Cüneyt Ülsever

24 Nisan sonuçları (1): Denktaş Rumların başı olsun!

26 Nisan 2004
<b>STATÜKO </B>milletten darbe üzerine darbe yiyor. Önce 3 Kasım, sonra 28 Mart’ta Türkiye’de, şimdi de 24 Nisan’da KKTC’de milletin kendilerine zerre kadar <B>itibar etmediği</B> ortaya çıktı. Kendi küsen kendi barışan, laf oyununu düşünce üretimi zanneden köşeli yazarlar hep bir arada bağırmak zorunda:

- Vay be ne kadar çok vatan haini varmış!

* * *

Kimse 24 Nisan’ın KKTC’nin iç siyasetine muazzam darbesini aklı sıra unutturup; hemen Rum oylarının dünyadaki yansımasına, KKTC’ye olası etkilerinin hesabına dalmasın.

Tabii ki bu da yapılacak!

Ama önce kendi evimizi temizleyeceğiz.

Kaçmak yok!

24 Nisan artık geri döndürülemez iki sonuç yaratmıştır:

* * *

1) Rauf Denktaş cumhurbaşkanlığından çekilmek,

2) KKTC’de seçimler yenilenmek zorundadır.

* * *

1) Bülent Ecevit, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan’dan sonra aynı neslin temsilcisi Rauf Denktaş da tarihe gömülmüştür.

Dikkat edin! Hepsi oturdukları koltuklara yapıştıkça beter itibar kaybediyorlar.

Rauf Denktaş referandum öncesi cumhurbaşkanı olduğunu unutup ‘hayır’ propagandasına soyununca, üstüne üstlük, aksi durumda istifa edeceğini açıkça beyan ettikten sonra yüzleşmek zorunda olduğu acı gerçek önünde; KKTC insanını artık temsil etmediğini hazmetmek zorundadır.

Gerçi Denktaş:

‘...planın Rum kesiminde reddedilmesi sonucunda KKTC’nin varlığını koruduğunu vurgulayarak, ‘Cumhuriyeti kurtardık. Hayır kampanyamız başarıya ulaştı. İstifa etmeyeceğim’...’ demiş.

Ben kendisine teşekkür ederim. Zira 24 Nisan’da yayınlanan yazımda ben de demiştim ki:

‘...İddia ediyorum, eğer referandumdan ‘evet’ çıkarsa, Rauf Denktaş, sözünü yer ve istifa etmez.’

Zira biliyorum ki; halının üzerinden kalkması ve pisliklerin ortaya dökülmesine statüko müsaade etmez.

Ancak, şimdi onu KKTC açıkça istemiyor!

‘KKTC’de kaybedersem Anadolu’ya sığınırım’ da demişti.

Ancak, 28 Mart’ta görüşlerinin Anadolu’da da kabul görmediğini öğrendi.

Sözünü bir tek Rumlar dinlediğine; kendi sözleri de haklılığını Rum oylarına bağladığına göre; ben yanında Mümtaz Soysal da verilmek kaydı ile kendisinin Rum kesimine hediye edilmesini teklif ediyorum.

* * *

24 Nisan KKTC’de seçimlerin tekrar edilme zorunluluğunu da doğurmuştur. Bundan da kaçılamaz.

14 Aralık’ta %50-%50 olarak beliren oran şimdi %65-%35’e dönmüş ve maalesef iktidar ortağı Serdar Denktaş’ın kendisi ve partisi %35 azınlık içinde kalmıştır.

KKTC’de seçimlerin tekrar edilmesi zorunluluğunu irdelemeye devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

KKTC halkına!

24 Nisan 2004
<B>BUGÜN </B>bir <B>karar</B> vereceksiniz. Bu kararınızla Annan Planı’na referandum çerçevesinde ‘evet’ veya ‘hayır’ diyeceksiniz. Ancak, bütün dünya biliyor ki iş o kadar basit değil. Sizler, sadece 150 bin kişi, bir tek oyla:

Evvel emirde kendi kaderinizi çizeceksiniz.

