ABD ile Türkiye arasında yaşanan gerginlik ve güven bunalımı piyasaların da gündeminde. Kriz öncesi Türkiye sermaye piyasalarında yabancı yatırımcı girişi için uygun ortamın oluşmaya başladığı gözlenmiş ve hatta kimi yabancı fonlardan seçici alımlar gelmeye başlamıştı. Fakat Kuzey Irak’ta görev yapan 11 Türk askerinin ABD’li özel tim ekipleri tarafından gerçekleştirilen baskınla yakalanmaları, kelepçelenerek terörist muamelesine maruz kalmalarıyla zirveye ulaşan ABD-Türkiye gerginliği bu beklentinin şimdilik rafa kalkmasına neden olmuş durumda.
Piyasa uzmanları şimdi krizin ve taraflar arasındaki görüşme-açıklama trafiğinin seyrini izleyecek. Fakat geçen Cuma gününden bu yana yaşanan sürecin ayrıntılarına baktığımızda ise çözümün kısa vadede gelmeyeceği, hatta belki (ve hatta maalesef) Türkiye’nin yeni bir “Muavenet” olayıyla karşı karşıya kalacağı izlenimi piyasa uzmanları arasında yaygın bir kanı haline gelmiş durumda. Bu olasılık da dışardan Türkiye’ye fon girişinin uzunca bir süre daha gerçekleşmeyeceği ihtimalini güçlendiriyor.
Yani yine kendi yağımızla kavrulmaya devam edeceğiz. Kendi yağımızla kavrulmaya çalıştığımız bu süreçte sermaye piyasaları çatısı altında başımıza neler geleceğini, nasıl bir faiz, döviz ve borsa seyri izleyeceğimizi uzun uzun yazmaya gerek yok. Çünkü son iki aydır yaşadıklarımız dışında bir şey yaşanmayacak bu piyasalarda... Yine doların seviyesi ve hangi yöne hareket edeceğini konuşacağız ve bu arada dolar kuru ise en geniş anlamda 1 milyon 350 bin-1 milyon 450 bin lira aralığında dalgalanacak.
Enflasyona bağlı olarak faizlerde aşağı yöndeki baskının devamı ve Merkez Bankası’nın faiz indirimi yapıp yapmayacağı tartışılacak. Cari açık, gözden geçirmeler, AB yasaları ve diğer kanuni düzenlemeler izlenecek... Borsa yatırımcısı yine para beklemeye devam edecek.
ABD ile Türkiye arasındaki bu gerginliğin “tek başına” Kuzey Irak meselesi olmadığını düşünüyorum kendi adıma. Aslında son bir aydır sadece biraz özenli bir ayıklama ile gazete haberlerini alt alta koyup okumak bile ABD’nin bu son eyleminin ne kadar büyük bir politikanın parçası olduğunu ortaya koyuyor. Tek başına PKK/Kadek’e bakmak bile yeterli aslında karşımızdaki resmin ne kadar büyük ve ne kadar çetrefilli olduğunu anlamak için... Bölücü terör örgütünün hem Türk askerinin bölgede bulunuyor olmasından, hem de pişmanlık yasasından büyük rahatsızlık duyduğunu, kendi içinde bu konudaki fikir ayrılıklarının silahlı çatışmalara kadar gidebildiğini, yasanın etkisi ile ciddi bir çözülme süreci yaşadığını, son bir ay içinde Türkiye içindeki faaliyetlerini artırdığını, ABD ile temasa geçtiğini (aslında bu haber eski. Taa Çekiç güç dönemine kadar gidiyor), bugüne kadar ciddi destek gördüğü İran’a saldırdığı, buna karşılık İran’ın da ister istemez Türkiye’nin dümen suyuna girdiğini, Suriye’nin de bölücü örgüte karşı operasyonlara başladığını biliyoruz. ABD’nin Ortadoğu politikasının ve son büyük saldırısının içerisinde Kürt Devleti projesinin önemli bir yer tuttuğunu da biliyoruz. Ama bu projenin Türkiye, İran, Suriye ve Irak Araplarının (Sünni ve Şiilerin üzerinde anlaştığı ender konulardan biri Kürtlerin bu kez fazla cüretkar davrandıkları. İlginç değil mi?) kuşatması altında olduğunun da farkındayızdır umarım.
