Deniz Bayramoğlu

IMF açıklamasının ardından...

22 Nisan 2003
Dördüncü gözden geçirme tamamlandı. Piyasalar da mevcut beklentilerle sınır seviyelerine ulaştı. Şimdi sırada beşinci gözden geçirme var. Piyasaların orta vadede yönünü, başta özelleştirme olmak üzere niyet mektubunda söz verdiğimiz meseleler belirleyecek.

IMF İcra Kurulu Toplantısı beklenen sonucu verdi. Zaten herkes 6 ay geciken dördüncü gözden geçirmenin tamamlanacağını biliyordu. Hatta hükümetin aksini söylemesine rağmen IMF’nin hükümet üzerindeki denetimini sıkılaştırmak için 1.6 milyar dolarlık krediyi parçalara böldüğünü de biliyordu. Aslında dördüncü gözden geçirme, ne Türkiye ne de IMF için hiçbir anlamı kalamamış bir formaliteden başka bir şey değildi zaten. O nedenle de IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapmayan hükümetin asıl performansı beşinci gözden geçirmeden itibaren ortaya çıkacak.

Beşinci gözden geçirme Türkiye için hayati öneme sahip. Çünkü AKP hükümeti dördüncü gözden geçirme öncesinde yapılması gereken işlerin hiçbirinin altına imzasını atmamış, bunları sahiplenmemiş ve hatta mümkün olduğunca gerekli adımları atma konusunda ayak sürümüştü. Bununla da kalmamış programın ana eksenlerinden olan bağımsız kurullar (başta BDDK) ve faiz dışı fazla hedefleri konusunda programın tam aksi istikamette açıklama ve uygulamalara imza atmıştı. Dünkü gazetelerde de görebilirsiniz bağımsız kurullar konusundaki “denetleme” histerisi IMF uyarısına rağmen devam ediyor.
IFM uyarısı demişken dördüncü gözden geçirme sonrası “büyük başarı” diye sunulan IMF açıklamasının aslında bize sunulduğu gibi iyimser olmadığı da ortaya çıktı.

Açıklamayı yapan IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger 
- Yüzde 6,5’lik faiz dışı fazla hedefine ulaşılması ve bunun için de gerekirse yeni önlemlerin alınacağının açıklanmasının,

- BDDK’nın bankacılık sisteminin denetimi için vazgeçilmez olduğu ve bu nedenle bu kurumun son yasal değişikliklerle zedelenen otoritesinin, kanuni ve mali bağımsızlığının yeniden güçlendirilmesinin

- Hükümetin kamu bankalarından uzak durmaya devam etmesinin gerektiğini

- Vergi reformunun tamamlanmasının

Yazının Devamını Oku

Hükümetler bürokratlarıyla...

21 Nisan 2003
Hazine Müsteşarı Faik Öztrak’ı istifaya götüren sürecin özetini AKP yönetiminin “hükümetlerin bürokratlarıyla çalışma hakkı” cümlesi veriyor. Bu cümle ile ABD Başkanlık sistemine atıfta bulunuluyor ve hatta bugün görüyoruz ki bu sistem açıkça dile getiriliyor. Acaba ABD sistemi hakikaten öyle mi işliyor. Alın size çarpıcı bir örnek, Alan Greenspan...

Alan Greenspan 11 Ağustos 1987 yılında Federal Reserve Sistemi (FED) Guvernörler Kurulu Başkanlığına getirildi. Hem Ronald Reagan, hem George Bush, hem de William Clinton döneminde görevinin başında kaldı. Bu da yetmedi George W. Bush döneminde de görevini korudu. Şu an FED başkanlığının dördüncü dört yıllık döneminin ortalarında. Bu dönem ise 20 Haziran 2004 tarihinde sona erecek.

Greenspan aynı zamanda para politikaları belirleme konusunda ABD’nin tek yetkilisi olarak kabul edilen Federal Açık Pazar Komitesi’nin (FOMC) de başkanı. Greenspan kısa vadeli faiz politikaları ve KOBİ-tüketici kredilerinin maliyeti konusunda tek söz sahibi. Yani ABD ekonomisinin en önemli adamı 14 yıldır Alan Greenspan.

