12 Mart 2002
<B>AĞRI,</B> tarih boyunca insanın en önemli sorunlarından biri olmuştur. İnsanlık, bundan kurtulmak için her türlü çareye başvurdu. Eski Mısır'da, Kuzey ve Güney Amerika'nın yerli kabilelerinde çok değişik bitkiler kullanıldı. Tıbbın babalarından kabul edilen Hipokrat, 2 bin 500 yıl önce söğüt ağacının kabuklarından elde edilen bir sıvıyı ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak kullanıyordu. Daha sonra yapılan çalışmalar bu bitkilerin içindeki etkili maddenin salisilik asit olduğunu ortaya koydu.
19. yüzyılın ikinci yarısında salisilik asit, kimyasal olarak elde edildi, ancak elde edilen ürünün tadının kötülüğü ve yan etkileri nedeniyle bu ürünle ilgili çalışmalar devam etti. Bu yarışı kazanan Bayer'den kimyager Dr. Felix Hoffmann oldu. Salisilik asiti asetilleyerek, kimyasal olarak saflaştırılmış doğal bir ilaç olan, asetilsalisilik asiti elde etti.
Kimyasal adı asetilsalisilik asit olan aspirin, kısa zamanda yaygın bir kullanıma kavuştu. Üzerinde yapılan yoğun araştırmalar sonucunda, etkisini prostaglandinler adı verilen hormon benzeri haberci maddeler ile yarattığı ortaya konuldu. Bunu ortaya çıkaran Prof. John Vane 1982 yılında tıp alanında Nobel Ödülü'ne layık görüldü.
Daha sonraki yıllarda aspirin, ağrı kesici etkisinin yanı sıra, damar tıkayarak kalp krizi ve inmelere yol açan pıhtı oluşumunu engelleyici etkisiyle de yaygın kullanıma kavuştu.
Aspirin üzerindeki çalışmalar devam ediyor. Kanser ve Alzheimer hastalığı oluşumunu önleyebileceği yolunda çok önemli veriler elde edilmiş durumda.
100 yaşını aşmış bir ilaç olan aspirinle ilgili araştırmalar devam ettikçe, yeni mucizelerle karşılaşılıyor. Bayer bu çalışmaları desteklemek amacıyla Uluslararası Aspirin Ödülleri veriyor. Aspirin Kıdem Ödülü, bilim adamlarının yaşamları boyunca yaptığı çalışmaları onurlandırmak amacıyla veriliyor. Genç Araştırmacılar Ödülü ise, ödül töreninin yapılacağı gün 41 yaşına girmemiş bilim adamlarına veriliyor.
Geçtiğimiz günlerde 8.'si verilen ödülleri bu yıl 3 kişi kazandı. Aspirin Genç Araştırmacılar Ödülü, Dr. James K. Hennan ve Dr. Michael A. Saunders'a, Aspirin Kıdem Ödülü ise Dr. Aaron J.Marcus'a verildi.
Yarınki yazımda bu çalışmalardan bahsetmek istiyorum.
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2002
<B>YAŞLILIKTA,</B> özellikle kadınların en önemli sorunlarından biri kemiklerin zayıflamasıdır. Tıp dilinde osteoporoz olarak adlandırılan bu durum, kalça eklemi gibi önemli eklemleri oluşturan büyük kemiklerin kırılmasına yol açtığı takdirde çok riskli tabloların belirmesine neden olur. Yaşlılarda büyük kemiklerin kırılması, pıhtıların kopup önemli organlara ait damarları tıkamasına yol açabileceği gibi, hastanın yatalak kalmasına ya da riskli bir ameliyat geçirmesine neden olur.
