Deniz Bayramoğlu

Yine mi ABD faizi!

17 Mart 2005
Ocak ayının ilk günlerindeki yazılarımızda ve geçen haftaki dünya turumuzda, 2005 yılında da hem Türkiye, hem de dünya piyasaları en ciddi yön belirleyicinin ABD faizleri olacağını söylemiştik. Bugünlerde de tüm dünya piyasaları tekrar ABD faizleriyle yatıp, ABD faizleriyle kalkmaya başladı.

ABD Merkez Bankası’nın (FED) 2005 yılında da kısa vadeli faizi artırmaya devam edeceği zaten biliniyordu. Özellikle de ABD ekonomisine ilişkin son veriler FED’in yakın zamanda tekrar faiz artıracağı beklentisini artırdı.

Bu çerçevede son bir haftadır piyasalardan bir para çıkışı yaşanıyor. Aslında hikayeyi şöyle özetlemek gerek:

Döviz piyasasında geçen haftanın son günlerinde başlayan alıcılı seyir devam ediyor. Dün de bu durum değişmedi ve yabancı yatırımcılar, ağırlıklı olarak bono ve daha az miktarda hisse senedi satarak dolar aldı. Bu alımlarla dolar, YTL karşısında Şubat ayı başlarından beri en yüksek seviyesine çıktı. Geçen hafta gelen yoğun satışlarla 1,2530'a kadar inen dolar bu nedenle dün gün içinde 1,34 seviyelerine kadar hızlı yükseldi. Ardından gelen satışlarla bir miktar gevşeyen dolar günü bankalar arası piyasada 1,33 YTL seviyesinden tamamladı.

Bono piyasasında da yabancı satışlarıyla birlikte faizler yükseldi. Böylece, gösterge niteliğindeki 27 Eylül 2006 vadeli tahvilin faizi günü spot işlemlerde yüzde 17.78 düzeyinde kapattı.  

Günün en ağır kaybını ise borsa yaşadı. İMKB 100 Endeksi günü 1.215 puan kayıpla 25 bin 331 puandan tamamladı. Bu kayıpla endeksin pazartesi ve salı dahil toplam kaybı yüzde 8.13'e ulaştı. Böylece borsa yatırımcılarının yılbaşından bu yana toplam kazancı yüzde 1, 44'e düştü.

Fakat bu sadece bizim sorunumuz değil. MNG Yatırım ve Fon Müdürü Bilal Balcı da aynı düşüncede. Faiz artırımı meselesinin Brezilya’dan Tayvan’a kadar bütün piyasalardan para çıkışına neden olduğunu söyleyen Balcı, üstelik bunun sadece gelişmekte olan piyasaların değil, gelişmiş piyasaların da sorunu olduğunu söylüyor.

Balcı’ya göre en önemli sorun ise Türkiye’nin ihracatının önemli bir kısmını gerçekleştirdiği Avrupa ekonomisinin durumu. Balcı’ya göre Avrupa sadece faiz ve doların hareketinden değil, petrol fiyatlarından da çok etkileniyor. Ama asıl mesele hala ABD faizleri. Artışlar aslında ABD ve dünya ekonomisi için ‘eski seviyelere dönüş, hatta normalleşme’ anlamına gelse bile...

Yazının Devamını Oku

Büyük oyun piyasayı vuruyor

15 Mart 2005
Piyasadaki durumu menkul kıymet fiyatlarındaki gelişmelere bakarak anlamamız kolay değil. Çünkü artık siyaset hem de yüksek siyaset piyasaları etkisi altına aldı.

Siyasi gelişmeler yeniden piyasalar üzerinde etkili olmaya başladı. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki son gerginliği bir yana bırakalım. Bugünün en önemli siyasi gündem maddesi ise bir kaç gündür siyasi kulislerde üstü kapalı konuşulan ve dün nihayet ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın sözleriyle ortaya çıkan “Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye ziyareti”ne yönelik eleştirilerdi.

Edelman dün Bursa’da bir konuşma yaparak şunları söyledi: “Suriye konusunda söylenecek şey, uluslararası camianın, BM’nin kararı gereği tamamen fikir birliğinde olmalarıdır. Umarız, Türkiye de uluslararası camianın içinde yer alacaktır. Tabii ki bu uluslararası camiaya uyup uymamak konusu, Türkiye'nin kendi kararıdır''

Bu sözlerin gerçek durumu ne kadar yansıttığı tartışılır. Örneğin Türkiye de BM’nin Suriye’nin Lübnan’dan asker çekmesini isteyen 1559 sayılı kararını kabul eden ülkelerden. Bu ziyaretin Lübnan ya da benzer bir konu ile de ilgisi yok. Ama ABD Türkiye’yi kesin ve net olarak kendi yanında görmek istediği için bastırıyor. Hatırlatalım iki hafta kadar önce İran Cumhurbaşkanı Hatemi’nin Türkiye’yi ziyaret etmek istediği ama aynı nedenlerle Türkiye’nin bu talebe olumsuz yanıt verdiği konuşulmuştu. Şimdi tüm siyasi analistler Türkiye’nin bu yeni isteğe nasıl yanıt vereceğini tartışıyor. Eğer Türkiye, ABD’nin “tavsiyesini” dinlemezse ABD Türkiye ilişkilerinde yeni bir gerginlik başlayabilir.

