Cüneyt Ülsever

Meslek liseleri yok oluyor!

10 Mayıs 2004
CUMARTESİ günkü yazımda imam hatipler ile ilgili görüşümü belirtmiştim. Ülkede ihtiyaçtan çok fazla imam olmasına rağmen imam hatiplere ihtiyaç duyulduğunu söylemiştim:İmam hatipler memleketin imam ihtiyacına değil, milletin bir kısmının din ağırlıklı eğitim talebine cevap veriyorlar!Gelin bunları din ağırlıklı okullar haline getirelim!* * *Meslek liselerinin sorunları sadece imam hatiplere de indirgenemez.Ülkede tüm meslek liselerini, hatta yabancı dilde eğitim yapan tüm okulları ilgilendiren temel bir sorun var. Keşke, laiklik karşısında hassasiyeti yüksek kesimler bu sorunu da dile getirebilse!İmam hatiplerin çanına ot tıkamak üzere yola çıkan 28 Şubat aklı ülkede mecburi eğitimi 8 yıla çıkarırken ‘kesintisiz eğitim’ mantığını da gündeme sokarak; bir ülkenin temel insan ihtiyacını karşılayan meslek liselerini toptan bitirmiştir.Üniversİteler önünde birikime engel olacak, sanayileşmeyi körükleyecek ve bilişim çağına erişmenin ana motoru olacak ara mesleklere artık insan yetişmemektedir.Sadece lisede üç yıl eğitim vererek meslek erbabı yetişmez!Bunun acısını herkesten çok çeken TÜSİAD’ın laikçi üyeleri neden bu konuda ahkam kesmezler, bunu anlamak çok zordur.Kesintisiz eğitimin sanayi hayatında nelere mal olduğunu bu beyler ve hanımlar neden açıklamazlar?* * *Kesintisiz eğitim sadece meslek liselerini değil, sanatçı yetiştiren konservatuvarlar ve benzeri sanat okullarını ve dahi TÜSİAD’çıların çocuklarının okuduğu yabancı dilde eğitim yapan yabancı okulları da derinden vurmuştur.Sorun Amerikan Lisesi, Alman Lisesi, Fransız Lisesi, İtalyan Lisesi müdürlerine:- Eğitim yaptığınız yabancı dili 3 yılda öğretiyor musunuz?* * *Meslek liseleri ile ilgili bir başka yara da; özünde standart bir test olan üniversite giriş sınavında katsayı uygulamasıdır.Standart testler, adı üzerinde, standart testlerdir ve sıralamayı ölçerler. Teorik olarak bu testlere isteyen herkes girebilir, lise mezunu olmayanlar bile bu testlere girebilmeli ve ölçülebilmelidirler.Kaldı ki, üniversiteye giriş testleri, haklı olarak, klasik lise müfredatı üzerine kuruludur.Zaten, imam hatip veya herhangi bir meslek lisesini seçen çocuklar bu müfredattan belirli seviyede uzak bir eğitim almayı, sınava dezavantajlı başlamayı baştan kabul ederler. Bu çocukların önüne bir de katsayı sorunu çıkarmanın, YÖK’çüler kusura bakmasınlar ama ölçüm mantığı, hatta vicdan ile hiçbir alakası yoktur.Katsayının bilim ile değil, siyaset ile alakası vardır! * * *Gençlerin hepsinin bizim çocuklarımız olduğunu, birilerinden esirgediğimiz üniversitelerin sadece laikçiler değil, herkes tarafından finanse edildiğini ne zaman anlayacağız?
Yazının Devamını Oku

İmam hatipler! Millet bir teferruat mıdır?

8 Mayıs 2004
<B>BU </B>ülke ‘meselelerine’ çözüm bulmakta oldukça aciz bir ülke. <B>İmam hatipleri </B>ele alın. <B>1930</B>’lu yıllardan beri gündemdeler. İlginçtir, bu okulları ilk önce CHP’liler açmış, en fazla imam hatip okulunun açıldığı dönemlerden birisi ise 12 Mart Cuntası dönemi.