Greenspan 6 Mart 1926’da New York’ta doğdu. Yani şu an 77 yaşında. Ekonomi eğitimini aldığı New York Üniversitesi’nde yine ekonomi alanında M.A. Ve Ph. D yaptı. 1954’ten 1974’e kadar Townsend-Greenspan & Co., Inc adlı ekonomi danışmanlık şirketinin yönetim kurulu başkanlığı ve genel müdürlüğünü yaptı. Çocukluğu sırasında Büyük Bunalım’ı birebir yaşayan Greenspan 1074-77 arasında, yani ABD ekonomisinin en sıkıntılı olduğu dönemlerden birinde Başkan Gerald Ford hükümetinde Ekonomi Danışmanları Konseyi’nin başkanlığı görevinde bulundu. 1981-83 yılları arasında Ulusal Sosyal Güvenlik Reformu Konseyi’nin başkanlığı görevini yürüttü.

Greenspan Başkan Reagan döneminde Ekonomi Politikaları Danışmanlar Kurulu Başkanlığı görevinde bulundu, Time Dergisi’nin Ekonomistler Kurulu üyeliği yaptı, Kongre Bütçe Ofisi’nde ve Brookings Ekonomik Aktivite Paneli’nde danışmanlık yaptı. Bu arada Başkanlık makamı hizmetinde, Başkan’ın Dış İstihbarat Danışma Kurulu, Mali Yapı ve Düzenleme Komisyonu, Tüm Gönüllü Silahlı Güçler Komisyonu ve Ekonomik Büyüme Görev Gücü üyeliklerinde bulundu.

Özel sektör’de ise Aluminum Company of America (Alcoa); Automatic Data Processing, Inc.; Capital Cities/ABC, Inc.; General Foods, Inc.; J.P. Morgan & Co., Inc.; Morgan Guaranty Trust Company of New York; Mobil Corporation; ve The Pittston Company gibi şirketlerde yöneticilik yaptı. Harvard, Yale, Pennsylvania, Leuven (Belçika), Notre Dame, Wake Forest ve  Colgate üniversitelerinden onur üyeliği olan Greenspan aynı zamanda seçilmiş ya da atanmış bürokratlara en iyi kamu hizmeti alanında verilen  Thomas Jefferson Ödülü, Amerikan İstatistik Birliği Ödülü, Legion d’Honore ve Britanya İmparatorluğu Şövalyesi ünvanlarına sahip.

ABD’nin en güçlü ikinci adamı olarak anılan Greenspan’in faiz politikaları değiştirilmek bir yana hiçbir başkan tarafından eleştirilmedi bile. Ilımlı bir Cumhuriyetçi olmasına rağmen Demokrat Clinton hükümetinin en güçlü bürokratı oldu ve hatta Clinton’u “bütçe muhafazakarı” haline getirmeyi başardı. Özellikle 1987 krizinden aylar önce yaptığı hisse senedi piyasası uyarısı ile bu krizin ABD üzerindeki etkisinin normalden çok daha az olmasını sağladı.

1997 yılından bu yana ikinci karısı, NBC muhabiri Andrea Mitchell ile evli. Klasik müzik ve tenis en önemli ilgi alanları. ABD tüketicisi ve yatırımcısının bütün hayatını bir tek sözüyle bile değiştirebilen Greenspan’in bütün konuşmalarını banyo küvetinde yazdığı biliniyor.

Yazının Devamını Oku

Irak’ta inşaat şansı

18 Nisan 2003
Irak’ta savaş sona erdi. Şimdi bu devasa pazardan Türk ekonomisinin nasıl yararlanabileceği tartışılıyor. Gelecekteki ticaret olanakları elbette mahfuz fakat ilk adımı inşaat sektörü atacak gibi görünüyor. Başta da çimento şirketleri

Irak’ın çimento ihtiyacını Türkiye mi karşılayacak? Borsa yatırımcısının kafasını kurcalayan soru bu. Ayrıntılara sonra geçeriz ama bu sorunun cevabı şimdilik “evet” gibi görünüyor. Bunun fiyatlar üzerindeki etkisi de gayet net bir biçimde görülebiliyor.
ABD Resmi kaynakları Irak’ın yeniden yapılandırılmasında 10 yıllık bir süreç için 80 milyar dolarlık bir yatırım ihtiyacı olduğu belirtiliyor.

