmayabilir. İlaçların erken kesilmesi ya da düzensiz kullanılması halinde, mikroplar vücutta gizli olarak yaşamaya devam eder. Üstelik kullanılan tüberküloz ilaçlarına karşı da direnç kazanır. Bir süre sonra vücut direnci düştüğü zaman, tüberküloz hastalığı başlar. Bu kez ilaçlara karşı da direnç kazandığı için tedavisi de çok zor, bazen imkánsız olabilir.
Aynı tehlike, hasta kişilerin yakın çevresi için de geçerlidir. Yani bazen hasta kendisi hastalanmasa bile, evdeki yakınları, direnç kazanmış mikroplarla hastalanabilir.
Tedaviyi ve kontrolleri aksatmayın. İlaçları ne zaman kesmeniz gerektiğini doktorlarınız size söyleyecektir. Bu hem sizin hem de yakınlarınızın sağlığı açısından çok önemlidir.
Yazının Devamını Oku 25 Mart 2002
BENİM kardeşimde zaman zaman kasılmalar halinde nöbetler oluyordu. Götürdüğümüz doktor nöroloji doktoruna sevk etti.Muayeneler yaptılar, beyin elektrosu çektiler, sonuçta epilepsi teşhisi koydular. İlaçlar verildi bunları kullanıyor. Bu epilepsi denilen şey, sara hastalığı mıdır? Bu neden olur?
D. TURAN / KAYSERİ
Halk arasında sara hastalığı olarak bilinen epilepsi, beyin hücrelerinde zedelenmenin bir sonucudur. Evlerimizde kullandığımız elektrik kablolarının dışındaki plastik kısmın zedelenmesi halinde nasıl kısa devre olup kıvılcımlar çıkarsa, zedelenmiş beyin hücrelerinden normal dışı yollarla yayılan, yani bir anlamda kaçak yapan elektrik dalgaları da beynin diğer hücrelerini etkileyerek normal olmayan bazı hareketlere yol açabilir. İşte, epilepsi hastalarında görülen istem dışı hareketlerin kaynağı da budur. Epilepsi hastalarında kullanılan ilaçlar, beyindeki elektrik dalgalarını düzenleyerek kaçak yapmasını önler. Ancak bu kesin bir tedavi değildir. İlaç kullanıldığı sürece krizi önleyici etki yapar.
Epilepsi oluşumuna yol açan bazı etkenler var. Bunların başında zor doğum geliyor. Çocuğun doğum kanalına girmesi ile çıkması arasında geçen süre uzunsa, bu arada oksijensiz kalan beyin hücrelerinde hasar oluşabilir. Küçük yaşlarda oluşan, yüksek ateşe bağlı havale de bazen bu tür arızalar bırakır. Düşme, çarpma gibi kazalar da beyinde hasar yaratarak epilepsi nedeni olmaktadır. Akraba evliliği sonucu ortaya çıkma ihtimali artan bazı kalıtım hastalıklarında da epilepsi görülebilmektedir. Beyinde yer kaplayan abse, tümör gibi oluşumlar da küçük yaşlarda olmayan ama sonradan ortaya çıkan epilepsi olaylarında hatıra getirilmesi ve araştırılması gereken hastalıklar arasındadır.
Yazının Devamını Oku