Büyük bir ihtimalle, yine konuyu bilmem kaçıncı defa tartışacağız, sonunda şimdi zamanı değil deyip bilmem kaçıncı defa donduracağız.

Bana göre ise; hangi hükümet bu konuyu kökünden çözerse, o hükümet iktidar olacak.

İmam hatipleri tartışmanın tam zamanıdır!

* * *

Genelkurmay
’ın da her zamanki gibi bir ucundan tuttuğu tartışmalarda, yine herkes meseleyi istediği yöne çekiyor ama ortada millet yok!

Kimse, ‘millet ne istiyor?’ diye sormuyor.

Türkiye’de aydın ve etkin geçinen hemen herkesin kafasında:

Millet; görüşüne seçimden seçime, o da mecburen başvurduğumuz bir teferruattır!

İmam hatipli gençler de onların çocuğudur, bize ne?

* * *

Çok doğrudur, ülkede mesleki açıdan imam ihtiyacından çok fazla imam hatip okulu var.

Hatta ülkedeki cami sayısı da ihtiyacın çok üzerindedir.

Ancak; siyasilerin, aklı evvel entellerin, askerlerin, bürokratların anlamadığı bir mesele var.

İmam hatipler memleketin imam ihtiyacına değil, milletin bir kısmının din ağırlıklı eğitim talebine cevap veriyor!

Dünyanın her yerinde nüfusun bir bölümü çocukları için din ağırlıklı eğitim talep ediyor ve bu talep, milletine saygı duyan ülkelerde genellikle karşılanıyor.

Bu ülkelerin çoğunluğunda gerçek laiklik olduğu için devletten bağımsız bir din kurumu (kilise) var ve bu ihtiyacı o kurum karşılıyor.

Gençler bu eğitimden sonra istedikleri mesleği seçiyorlar ve hayatı diğerleriyle paylaşıyorlar.

Bizde din kurumu, devletin denetiminde olduğu için bu ihtiyacı devlet karşılamak zorunda kalmış.

Cumhuriyet din okullarını yok etmesine rağmen, ihtiyaç o kadar belirgin hale gelmiş ki, sonunda CHP gibi bir parti, hem de tek parti döneminde imam hatip formülünü bulmuş.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yanından dolanmak için meslek okulları kanununa sığınılmış, ara yol böyle bulunmuş.

Açıkçası takıyye yapılmış!

Eksik olmuş ama doğru yönde karar alınmış.

* * *

Cumhuriyeti kurarken ortadan kaldırılmak istenen okulların cumhuriyetin hemen ardından ve bizzat CHP tarafından, başka bir ad altında olsa dahi, neden tekrar açılmak zorunda kalındığını sorgulamayanlar bu meselenin özüne inemez.

* * *

Din ağırlıklı okullar,
milletin belirgin bir bölümünün talebidir. İmam hatip meselesi, bu okullar din ağırlıklı okullar -örneğin fen ağırlıklı süper liseler- statüsüne kavuşmadan mesele çözülmez.

(Devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Irak Savaşı: Özeleştiri yapmanın zamanıdır (II)

6 Mayıs 2004
<B>ÖZELEŞTİRİYE </B>devam: Tekrar ediyorum, tüm çirkin yüzüne rağmen ben Irak Savaşı’nın reel politika açısından kaçınılmaz bir savaş olduğunu ve bizim bu savaşta aktif rol almamız gerektiğini hálá düşünüyorum. * * *

Dün eski yazılarımdan alıntı yaparak savaşın ekonomik gerekçesini anlatmaya çalıştım.

Şimdi gelelim ABD’nin ödediği bedele:

* * *

14.04.2003:

‘...Bu ihtirasın elbette ki ABD’ye bir bedeli vardır!

ABD’nin ödediği ilk bedel, savaşta kaybettiği ve edeceği evlatlarıdır.

ABD’nin 390 milyar dolarlık savunma bütçesi -Avrupa’nın toplam savunma bütçesinden fazla- veya en son bütçeye eklenen 79 milyar dolar da muhakkak ki görünen maliyetler arasındadır.