Bunun tek başına savaş sonrası ihtiyaç olduğu düşünülmesin çünkü Körfez Savaşı’ndan bu yana uygulanan ambargo, Saddam rejiminin sınır tanımayan silahlanma hevesi ülkenin altyapısını hak ile yekzan etmiş durumda. Savaş da işin cabası oldu. Yapılan tahminler, Irak’ın iki yıllık süreç için altyapı yatırımlarının 18-24 milyar dolar arasında gerçekleşeceğini ortaya koyuyor. Tabii ki bu yatırımlarda ABD ve İngiltere aslan payını alacak. Bu kaçınılmaz. Bizim beklentimiz ise onların taşeronu ya da tedarikçisi olma noktasında şekilleniyor. Zaten çimento sektörünün umutlanmasının en önemli nedeni de bu. Çünkü Irak’ın yeniden yapılandırılmasında gereken çimentoyu sağlayabilecek tek ülke Türkiye gibi görünüyor.

Irak’ın etrafındaki ülkelere, yani Ürdün, İran, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Suriye’ye aşağıdaki tablo ile karşılaşıyoruz.

Irak’ın komşularının çimento üretim ve ihtiyaçları (mln ton)

 S. Arab.İranÜrdünKuveytTürkiyeIrakÜretim KKakapasitesi2227426510Fabrika sayısı1028215712İhtiyaç131933252İhracat211050İthalat000300

Bu tablodan hareket edersek şunu görüyoruz. Bir kere Suriye ve Irak ABD’nin şer ekseni listesinde yer aldığı için bunların tedarikçi olması zaten düşünülemez. Yani bu ülkeler kendi kendilerini listeden çıkartıyor. Ürdün ve Kuveyt&in zaten böyle bir kapasitesi yok. Yani bu ülkeler arasında hem bölgeye yakınlık hem de kapasite fazlası anlamında en şanslı ülke Türkiye. Taşeronluk anlamında da yurtdışında en başarılı projelere imza atan Türk İnşaat sektörünün şansının diğer ülkelere kıyasla çok daha yüksek olduğu da ortada.

Yazının Devamını Oku

Savaş sonrası dünya ekonomisi (3)

17 Nisan 2003
Dünya ekonomisinin gelecekteki performansı için öncü gösterge olacağı tahmin edilen ABD ekonomisi pek iyi durumda değil ama Avrupa da çok farklı bir durumda değil.

Ama Avrupa’nın durumunu ABD’den biraz daha az kırılgan yapan bir durum söz konusu. ABD’de nüfusun çok önemli bir kısmı doğrudan ya da dolaylı yollarla hisse senedi sahibi iken Avrupa’da bu oran çok daha düşük seviyelerde. Bu da sermaye piyasalarındaki oynaklığın sosyal anlamda etkisini sınırlıyor.

Fakat 2000 yılı başından bu yana Avrupa’da yatırım oranlarının da azalmaya başladı ve bunun da banka ağırlıklı mali piyasalardaki balon sonrası sallantı dönemini uzatacağı tahmin ediliyor. Örneğin Almanya’da bu durum aktiflerinin önemli bir kısmını sermaye