KEMİK YOĞUNLUĞU
Tüm dünyada sağlıklı yaşama koşullarının iyileşmesi, yaşlı nüfusun artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle yaşlılıkta daha sık görülen hastalıklar, bu arada osteoporoz da, giderek daha önemli bir sorun haline gelmektedir. Hastalığın artması, bu konu üzerinde çok yoğun çalışmalar yapılmasına da neden oluyor. Nitekim, tedavi konusunda çok önemli gelişmeler elde edildi. Ancak, tüm hastalıklarda geçerli olan ‘‘Korunma tedaviden daha önemlidir’’ kuralı, burada da geçerli. Bu amaçla kalsiyum kullanımının yaygınlaşması için kampanyalar düzenleniyor. Artık insanlar daha çok kalsiyum hapı almaya ve daha bol süt ürünü tüketmeye başladılar.
Yapılan çalışmaların gösterdiği bir gerçek de, tıp dilinde zirve kemik yoğunluğu olarak adlandırılan yapıdır. Her insan gelişmesinin bir döneminde, en yüksek kemik kitlesine sahip olur. Daha sonra devamlı olarak bu kitleden kayıplar oluşur. Kadınlarda menopozdan sonra kemik kaybı daha da süratlenir. Belirli bir süre sonra, kemik yapısı, kolayca kırılabilecek derecede zayıflayacaktır. Eğer bir insanın kemik yoğunluğunun zirvesi çok yüksekse, devamlı kayıplara rağmen kırılma için tehlikeli sınıra gelmesi çok daha geç olacaktır. Kadınlarda yapılan çalışma, kemik yoğunluğunun en fazla 35 yaşına kadar geliştirilebileceğini ortaya koydu.
ERGENLİK DÖNEMİ
Kemik yoğunluğunun artırılmasında en önemli dönem, ergenlik öncesi, yani 9 ile 12 yaş arasını kapsayan dönem. Bu dönemde yeteri kadar süt ürünü alarak günlük kalsiyum alımını 1200 mg.ın üzerine çıkaranların, bir yıl sonunda, kalsiyum alımına özen göstermeyenlere oranla % 8 daha fazla kemik kitlesi kazandığı belirlendi.
Çocuklarımızın gerek şu andaki ve gerekse yaşlılıktaki sağlıkları için, onlara bol bol süt, yoğurt, peynir gibi gıdalar yedirmemiz gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2002
<B>BİR </B>süre önce yazdığım aynı başlıklı yazıda ilaç fiyatlarının ucuzlatılması çalışmalarının halk açısından yararlı ancak yetersiz olduğunu vurgulamaya çalışmıştım. Amerika örneğini vererek birinci basamak tedavisinde kullandıkları antibiyotikleri bizim yıllardır terk ettiğimizi, ucuz olan bu antibiyotiklerin yerine aynı hastalığı çok daha pahalı olan antibiyotiklerle tedavi ettiğimizi anlatmıştım. Ayrıca aspirin örneğini vererek, ağrı kesmede aynı derecede etkili 1 milyondan daha ucuz bu ilaç yerine 2-3 milyon liralık Parasetamol ya da 6-7 milyon fiyatlı Naproxen gruplarını tercih ettiğimizi belirtmiştim.
Bu konu ile ilgili olarak Türk Eczacılar Birliği İstanbul Eczacı Odası'ndan bir yazı geldi. Yönetim Kurulu adına Başkan Zafer Kaplan imzalı bu yazı aynen şöyle: ‘‘Köşenizde 18 Şubat 2002 tarihinde PAHALI İLAÇ DAHA MI ETKİLİ başlıklı yazınızla ilgili olarak sizi kutlamak ve teşekkür etmek istiyorum. İnsan sağlığının en önemli unsurlarından biri olan ilacın ekonomisi, sağlıkla ilgili boyutu ve toplumsal yapımıza denk düşen rasyonel tüketimini bir hekim bakışıyla ve kamuoyunun izlediği bir köşe yazarı olarak gerçekçi ve doğru bir yaklaşımla yazmanız eczacı meslektaşlarımızı ve Yönetim Kurulumuzu sevindirmiştir.’’