...Ancak, ABD uzun vadeli bazı maliyetleri de satın almıştır:

II. Dünya Savaşı’ndan beri inşa ettiği, Clinton döneminde şahikasına ulaşan ve gönüllerde taht kurmayı hedefleyen ‘kerim emperyal devlet’ mertebesini bu savaşla elinin tersi ile itmiş, yerine bir çırpıda ‘ceberrut emperyal devlet’ mertebesini kazanmıştır.’

* * *

ABD’nin vahim hataları:

21.05.2003:

‘...henüz değil yeni bir siyasi düzen, ülkede temel ihtiyaçları karşılayan bir sosyal düzen dahi kuramadı...

...Terör; değil denetim altına alınmak, daha beter azdı. El Kaide, HAMAS, Hizbullah ve niceleri şimdi daha da aktifler...

...ABD, Irak ve bölgenin sosyolojik yapısını ne anlıyor, ne de bu konuda kafa yoruyor. Bölgede alınacak her türlü tedbire sadece askeri gözlükle bakıyor... ABD’nin planını bilen beri gelsin.

...Tamam ABD, Türkiye’ye ‘geçmişi unutalım, yeni koşullarda Irak ve Ortadoğu’da işbirliği yapalım’ diyor ama somut olarak kafasında hangi projeler var, bunlar henüz Türk tarafı açısından anlaşılmış değil.’

* * *

ABD’nin insan sermayesi açısından nasıl çuvalladığını 4 yazıda dile getirmiştim.

15.04.2004:

‘...Afganistan ve Irak’ta savaş alanında kazanılan zaferler ABD ordusunda yapılan teknolojik ağırlıklı iyileştirmelerin ne kadar yerinde olduğunu göstermiştir. Ancak, daha sonraları her iki ülkede de barışı yerleştirmek için gösterilen gayretlerin zayıf kalması, diğer bir askeri alanda iyileştirme yapılamadığı gibi açıkça geri kalındığını göstermektedir. Bu alan da ABD ordusunun personelidir.

ABD ordusu insan kaynağı (asker) açısından başarısızdır...

* * *

Benim Irak Savaşı ile ilgili görüşlerim öz cümle:

Esas çelişki ve savaş; sahip olmadıkları petrolü tüketen (% 48) gelişmiş ülkelerde! ABD, Almanya, Fransa ve diğerleri yeniden paylaşım savaşı veriyor.

Ancak, ABD Irak’a düzen getirme açısından başarısız.

Türkiye ise dünyada terör belası ile baş etme konusunda en başarılı ordulardan birisine sahip.

TSK bu savaşın seyrini değiştirebilirdi!
Yazının Devamını Oku

Irak Savaşı: Özeleştiri yapmanın zamanıdır (1)

5 Mayıs 2004
<B>BASINI </B>bir nebze takip edenler bilirler ki, <B>Irak Savaşı</B> meselesinin ortaya çıktığı <B>2003 Şubat</B>’ından beri ısrarla <B>Türkiye</B>’nin bu savaşa <B>aktif olarak katılması </B>gerektiğini savundum. Bunu yaparken muazzam bir azınlık içinde olduğumu da biliyordum.

Ancak, o dönemde görüşlerimden vazgeçmemiştim.

* * *

Bugün itibarıyla ABD Irak Savaşı’nı yüzüne gözüne bulaştırmış vaziyette.

Basına yansıyan resimleri, en hafif deyimiyle, nefret ve miğde bulantısı ile seyretmemek mümkün değil.

Bu resimler 21. yüzyıla bir yüz karası olarak yapışmış ve ABD ile İngiltere’yi tarih önünde insanlık suçlusu ilan etmiştir.

Her iki ülke suçluları en ağır şekilde cezalandırmadan bu töhmetten kurtulamaz.

* * *

İşte böyle zor bir zamanda bir aydının mutlaka özeleştiri yapması gerektiğini ve eğer görüşleri değişmediyse, tüm maliyetine rağmen bunu ilan etmesi gerektiğini düşünüyorum.

İşe çuvaldızı kendime batırarak başlıyorum.

* * *

Ben savaşın gerekçelerinin hálá ortadan kalkmadığı görüşündeyim.