Rusya olmazsa AmsterdamEfes International Breweries halka açılma hazırlığı içinde. Turkcell’den sonra yurtdışı piyasalarda halka arz edilecek en önemli Türk şirketi. Anadolu Grubu konuyla ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada EBI’in halka arzının 2004 yılı içinde düşünüldüğünü, ama ne kadarlık kısmının halka arz edileceğinin henüz kararlaştırılmadığı söylendi. Rusya'daki mevcut yasalar yabancı bir şirketin halka arzına izin vermiyor. Yani Hollanda'da kurulu EBI'nın Rusya'da halka arzı yasalarda değişiklik olmadığı durumda mümkün değil. Bu durumda halka arz Amsterdam borsasında gerçekleşecek. Efes İçecek Grubu'nun yurtdışı bira operasyonlarını yürüten EBI’deki Anadolu Efes’in yüzde 85 oranında payı var. Oyak Yatırım tarafından yapılan bir çalışmada yurtdışı bira şirketleriyle yapılan karşılaştırma sonucu EBI için bulunan değer 433 milyon dolar olarak belirtiliyor. Yine aynı raporda EBI’nin 2003 yılında 300 milyon dolar ciro hedeflediğini açıkladığı ve bunun da aracı kurumun tahmin ettiği miktarın yüzde 20 üzerinde olduğu belirtiliyor.
piyasalarında tutan bankaların aktiflerinin küçülmesine, kar marjlarının azalmasına neden oluyor. Böyle olunca da bankaların mali yapısı zayıflarken reel sektöre açılan kredilerin de daralması sonucunu getiriyor kaçınılmaz olarak.

Bu durumun ne kadar vahim sonuçlara yol açabileceğini görmek için çok uzağa gitmeye gerek yok. Japonya’daki ekonomik durgunluk da tam bu şekilde başlamıştı.

Avrupa ekonomisi denildiğinde kaçınılmaz olarak bakılması gereken yer Almanya ekonomisi. Uluslar arası ekonomi uzmanları Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa ekonomilerinin daha liberalleşmesi gerektiği konusunda hemfikirler. Liberalleşmeden kasıt ise daha sıkı para politikası ve daha çok işten çıkartma. Almanya bu yolda önemli bir adım attı ama umanlar yine de bu ülkedeki ekonomik yapılanma hareketinin hala çok yavaş yürüdüğünü düşünüyor.

Enflasyonist baskının hala etkisini hissettirdiği kıtada Avrupa Merkez Bankası’nın faiz indirimlerinde de geç kaldığı görülüyor. Dünya ekonomisi son 10 yılın en ciddi savaş krizini beklenenden çok daha az zararla hatta belki kimi ülkeler için kayda değer bir karla atlattı ama şu anda bulunduğumuz noktada eski köklü problemlerin çözümünde pek bir yol kat edemediğimiz görünüyor.

Yazının Devamını Oku

Savaş sonrası dünya ekonomisi (2)