Buna bağlı olarak bir yandan da AB kıskacı altında olduğumuzu, AB’nin kendi üye ülkelerine asla dayatmadığı bir dizi yasal hatta Anayasal düzenlemeyi bize dayattığını da biliyorsunuzdur kuşkusuz. AB’nin Türkiye’ye dayattığı politikaların yine önemli bir eksenini Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşların oluşturduğunu da biliyorsunuzdur mutlaka. (Bir ara yurtdışındaki Alevi derneklerine de el atmaya çalışılar ama pek sesleri çıkmadığına göre o cephede pek başarılı olamadılar anlaşılan). Kıbrıs’ta uluslar arası anlaşmaları yok sayan tasarruflarla Rumların üstelik adanın her tarafını temsil edecek bir tüzel kişilikle AB üyesi olmalarının ve bence 1974’te çözülmüş bulunan Kıbrıs meselesinin çözümü adı alında dayatılan koşulların adadaki ve Türk Devletini nasıl gözardı ettiğini de biliyorsunuzdur elbette.
Bu arada, mesela, dünyanın en “saygın” basın kuruluşlarından Financial Times gazetesi ve The Economist dergisinin Türkiye ile ilgili hemen her siyasi haberinde Türk ordusunu hedef gösterdiğini biliyor musunuz peki?
Türkiye’nin “siyaseti, uzun vadeli stratejisi yok” sandığımız bir çok alanda doğru, gerçekçi ve ulusun yararına olan çözümlerin en büyük ve tek destekçisinin (hata bazen mimarının) Türk ordusu olduğunu peki? Tüm bunların üzerine de ulusunun güvenini yitirmiş bir Türk ordusu’nun AB ve ABD’nin ne kadar işine geleceğini de tahmin edesiniz galiba.
Hazine’nin itfası üzerinde veya tam itfası kadar borçlanma stratejisinde bir değişiklik olmadı. Salı günü yapılan ihalede de teklifler yine beklenen seviyenin üzerinde, borçlanma ise tam bugünkü itfa kadardı. Oysa yıl sonu itibariyle Hazine’nin itfası karşılığında yaptığı borçlanmanın oranının yüzde 85’te kalması gerekiyor. Oysa şimdiye kadar Hazine’nin borçlanma-itfa oranı yüzde 110 gibi çok yüksek bir seviyeye ulaşmış durumda. Bu bir...
Beşinci gözden geçirmeyi de zamanında tamamlayamadık. Buna bağlı olarak da altıncı gözden geçirme tarihi ertelendi. Bu durum IMF’den alınacak, etkisi kendisinden büyük 500 milyon dolarlık kredinin de ABD Hazinesi yardımının da gecikmesi sonucunu doğuracak. Bu da iki...
IMF Türkiye Masası Şefi Rıza Mogadam başkanlığındaki IMF heyeti dün itibariyle Türkiye’deki temaslarına başladı. Bankalar Birliği ile başlayan görüşme trafiğinde Türkiye İhracatçılar Meclisi, Müsiad ve Tüsiad da yer aldı. Dünkü görüşmelerden ortaya çıktı ki Müsiad ve Tim dalgalı kur ve programın çeşitli unsurları konusunda ciddi eleştiriler ileri sürmüşler. Buna karşılık Tüsiad programı desteklemeye devam ediyor.
IFM heyeti çalışmalarına bugün Ankara’da devam edecek. IMF Türkiye temsilcisi Odd Per Brekk’in açıklamalarına göre ana gündem yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla hedefinin tutması ama biz asıl tartışmanın cari açık meselesi üzerinde şekilleneceğini düşünüyoruz. Çünkü daha önce 3.5 milyar dolardan 6 milyar dolara revize edilmiş olmasına rağmen hala bu rakamın 9-10 milyar dolara kadar çıkma tehlikesi mevcut. Hele de önümüzdeki aylar ve sonbahar itibariyle iç talepte bir canlanma gerçekleşirse...Bu da üç.
Son olarak da döviz kuru 1 milyon 400 binin altına inince elden ayaktan kesiliyor. Gerçi yaz boyunca birkaç kere daha 1 milyon 400 bin seviyesinin altına gerileyen bir kur rakamı görebiliriz ama bu durum aylar önce yaptığımız “kurda taban seviye 1 milyon 400 bin seviyesi” tespitinin doğruluğunu değiştirmiyor. Kurla ilgili bugünlerde söylenebilecek en anlamlı sözü Ercan Kumcu söylemiş zaten. Üstat’ın bugünkü yazısına bakmanız menfaatinize.