Eczacı Odası'nın bu yaklaşımı beni de sevindirdi. Biz ülke olarak, hata yapma lüksü olmayan bir konumdayız. Atacağımız her adım, harcayacağımız her kuruş için düşünerek iyice karar vermemiz gerekiyor. Ben, Tabip Odaları'nın da aynı görüşte olduğunu sanıyorum. Tüm dileğim, bu bakış açısının her iki kuruluşun üyelerine de yayılması.
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2002
<B>GAZETEMİZDE </B>dün başlayan yazı dizisinde kolesterol riskleri konusunda bazı rakamlar verildi. Burada kandaki total kolesterolün 160'ın üzerine çıkması halinde kalp krizi riskinin arttığı belirtilmektedir. Olayı sadece kolesterol riski açısından ele aldığınızda bu rakamlar doğru değil. Dünya üzerindeki tüm kardiyologlar, damar sertliğinden korunmak için kandaki kolesterol düzeyinin 200 mg'ın altında olmasını önermektedir.
Benim her zaman söylediğim, hekimliğin bir sanat olduğudur. Kalp-damar sorunlarından korunmak da risk yönetimi gerektirir. Eğer bir kişide damar sertliği açısından risk yaratan birçok başkaca faktör varsa, o zaman riski azaltmak açısından kolesterolün çok daha düşük rakamlarda olması istenebilir. Bu özellikle, koruyucu etkisi olan faydalı kolesterolün (HDL) çok düşük olduğu haller için geçerlidir.
Gazetemizde tehlike sınırları olarak belirtilen rakamları, başka birçok riski olan kişiler için geçerli olarak değerlendirmelisiniz.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2002
<B>K.BAYCAN ALMANYA<br><br>SÜREKLİ </B>mide rahatsızlığı çektiğinizden ve bir ara dışkınızın siyahlaştığından bahsediyorsunuz. Eğer dışkınız koyu renk değil de katran gibi siyah çıktıysa, bu durumda bir sindirim sistemi kanamasından söz edilebilir. Mide şikáyetleri de olduğuna göre bu kanamanın mideden kaynaklanma ihtimali daha yüksek. Yapılan tetkiklerde midenizde mikrop bulunduğu belirlenmiş. Midenizde ya da onikiparmakbağırsağınızda ülser bulunup bulumadığından söz etmiyorsunuz. Ancak kanama olduğuna göre bir ülser bulunma ihtimali yüksek.
Siz esas olarak bu mikroplardan korkmuşsunuz. Ancak bu denli korkmanız için bir neden yok. Helicobacter Pylori adı verilen bu mikrop, çoğu insanın midesinde, ona bir zarar vermeden yaşıyor. Yapılan bir çalışmaya göre Türk halkında mikrop taşıyanların oranı, bazı bölgelerde yüzde 90'lara varıyor. Gelişmiş ülkelerde bu oran % 50'ler civarında. Mikrop taşıyan herkes hasta değil. Eğer bir insanın midesinde ülser gibi bir hastalığı varsa ve yapılan tetkiklerde bu mikrop bulunuyorsa, sadece ülser tedavisinin yetmeyeceği düşünülmeli. Uygulanan tedaviyle ülser kapansa bile, bir süre sonra tekrarlayabilir. Sık sık tekrarlayan ülserler ve sürekli tahrişin, kansere kadar varabilecek ciddi sorunlara yol açabileceğinden korkulur. Bu nedenle uygun antibiyotiklerle mikrobun da ortadan kaldırılması için tedavi uygulanmalıdır.
Size de uygulanan sistem bu, endişelenmeden tedaviyi sürdürün.