16 Nisan 2003
Savaş sonrası dünya ekonomisinin ne yöne gideceği büyük bir tartışma konusu. Taraflar anlaşamayacak gibi görünüyor. Bu nedenle bütün gözler dünya ekonomisi için bir deney kabı olarak tahayyül edilen ABD ekonomisine çevrilmiş durumdaDünya ekonomisinin gidişatı konusunda ABD’nin şimdiden efsaneleşen Federal Reserve Başkanı Alan Greenspan’in iyimserler cephesinde başı çektiğini söylemek gerekiyor. Greenspan, küresel siyasi belirsizliklerin ortadan kalkması ile birlikte ekonominin hızlı bir büyüme sürecine girebileceğini iddia ediyor. Nitekim bu iyimser beklentinin sonucu olarak Mart ayında gerçekleşen Fed toplantısında faizlerin bir kere daha indirilmemesi kararı çıktı. Bu karara gerekçe olarak da ilk çeyrekteki enflasyonist baskının nedeninin petrol fiyatlarındaki artışla bağlantılı olduğu öne sürülürken savaş sonrası ABD ekonomisinde hızlı bir büyüme beklentisine de vurgu yapıldı. Öyle az buz bir büyüme oranı beklentisi de değil üstelik Greenspan’in umduğu, üstelik bir çok analist de bu görüşe katılıyor. Yılın ikinci yarısı için yüzde 4.5 oranında bir büyümeden bahsediyoruz. İyimserler cephesinin en önemli destekçisi de sermaye piyasaları. Savaşın başlangıcından bu yana New York Borsası Dow Jones Endeksi yüzde 10’un üzerinde değer kazandı. Avrupa borsalarındaki değer artışları Dow Jones’un bile üzerine çıktı. Asya borsaları da yükseliş dalgasına katılmakta pek geri kalmadı. Bir yandan da petrol fiyatları 40 dolarlı seviyeleri gördükten sonra 25 dolar seviyesine kadar hızla indi. İyimserler yükselen hisse senedi fiyatları ve düşen petrol fiyatlarının küresel ekonomideki toparlanmanın ilk işareti olduğunu söylüyor ve “bunlar da yeterli olmuyorsa, iyimser olmak için başka neye ihtiyaç duyulduğunu” soruyor. Ama bu veriler, mesela, Uluslar arası Para Fonu’na (IMF) yeterli olmuyor. IMF 9 Nisan’da G7 üyesi ülkeler maliye bakanları toplantısının ardından yayımladığı Dünya Ekonomik Görünümü raporunda ABD’nin Irak’ta istediği sonuca çok hızlı ulaşsa bile dünyanın önde gelen ekonomilerindeki ikinci yarı büyüme hızının beklentilerin bir hayli altında gerçekleşeceğini belirtti. Daha spesifik anlatırsak Greenspan, ABD’nin ikinci yarı büyüme hızını yüzde 4.5 olarak bekliyor olabilir ama IMF’ye göre ABD’nin ikinci yarı büyüme hızı yüzde 2.2 olarak gerçekleşecek.Avrupa için daha düşük bir ikinci yarı büyüme oranı öngören IMF’nin Japonya için tahmini ise sadece yüzde 0.8 oranında bir ikinci yarı büyümesi. Bu arada Avrupa Komisyonu Euro bölgesi ikinci yarı büyüme hızı tahminin yüzde 1 olarak açıkladı. Tabii ki burada bölgenin dev ekonomisi Almanya’daki büyüme hızı beklentisinin sadece yüzde 0.4 olmasının çok ciddi bir etkisi mevcut. Ama geri kalan ekonomilerin de pek iyi durumda olmadığı açık. Eylül 2002Nisan 2003 TahminiTahminiDünya3.73.2ABD2.52.2İngiltere2.32Fransa2.31.2Japonya1.10.8Almanya20.4Kötümserler tezlerini sunarken sadece savaş veya savaşın süresi ile ilgilenmiyor. Örneğin ABD piyasalarının en büyük “ayı”sı olarak tanınan Morgan Stanley ekonomisti Stephen Roach, küresel ekonomideki kırılganlığın başlangıcının ve nedenini 1990’lardaki hızlı genişleme olduğunu ve bunun etkilerinin de küresel ekonomiyi hala uçurumun kıyısında tuttuğunu söylüyor. Aslında ABD ekonomisinin performansı kimin haklı çıkacağını anlama noktasında çok iyi bir deney tüpü olacak. Çünkü 1995’ten bu yana dünya büyüme oranlarının neredeyse üçte ikilik kısmı direkt olarak ABD’den kaynaklandı. ABD 90’lardeki şişmenin de, ardından gelen düşüşün de lokomotifi oldu. 1996-2000 yılları arasında ortalama yüzde 10’luk bir büyüme yakalayan ABD KOBİ’leri sektörü bunun karşılığını 2000 sonrasında yatırımlarda yüzde 5.5 oranında bir düşüş, istihdamda azalma ve ağır bir kemer sıkma dönemi ile ödedi. Ödemeye de devam ediyor. Tüm dünyada olduğu gibi ABD’de de KOBİ’lerin mali riskleri çok yüksek değil ama yine de şirketler zarar yazmaya devam ediyor.Üstelik yatırımlar düşerken bir yandan da kapasite kullanma oranının tarihi düşük seviyelere yaklaştığını izliyoruz. Madem ABD ekonomisine deney kabı dedik, ABD tüketicilerine de deneyin katalizörü dememiz gerekecek. Çünkü yine 1996-2000 arasında dünyadaki tüm üretimin yüzde 40’ına tek başına talip olan ABD tüketicisinin güvenin azalması ve buna mukabil harcamama eğilimi içine girmesi de sıkıntıyı artıran başka bir etken. (Devam edecek)
Yazının Devamını Oku

Savaş Sonrası Dünya Ekonomisi (I)

15 Nisan 2003
İşlerin hiç de istenildiği kadar iyi gitmediğini hatırlayıverdik birden. Küresel ekonominin içinde bulunduğu kriz tüm dünya iş ve sermaye piyasalarını etkilemeye devam etmesine rağmen savaş nedeniyle bir süreliğine rafa kaldırılmıştı. Ama savaş bitince ister istemez yine karşımıza dikildi küresel ekonominin krizi...