Anayasa Mahkemesi’nin yabancıların Türkiye’de mülk edinmesini kolaylaştıran yasayı iptali de piyasayı rahatsız eden gelişmeler arasında. Gerçi Anayasa Mahkemesi hükümete yasal boşluğu doldurması için üç ay süre verdi ama AB uyumu çerçevesinde çıkarılan bu yasanın iptali pek hoş değil.

Ya da 1 Nisan’da uygulamaya başlayacağımızı yeni Türk Ceza Yasası... AGİT dün  Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e bir mektup göndererek yasadaki bir çok maddenin değiştirilmesi gerektiğini ifade etti. Yeni yasanın basın özgürlüğünü kısıtlamakatan vatandaş haklarına kadar bir çok alanda “geriye dönüş” anlamı taşıyan maddelerle dolu olduğu eleştirilerini ise son bir iki gündür artan bir sıklıkta duyuyoruz.

Bu işin en net görünen kısmı. Oysa konuşulmayan başka sıkıntılar da mevcut. Örneğin, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül bir hafta önce kendisine sorulan bir soru üzerine Kuzey Irak’ta bin 500 Türk askerinin bulunduğunu söyledi. Bu söz şimdi uluslararası siyasette “Türkiye bin 500 askerle Kuzey Irak’a girdi” şeklinde yansıtılmaya başlandı. Bugünkü ulusal gazetelerde yer alan Kuzey Irak’taki Türk tankları haberlerini de bu çerçevede değerlendirmek lazım. Yani çok yakın bir sürede Türkiye ile ilgili tartışmalara bu gelişme de eklenecek.

Bu arada Bankalar Yasası ile ilgili sıkıntı bir türlü aşılamıyor. Sıkıntının ne olduğunu Garanti Yatırım’ın bugünkü günlük bülteninden aktaralım:

“IMF ile yeni stand-by’ın imzalanabilmesi için ön koşul niteliğindeki yasal düzenlemelerden olan Bankacılık Yasası ile ilgili bazı sorunların aşılamadığı yönündeki haberler basında yer almaktadır. Uzlaşmazlık noktalarının başında,

Yazının Devamını Oku

Dövize yeni müdahale gelir mi?

14 Mart 2005
Dolar Türk Lirası karşısında değer yitirmeye devam ediyor. Şimdi tüm gözler Merkez Bankası’na çevrilmiş durumda. Piyasa Merkez Bankası’nın dövize müdahale koşullarının neler olduğunu anlamaya çalışıyor.

Geçen hafta Türk ekonomisindeki sıcak gelişmeleri biraz gözardı ederek dünyanın durumunu tartıştık. Bu hafta yeniden içerdeki gelişmeleri ve piyasaları mercek altına alacağız.

Merkez Bankası’nın kısa vadeli faiz oranını 1 puan indirmesi ve aynı gün döviz piyasasına alım yönünde müdahale etmesinin yankıları henüz dinmedi. Hala piyasalarda doların YTL karşısındaki hızlı değer kaybı ve Merkez Bankası’nın bundan sonraki stratejisinin ne olacağı tartışılıyor. Merkez Bankası piyasaya yeniden girecek mi? Merkez Bankası bir sonraki ay kısa vadeli faiz oranlarını yeniden düşürecek mi?

Önce ikinci sorudan başlayalım. Enflasyondaki düşüş trendi ve makro ekonomik istikrar devam ettiği sürece Merkez Bankası kısa vadeli faiz oranlarını indirmeye devam edecek.

İlk sorunun cevabı da diğerinden pek farklı değil. Dövizde aşırı dalgalanma olduğu sürece Merkez Bankası döviz piyasasına müdahale edecek. Bunları söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Merkez Bankası zaten her ay yayınladığı Enflasyon ve Görünüm raporları ve Para Politikası raporlarında bu noktaları açıkça dile getiriyor.
Asıl sorun başka yerde...

Merkez Bankası yukarda adı geçen raporlarda sürekli olarak döviz için bir seviye tespitlerinin olmadığını ve müdahalenin sadece aşırı oynaklıklara karşı yapıldığını söylüyor. Üstelik bu müdahalenin son iki yıldır hep alım yönünde gerçekleşmiş olması da belirleyici değil. Çünkü Merkez Bankası gerektiğinde satış yönünde de müdahale edebileceğini söylüyor. Tabi ki şartlar yine aynı; aşırı oynaklık sözkonusu olursa...