Şimdi tüm bunların etkisi altında borsacılar şöyle bir strateji izliyor: Elinde mal bulundurma, hareketler günlük olmalı, bol bol al-sat yap, trendi yakalarsan açığa satış hem iyi para kazandırır hem de riski az (bant seyri içindeyiz ya), bildik kağıtlardan başkasına da bulaşma.
Geleceğe yönelik beklentiyi ise bir tek cümle ile özetlemek mümkün. “Bononun cazibesinin bitmesi lazım.” Ama bu da hükümet fırsatı yakalamışken deli gibi borçlanıp piyasadaki parayı vakum gibi emerken de zor görünüyor.
Hazine dün yine itfasının yüzde 20 kadar üzerinde borçlandı. Bu borçlanma ile birlikte yılbaşından bu yana Hazine’nin borçlarını yeniden çevirme oranı da yüzde 110 gibi bir orana ulaşmış oldu.
Oysa IMF’ye verilen niyet mektubu çerçevesinde yer alan konulardan birisi de borçlanma oranıyla ilgili ve burada Hazine bu oranı yüzde 85 olarak beyan etmiş.
Yani taahhüt ettiği rakamın 25 puan kadar üzerinde. Eğer bu yıl sonu itibariyle yüzde 85’lik borç çevirme oranını yakalamak istiyorsa gelecek ihalelerde itfaların çok altına borçlanması gerekecek.
Bu gelişmeyi iki açıdan değerlendirebiliriz. Birincisi Hazine’nin 2003 yılını büyük bir başarıyla tamamladığı sonucu. Düşünün yılın geri kalan kısmı için itfasının çok altında neredeyse yüzde 60’lık bir yeniden borçlanma şansını elde etmiş olan Hazine bu yansı kullanmaz mı? Bu durum da Hazine faizlerinin üzerinde yeni bir düşüş baskısı yaratmaz mı?
Bundan sonraki hareket ise Merkez Bankası’na kalıyor. Yani yeni bir faiz indirimi gelebilir. Ama bu durum aynı zamanda piyasadaki paranın büyük bir vakum tarafından emildiği anlamına da geliyor.
Yani, piyasada borsaya akacak parayı Hazine emmiş bulunuyor.
2000 yılı başında yaşanan ralli sonrası süreçte Türkiye sermaye piyasalarını terk eden yabancı yatırımcı üç yıldır geri dönmedi. Yerli yatırımcıların da gücü belirli bir yere kadar olunca İMKB 100 endeksi’nin özellikle de bugünlerde para eksikliği nedeniyle bir türlü olumlu beklentileri yeri kadar güçlü satın alamadığını izledik.
Yeni çıkan Yabancı Yatırımlar Kanunu’nun borsadaki para eksikliğine çare olup olamayacağı bu sıralar en çok konuşulan konu. Bu nedenle biz de Borsa Uzmanları Derneği’nden Nazmi Sarıkaya’nın bu konudaki bir yazısını size aktarmayı uygun gördük.
Şöyle diyor Sarıkaya: “Ülkemizde istihdam ve iş olanakları yaratılması için yabancı sermayeyi ülkeye çakmak ve yabancı yatırımcıların önünde oluşan bürokratik engelleri azaltmak maksadıyla hazırlanan 4875 sayılı “Doğrudan Yabancı Yarımlar Kanunu” Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. 17 Haziran 2003 tarihli resmi gazetede yayımlanan kanun aynı zamanda IMF ile yapılan görüşmelerde de çıkarılması istenen ana kanunlar arasında bulunuyordu.
Bilindiği üzere yıllardır Türkiye’nin layıkıyla yabancı sermaye girişini sağlayamadığı, Türkiye’den daha kötü durumdaki ülkelerin bile daha fazla yabancı sermaye girişini sağladığı ve bununla birlikte Türkiye’ye gelen kısıtlı da olsa yabancı sermayenin kısa vadeli ve spekülatif karakterli olduğu hep dile getirilen bir husustu.
Başta YASED ve TEBE olmak üzere konuyla ilgili bazı kuruluşlar da yabancı sermayenin ülkeye girişi konusunda karşılaşılan güçlükleri kamuoyunda yıllardır dile getirmişti. İşte Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe giren yeni yasa ile özellikle ülkeye yatırım yapmak maksadıyla sermaye getiren kurum ve kişilerin önündeki engellerin kaldırılması ve yabancı sermaye girişinin kolaylaştırılıp özendirilmesi hedeflenmektedir.