Bu savaş, Irak Savaşı değil, tamamlanmamış 2.Dünya Savaşı’nın devamıdır ve bizzat 3. Dünya Savaşı’dır.

Dünyada paylaşım mücadelesi bitmemiştir.

Bunun için bu savaş ‘reel politika’ açısından kaçınılmaz, vazgeçilemez bir savaştır.

Her savaş gibi bu savaş da çirkindir.

Ancak, teknoloji harikaları yaratan ABD; askeri açıdan olağanüstü başarısızdır.

Benim özeleştiri yapmam gereken nokta bu seviyede başarısız olacaklarını, çeşitli zamanlarda bu konuya vurgu yapmama rağmen, gereği gibi öngörememiş olmaktır.

* * *

Irak Savaşı ile ilgili olarak Şubat 2003’ten bugüne takriben 17 yazı yazmışım ve bakalım ne demişim:

* * *

19.02.2003:

‘...2000 yılı itibarıyla, ABD dünya ekonomik üretiminin %26’sını yerine getiriyor. ABD’den sonra dünya üretimine sıra ile Japonya %16, Almanya %8, Fransa %5 oranında katkıda bulunuyor... Ancak, (enerji) bu pay ABD’ye yetmiyor. Zira, ABD Enerji Bakanlığı’nın hesaplarına göre:

ABD enerji tüketimi içinde ithalatın payı 2000 yılında %55 iken bu pay büyüyen ekonomi karşısında 2025 yılı itibarıyla %70’e çıkacak. ABD ‘en büyük’ kalabilmek için her geçen gün kendi toprakları dışındaki petrole daha fazla bağımlı hale gelmekte.

Petrol üretilemeyen ve stoka dayanan bir meta olduğuna göre, esas çelişki ve savaş; sahip olmadıkları petrolü tüketen (%48) gelişmiş ülkelerde!

Bir yanda ABD, diğer yanda Almanya, Fransa ve diğerleri yeniden paylaşım savaşı veriyorlar. ABD, kendi hesaplarına göre dünyadaki petrol tüketim payını (ithalatını) önümüzdeki 25 yılda (%55’den %70’e) %28 artırmak zorunda...’

(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği nereye payidar?

3 Mayıs 2004
<B>AVRUPA Birliği (AB)</B>, 10 yeni üye ve 75 milyon insanın katılımıyla; 25 üyeli, 450 milyon nüfuslu, 188 bölgeli, 20 resmi dilli bir dev oldu. Ben ‘Aralarında neden biz yokuz?’ diye sorgulamadan edemedim ve hüzünlendim.

Elimde değil; ömrü hayatımda AB üyesi olmayı görebilecek miyim diye devamlı sorguluyorum.

* * *

AB büyüdüğü için sevinenler olduğu gibi üzülenler de var.

Üzülenler; AB’nin büyürken küçüldüğünü, Avrupa içindeki esas Avrupa’nın dışına taşarak, önce kültürel ve sosyal dokusunu, sonra da esas kimliğini yitireceğini vurguluyorlar.

Özellikle; ekonomik durumu pek parlak olmayan eski komünist ülkelerin AB’nin gelişmiş ülkelerinin başına bela olacağını düşünenler var.

İşsizler ordusunun AB’yi istila etmesinden, zaten sihri bozulmuş olan sosyal devlet kavramına daha fazla yük getirerek bu kavramın içinin iyice boşaltılmasından korkanlar var.

Yaş ortalaması ABD’ye göre yüksek AB’ye, doğum oranları düşük Doğu Avrupa ülkelerinin dinamik emek getirmeyip, sadece yükü artıracağını vurgulayanlar hiç haksız değiller.

* * *

Ben de AB’yi renklenmesi açısından takip ediyorum.

Cevabını şimdiden bilmiyorum ama renkler bir cümbüş mü yaratacak, yoksa Avrupa eninde sonunda kakafoniye mi dönüşecek, çok merak ediyorum.

Ancak, bildiğim iki şey var:

1) 21. yüzyıla damgasını vuran teknoloji tüm renkleri ortalık yere döktü, zaten birbirine karıştırdı.

Şimdi ortada geri dönülemez bir renk furyası var.

