Bu cümleler İsrail’in önde gelen yatırım portallarından birinde yer alan bir haberin giriş cümleleri. Akbank ile İsrail bankası The Gift arasında imzalanan bir anlaşma ile artık İsraillilerin de paralarını Akbank’a yatırabileceklerini ve bu anlaşma sayesinde yukarda bahsettiğimiz o bir saatlik uçak yolculuğunu yapmaya gerek bile kalmadığını belirtiyor.
Bu hafta Türkiye’ye dışardan bakılınca neler görüldüğünü anlatacağımızı söylemiştik ya, işte birazdan ayrıntılarını aktaracağımız bu makale dışardan bakıldığında Türkiye’nin nasıl göründüğünü gayet net biçimde anlatıyor. İsrail’in önde gelen gazetelerinden Haaretz’e bağlı The Marker.com’dan alıntıladığımız bu yazı doğrudan İsrail yatırımcısı için yazılmış.
“Türkiye bugünlerde gelişmekte olan piyasaların yıldızı durumunda. Yatırımcılar ülkeye yatırım yapma yollarını arıyor. Ve üstelik yıllarca süren ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın ardından şimdi Türkiye sadece bir turizm cenneti olarak değil, ekonomik ve siyasi istikrarı ile de göz dolduruyor.”
Bu sözlerle devam eden makale, Türkiye’nin şu anda İsrail’in 1985 yılında uyguladığı ekonomik programın benzerini uyguladığını ve bu sayede enflasyonunu 2001’deki yüzde 70’lik seviyesinden yüzde 9’a indiğini, ekonominin 2004 yılında yüzde 9 büyüdüğünü ve bu yıl da yüzde 5’in üzerinde bir büyüme beklendiğini belirtiyor. Buna ek olarak da iç borcun GSMH’ye oranının düştüğünü, kredi derecelendirme kuruluşlarının ülke notunu artırdığını ve Türkiye’nin AB perspektifi nedeniyle kredi notunda pozitif bir değişim beklendiği belirtiliyor.
Ve şöyle devam ediyor:
“Enflasyon düşüşü ve ekonomik istikrar faizlerin de düşmesine neden oldu. 2000 yılında yüzde 200’lere varan faiz oranı yüzde 22’lere geriledi. Ama buna rağmen hala ülkede yüzde 12-13 civarı bir reel faiz almak mümkün. Bu da başta Avrupa ve ABD olmak üzere yatırımcıları Türkiye’ye çekiyor.”
Makalede Türkiye’ye yatırım yapmanın çok kolay olduğu, doğrudan İsrail’den ya da İstanbul’a kısa bir uçak yolculuğu ile istenen bankada hesap açılabileceği ve sermaye piyasasına yatırım yapılabileceğini belirtilirken, Türk sermaye piyasasının Avrupa ve ABD borsalarına kıyasla daha basit olduğu, işlem hacminin ve spread’lerin komik denecek seviyede düşük kaldığı ama buna karşın Türklerin sermaye piyasasını büyük bir hızla öğrenip geliştirdiği vurgulanıyor.
Bugün ise endeksin bir miktar düşüşle gün içinde 27 bin 300 seviyesinin altına gelebileceğini söyleyelim. Ama bu bugün düşüş beklediğimiz anlamına gelmesin. Bugün geride bıraktığımız işlem günlerine kıyasla biraz daha durulmuş ama yine dalgalı sayılabilecek bir endeks seyri izleyeceğiz. Kapanışın ise pozitif alanda gerçekleşmesini bekliyoruz.
Endeksin düşüşünde olduğu gibi yükselişinde de aslında gerçek gelişmelerin etkili olduğunu söylemek zor.
Çünkü düşüşte teknik nedenlerin etkili olmasına rağmen piyasa bunlara IMF anlaşması ile ilgili gelişmeleri bahane etmişti. Şimdi yine aynı konu ile ilgili açıklamaları satın aldığını izliyoruz.
Açıklamaların adresi ise Londra... Malum Maliye Bakanı Kemal Unakıtan Londra’da özelleştirme uygulamaları ile ilgili olarak yabancı yatırımcılara bilgi veriyor. Bu arada da açıklama yapmaya devam ediyor. Son yaptığı açıklamalarda teşvik yasasında geri adım atılabileceğini, kanunun bütçeye yükünün 1 milyar dolar civarında olmasının beklendiğini söyledi.
Yine dün Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan da yaptığı açıklamada IMF ile yeni stand-by’ın imzalanacağını ve Türkiye’nin ekonomik program çerçevesindeki taahhütlerini yerine getireceğini söyledi.
Zaten son bir iki gündür anlaşma için önkoşul olan yasalarla ilgili çalışmanın hızlandığını da biliyoruz.