Yasanın getirdği yenilikleri şöyle sıralamak mümkündür:
1- Yabancı yatırım ve yabancı yatırımcı kavramları genişletilmiş ve kavramlar ulusal boyuttan uluslar arası kabul görmüş düzenlemelere uygun hale getirilmiştir. Buna göre sadece yabancı ülke vatandaşları değil yabancı ülkede ikamet eden Türk vatandaşlarının da yabancı yatırımcı sayılması düzenlenmiştir. Yeni bir şirket kurmaksızın ülke içinde faal bir şirkete ortak olunması da yabancı yatırım kapsamına alınmıştır.
Sessiz sedasız, kimseye haber vermeden kaçılan bir haftalık bir tatilin ardından piyasalara geri döndük. Ama burada öyle bir hava hakim ki değil bir hafta, sanki bir yıl uzak kalsanız dahi geri döndüğünüzde hiç yabancılık çekmeden durumu kavrayabilirsiniz. Çünkü hiçbir şey değişmemiş.
Borsada hala olumlu beklentilerin yansıması izlenemiyor. Çünkü yatırımcı yok, çünkü para yok. Para gelir mi? Maalesef bu sorunun yanıtını geçen hafta, ondan önceki hafta ve ondan da önceki hafta olduğu gibi yine yanıtlayamıyoruz.
Genel durum şöyle: Dolar 1 milyon 400 bin lira seviyesinin taban olduğunu artık net biçimde gösterdi. Faizler fonlama maliyetinin 4 puan üzerinde ve borsa da 10 bin 800-11 bin 300 puan aralığında.
Yarın Hazine’nin iki ayrı ihalesi var. Bu ihalelere gelecek olan teklif ve çıkacak faiz oranı önemli. Perşembe günü haziran ayı enflasyon rakamları açıklanacak ki piyasanın bu noktadaki beklentileri de olumlu. Ve IMF temasları...
Hazine Müsteşarlığı’ndan yapılan açıklamaya göre 5. gözden geçirmenin devamı ve 6. gözden geçirmeye hazırlık olması için yeni Türkiye sorumlusu Rıza Mogadam başkanlığındaki IMF 9 Temmuz’da Türkiye’ye gelecek. Hazine açıklamasının alt metni okunduğunda oraya çıkan tabloya göre bu ziyaret ile birlikte 5. gözden geçirmenin niyet mektubu da tamamlanacak ve temmuz sonundaki IMF Kurulu toplantısına yetiştirilecek. Ama Meclis’in bu tempoya ayak uydurup uyduramayacağı meçhul. Ayrıca hükümetin kamu işçileri maaşlarındaki ilk tutumunun benzer meselelerde de aynen devam etmesi gerek ki 5. gözden geçirme tamamlanabilsin.
Bugün borsada yine para eksikliğinin nasıl endeksteki yükseliş eğiliminin önüne geçtiğini, onu yavaşlattığını ve hatta endekste değer kayıplarına yol açtığını izledik. Genel ekonomik görünüm en azından önümüzdeki üç ay boyunca oldukça olumlu. Ama tabii ki ekonominin önünde hala aşılmaz bir dağ gibi duran beşinci gözden geçirme tamamlanmadan bu rahat alana geçemeyeceğiz. Beşinci gözden geçirme tamamlanmadan yatırımcı bu piyasaya güvenip yatırım yapmayacak çünkü.
Gözden geçirmenin tamamlanması için yapılması gerekenleri kanunlaşması gereken tasarıları neredeyse iki günde bir yazdığımız için bir kere daha yazmaya gerek yok. Ama görünen o ki Türkiye’nin yapmayı taahhüt ettiği düzenlemeler Temmuz ayındaki IMF Kurulu toplantısı’na maalesef yetişmeyecek.
Gerçi bu konuyla ilgili olarak daha önce, Meclis iç tüzüğünde yapılacak bir değişiklikle bir çok tasarının tek bir tasarı gibi görüşülmesini ve yasalaşmasını sağlayacak, böylelikle de beşinci gözden geçirmenin tamamlanabilmesi için çıkartılması gereken kanunların bir haftada çıkarılmasını sağlayacak bir girişimin müjdesini vermiştik Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in açıklamalarına dayanarak ama Ankara’daki kaynaklar bu girişimin kısa vadede gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını yani jet yasa umudunun suya düştüğünü ifade ediyor. Buna karşılık Meclis’in Temmuz ayında tatile girmeyecek olması, bugün gelirler genel müdürü Osman Arıoğlu tarafından açıklanan “vergide istisnaları daraltan yasa taslağı hazırlanıyor” gibi olumlu gelişmeler de yasalar IMF toplantısına yetişebilir umudun taze tutulmasına neden oluyor.