Dövize müdahale meselesini tartışan uzmanlar ise Merkez Bankası’nın yukardaki açıklamalarına rağmen kurun aslında serbest olmadığını, Merkez Bankası’ndaki yetkililerin kafasında kurun hareket etmesi gereken bir bant aralığı bulunduğunu belirtiyorlar. Yani aslında kontrollü dalgalanan kur sistemi uyguladığımızı söylüyorlar. Bu nedenle de piyasada sık sık Merkez Bankası’nın bir önceki müdahale seviyesine gözler dikiliyor ve kur buraya yaklaşınca pozisyonlar açılmaya ya da kapanmaya başlıyor.

İşin tuhaf tarafı Merkez Bankası’nın da kafasında gerçekten böyle bir seviyenin bulunması. Ama bunu piyasa ile paylaşmaması. Hatta Merkez Bankası yeni programın uygulanmaya başlamasından bu yana neyi aşırı oynaklık olarak algıladığı konusunda da net bir açıklama yapmış değil. Bizzat Merkez Bankası Başkanı Serdengeçti, kurun aşırı değerlendiği yönündeki tartışmalara yanıt olarak geçen yıl katıldığı bir toplantıda şöyle konuşmuştu:

Yazının Devamını Oku

Petrol fiyatları: Mad Max’e hazırlanın!