Bu renkleri/başkalıkları tekrar Pandora’nın Kutusu’na koyamazsınız.

Ya bunları bir tablo gibi dokuyarak renkler valsine çevireceksiniz, ya da ilk resim dersine giren ilkokul öğrencisi gibi yüzünüze gözünüze bulaştıracaksınız.

* * *

Türkiye
’nin olası üyeliği bana Türk olarak büyük heyecan veriyor ama esas merak ve heves alanım dünya adına!

20. yüzyılın son 20 yılı tüm yüzyılın neredeyse temel çelişkisi addedilen iki pazarlı dünyaya son verdi ama maalesef liberal demokrat tek renkliliğin hákim olduğu tarihin sonu gelmedi.

Varsıllar ile yoksulların çelişkisi, Marx’ın öngörülerine milli sınırlar içinde hizmet etmedi ama Marx hiç ummadığı, hatta varlığını sonra erdirmeye niyetlendiği devletlerin birbirleri arasındaki çelişki kurgulmasında hálá haklı durumda.

Dünyada Müslümanların çoğunluğu 21. yüzyılın da en önemli maddesi enerjinin sadece Ortadoğu’da %64’ünü üretip %4’ünü tükettikleri sürece dünyadan çelişki kalkmayacak.

Kim ne derse desin; Batı medeniyet çığrı ile İslam medeniyet çığrı, özü ekonomik paylaşıma dayanan bir ana çelişki yumağıdır.

* * *

Bana göre, 21. yüzyılın en büyük projelerinden birisi; bir Müslüman ülke olarak Türkiye ile Batı medeniyet çığrının son eseri AB’nin birlikteliğidir.

21. yüzyılın anahtarı Türkiye, kapının kendisi ise AB’dir!
Yazının Devamını Oku

Dokunulmazlıklara dokunalım!

1 Mayıs 2004
<B>TÜRK </B>toplumunda, kamusal alandaki <B>yolsuzluklarla</B> ilgili yerleşik <B>maraz görüş</B> var. Maraz millete;

Yapanın yanında kalır!

Yolsuzluğa bulaşanlara da:

Millet nasıl olsa unutur! dedirtiyor.

* * *

İki yönde çalışan maraz; yolsuzlukların önüne artık büyük çapta geçildiğine inanılmasına rağmen, zihin haritamızdan bir türlü silinmedi.

Millet hálá eski yönetimin Yüce Divan’da bir punduna getirip yırtacağına inanıyor.

- Boşversene sen; nasıl olsa unuttururlar!

* * *

Topyekûn bu marazlardan kurtulabilmek için insanımızın hem yapanın yanına kalmadığını gözleri ile görmesi, hem de artık kamu çalışanlarının zırhlarının parçalanıp atılması gerekiyor.

Bunun için de bu Parlamento’nun yıllardır gözümüze batan dokunulmazlıkları yok etmesi şart.

Teslim etmek gerekir ki, bu dönemde dokunulmazlıkların üzerine gidilmesi konusunda CHP AKP’den daha tutarlı davrandı.

Başından beri ısrarla TBMM’deki dokunulmazlıkların kaldırılması için çaba gösteriyor.

AKP ise şu ana dek konuyu ağzında yuvarlıyormuş gibi bir görüntü veriyordu. İnsanlar da AKP’nin nazlı davranışını Recep Tayyip Erdoğan’ın eski Belediyeci arkadaşlarını koruma çabası olarak yorumluyorlardı.

* * *

TBMM çok önemli ve hayırlı bir döneme giriyor. 1982’den beri başımızda bela olan cunta yasası - Anayasa - nihayet köklü bir şekilde değişmeye başlayacak.

Bu konuda iktidar da, muhalefet de söz birliği içinde.

Dokunulmazlıklar konusunda ise yine zihinler karışık.

* * *

Ancak, son günlerde Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in eski bir yaklaşımını yeniden gündeme getirmesi bana umut verdi.

Cemil Çiçek:

- Dokunulmazlıkları topyekûn kaldıralım, diyor.

Haklı olarak temas ettiği başka bir yara var.