Kemiklerinizi güçlendirmelisiniz
S.PİLAVCI / SIVAS
22 yaşında bir genç kız, kemiklerinin çok ince olduğunun farkındaysa, yapılacak şey derhal kemikleri güçlendirme çabalarına girmek olmalı. Bunun için öncelikle bol kalsiyum almak gerekiyor. Kalsiyumu doğal yoldan almak için süt ve süt ürünleri (peynir, yoğurt gibi) bol miktarda tüketilmeli. Ayrıca düzenli olarak spor da yapmak gerekiyor. Bu önlemlerle 30 yaşına kadar ne kadar kemik kütlesi kazanırsanız sizin için kazançtır. O yaştan itibaren kemiklerinizin sürekli zayıflayacağını ve bu kaybın menopoz sonrası hızlanacağını unutmayın. İleri yaşlarda osteoporoz ve buna bağlı kemik kırığı, boy kısalması, ağrılar gibi tablolarla karşılaşmak istemiyorsanız, 30 yaşına kadar yoğun bir çaba harcamalısınız.
Yazının Devamını Oku 4 Mart 2002
BEN 25 yaşındayım. Bir süreden beri kuyruk sokumumda çıban gibi bir şey çıkıyor. Sivilce gibi oluyor, büyüyor, sonra da patlıyor. Ağrı sızı yapmıyor. Son zamanlarda sık sık tekrarlamaya başladı. Birkaç kez antibiyotik aldım, o da fayda etmedi...
Y.KARACA / İSTANBUL
Kuyruk sokumunda zaman zaman beliren çıbanlar, halk arasında kıl dönmesi olarak da anılan, tıpta kist dermoid sakral olarak adlandırılan bir hastalıktır.
Bu bölgede bulunan kıl kökleri, oturma, pantolon sürtmesi gibi etkenlerle içe doğru döner ve kıl deri altına doğru büyümeye başlar. Deri altında oluşan kıl yumağı, kendine yer açar ve bu bölgede kistik bir yapı oluşturur. Bu bölgenin iltihaplanması ise sizin çıban olarak adlandırdığınız, cerahatli bir bölge oluşmasına yol açar.
Kendiliğinden ya da yardımla patladığı zaman içindeki cerahat boşalır, ancak kistik yapı ve kıl yumağı içeride kaldığı için olay tekrar tekrar kendini gösterir.
Tekrarlayan olaylarda ameliyat yapılarak bu kistik yapı ortadan kaldırılır ancak bu bölgede bulunabilen başka kıl köklerinin aynı olaya tekrar yol açması mümkündür.
Size önerim, özellikle cerahatli yapı oluştuğu zaman bir cerrahla görüşmeniz. Durumunuzu inceledikten sonra onun yapacağı önerilerin sizin durumunuz için en uygunu olacağı tabiidir.
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2002
Y.ÇETİNER İSTANBUL
BABANIZIN, zaman zaman fenalaşması ve kısa süreli şuurunu kaybetmesini hemen tansiyon düşüklüğüne bağlamak doğru değil.
Muhtemelen, mevcut olan koroner yetmezliği nedeniyle kalbinde ritim bozuklukları da ortaya çıkıyor. Yaşlı ve damar sertliği olan birinde ritim bozukluğu nedeniyle, beyine kısa süreli de olsa kan gitmezse hastada geçici şuur kayıpları ortaya çıkabilir. Bu durumların kesin olarak ortaya konulabilmesi için Holter adı verilen sistemlerden yararlanılabilir. Bu sistem bele takılan küçük bir cihaz yardımıyla 24 saat süreyle kalp elektrosu takibi yapılmasını sağlamaktadır. Kişi gün boyu normal faaliyetlerini sürdürürken elektrosu banda kaydedilmekte ve daha sonra hangi saatte ne gibi sorunlar olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu aletin bir benzeri de tansiyon ölçümü için kullanılıyor. Alet 24 saat süreyle belirli aralıklarla otomatik olarak tansiyon ölçümü yapıyor, ertesi gün de bu sonuçlar ayrıntılı olarak inceleniyor.
Babanızdaki şuur kayıplarının tansiyona mı yoksa kalp ritmi düzensizliğine mi bağlı olduğunun anlaşılmasında bu gibi sistemlerden yararlanılabilir.