10 Mart 2005
Son araştırma raporlarında hep aynı cümle var: Petrolde yeni bir dönem başladı. Yani yaşadığımız bu süreci geçici bir kriz olarak değil, kalıcı bir sürecin, yeni bir dönemin ilk günleri olarak tanımlıyorlar. Mad Max’teki gibi bir litre benzin için insanların birbirine gireceği bir dönemden bahsediyorlar. Mad Max’i izlemediniz mi? Bir an önce izleseniz iyi olur.Petrol fiyatları dün tüm dünya piyasalarının gündemindeydi. Bugün de olmaya devam edecek. Bu hafta ikidir, önceden yazmaya söz verdiğim konu gündem maddesi oluyor. Hayırdır inşallah…Petrol fiyatlarındaki ani yükseliş dün dünya piyasalarında ani bir şok yarattı. Hampetrolün varil fiyatı Amerika’da 55 dolara, Avrupa da ise 54 dolara çıktı. Bununla da kalmadı, vadeli işlemler piyasasında Haziran teslimi ABD petrolünün fiyatı 100 dolara yükseldi. Neredeyse iki ay sonradan bahsediyoruz. Yani artık bir sermaye piyasası işlemi boyutunu aşmış, neredeyse fiziksel teslimat anlamına gelecek bir kısa bir vadeden…Sormak kesinlikle hakkımız! Neler oluyor?Hevesinizi kırmak istemem fakat dürüst olmalıyım; kimse bilmiyor. Ama kimilerinin derin şüpheleri var. Derin endişeleri…Elbete ABD’nin Irak’ı işgali, Çin’in artan talebi, Yukos’un piyasadan çekilmesi, Hindistan’ın azımsanamayacak bir alıcı olarak piyasaya girmesi, sert geçen kış koşulları, terör korkusu/güvenlik endişesi, doların değer kaybı nedeniyle kar edemeyen spekülatörlerin yüksek fiyatlar ve oynaklıktan kar etmek için vadeli petrol kontratlarına dadanması gibi etkenleri sık sık duydunuz. 2004 yılı boyunca bunları konuştuk. Bunlar doğru halen de geçerli etkiler. Ama tüm hikaye bu değil. Gerçekten de yeni bir çağ başlamak üzere, ya da belki çoktan başladı… Gerçi hala çok sayıda uzman 2004 yılındaki çılgınlığın 2005 yılında devam etmeyeceğini düşünüyor. Bu uzmanlara göre artan talebi karşılamak için yeterli arz mutlaka gelecek. Mevcut rezervler ve kapasite bunun için yeterli. Yeterli arz gelince de  taleazalacak ve böylelikle de fiyatlar yeniden “normale” dönecek. Acaba..?Vadeli işlemlerde haziran kontratlarının fiyatının 100 dolara kadar çıkmasını New York Times’ın “ABD haziran ayında İran’a saldıracak” haberlerine bağlayan çok sayıda insan var. Büyük oranda haklılar da… Çünkü vadeli işlemler piyasası gerçekten spekülatör dolu ve onlar bu haberleri paraya çevirmeyi iyi bilir. Çin’in 2005 yılında petrol talebinin artacağına ilişkin açıklamasının hayal kırıklığı yarattığını vurgulayanlar da var. Onlara da katılmamak mümkün değil. Ama aldığımız alarm sinyalleri sadece bunlar değil maalesef. Petrol fiyatları 2005 yılında da düşmedi ve düşme belirtisi de göstermiyor. Başka bir deyişle son 3 yıldır petrol fiyatları sürekli artıyor. Petrol sektöründe geleceği tahmin etmenin zorluğunu kabul ediyorum. Zaten kabul etmemek de mümkün değil. Son 10 yıla baktığımızda sektörün kendisine mihenk olarak seçtiği en önemli üç temel öngörünün, fiyatların istikrara kavuşacağı,  küresel petrol talebinin artmayacağı ve yeni petrol sahalarının bulunmayı beklediği teorilerinin gerçekleşmediğini gördük. Fiyatlardaki her gerilemeyi daha hızlı ve kalıcı yükselişler takip etti. Petrol talebi tahminlerin bile ötesinde arttı ve yeni sahaların umulduğu kadar çok olmadığı anlaşıldı. Sonra 2004’te çılgınlık geldi. Petrol fiyatı 50 doları aştı ve bütün yıl yüksek seyretti. Küresel bazda petrol talebi 1995 yılına kadar günlük 70 milyon varilken, 2004 yılında 83 milyon varile çıktı. Doğru Çin piyasaya girmişti ama bunun başka nedenleri de vardı. OECD ülkelerindeki petrol kullanımı 1995 yılından 2004’e kadar günlük 5 milyon varillik bir artış gösterdi. OECD dışı ülkelerde ise artış yüzde 7,7 oldu. OECD dışı bir ülke olan Çin’in bu yüzde 7.7’lik artış içindeki payı ise yüzde 39 seviyesinde. Ama sadece Çin değil Hem ABD, Hem Avrupa hem de gelişmekte olan ülkelerin tümü 2004 yılında ekonomik anlamda büyüdü. Bu büyümeyi sağlayacak sıra dışı bir gelişme sözkonusu değildi. Yani 2004 yılındaki koşullar 2005’te de aynen sürüyor. Bu da  2005 yılında da benzer bir büyüme ve talep, yani petrol fiyatında yine artış eğilimi olabileceği olasılığını yükseltiyor. Petrol için en kilit konu yeni petrol sahaları bulma ve geliştirme (F&D) faaliyetleri olduğu için bu alandaki maliyetler yakından takip ediliyor. Ama ilginçtir ki bu alandaki maliyetler son 10 yıl boyunca 5-7 dolar arasında kaldı. Buna karşılık 90’ların ilk yarısı boyunca 70-80 milyar dolar civarında olan toplam petrol bulma ve üretim maliyetleri 2000 yılı  başında 124 milyar dolara çıktı. F&D’nin bu kadar düşük maliyette kalmasının edeni ise bulunduğu rapor edilen yeni sahaların çokluğuydu. Oysa kimse bu yıllar boyunca artan talebe karşılık olarak sürekli eklenen yeni sahaların gerçekten verimli olup olmadığını sorgulamadı. İşin ilginci bu yıllar boyunca petrol çıkarma-üretim şirketlerinin çok azı üretiminde gözle görülür artış gerçekleştirdi. Uzmanların kornuç bir şüphesi var bu konuda: “Bu araştırmalar yeterli derinliklere inmeden ve bur dizi test pahalı olduğu gerekçesiyle gerçekleştirilmeden güvenilir olarak raporlandı. Oysa bu alanlara riskli alanlar olarak bakmak lazım.” Talepteki artışa karşılık son 10 yılda OPEC üretimini günlük 7.6 milyon varil artırdı. Bu arada Sovyetlerin dağılmasıyla Rusya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinin petrolü de piyasaya girip günlük arzı 4 milyon varil artırdı. Bu da artan talebin yüzde 50’sini karşılamaya yeter bir üretimdi. Ama Rusya’da olduğu gibi diğer OPEC dışı ülkeler geçen zaman içinde üretimlerinde ciddi bir artış gerçekleştiremedi.    TABLE 1. BÜYÜK PETROL ÜRETİCİSİ ÜLKELERDEKİ DURUM    Üretimde doygunluğaUlaşmış olanlar   Üretim kapasitesiArtabilecek olanlar   Üretim kapasitesi Şüpheli durumda olanlar         Avustralya Cezayir Çin    Kolombiya Angola Hindistan    MısırBrezilyaMeksika   Endonezya   ÇadNorveç   İran Ekvador Rusya     IrakEkvator GinesiSuudi Arabistan   KuveytMalezya      Libya Katar      Oman Sudan       Suriye BAE      İngiltere         ABD          Venezüella          Yemen       Yukarıdaki tablo büyük petrol üreticilerin ve geri kalanların durumunu gösteriyor. Doygunluğa erişmiş ana üreticiler günlük 25 milyon varil, kapasitesini artırabilecek olanlar 10 milyon varil üretim yapabiliyor. Ama asıl sorun aralarında S. Arabistan, Norveç Meksika ve Çin’in bulunduğu ülkelerin rezervlerinin sonuna gelmiş olabilecekleri ya da kanıtlanmış sayılan yeni sahalarının bekledikleri gibi petrol olu olmaması… Bir du bu ülkelerin siyasi durumlarının karışıklığını ve Yukos benzeri örneklerin her zaman yaşanabileceği olasılığını unutmamak gerek.  Şu anda petrol üretiminin büyük kısmı en genci 10 yıl önce açılan kuyulardan sağlanıyor. Kanıtlanmış kabul edilen ve üzerinde çalışılan sahaların tamamında petrol çıkarılsa ve bu bir anda piyasaya gelse bile bu bize en çok günlük 6 milyon varillik bir rahatlama sağlayacak. Ama talep devam edeceği için fiyatın düşüşü de geçici olacak. Tabii ki dünyadaki boru hatlarının ve diğer tüm taşıma araçlarının ve rafinerilerin şu anda yüzde 100 kapasite kullanımı ile çalıştığını da unutmamak lazım. Bir çalışmaya göre geçen yıl bu yüzden tankerlere de talep arttı ve sektörün yaptığı yeni tanker yatırımları nedeniyle fiyatlara 5-6 dolarlık bir ek geldi. Tüm kuyu açma araçları ve açık deniz platformları da halen yüzde 100 kapasite kullanımı ile çalışır durumda. Tüm bu ekipmanın bir kısmı da ömrünü tamamlamak üzere. Yani gelecek 10-15 yıllık bur süreçte bugünden gerekli olan ekipman ve filoda yüzde 15’lik bir kapasite eksikliğimiz var. Bir de yeni alanlar açılırsa… Sektörde yeni işçi alımı çok az olduğu için istihdam edilen işgücünün yaşlı olması ve yeni teknolojiye iyim güçlüğü çekmesi ise patronların en büyük sorunlarından biri. Üstelik onlara göre bu konuda tek bir adım bile atılmamış durumda. Elbette Çin ekonomisi küresel baskıya dayanamayıp ya da bir iç kaos nedeniyle azalabilir, dünya ekonomisi yavaşlayabilir, spekülatörler dehe karlı alanlara kayabilir, kış ağır geçmezse ısınmak, yaz ılık olursa da air-condition için az yakıt kullanılabilir… Ama asıl sorun arz kısmında. Bu sorun ise çözülmesi mümkün olmayan bir sorun. Yeni enerji kaynakları konusunda bildiklerimizi gözden geçirmenin zamanı geldi galiba…
Yazının Devamını Oku