ABD ve İngiliz birliklerinin Bağdat’a girmesi ve askeri zaferin artık sadece bir zaman meselesi oluğunun anlaşılmasıyla tüm dünyada sermaye ve para piyasalarının dudaklarından engel olamadıkları bir kutlama çığlığı yükseldi. 7 Nisan’da Asya, Avrupa ve ABD’nin önde gelen borsalarında hızlı bir değer artışı yaşandı.

Ama ertesi gün birden bire borsalar bu değer artışlarını geri vermek zorunda kaldı. Çünkü gece yataklarına giden yatırımcılar ve fon yöneticileri birden Irak’ın yenilmesinin pek bir şeyi değiştirmediğini dünya ekonomisinin hala bildikleri durumda yani krizde olduğunu hatırladı.

Savaş ve küresel ekonomiye etkileri meselesini göz önüne aldığımızda bugün itibariyle bir tek şunu söyleyebiliyoruz. ABD ve İngiltere’nin ortak operasyonu dünya ekonomisini eskisinden kat kat büyük bir sıkıntının içine sokabilecek risklere gebeydi. Savaşın kısa sürmesi ve Irak’ın beklenenden az direnmesi, petrol kuyularının imha edilmemesi sadece muhtemel riskleri ortadan kaldırdı. Çünkü petrol kuyularına yapılacak bir sabotajın petrol fiyatını 50 dolara kadar çıkartabileceği ifade ediliyordu.

Ama şu an itibariyle geride bıraktığımız bir ay içinde petrol fiyatları varil başına 40 dolarlık tepe noktasından yüzde 30 civarı bir düşüle savaş öncesi seviyelere yani 25 dolarlı seviyelere yaklaştı. Ama bu durumu sadece ABD’nin Irak’taki başarısına bağlamak da doğru değil. Venezüella’nın petrol üretiminin normale dönmesi, Suudi Arabistan’ın hala hiç kısıntıya gitmeden üretime devam etmesi, OPEC üyesi ülkelerin üretimin gerektiğinde artıracaklarını açıklamaları petrol fiyatlarının düşüşündeki asıl önemli etken.

Peki savaşın ABD ve İngiltere için başarılı olması dünya ekonomisine yeni bir şey sağladı mı? Cehennem ateşi saçan bombalar altında yıkılan binaların yeniden yapılması, bütün üretim araçları yerle bir olmuş bir halkın ihtiyaçlarının karşılanmasının getirdiği bölgesel ekonomik canlanma dışında dünyanın elinde hiçbir şey yok. Zaten savaş sonrası yeniden inşa pastasının da aslan payının ABD’ye ait olacağı açık. 

Oysa dünya ekonomisi Irak savaşı başlamadan önce de ciddi bir sıkıntı içindeydi. Başta da ABD ekonomisi. Durum halihazırda değişmiş değil. Örneğin geçen ay ABD üretim faaliyet endeksi 2001 kasım ayından bu yana en ciddi düşüşünü gösterdi. Bunun sonucu olarak ABD’de Mart ayında 108 bin kişini yitirdi. Şubat ayındaki rakam ise daha korkunçtu, 357 bin yeni işsiz!

Avrupa’da da durum farklı değil. Örneğin Almanya’da İş ortamı güven endeksi ciddi bir düşüş gösteriyor. Sanayi üretimi yavaşlarken tüketici de daha muhafazakar davranıp harcamama eğilimini sertleştiriyor. Fransa’da tüketici güven endeksi geçen ay 1996 yılından bu yana en düşük seviyesini gördü. Bu arada AB komisyonu hazırladığı bir raporda AB ekonomilerinin kısa vadede hala zayıf göründüğünü ifade etti. (devam edecek)

Yazının Devamını Oku

Savaş Sonrası Dünya Ekonomisi (I)