Bunlar olumlu gelişmeler ama bir de kısa vadede canımızı sıkacak gelişmeler var. Örneğin AB üyeliği yolunda ayağımıza takılacak en önemli sorun Ankara anlaşmasının genişletilmesi meselesi olacak.
Referans Gazetesi’nin haberine göre, Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nün Rum Kesimi'ni de kapsayacak şekilde genişletilmesine ilişkin ek protokol için 2 Mart’ta AB ile görüşmelere başlayacak. Türkiye’nin komisyonların nihai mutabakatının ardından iki ay içinde söz konusu protokolü imzalaması, ancak bunun G. Kıbrıs Rum Devleti’ni tanıma anlamına gelmeyeceğini açıklaması bekleniyor. Türkiye ile AB arasında 3 Ekim 2005’te üyelik görüşmelerinin başlayabilmesi için söz konusu protokolün imzalanması gerekiyor. Türkiye’den bu ay sonuna kadar protokolü paraf etmesi istenmişti.
Ama bu hareketin sadece borsaya özgü olduğunu düşünürsek piyasanın durumunu pek net kavrayamayız. Bono ve dövizde de çok benzer bir durum yaşandı. Aslında dün Türkiye piyasaları, daha çok yurtdışı piyasaların etkisi altındaydı. Ve yönü de belirleyen de biraz bu hareket oldu.
Dün neler oldu, bugün neler olacak? İşte buna ilişkin veri ve beklentileri Koç Yatırım’ın araştırma bülteninden aktarıyoruz:
“Bono piyasası Çarşamba gününü hafif değer kaybı ile kapadı. Dün kısa vadeli kıymetlerde alış, uzun vadeli kıymetlerde ise satış ağırlıklı bir seyir izlendi. Gösterge niteliğindeki 27/9/2006 tahvilinin ortalama bileşik faizi %18,13’e yükseldi. Hazine bu hafta 3.8 milyar YTL’si piyasaya olmak üzere toplam 4.4 milyar YTL iç borç geri ödedi. Hazine Pazartesi günkü 1.856 milyar YTL’lik satışın gerçekleştiği referans ihalesi ve Salı günkü 2.259 milyar YTL’lik satışın gerçekleştiği 5 yıl vadeli değişken faizli tahvil ihalesi ile birlikte toplam 4.115 milyar YTL borçlandı. Bu hafta itfadan piyasaya yaklaşık 300 milyon YTL kalmasına rağmen piyasadaki YTL sıkışıklığı devam etmekte.
YTL dün dolara ve euroya karşı değer kaybetti.
Japonya ve Güney Kore’nin dolar rezervlerini tutacaklarını açıklamasıyla birlikte euro-dolar paritesi dolar lehine toparlandı. Yurtiçi piyasada da dolara talep gelince YTL dün değer kaybetti. Bankalar arası piyasada dolar kapanışta 1,3030 YTL seviyesindeydi. Merkez Bankası, gösterge niteliğindeki gün sonu alış/satış dolar kurunu 1,2980/1,3043 YTL ve euro kurunu 1,7149/1,7232 YTL olarak ilan etti. Merkez Bankası’nın düzenlediği döviz alım ihalesine 91 milyon dolar teklif gelirken, Merkez Bankası 14.6 milyon dolar opsiyon kullanarak ortalama 1,3050 YTL kurdan toplam 29.6 milyon dolar aldı. Merkez Bankası’nın 22 Aralık 2004’ten bu yana ihaleler yoluyla piyasadan aldığı döviz miktarı 1,261.4 milyon dolara ulaştı.
Alternatif piyasalara baktığımızda, TL faiz cephesinde sabah saatlerinde %18'lerin üzerine çıkılarak %18.20 seviyelerinin test edilmesine rağmen valörlü işlemlerde gelen alımlarla oranların yeniden %17,90'lara gerilediğini görüyoruz. Bu hareketin önümüzdeki günlerde %18 seviyesinin altında kalması halinde, son dönemde vurguladığımız %18.30-40 bandına doğru öngördüğümüz düzeltme olduğunu düşünecek ve alım yönünde kullanıldığını söyleyebileceğiz. Eurobond cephesine baktığımızda ise, son bir kaç gündür etkili olan satıcılı seyirle destek bölgelerine ulaşan 2030 ve 2034 kağıtlarının bu destekleri korumayı başardığını ve yönlerini yukarı çevirdiklerini görüyoruz. Beklentimiz bu tepki alımlarının önümüzdeki günlerde 2030 kağıdı için ilk etapta 144.5 2034 kağıdı için de 105 dolara doğru devam edebileceği yönündedir. Böyle bir öngörünün gerçekleşmesi halinde bu gelişmenin hisse senedi cephesine de olumlu yansıyabileceği söylenebilir.”