AB: Ne sunuyor ve ne istiyor?

9 Mart 2005
Türkiye ve Avrupa ilişkileri üzerine bir yazı yazmaya başlamanın en zor tarafı nedir biliyor musunuz? Konuyla ilgili söylenmesi gereken şeyleri asla tek seferde söyleyememek...

Avrupa ekonomisi 2004 yılı boyunca dünya basınına sık sık malzeme oldu. Tartışmaların odağında ise doların euro karşısında hızla değer kazanması sonucu bölgenin ekonomik aktivitesinin büyük sıkıntıya gireceği konusu vardı. Avrupa ekonomisinin can damarı olan ihracata yönelik ürünlerin, doların düşüşü sonucu dünya pazarlarında ucuzlayan ABD ürünleri karşısında tutunamayacağı, bunun da AB ekonomisinde, işsizlik, bütçe açığı ve enflasyon gibi zaten sıkıntılı alanlarda işlerin daha kötüye gitmesine neden olacağı söyleniyordu. Nitekim bu gerçekleşti.

Almanya Maliye Bakanı 7 Eylül 2004 tarihinde Alman Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Avrupa’yı 2010 yılına kadar dünyanın en rekabetçi bölgesi haline getiremeyeceğiz. Ama yine de bu doğru bir hedeftir ve tüm Avrupa ülkeleri gibi biz de bu hedefe ulaşmak için çabalamalıyız.”

Eichel'in bu sözleri ile aslında herkesin hislerine tercüman olmuştu. Çünkü herkes, 2010 yılında dünyanın en rekabetçi ve en dinamik bölgesi olmayı ve ABD’nin karşısına ciddi bir ekonomik güç olarak çıkmayı hedefleyen Avrupa Birliği’nin bu hedefleri yakalamasının mümkün olmadığını biliyor ama nezaket gereği yüksek sesle dile getiremiyordu. Tabi bu açıklama, hedeflerin tutturulmasına yönelik ilk resmi açıklama olması nedeniyle de önemli. Arkasından AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso’ya kadar bir çok isim Eichel’inkine benzer sözler sarfetti…

Açıklama özellikle de 2010 yılı hedeflerine de ilham kaynağı olan ve AB içerisinde ekonomik reform çalışmaları yürüten Lizbon Konseyi’nde adeta infial yarattı. Konseyin yöneticisi Ann Mettler açıklamayı “yıkıcı ve sınırları aşan” bir açıklama olarak tanımlayıp “Avrupa’nın en büyük ekonomisinin Maliye Bakanı’nın bu yıkıcı sözlerle ne elde etmek istiyor?” diye sordu. Ama arkasından o da farkında olmadan hem Almanya ekonomisinin zor durumunu ortaya serdi hem de bu hedeflerin tutturulmasının zorluğunu şunları söyleyerek kabul etti:

“Bakan, bundan sonraki 5 yılı hesaplamak yerine Almanya’nın ekonomisini düzene sokmakla uğraşmalı. Çünkü Almanya bugün AB ekonomisindeki en büyük deliği oluşturuyor ve Lizbon hedefleri yakalanamayacaksa da bu Almanya’nın suçu”.

