Eski Türk Edebiyatı alanında yaptığı sayısız çalışmalarıyla Türkiye ve dünya için çok önemli bir isim olan, yazmaların renkli dünyasında zamanının çoğunu geçiren, Boğaziçi Üniversitesi’nde tarih ve edebiyat sıralarında birçok öğrencinin hayatına dokunan Prof. Günay Kut en başta yazma bilim, edebiyat, edebiyat tarihi ve İstanbul şehir tarihi alanlarında tanınır.
Günay Hoca’nın bir ömür boyu sabırla işlediği kıymetli eserlerinin içinde Türk mutfak kültürü alanında mihenk taşı oluşturan yazma eserler ve kaynaklar gün ışığına kavuşmuştur.
Yazmalar ve eski Türkçe alanındaki üstatlığı, bizlere Osmanlı yemek tarihine ulaşan yolu aydınlatmıştır.
Günay Kut, sevgili eşi Turgut Kut ile Türk yemek kültürü tarihinin ciddiyetle ele alınması gerektiğini bizlere öğretmiştir.
Dergide Enis Batur’un yazısı: ‘Mutfakta Cinsiyet Savaşımı’. Immanuel Kant sofrasında hep birinin bulunmasını istermiş, kadınlar hariç.
Artun Ünsal’dan bir alıntı: “Türkiye’de birçok evde mutfak, özellikle dışarıda çalışmayan kadınlarımızın hâkimiyetinde.”
Mahide
“Türk Mûsikisinde Arûz – Usûl İlişkisi
Dârü’l – Elhan Külliyatı’nda Bulunan Yürük Semâî Formundaki 51 Eserin Arûz – Usûl Uyuşması Açısından İncelenmesi”
Kitabın ilk sayfasında yazarın biyografisini okuyoruz.
İki Takdim’den biri Nevzat Atlığ, diğeri de Adnan Çoban’a ait.
Önsöz’de kitap üzerine ön bilgiler veriliyor:
“Sözlü musiki temeline dayanan Türk musikisinde yüzyıllar boyunca meşk sistemi ile günümüze aktarılmış olan Kâr, Beste, Ağır Semai ve Yürük Semai gibi büyük formda klasik sözlü eserler, bütün ihtişamlarıyla bugün de bestekâr ve icracılar için en önemli kaynak ve yol gösterici olmaktadırlar. Bir mimari eser gibi belirli kaideler üzerine oturtularak meydana getirilmiş olan bu eserlerin analizi, musiki eğitiminde ve icrada bizlere ışık tutmakta ve çok önemli bilgiler sunmaktadır. Dolayısıyla layıkıyla bir musiki eğitimi verebilmek için repertuvarımızdaki eserlerin usul, makam ve form bilgisinin yanı sıra güftelerinin de edebi yönden incelenmesi ve aktarılması gerekmektedir.
Güftelerin analizi söz konusu olduğunda doğal olarak aruz vezni öne çıkmaktadır. Çünkü artık klasik dönemde hem mana hem de şekil olarak bestecilere yön veren önemli bir unsur olmuştur. Bu gerekçelerle Klasik Türk musikisini daha iyi anlatabilmek ve bugünün idrakine sunabilmek için müzikal unsurların yanı sıra aruz – usul ilişkisini de çok daha geniş bir perspektiften ele alma ihtiyacı doğmuştur. Bu kitap bu ihtiyacın bir ürünüdür.”
Yazı sıralaması:
Kütüphanemizi zenginleştiren kitapları aldığımız kitapçıları anımsarız. Ben, Babıâli yokuşundan inerken uğradığım kitabevlerini, onların sahiplerini unutmam. Elbette kütüphanemizde bazı kitaplarda sahafların da emeği vardır. Bir okuryazarın, hele inceleme, araştırma yapacakların
en yakın dostu sahaflardır. Şimdi kitap fuarlarında sahaf stantları büyük ilgi görüyor; yalnız İstanbul’da değil, ülkenin her kentinde bu ilgiye tanık oldum.
İsmail E. Erünsal’ın ‘Osmanlılarda Kitap Ticareti-Sahaflar ve Kitapçılar’ı, kitabın bizdeki tarihi üzerine okunması gereken önemli bir çalışma. Kitap dünyasını, geçirdiği evreleri belgeler ve bilgilerle yazmış. Böyle kitapları ben zaman zaman okuma ihtiyacı duyarım. Çalışma kitaba olan sevgiyi, saygıyı arttırıyor; A’dan Z’ye kitapla uğraşan herkesi sevdiriyor. Erünsal, kitabı kimlere ithaf etmiş: “Sahaf esnafının son temsilcilerinden İbrahim Manav Bey’e ve merhum İsmail Özdoğan ağabeyimin aziz hatırasına...”