Türkiye’de bürokrasinin de çok geniş kapsamlı dokunulmazlık hakları var.

Eğer parlamenterler üzerindeki dokunulmazlıklar kalkarsa, adli merciler istedikleri şekilde, hatta keyfi bir tavırla siyasiler hakkında dava açabilecekler.

Bu sefer de kimse onlara hesap soramayacak.

Zaten ülkemiz gibi demokrasisi geri kalmış ülkelere ait bir garabet var.

Atanmış bürokrasi ile seçilmiş siyasi arasında yıllardır bir iktidar mücadelesi sürüyor.

Eğer, birinin zırhı kalkarsa öbürünün eline büyük bir avantaj geçecek!

Bürokrasinin de dokunulmazlığı kalksın dendiğinde ise; statükocu bürokrasinin nasıl mızıtacağını şimdiden tahmin ediyorum.

- Şeriatçılar elimizi kolumuzu bağlıyorlar!

* * *

Cemil Çiçek
’in toptan yaklaşımı doğrudur. Dilerim, CHP ve AKP dokunulmazlıklar konusunda işbirliği yaparlar ve tarihi bir marazımızdan kurtulmak için önümüzü açarlar.
Yazının Devamını Oku

Yenilmeye doymayanlar!

29 Nisan 2004
<B>ŞAŞKIN </B>pehlivan yenilmeye doymazmış. <B>Statüko</B> da doymuyor. <B>‘Biz kazandık, zira hiçbir şey değişmedi!’</B> Bu şekilde düşünebilmek ve yazabilmek için bir adet Türk statükocusu olmak gerekiyor.

Denktaş kazanmış!

Zira onun istediği Annan Planı’nın reddedilmesi imiş ve bu gerçekleşmiş. Hatta Rumları kandırmak için Denktaş mahsusçuktan ‘hayır!’ demiş.

Herhalde Denktaş ‘hayır’ deyince, Rumlar da ‘Bu işte bir hayır vardır’ dediler.

3 Kasım’dan beri milletin peş peşe reddettiği statüko, artık iyice yoldan çıktı.

Akıl dünyasına uygun olarak ısrarla hiçbir şeyin değişmediğini iddia ediyor.

* * *

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve aşağıda alıntı yaptığım gazete kupürlerinin KKTC’de Annan Planı’na ‘evet!’ denmesinden önce yazılmasının hayal dahi edilip edilemeyeceği sorusuna kendiniz cevap verin:

* * *

‘....Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Almanya Başbakanı Gerhard Schröder 20 dakika süren baş başa bir görüşme yaptı. Erdoğan, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, ‘Annan Planı’na ‘evet’ diyen KKTC’ nin cezalandırılmaması için neler yapılacağını görüşmek üzere ortak bir komisyon oluşturulmasını kararlaştırdık’ diye konuştu.’

‘...Schröder de, AB dışişleri bakanlarının önceki gün KKTC’ye ekonomik yardım kararı almasının önemine dikkat çekti...’

‘...259 milyon Euro’luk mali yardımı serbest bırakan Avrupa Birliği, Kuzey Kıbrıs’la ‘meşru ilişki’yi resmen başlatıyor ve kısa bir süre içinde KKTC’de ‘AB Temsilciliği’ açıyor...’

‘...Avrupa Parlamentosu’nun Dış İlişkiler Komisyonu’nda yapılan ‘Kıbrıs’ konulu bir oturumda konuşma yapan AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen, ‘Artık şu anki hukuki zemini değiştirmemiz gerekiyor. En iyi yol Kuzey Kıbrıs’ta bir temsilcilik açılmasıdır’ dedi. Verheugen ayrıca, bir Kıbrıslı Rum’un, ‘Ada’dan askerlerin çekilmesi gerekmiyor mu?’ şeklindeki sorusuna ise tepki göstererek, ‘Eğer Annan Planı kabul edilseydi, (Türk askeri) çekilecekti ve sembolik sayıya inecekti. Ama artık aynen kalacak ve de büyük bir ihtimalle sayısı daha da artacak’ dedi...’

* * *

KKTC referanduma ‘hayır’ dese idi gazetelerde bu cümlelerin yazılması mümkün olabilir miydi?