Bu arada Lizbon hedefleri de şu; 2000 yılında AB liderleri bir araya gelerek 2010 yılına kadar AB’yi dünyanın en rekabetçi, bilgi teknolojilerine en çok yatırım yapan, en dinamik ve en istikrarlı ekonomisi haline getirmek için bir dizi karar aldı. Hedefler adını bu toplantının yapıldığı kentten, yani Lizbon’dan alıyor. 

Bu sözler belki AB’nin kendi içindeki bir tartışma gibi görünebilir ama aslında ekonomiye ilişkin sıkıntıların ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor.

Yazının Devamını Oku

Uzaktaki Dev: Çin ekonomisi yükselişi kadar düşüşü de sancılı

8 Mart 2005
İster dünya ölçeğinde ister tek tek ülkeler bazında bakalım, son bir iki yıldır ekonomi ve riskler meselesini konuşan herkesin birinci, bilemediniz ikinci konu başlığı Çin ekonomisi oluyor. Çin yükselişi ile gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere dünya ekonomilerine korku salıyor. Ama bir çok insan Çin’in artık teklemeye hiç olmazsa yavaşlamaya başladığını göremiyor. Önemli olan bu değil. Önemli olan henüz uzak bir ihtimal de olsa, Çin’in yükselişi kadar düşüşü ile de çok büyük zarar verebileceğini unutmamak.

10-15 yıl öncesinde kimse Çin hakkında fazla bir şey bilmiyordu. Tiananmen Meydanı’ndaki faciayı hatırlıyordu çoğumuz. Komünist bir ülkeydi. Bir de çok kalabalık bir nüfusu vardı. O kadar… Ama birden pazarlarımızda Çin malları zuhur edip, dünya limanlarına ambarları ağzına kadar tanesi birkaç sente mal edilmiş jeanler, tişörtler, oyuncaklar, süs eşyaları dolu Çin bandıralı gemiler yanaşmaya başlayınca, herkes gibi biz de gözümüzü o ülkeye çevirdik. O sıralar Deng’in imparatorluğunun son günleriydi. Çin piyasaya girdikçe hakkında bildiklerimiz de artmaya başladı. Onu daha iyi tartar ve etkilerini anlar hale geldik.

Şimdi ise artık bu hızlı büyüme sonrası arazların da birer birer ortaya çıktığı bir dönem yaşıyoruz. Ve Çin’i biraz daha iyi tanıyoruz. Ama hala bildiklerimiz gerçeğin çok ufak bir kısmı. Mesela daha nüfusun bile tam anlamıyla kaç olduğunu bilmiyoruz. Yabancılara açık bölgeler dışında ülkede yıllardır hiçbir yabancının ayak basmadığı bölgeler var.

Çin hakkında şu anda aklıma gelenleri sıralıyorum:
Bir kere, Çin artık oyunu kuralıyla oynaması için küresel bazda baskı altında. Her alanda üstelik. (En akılda kalıcı örneği verelim. Çin ihracat avantajı aratmak için içerde ve dışarıda iki farklı kur uyguluyor ve tabii ki ihracat kuru daha düşük. Ve bu kurun en fazla aşağı-yukarı yüzde 0,3’ük bir bant içinde oynamasına izin veriyor. Dünyanın geri kalanı ise kurun bir an önce serbest bırakılmasını ve değerine piyasanın karar vermesini istiyor.) Bu tabloya bir de ülkenin kendi içindeki hoşnutsuzlukları ve Çin’in siyasi ihtiraslarını da eklememiz gerekecek. İşin insani ve ekolojik boyutu ise bir başka kanayan yara. Yani Çin aslında büyük bir sıkıntı kaynağı ve biz daha en kötüsünü  görmedik.

Çin ekonomisi artık dünya ekonomisinin gidişine yön veren aktörlerden biri. Bu kadar büyük bir aktörün üstelik sadece son 10 yıl içinde dünya ekonomisini bu kadar etkiler hale gelmesi, onu herkes için ciddiye alınması gereken bir rakip haline getiriyor.