Peki bu düşüş için geçerli olabilecek sebepler konusunda uzmanlar ne söylüyor?
Aslında söylenen çok fazla bir şey yok. Ya da durumu şöyle anlatalım, söylenen çok şey var fakat bunların hiç biri bizce borsada yaşanan düşüşü tanımlamak için yeterli değil. Eğer mesele beklentilerse, Merkez Bankası’nın Şubat ayı ikinci dönem beklenti anketindeki sonuçlar bir sıkıntı olmadığını gösteriyor. Belki yeterince iyimser rakamlar yok bu ankette ama borsada hızlı düşüşün sebebi olarak gösterilecek bir olumsuzluk da yok.
Hemen hatırlayalım beklenti anketinin sonuçlarını:
Buna göre Şubat ayının birinci anket sonuçlarında yüzde 8.1 olan TÜFE bazında yıl sonu enflasyon beklentisi, şubat ayının ikinci anketinde yüzde 8'e geriledi. Şubat ayı için TÜFE beklentisi ise değişmeyerek yüzde 0.6'da kaldı. Şubat ayı sonu için öngörülen dolar kuru 1.3365'den 1.3166'ya gerilerken, yıl sonu beklentisi de 1.4586'ya indi. MB anketine göre yıl sonunda öngörülen cari açık rakamı 13 milyar 968 milyon dolar olurken, büyüme de 0.1 puan artışla yüzde 5.7'ye çıktı
Kimi uzmanlar dünya piyasalarındaki gelişmelerin İMKB’yi etkilediğini söylüyor. Örneğin dün ve bugün petrol fiyatlarında izlediğimiz yükseliş ya da doların uluslararası piyasalarda hızlı değer kaybı bu düşüşe sebep olarak gösteriliyor ama bizce bu da yeterli değil. Çünkü düşüş geçen hafta başladı dün değil.
Peki Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin dün akşam Ekonomist Dergisi’nin ödül töreninde yaptığı konuşma etkili olmuş olabilir mi? Şunları söylemişti Serdengeçti:
“Türkiye’nin son üç yıldır yaşadığı büyüme sürdürülebilir büyüme değildir. Türkiye sürdürülebilir büyüme kavramı ile henüz tanışmadı. Ancak bu tanışma sağlandıktan sonra ülkede sürdürülebilir istihdam da sağlanacak”
Bizce bu açıklamalar da piyasanın yönünü tersine çevirecek açıklamalar değil.
Hükümet teşviklerin geçmiş yatırımları da kapsayacak şekilde genişletilmesinden vazgeçiyor. Bu da IMF’nin isteğini karşılar nitelikte bir adım atıldığı anlamına geliyor. Ama tabii ki tüm sorunlar halledilmedi. IMF ile anlaşma imzalanmasının ön şartlarından olan vergi, sosyal güvenlik ve bankacılık reformları henüz yasal çerçeveye kavuşmadı. Gerçi hükümet geçen yıllardaki yasa çıkarma performansını bu konularda da gösterip kısa sürede bu yasaları çıkarabilir. Ama bilgi olsun diye söylüyoruz, bu yasalar Türk ekonomisi açısından hayati öneme sahip. Bu alanlarda alelacele yapılacak düzenlemeler faydadan çok zarar getirir. O nedenle bu IMF ile anlaşma imzalanmasının yolunu açacak biçimde çıkabilir ama Türkiye gerçeklerine ve gereklerine uygun değilse ekonomi üzerindeki baskı devam edeceği için işimize yaramaz.
DEPPLER’DEN STAND-BY AÇIKLAMASI
IMF’nin Avrupa birinci bölgeden sorumlu Direktörü Michael Deppler, Türkiye ile IMF arasındaki yeni Stand-By anlaşmasıyla ilgili sürecin devam ettiğini açıkladı. Deppler, Teşvik Yasası’yla ilgili olarak ise teşviğin belli bir gruba gitmeyerek, herkesin teşviklerden yararlanması gerektiğini belirtti.
Teşviklerle ilgili yasanın alt komisyonda değiştirilmesi bekleniyor. Stand-by için gerekli düzenlemelerden Gelir İdaresi ve Bankacılık Yasa tasarıları son şeklini almak üzere olup Sosyal Güvenlik Yasa tasarısının gelecek hafta sonunda tamamlanarak Meclis’e sunulması hedefleniyor.