Köpek tüyü tehlikeli mi?
B.DOĞANER/İSTANBUL
HALK arasında köpek kisti olarak adlandırılan ekinokok paraziti, köpeğin tüyleri ile bulaşmaz. Hastalık etkeni olan parazit, bazı köpeklerin bağırsaklarında yaşar.
Evde beslemeyi düşündüğünüz köpeği, devamlı olarak pişmiş gıdayla besler, veterinerin önerdiği aralıklarla parazite karşı ilaçlarsanız ekinokok almanız söz konusu olmaz. Eğer köpeğinize iyi bakarsanız, onun tüyü sizin saçınızdan ya da kazağınızdaki koyun yününden farklı değildir.
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2002
<B>TELEVİZYON </B>dizilerini izliyorsanız ve hastanelerde kalp krizinden ölenlerle ilgili bölümleri hatırlıyorsanız, bu durumdaki kişilere sağlık görevlileri göğsüne bastırarak kalp masajı yaparlar, bu sırada yetiştirilen bir elektronik cihazla göğüs duvarına elektrik şoku verilir, şok verilmiş olan kişi, genellikle uykudan uyanıyormuşçasına, yeniden hayata döner. Öte yandan medyanın haberler bölümünde de zaman zaman yolda yürürken ya da Kemal Sunal örneğinde olduğu gibi toplu taşıma araçlarında ve işyerinde çalışırken kalbi durarak hayatını kaybedenleri de görürsünüz.
Kalbi durmuş kişiler hastanede olunca kurtarılabiliyorlar da, genel ortamlarda buna neden olanak olmuyor?
Aslında buna olanak var. Kalbi durmuş kişilerde etkili bir yapay solunum ve kalp masajı ile ölümü geciktirmek mümkün ancak kalbin yeniden çalışması için defibrilatör denilen, televizyonlarda gördüğünüz elektroşok cihazlarına ihtiyaç var. Eskiden sadece hastanelerde ve uzmanlar tarafından kullanılabilecek özelliklerde olan bu cihazlar, elektronikteki gelişmeler sayesinde portatif bir hale ve en önemlisi doktor ve uzman olmayan bir kişi tarafından da kullanılabilir hale getirildi.
Bu cihazlardan bir örnek vermek gerekirse, Forerunner markalı cihaz sesli ve ekranında yazılı olarak yapılması gerekenleri söylüyor. Açma düğmesi ile açıldıktan sonra iki adet elektrod paketindeki resimde gösterildiği gibi göğse yapıştırılıyor. Sonrasında cihaz, kendiliğinden kalbin elektrosunu çekiyor, içindeki bilgisayar devrelerinde analiz yapıyor, eğer kalpte şok yapılmasını gerektirecek bir durum varsa, devrelerine şok için gerekli akımı yüklüyor, sesli, yazılı ve ışıklı olarak şok için gerekli düğmeye basılmasını belirtiyor. Şok sonrası alet tekrar kalbi kontrol ediyor, normal çalışmaya başlamışsa bunu söyleyerek kalbi kontrol etmeye devam ediyor. Kalp normale dönmediyse ya da normal çalışmaya başlamışken bir süre sonra tekrar durursa, haber vererek yeni şok aşamalarını gerçekleştiriyor.
Amerika bu uygulamaların çok kişinin hayatını kurtardığının kesinleşmesi üzerine, sistemli bir kampanya başlattı. Bu cihazlardan uçaklara, toplu çalışılan binalarda tüm katlara, havaalanlarında her 100 metrede bir konulmaya başlandı. Yakın bir zamanda sokaklarda da belirli yerlere konulması gibi bir eğilim var. Birkaç kilo ağırlığında bu alet 4-5 bin dolarlık bir fiyatla satılıyor. İnsan yaşamı düşünüldüğünde bu tür aletlerin neden ülkemizde de yaygın kullanılmadığına üzülmemek elde değil.
Yazının Devamını Oku