Çünkü sınırları esnek bile olsa az çok belli olan bir piyasaya elinde çok ucuza sattığı her çeşit mal ve yine her alanda her çeşit ihtiyacı olan yeni bir oyuncunun gelmesi rekabetin bir anda artması anlamına geliyor. Pastadan, hem de oldukça kallavi, bir dilim azalmış oluyor herkes için…

Düşük maliyetler nedeniyle Çin tam bir yabancı sermaye cenneti. Her yıl 50-60 milyar dolar arasında bir yabancı sermaye çekiyor. Bunun önemli bir kısmını Tayvan, Singapur, Japonya vs bölge ülkeleri oluşturuyor ama batılı sermayenin payı da azımsanacak gibi değil. Bu ülkeler arasında da ABD, İngiltere, Almanya gibi batının sanayi devlerinin yer aldığını hatırlatalım. Bugün aklınıza gelen hemen her uluslararası şirket Çin’de yatırım yapmış durumda. Sadece reel ekonomi alanında değil sermaye piyasaları anlamında da ciddi sıcak para çekebiliyor Çin piyasaları. Bu da diğer gelişmekte olan ülkelere gidebilecek potansiyel sermayenin her yıl bir kara delik tarafından yutulması anlamına geliyor.

Hammadde ve petrol ihtiyacı korkunç seviyelerde. Bu durum ekonomik aktiviteyi canlandırır gibi görünmekle beraber, aslında kilitleyen bir yapıya da sahip. Ki 2005 bir yandan da böyle bir yıl oldu. Örneğin demir-çelik ve petrol alanında Çin’in büyük miktarlardaki alımları nedeniyle bir çok ülkenin ihtiyacı tam karşılanamadı. Bu da ciddi küresel sonuçları olmasa da lokal olarak büyük ekonomik sıkıntılar doğurdu ve bu sıkıntılar da ciddi bir nüfusu etkiledi. Ama asıl önemlisi arzın talebi karşılayamaması ve küresel siyasi dengelerdeki gerginlik nedeniyle metal ve petrol fiyatları dudak uçuklatan seviyelere ulaştı. Bu talep nedeniyle geçen yıl petrol fiyatları yüzde 34, bakır fiyatları ise yüzde 37 oranında arttı. Ama Çin ekonomisi de bu nedenle ciddi bir enflasyon baskısı altına girdi. Bir nevi kendi ayağına da kurşun sıkmış oldu.. Ayrıntılara birazdan bakacağız.

Yazının Devamını Oku

Yakın tehlike: ABD ekonomisi ve faizleri

7 Mart 2005
ABD ekonomisinin bugünkü durumu ve bunun dünya ekonomisi üzerindeki etkilerini tartışmaya başlamak için iyi bir gün. Çünkü dün ABD’nin en tanınmış yatırımcısı, bir mucize, bir deha olarak görülen adam Warren Buffet, ABD ekonomisine ilişkin derin endişelere sahip olduğunu açıkladı.

Warren Buffet Amerika için tipik bir kahraman profili oluşturur. Orta-batılı fakir bir ailenin çocuğu olan Buffet, kısa zamanda yatırım işinin sırlarına vakıf olur ve bugün binlerce ortağı olan Berkshire Hathaway isimli yatırım şirketini kurar. Milyarder yatırımcı Buffet’ın, her yıl Berkshire Hathaway ortaklarına gönderdiği yıllık raporda yer alan görüşlerine ABD ekonomi çevreleri tarafından büyük kıymet verilir.

Bu yılki yıllık raporda şirketin ikinci yıl da Dow Jones Endeksi’nden daha az getiri sağlamış olmasının nedenlerini konusunda açıklamalarda bulunan Buffet, her zamanki açık sözlülüğü ile ABD ekonomisinin kötü durumda olduğunu ve yeni yatırım alanları bulamadıkları için şirketin karının düştüğünü söylüyor. Buffet’ın açıklamalarının önemli bir kısmı ise ABD ekonomisinin neden kötü durumda olduğuna ayrılmış.
 
ABD ekonomisinin gittikçe artan dış ticaret açığı ve bu açığın yabancı sermaye ile finanse edilmesinin tehlikelerini anlatıyor Buffet ve dört beş sayfalık yazısının iki tam sayfasını bu konuya ayırmış.

Şöyle diyor: "Bugün dünyanın geri kalanı ABD’nin refah düzeyinin sürmesi için günlük 1.8 milyar dolarlık bir sermaye sağlıyor. Bu geçen yıl size yazdığım tarihten bu yana tamı tamına yüzde 20 arttı. Bu da bugün, dünyanın geri kalan ülkelerinin ve vatandaşlarının ABD’nin 3 trilyon dolarlık kısmına sahip oldukları anlamına geliyor.” Piyasa ekonomisinin kahramanlarından birinin bu seviyede korumacı olmasını bir yana bırakamıyoruz çünkü benzer açıklamaları devam ediyor Buffet’ın ve birkaç satır sonra da “yakın bir gelecekte ABD vatandaşlarının önemli bir kısmının kazandığının ciddi bir kısmının yabancı efendilere gideceğini” söylüyor. 

“Bugün bir özel mülkiyet toplumu olan toplumumuzun bir mirasyedi toplumu olarak mutlu olacağını sanmıyorum. Ama gittiğimiz yer burası” diyen Buffet ABD’nin üretimden uzaklaştığını söyleyip, ülkedeki kurumların parça parça yabancı sermayenin eline geçtiğinden şikayet ediyor. Üstelik de hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların benzer mali politikalarla buna çanak tuttuğunu iddia ediyor Buffet. Ne ilginç değil mi?