Ayrıca hükümetin kamu işçileri ile yürüttüğü toplu sözleşme görüşmelerinde önerdiği zam teklifinin de IMF tarafından eleştirildiği söylentileri de yatırımcının üzerinde başka bir baskı merkezini oluşturuyor.
Borsa kısa vadede 11 bin puan seviyesini taban olarak teyit etmiş görünüyor. Yani geçen hafta olduğu gibi “borsa 10 bin puanın altına gelir mi” endişesini telaffuz etmeye hiç gerek yok. Ama yeniden 11 bin 600 puan seviyesine doğru bir yükseliş hareketi bile başlasa mevcut koşullar altında bu seviyeinn aşılamayacağı ortada. Nedir mevcut koşullardan muradımız? Elbette ki Petkim ihalesi. Çukurova ve Kepez’e el konulmasının ardından piyasalarda “Petkim ihalesi tekrarlanabilir” görüşünün ağırlık kazanmaya başladığını izliyoruz. Bu durum da endeks üzerindeki baskının artmasına neden oluyor. Ayrıca 12 bin yatırımcısı olan Çukurova ve Kepez’deki gelişmenin de piyasayı olumsuz etkilediğini hatırlatalım.
El konulmadan bir gün önce her iki şirketin de Gözaltı Pazarı’ndan çıkıp Ulusal Pazar’a geçirileceği haberleri ile hisse senetlerinin ciddi miktarda prim yaptığını izlemiştik. Aldığımız duyumlara göre bu şirketlerin hisse senetlerinde özellikle de kredili işlem yapan yatırımcılar ciddi oranda zarara uğradı. Üstelik bu zarar herhangi bir hisse senedinin değer yitirmesi gibi değil. Çünkü senet değer yitirse bile sonuç olarak bir kıymeti ifade ediyor. Oysa şimdi bu yatırımcıların elindeki hisse senedi üzerine basıldığı kağıdın fiyatının bile altına bir değeri ifade ediyor. Sıfır.
Hazine’nin bugün yapacağı itfa ile ilgili ayrıntıları kabaca şöyle aktarabiliriz. Bugün 6.1 katrilyonu piyasaya, 4 trilyonu kamulara olmak üzere toplam 6.5 katrilyon liralık bir itfa sözkonusu. Hazine geçen hafta yaptığı borçlanmada 1.6 katrilyon lira borçlanmıştı.
Dün yapılan ihalelerde ise şöyle bir dağılım izledik. Dünkü ihalelerde 1.3 katrilyon önceki gün yapılan ihalelerde ise 3.44 katrilyon liralık borçlanma gerçekleştiren Hazine’nin borçlanmasının neredeyse tamamını karşıladığını görüyoruz. Yani bir çok yatırım uzmanını dile getirdiği gibi bugünkü itfa sonrası öyle 1.5-2 katrilyon ibi bir para açıkta kalmayacak. Ama yine de bugünkü itfa sonrası en kötü ihtimalle 200-300 trilyon liralık bir kaynağın serbest kalacağı görülüyor.
Bu parayı azımsamayın sakın ola ki; çünkü, faraza, borsaya bir gün içinde girecek 300 trilyon liralık bir net kaynak endeksin uçmasına (evet evet uçmasına) yol açacak kadar büyük hatta devasa bir kaynak anlamına geliyor.
Peki bu paranın borsaya gelip gelmeyeceğini nereden anlayabiliriz? Sorunun yanıtı şöyle bulunabilir. Dünkü ihalelerde Hazine’nin değişken faizli tahvil ihalesine gelen talebin 140 günlük ihaleye kıyasla düşük kaldığını izledik. Oysa bugünkü itfanın çok büyük bir kısmı değişken faizli tahvillerden oluşuyor. Yani piyasa bir kere daha uzun vadeli değişken faizli ihaleye talep göstermedi. Bunun yerine kısa vadeli bonoyu tercih etti. Neden peki? Çünkü zaten geride bıraktığımız aylar içinde Hazine çok sık değişken faizli tahvil ihalesine çıkmıştı yani bankalar “gırtlağa kadar” değişken faizli kağıda boğulmuş durumda. Yine bu kağıtların kupon ödemeleri için yapılan referans bono ihalelerine de fonların talepleri nedeniyle getirinin azalması da başka bir etken.