Yığınlar arasında keşif zevki
Kitabın başındaki ‘İthaf ve Teşekkür’ yazısından bir bölüm: “Bu kitabı kendilerine ithaf ettiğim sahaf esnafının son temsilcilerinden İbrahim Manav ve İsmail
Özdoğan ağabeylerimin sahaflarla tanışmamda önemli payları vardır. Üniversitedeki öğrencilik yıllarımızda sınırlı cep harçlığımızla bir müddet merhum Necati Alpas’ın dükkânında kitap yığınları arasında eşelendikten sonra, kapı komşusu olan İbrahim Manav Bey’in dükkânına terfi. Burada Necati Bey’in dükkânının aksine her şey yerli yerinde, düzen ve intizam içindeydi. Her ne kadar kitap yığınları arasında önemli bir kitap keşfetmek zevkinden mahrum kalsak da burada mesleğimiz için önemli ve olmazsa olmaz kitapları, şuara tezkirelerini, vakanüvis tarihlerini, divanları, sözlükleri bulurduk. İbrahim Bey’in dükkânından sadece kitap almazdık. On beş dakikada bir uğrayan çaycının dağıttığı çaylardan da nasiplenirdik ve daha da önemlisi her birinin ayrı özellikleri olan o dönemin enteresan şahsiyetlerinin sohbetlerini dinlerdik.”
Kimler gelirdi:
* Necmettin Hilav
Başak Ürkmez’in ‘Dev Sinemaların Devasa Afişleri, Sinema Fenerleri’ çalışması bu konuda önemli bir kaynak kitap.
Gençliğimde birçok sinema afişinin hazırlanışını, yapılışını, fuayelerdeki çalışmaları seyrettiğimi hatırlıyorum.
Füruzan
Dijital çağa geçildiğinden olsa gerek afişlerin eskisi kadar önemi kalmadı sanki. Meydanlarda, dev panolarda pek görünmez oldular.
Daha çok dizi afişlerine rastlıyorum neredeyse.
Eskiden, özellikle Türk filmleri için yapılan afişlerde kimin adının üstte olacağı, kimin kaç punto büyüklükte yazılacağı tartışmalara yol açardı.
Çalışmaya emek verenler ve yazı sıralaması şöyle:
TÜYAP Diyarbakır Kitap Fuarı’nda Onur Ödülü ona verilmişti. Törenden sonra otelde akşam yemeğinde oturup konuşmuştuk. Füruzan da yanımızdaydı. Aşağıdaki salonda da yerel müzisyenlerin sazından ve sesinden sıra gecelerinin şarkılarını, türkülerini dinliyorduk. Hiç kuşkusuz Margosyan’ın anıları canlanmıştı. Onları anlattı uzun uzun. Daha sonraki yıllarda da kitap fuarlarındaki Aras Yayınları standında karşılaşır, ayaküstü konuşurduk.
Acaba kitap okumanın mekânı var mıdır; her kitabın okuma yeri, etkisini arttırır mı? Sizi yılların ötesine alıp götürür mü?
Diyarbakır Kitap Fuarı zamanında Erdebil Köşkü’nün terasında Fırat Köprüsü’ne bakarken, Margosyan’ı okuduğum aklımdan çıkmıyor. Akşamüstleri çocukluğumdan beri bir hüzün kaplar beni, Ahmet Muhip Dıranas’ın dediği gibi akşamüstleri hoyrattır. Bu duyguyu alabildiğince o an yaşadım.
Sürgünlük, edebiyatın önemli, vurucu konularından biridir, yerini yurdunu terk edip başka bir şehre, mekâna yerleşmenin tedirginliği zor atlatılır.
Fuar dolayısıyla kaleme aldığım yazının adı, ‘Tarihi Edebiyattan Okumak ve Mıgırdiç Margosyan’dı.
Şeyhmus Diken’in hazırladığı ‘Gittin ki Tez Gelesin’ kitabını okudum.
Kitap bir şiirle açılıyor:
2017 yılında onun CD’leri üzerine yazdığım yazımın başlığı, ‘Sanatçının Sanatçıya Övgüsü’ idi.