15 Nisan 2003
İşlerin hiç de istenildiği kadar iyi gitmediğini hatırlayıverdik birden. Küresel ekonominin içinde bulunduğu kriz tüm dünya iş ve sermaye piyasalarını etkilemeye devam etmesine rağmen savaş nedeniyle bir süreliğine rafa kaldırılmıştı. Ama savaş bitince ister istemez yine karşımıza dikildi küresel ekonominin krizi...ABD ve İngiliz birliklerinin Bağdat’a girmesi ve askeri zaferin artık sadece bir zaman meselesi oluğunun anlaşılmasıyla tüm dünyada sermaye ve para piyasalarının dudaklarından engel olamadıkları bir kutlama çığlığı yükseldi. 7 Nisan’da Asya, Avrupa ve ABD’nin önde gelen borsalarında hızlı bir değer artışı yaşandı.Ama ertesi gün birden bire borsalar bu değer artışlarını geri vermek zorunda kaldı. Çünkü gece yataklarına giden yatırımcılar ve fon yöneticileri birden Irak’ın yenilmesinin pek bir şeyi değiştirmediğini dünya ekonomisinin hala bildikleri durumda yani krizde olduğunu hatırladı. Savaş ve küresel ekonomiye etkileri meselesini göz önüne aldığımızda bugün itibariyle bir tek şunu söyleyebiliyoruz. ABD ve İngiltere’nin ortak operasyonu dünya ekonomisini eskisinden kat kat büyük bir sıkıntının içine sokabilecek risklere gebeydi. Savaşın kısa sürmesi ve Irak’ın beklenenden az direnmesi, petrol kuyularının imha edilmemesi sadece muhtemel riskleri ortadan kaldırdı. Çünkü petrol kuyularına yapılacak bir sabotajın petrol fiyatını 50 dolara kadar çıkartabileceği ifade ediliyordu. Ama şu an itibariyle geride bıraktığımız bir ay içinde petrol fiyatları varil başına 40 dolarlık tepe noktasından yüzde 30 civarı bir düşüle savaş öncesi seviyelere yani 25 dolarlı seviyelere yaklaştı. Ama bu durumu sadece ABD’nin Irak’taki başarısına bağlamak da doğru değil. Venezüella’nın petrol üretiminin normale dönmesi, Suudi Arabistan’ın hala hiç kısıntıya gitmeden üretime devam etmesi, OPEC üyesi ülkelerin üretimin gerektiğinde artıracaklarını açıklamaları petrol fiyatlarının düşüşündeki asıl önemli etken. Peki savaşın ABD ve İngiltere için başarılı olması dünya ekonomisine yeni bir şey sağladı mı? Cehennem ateşi saçan bombalar altında yıkılan binaların yeniden yapılması, bütün üretim araçları yerle bir olmuş bir halkın ihtiyaçlarının karşılanmasının getirdiği bölgesel ekonomik canlanma dışında dünyanın elinde hiçbir şey yok. Zaten savaş sonrası yeniden inşa pastasının da aslan payının ABD’ye ait olacağı açık.  Oysa dünya ekonomisi Irak savaşı başlamadan önce de ciddi bir sıkıntı içindeydi. Başta da ABD ekonomisi. Durum halihazırda değişmiş değil. Örneğin geçen ay ABD üretim faaliyet endeksi 2001 kasım ayından bu yana en ciddi düşüşünü gösterdi. Bunun sonucu olarak ABD’de Mart ayında 108 bin kişini yitirdi. Şubat ayındaki rakam ise daha korkunçtu, 357 bin yeni işsiz!Avrupa’da da durum farklı değil. Örneğin Almanya’da İş ortamı güven endeksi ciddi bir düşüş gösteriyor. Sanayi üretimi yavaşlarken tüketici de daha muhafazakar davranıp harcamama eğilimini sertleştiriyor. Fransa’da tüketici güven endeksi geçen ay 1996 yılından bu yana en düşük seviyesini gördü. Bu arada AB komisyonu hazırladığı bir raporda AB ekonomilerinin kısa vadede hala zayıf göründüğünü ifade etti. (devam edecek)
Yazının Devamını Oku

Hayır da şer de zamana bağlı

14 Nisan 2003
ABD Irak içinde kontrolü ele almaya başladıkça dünya piyasalarının da rahatlamaya başladığını izledik. Borsalar yukarı, petrol aşağı yönde hareket ediyor. İçerde de benzer eğilimin etkileri söz konusu. Ama Türkiye için hala belirleyici olan mesele Kuzey Irak’taki durum.