Bu satırları sadece ilginç olduğu için buraya almadım. Buffet ABD ekonomisi ile ilgili çok marjinal iddialarda bulunuyor olabilir ama bu iddialar 10 yıl önce dile getirilmiyordu. Kimsenin kafasında ABD ekonomisine ilişkin soru işareti yoktu. Ama bugün var. Hem de bir hayli iddialı isimlerden gelen bir hayli iddialı sorular bunlar. Yani artık herkes biliyor ki ABD ekonomisinde bir şeyler ters gidiyor.

Bunu anlamak içinse kahin olmaya gerek yok. ABD Doları’nın son aylarda tarihinin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor olması ve uluslararası sermaye piyasalarını en çok meşgul eden konunun da bu olması zaten her şeyi açıkça ortaya koyuyor. Örneğin geçen yıl tüm dünya ABD Merkez Bankası FED’in faiz politikasını konuştu durdu. Bu durum bu yıl da değişmedi. Yine en gözde konu ABD faizleri. Peki neden? Çok basit… Eğer FED dolar faizini artırırsa sıcak para dolar ve dolara endeksli yatırım araçlarına kayar. Bu durumda da dünya piyasalarında özellikle de gelişmekte olan piyasalarda menkul kıymetler ve para birimleri değer yitirir.

Yazının Devamını Oku

Morgan Stanley: Geri dönüş yok

4 Mart 2005
Hafta başından bu yana Türkiye piyasalarının ve ekonomisinin nasıl göründüğünü aktarıyoruz. Önce Londra ile başladık. Ardından Kıta Avrupasının bakış açısını aktardık. Dün İsrail basınından bir örnek aktardık. Bugün ise Londra kökenli bir yatırım bankası olan Morgan Stanley’nin ABD’li müşterileri için hazırladığı bir rapordan alıntılarla, dışardan bakılınca Türkiye’nin nasıl göründüğü konusunu noktalayacağız.

Raporda Türkiye ekonomisi için 2005 yılındaki en büyük riskin ne olduğu tartışılıyor önce. Ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da ABD Merkez Bankası Fed’in faiz politikasının Türkiye (ekonomisi değil) piyasaları üzerinde en büyük riski oluşturduğu belirtiliyor. Ama uzun vadede bakıldığında ABD’deki faiz artırımının dünya ekonomisi çerçevesinde de “normalleşme” anlamına geldiği için Türkiye ekonomisi üzerinde de kalıcı bir etki bırakması makro ekonomik reform sürecini devam ettiği müddetçe sözkonusu değil.
Raporda, “dün açıklanan enflasyon verileri ile birlikte Türkiye’nin yüksek enflasyon sorununun sona ermeye başladığı kesinleşti” deniliyor. Şubat ayı enflasyonunu pratikte bir önceki aya göre aynı kaldığı, böylelikle yıllık enflasyonun yüzde 8,7 seviyesine gerilediği belirtiliyor.

Cari açık meselesinin (ülke olarak aldığımızın sattığımızdan fazla olması meselesi) risk oluşturmaya devam ettiğinin ama yüksek büyüme oranları sayesinde bu açığın kapatılabileceğinin vurgulandığı rapor, para politikası için şe şunları söylüyor:
“Merkez Bankası’nın son yaptığı faiz indirimlerine rağmen hala sıkı para politikası uygulanıyor. Hatta Merkez Bankası’nın seri faiz indirimine gittiği Geçen eylüle kıyasla bakılırsa… Likiditenin açık piyasa işlemleri ile ölçüldüğü göz önüne alınırsa, Merkez Bankası 2003 sonunda 12 milyar YTL olan açık piyasa işlemlerini geçen ay 1.3 milyar YTL azalttı.”

“Reel faizler arasındaki farklar yatırımcıların Türkiye ilgisini sürdürecek.” Rapor bu sözlerle devam ediyor ve “dünya çapında sıcak paranın yönünde bir değişiklik olsa bile Türkiye yüksek reel faiz vermeye devam ettiği için sıcak para sıkıntısı çekmeyecek” diye devam ediyor. Son bölüm ise dezenflasyon sürecine ayrılmış:
 “Bizce” deniliyor raporda, “Türkiye’deki enflasyonun düşüş süreci sadece rakamlardaki bir hareket değil hayati bir mesele olarak algılanıyor. Bu sürecin devam edeceğini düşünüyoruz. 2005 yılı sonunuda enflasyonunu yıllık yüzde 6,7’ye gerileyeceğini ve 2006 sonunuda da yıllık yüzde 3.6’ya ineceğini öngörüyoruz.”

İşte bu da en iyimser bakışlardan biriydi.

Dünyadan Türkiye ekonomisi ve piyasalarının görünümü “özetle” böyleydi. Haftaya ise dünya ekonomisini tartışacağız.

Yazının Devamını Oku