Gelin bir test yapalım, madem bir şey değişmedi; Rauf Denktaş AB’den gelecek 259 milyon Euro’yu reddetsin ve bunu KKTC halkının gözünün içine bakarak söylesin!

Referandum öncesi KKTC’de ‘Evetçiler AB parası ile propaganda yapıyorlar, KKTC halkı AB parası istemez’ diyen o değil miydi?
Yazının Devamını Oku

KKTC’de seçimler yenilenmelidir

28 Nisan 2004
<B>KKTC</B>’deki referandum <B>statükoya </B>vurulan son darbedir. Referandum sonuçları siyasete uydurulmadan KKTC’de sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak, KKTC’de yürütülen rant ekonomisinin gerçek yüzünün ortaya çıkmasını bir süre daha erteler ama KKTC’nin, Rum kesiminin ‘hayır!’ oyları ile kazandığı mukayeseli avantajın hayata geçirilmesine engel olur.

* * *

24 Nisan referandumu KKTC’de geri çevrilemez iki siyasi sonuç yaratmıştır:

1) Rauf Denktaş istifa etmek zorundadır.

2) Seçimler yenilenmelidir.

* * *

Anladığım kadarıyla, iktidar hastalığı insana maraz bir prensip kazandırıyor:

Milletin ne dediğine karşı vurdumduymaz olmak gerekir!

Ben bu prensibi sadece eski kuşak siyasilerin şiar edindiğini zannederdim.

Bunun içindir ki, Rauf Denktaş’ın referandumdan evvel verdiği tüm sözlere rağmen referandumda ‘evet’ çıksa dahi sözünü yutacağı önceden belli idi.

Nitekim, öyle oldu.

Referandum öncesi çekilmesi gerektiğini söyleyen Mehmet Ali Talat’a ‘Buna millet karar verir’ diyen Rauf Denktaş acı gerçek karşısında ‘Benim milletten kastım Rum milletidir’ deyiverdi.

* * *

Aynı nesle ait olmadığı halde; soyadı borcu ile midir, arada dünürün/kayınpederin mallarının mı hatırı vardır, Yılan Adası’ndan bakınca mesele farklı mı gözükür; bilemem ama oğul Serdar Denktaş’ı da aynı vurdumduymazlık içinde görünce şaşırdım.

Denktaş sanki yüreğimize serin sular serpermiş gibi:

- Hükümet devam edecek! buyurmuşlar.

Edemez efendim!

Mustafa Akıncı hükümetten desteğini çekmiştir ve haklıdır.

Bu hükümet artık KKTC insanını temsil etmemektedir.

12 Aralık ile 24 Nisan arasında KKTC’de iklim tamamen değişmiştir.

12 Aralık’taki genel seçimler KKTC’de Annan Planı’na karşı milli tepkiyi ortadan ikiye bölmüştü.

Durum tam ‘fifti-fifti’ idi.

Ancak şimdi durum değişti, 65-35’e döndü.

Serdar Denktaş da kendi seçimi ile %35’in içinde yer aldı.

Akıl dışı bir tavır sergileyerek, 24 Nisan günü, henüz sandıklar açılmadan:

- Ben ‘hayır’ oyu verdim, dedi veya dedirttiler!

Artık Serdar Denktaş hükümet koltuğunda oturamaz.

Bu sözü ile milleti temsil beratı düştü.

Daha doğrusu; o bu beratı kendi elleri ile yırttı.

* * *

Referandum fikrinin ortaya atıldığı ilk günden beri Serdar Denktaş’ın izlediği ‘ne şiş yansın, ne kebap’ politikası çökmüştür.

Bir insan milli iradenin tersine düşünüp, o uğurda çalışıp, uğraşıp sonra da kör koltuğa sıkı sıkı sarılamaz.

Milletin büyük çoğunluğunun tersini düşünen insan hükümette kalamaz.

* * *

KKTC’de milli irade 12 Aralık tarihine göre değişmiştir, milletin yeni temsilcilerini saptamak için KKTC’de yeni bir genel seçim elzemdir.
Yazının Devamını Oku