Kuzey Irak neden önemli? Türkiye’nin önceliği hakikaten o bölgede yaşayan Türkmen nüfus mu? Elbette değil. Türkiye’nin uzun vadeli stratejisi Kürtlerin Musul ve Kerkük’teki petrol yataklarının kontrolünü elinde bulunduracakları bir Kürt Devleti’nin kurulması. Böyle bir devletin bölgedeki diğer Kürt azınlıklar için de çekim merkezi olmasından endişe ediliyor.

Suriye Türkiye ve İran sınırları içinde yaşayan Kürtlerin bu devlete katılmak isteyebilecekleri ve bunun da bölünmeye yol açabileceği endişesi Türkiye’nin Kuzey Irak’taki gelişmelerde temel motivasyonunu oluşturuyor.

Bu sorun elbette sadece Türkiye’yi değil aynı biçimde İran ve Suriye’yi de etkiliyor ama bu ülkelerin hiç birinde daha önce 20 yıl süren bir ayrılıkçı terör hareketi gerçekleşmediği için Türkiye haklı olarak daha ciddi bir endişe duyuyor. Ama tabii ki eğer bu korkulan hareket başlarsa İran ve Suriye’de kendilerini girdabın içinde bulacak.

Geride bıraktığımız hafta içinde Kürtler Musul ve Kerkük’e girdi. Gerçi bir gün içinde bölgeden ayrıldılar ama nüfus ve tapu kayıtlarını imha etmeyi de ihmal etmediler. Kürtlerin asıl maksadı bu bölgeyi sivil yerleşim ile Kürtleştirerek Türkmen azınlığı yok etmek ve ilerdeki bir devlet talebine nüfus dağılımı açısından zemin hazırlamak. Bu da Washington Post haberine göre Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün ABD Dışişleri Bakanı Powell’a yaptığı “sivil yerleşim olursa bunun askeri sonuçları olur” uyarısını anlamlı kılıyor.

ABD tüm bu gelişmelerin üzerine bölgenin denetiminin Kürtlere bırakılmayacağı konusunda Türkiye’ye güvence verdi ama Abdullah Gül’ün hafta sonu yaptığı “Türkiye güvencelerin işlemediğini görürse tek taralı müdahale edebilir” açıklaması durumun hala gerginliğini koruduğunu gösteriyor. Kuzey ırak bir saatli bomba. Bu bombanın ne zaman patlayacağı, ya da patlamadan müdahale edilip edilemeyeceği sorular şimdilik havada asılı kalıyor. Beklemekten başka çare yok.

Buraya kadar piyasa ile ilgili herhangi bir şey yazmadan sadece Kuzey Irak’taki duruma ilişkin bildiklerimizi sıralamamın bir nedeni durumun ne kadar kırılgan olduğuna dikkat çekmek. Bu gelişmelerin üzerine bir de Güney Kıbrıs’ın iki gün sonra atacağı AB üyeliği imzasını ekleyin. Kıbrıs sorununu nasıl çözülmediğini hatırlayın, tablo daha  net biçimde ortaya çıkıyor demektir.

Ama iyi gelişmeler de yok değil elbette. Örneğin ABD senatosunun 1 miyar dolarlık yardımı onaylaması. Bu 8.5 milyar dolar kredi anlamına geliyor ve cebimizde sayılır. Bu Türkiye’nin önündeki en büyük sorunun, yani borç yönetimi sorununu belirli bir süre için gündemden çıkmasını sağlayacak ciddi bir şans. Buna bir de IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerin sorunsuz yürütülebilmesi olasılığını ekleyin, ki hükümet ne kadar ayak direrse diresin başka şansı olmadığını gördüğü için bunu yapacak, oradan gelecek bir ek kaynak bizi daha da rahatlatabilir.

Yazının Devamını Oku