Yani iki hafta önce gördüğü her Hazine logolu kağıda adeta akın eden piyasa artık daha seçici davranmaya başladı. bu da bononun cazibesinin azalmaya başladığınnı ilk işaretti. Elbette ki bononun piyasa üzerindeki para emici etkisinin bugünden yarına azalacağını söylemiyoruz ama kademeli bir gerileme, belki bir aya yayılan bir süre içinde, söz konusu olabilir.
Dolarda ise Merkez Bankası’nın günlük döviz alım ihalelerinde maksimum fiyat uygulamasını kaldırmış olması dövizde bir milyon 400 bin lira seviyesinin alt sınır olarak çizilmesine neden oldu. Artık bu seviyelerden alım gelebilir beklentisinin piyasaya yine yavaş yavaş hakim olmaya başladığını görüyoruz. Ama bu hareket de bono piyasasında olduğu gibi belirli bir süreye yayılacak. Yani borsanın şansı artmış durumda. Geriye yatırımcının kararını nasıl vereceği kalıyor.
Her şeyden önce geçen hafta boyunca düzenli yazamadığımız için okuyucularımızdan gelen soru ve eleştirilere bir cevap ve özürle başlayalım. CNN Türk’teki görevin yüklediği yeni sorumluluklar ve haftanın sonuna doğru yaşanılan ve bu haftanın ilk gününe de sirayet eden bir sağlık problemi geçen haftaki yazı trafiğini bozdu. Okuyucularımızın hoşgörüsüne sığınıyoruz.
Borsada haftanın ilk işlem gününde İMKB 100 Endeksi yüzde 3 oranında değer kazandı ve 11 bin puanın üzerine çıktı. İşlem hacmi günlük ortalama 250 trilyon liralık seviyesinden 450 trilyon liraya yükseldi. Son bir-iki gündür piyasada seçici de olsa net alımların gelmeye başladığı izlendi, yeni yatırımcı ve yeni para girişi borsacılar tarafından da teyit edildi.
Dünkü harekette bankacılık sektörü hisse senetlerinin önemli bir rolü olduğunu da belirtmeden geçmeyelim. Bankalar 3 aylık bilançolarında faiz yükselişi nedeniyle karlarının önemli bir kısmından feragat etmişti. Ama şimdi durum değişti. Bono faizlerinde yaşanılan düşüş sonrası bankaların 6 aylık bilançolarında ciddi oranda karlı olacağı tahmin ediliyor. Bu beklenti sayesinde dün İMKB 100 Endeksi yüzde 3 değer kazanırken bankacılık sektör endeksinin şüzde 5.4 oranındaki yükselişinin dümen suyunu takip etti. Bugün de yine bankacılık sektörü hisse senetlerinin yükselişi sürüklediğini izliyoruz.
Bu harekete neler sebep oldu? Öncelikle Merkez Bankası’nın dövizde maksimum fiyat uygulamasını kaldırarak fiyat seviyesine değil fazla likiditeye müdahale söyleminin altını doldurması bu konuda etkili oldu. Durum böyle olunca da son iki haftadır neredeyse hiç talep gelmeyen döviz alım ihalelerinde dün teklif miktarı 235 milyon dolara çıktı. Dün yapılan alımda ortalama fiyat bir milyon 419 bin lira olurken maksimum fiyat da bir milyon 421 bin lira olarak belirlendi. Yani döviz artık bir milyon 400 bin lira seviyesinin altına inmeyeceğini göstermiş oldu.
Bu arada Hazine’nin geçen hafta çıktığı yeni dış borçlanmasını 750 milyon euroya çıkarması ve bugün de 19 mart 2008 vadeli tahvilin miktarının artırılması için yetki vermesi borçlanmada ibrenin dışarıya kaydığını gösteriyor. Bu da bono piyasanının içerde borsa karşısında gösterdiği o kırılmaz rekabet avantajının başka bir yönden yara alması anlamına geliyor. Önümüzdeki günlerde çıkılacak yeni bir eurobond ihalesi olduğu yönündeki söylentiler de bononun parlaklığını biraz azaltıyor.
Bu verileri yan yana koyduğumuzda bir kaç hafta önce yazdığımız bir yazının yeniden zikredilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şöyle demişiz:
“Endeks haziran ortalarında 12 bin 13 bin puan aralığına oturabilir. Arada kar satışları olabilir ama hedef 13 bin puan.”