İdil Biret, Tomris Öziş’in kayıtlarını dinlemiş, icralarını çok beğenmiş ve onları ‘İdil Biret Arşivi’ (IBA) içinde çıkarmıştı. Piyanistliği konusunda da övgülerle bezeli bir yazı, 5 CD’lik albümün kitapçığı içinde yer almıştı.
Albüm kapağında “Tomris Öziş: Solo ve Orkestra ile Canlı Kayıtlar” yazılıydı.
İstanbul’da doğan Öziş, üstün yetenekli gençler sınavını kazanarak Almanya’ya gitti. Münih Devlet Yüksek Müzik Okulu Piyano Bölümü’nü bitirdi. İzmir Konservatuvarı’nda piyano öğretmenliği yaptı. 1982’de sağlık sorunlarından ötürü piyanistliğe veda etmek zorunda kaldı.
*
Kimler onun üzerine yazdı:
Üner Birkan
Bazı adlar var ki, okul sıralarında mutlaka eserlerinden en az bir-iki tane okumuşuzdur. Ömer Seyfettin de bu adlardan biridir. Bazı hikâyeleri hâlâ belleğimizdedir. Ama Türk edebiyatındaki yeri, etkisi, açtığı çığır konusunda ayrıntılı bir bilgiye sahip değiliz. Tahir Alangu’nun yazdığı ‘Ömer Seyfettin - Ülkücü Bir Yazarın Romanı’ kitabı bu büyük yazarın yeniden gündeme gelmesini, değişik açılardan incelenmesini sağladı.
Daha ilk sayfada merakınızı çeken bir kitap var bugün yazımda: Yazarı; Salim Nizam, ‘Ben Gönen’de Doğdum - Ömer Seyfettin Biyografik Romanı: Kısa Bir Ömrün Uzun Hikâyesi’... Kitabın ilk sayfasında da Mehmet Ziya Gökalp’ten bir alıntı var: “Ömer Seyfettin bugünkü Türkçemizin Kristof Kolomb’udur.”
‘36 yıllık hikâye’
Nâzım H. Polat’ın ‘Ömer Seyfettin’in İzinde’ adlı sunuş yazısında tarihi roman ve biyografik roman üzerine bilgi veriliyor: “Konumuz açısından asıl hatırlamamız gereken eserler, Ömer Seyfettin’i bir romanın şahıslar dünyasına yerleştirerek yaşatanlardır. Konumuzla doğrudan ilgili bir başka eseri anmadan geçemeyiz. Yirmi beş yılda, zaman zaman derleyen, zaman zaman üzerinde düşünüp Alangu’yla birlikte Türkiye’yi dolaşan bu kitap; büyük bir edebiyat geçmişinin öncülerinden birini, gençliğin bilincine katmak, yeni bir çağın gerçeklerine ve şartlarına göre değerlendirerek yaşatmak için yazıldı.”
Alangu Hoca, benim için de seçkin bir yerdedir. Yönettiğim Yeni Edebiyat dergisine Ömer Seyfettin’in ölümünün 50’nci yılında bir özel sayı hazırlamıştı.
Mesut Ilgım’ın hazırladığı ‘Afrodisyas - Sebasteion - Sevgi Gönül Salonu’ kitabı bu gerekçelerle önem kazanıyor.
Sunum, Ömer M.Koç’un:
“1979–1986 yılları arasında Prof. Kenan T. Erim tarafından yapılan kazılarda günışığına çıkan ve antik dünyada bir benzeri daha bulunmayan, Sebastion tapınağına ait, sanat değeri çok yüksek kabartmalar nihayet sergileniyor.”
Ömer M. Koç’un Sunum yazısında, kazıda bulunuşlarından bu yana yapılanlar anlatılıyor.
1987 yılında bir avuç Afrodisyas sevdalısı tarafından kurulmuş olan Geyre Vakfı, Afrodisyas antik kentinde kültür, bilimsel araştırma ve geliştirme konularında devam eden faaliyette bulunmayı amaç edinmiş ve kuruluş tarihinden itibaren Afrodisyas antik kentinde devam eden kazı ve restorasyon çalışmaları için kaynak yaratmaktadır.
Cengiz Bektaş’ın Afrodisyas’ta Ek Müze (Sebasteion Salonu) yazısı da yer alıyor.
Kitapta ‘Efsaneler ve Kahramanlar’ yazısında salonda bulunanlarla ilgili bilgiler veriliyor.
Diğer bir bölüm de