MORGAN STANLEY’DEN TÜRKİYE ANALİZİ
Bu sayfada, yatırımcılara başka fikirleri de ulaştırabilmek ve yeni vizyonlar oluşturabilmek için sık sık yerli ya da yabancı yatırım bankalarının araştırma raporlarına da yer veriyoruz. Bu raporlar arasında da elbette bazıları bizim için çok önemli. Çünkü çok az kuruluşu araştırma konusunda muteber ve ciddi buluyoruz. Bunlardan biri Morgan Stanley’nin analisti Serhan Çevik. Türk ekonomisi ile ilgili son raporunda Türkiye’ye dışardan sıcak para akışının iyice netleştiğini hatta yerlilerin de yurtdışındaki paralarının bir kısmını içeriye getirmeye başladıklarını belirtiyor.
Yurtdışında yerleşiklerin Türkiye sermaye piyasalarındaki varlıklarının 2002 yılı sonunda 3.5, 2003 yılı sonunda 9 milyar dolar seviyesindeyken geçen ay sonu itibariyle 19 milyar dolara çıktığını belirten Çevik, benzer bir durumun sabit getirili menkul kıymetler ve hatta doğrudan sermaye yatırımlarında da izlendiğini belirtiyor.
Çevik, bunun ilk nedeninin halen devam eden yüksek reel getiri olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Ama bu çok büyük bir resmin sadece ilk görünen parçası. Resmin devamı da var”... Çevik’e göre 90’ların başında Türkiye’nin verdiği reel faiz oranı bugünkü seviyenin üç hatta dört katı seviyelerde olmasına rağmen bugünkü seviyelerde sermaye çekemiyordu. Bugünkü başarının nedeni ise iki sebepe dayanıyor:
Piyasadaki gerginliğin had safhaya ulaştığını söylediğimizde yanılmadığımız dünkü gelişmelerle ortaya çıktı. Birinci seans boyunca hafif alıcılı bir seyir izleyen Endeks 28 bin 400 puan seviyelerine yaklaştı ama ikinci seansta gelen İran haberi piyasanın dengesini çok ciddi biçimde bozdu. Piyasa meseleyle ilgili ayrıntıları öğrendiğinde biraz rahatladı. Bu süreçte borsa ayılıp bayılırken bono piyasasında ya da YTL’nin dolar karşısındaki değerinde neredeyse hiç oynama olmadı. Bu piyasalarda yatay seyrin sürdüğünü gördük. Tüm bunlar, borsadaki gerginliğin sadece gündemle ilgili olmadığını, teknik bir sınır seviyesine de ulaştığımızı gösteriyor.
İMKB 100 Endeksi dün güne 28 bin 164 puandan başladı ve gün içinde önemli bir direnç ve aynı zamanda YTL cinsinden zirvesi olduğunu belirttiğimiz 28 bin 400 puan seviyesine yaklaştı. Ama bu seviye daha önce bahsettiğimiz engeller nedeniyle aşılamadı. İkinci seansta ise İran’da bir nükleer tesise ABD’nin füze saldırısı düzenlediği haberi tüm dünya piyasalarını olduğu gibi İMKB’yi de sarstı. Ama İMKB’yi her zaman olduğu gibi diğer piyasalara kıyasla daha çok sarstı.
Borsa dün gün içinde 26 bin 900 puana doğru hızlı bir gerileme gösterdi. Ardından İran’daki gelişmelerin bir savaş başlangıcı olmadığı ortaya çıkınca piyasa biraz daha toparlandı ve kapanış 27 bin 662 puandan gerçekleşti. Dünkü şokun önemli bir kısmı yine seans içinde atlatıldığı için bugünkü seyirde hafif yukarı yönlü bir hareket bekliyoruz. Ama bu kez 28 bin puan seviyesi direnç olarak karşımıza çıkacak. Fakat kapanışta bir son dakika hareketi ile 28 bin 8 puanın üzerine çıktığını da görebiliriz.
Yani taze haber olmaması nedeniyle yatay seyrin hakim olacağı bir piyasa ile karşı karşıya kalacağız.
Fakat asıl risk başka bir yerde...
Geçen yıl, tüm dünya piyasaları ABD’nin faiz politikasını izledi ve bunun etkilerini derinden yaşadı. Bu durum 2005 yılında da değişmeyecek.
ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan dün akşam yaptığı açıklamada geçen yıl yapılan faiz artırımlarına rağmen kısa vadeli faizlerin hala düşük seviyede olduğunu söyledi. Greenspan ABD ekonomisinin 2005 yılına iyi başladığını ama cari işlemler açığının daraltılması için mali disiplinin şart olduğunu söyledi.
Bu açıklama çok önemli çünkü ABD’de faiz artırımlarının bu yıl da devam edeceğini ve her FOMC (Federal Açık Pazar Komitesi) toplantısı öncesinde dünya piyasalarının hop oturup hop kalkacağını gösteriyor.