Türkiye’deki 72 milyon insanın muasır medeniyet mücadelesinde onlara yol açacak veya köstek olacaksınız.

Tüm dünyaya anavatanın sivil bir demokrasi mi, yoksa askeri vesayet altında bir demokrasi ile mi yönetildiğini göstereceksiniz.

Türkiye’de statükoya sıkı sıkıya sarılmış, hálá TSK gölgesinde dolanan general eskilerinin, küfrü düşünce sanan köşeli yazarların, gençlerin kanı üzerinde Yunanistan ile savaş hayalleri kuran sözüm ona bilim adamlarının, rektörlük makamını kendi babalarının koltuğu sanan YÖK’çülerin, dışişlerinin kimi şabloncu monşerlerinin haklı mı, haksız mı olduklarını tüm dünyaya ilan edeceksiniz.

* * *

Kısaca:

Siz 150 bin kişi bir tek oyla ya değişimin, ya da statükonun önünü açacaksınız!

* * *

Dünyanın hiçbir yerinde değişim sancısız olmaz.

Muhakkak Annan Planı’nın defoları çok.

Ama, ülkeyi özgürlüğe ve refaha taşıyor.

Muasır medeniyeti kucaklıyor.

Değişim ülkeyi hareket ettiriyor.

* * *

Statükocuların söylediklerine bakın.

Onlar da 28 yıldır yaşananların bir sefalet olduğunu kabul ediyorlar.

Peki ne öneriyorlar?

Hiçbir şey!

Sizlerin hamasi duygularınıza hitap ederek, sizi MHP’li militanlarla korkutarak, sadece ve sadece kendi menfaatlerini koruyan statükoyu devam ettirmenizi istiyorlar.

* * *

Rumlar ‘hayır’ diyeceklermiş.

Farkında mısınız; bu ihtimal KKTC’nin dünyada tanınması ihtimalini yaratıyor.

İddia ediyorum, Rum kesimi ‘evet’ diyene dek orada referandum her 6 ayda bir tekrar edilecek, her referandumda KKTC’nin avantajları artacak.

* * *

Bu referandum her iki kesimde de ülkelerini yönetenlerin menfaat savaşıdır.

Papadopulos da uzun yıllar, kara para yıkayıcısı olarak herkese, hatta kanlı Milesoviç’e hizmet vermiştir.

BM’deki Rus vetosunun ardında Ada’nın Rum kesiminde gizlenmiş ve uluslararası tahminlere göre 40 milyar dolara ulaşan KGB parası vardır.

Bu vetoyu Rauf Denktaş alkışlamıştır. Neden?

İddia ediyorum, eğer referandumdan ‘evet’ çıkarsa, Rauf Denktaş, sözünü yer ve istifa etmez.

* * *

KKTC’li soydaşlarım, gazanız mübarek olsun!
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin dünyada rolü

22 Nisan 2004
<B>GAZETECİ ve Yazarlar Vakfı </B>ve <B>Johns Hopkins Üniversitesi</B> <B>Uluslararası İlişkiler (SAIS) </B>okulu tarafından <B>Washington</B>’da tertip edilen <B>‘İslam, Laiklik ve Demokrasi: Türkiye Tecrübesi’ </B>başlıklı konferans iki gündür Türkiye’yi irdeliyor. Bu konferansın neden tertip edildiği sorgulanırsa cevabı bu ülkenin nabzında gizli.

Burada, haliyle, hemen herkes tek bir konuyu konuşuyor:

Irak savaşı! Burası bir savaş ülkesi.

Savaş ülkesinde olduğunuzu zaten daha uçaktan iner inmez anlıyorsunuz. ABD savaşıyor!

Savaşıyor ama ortada düşman yok. Hem var, hem yok!

Düşman var ama nerede olduğu, ne zaman ortaya çıkacağı, ne yapacağı belli değil.

20. yüzyılın devletler arası savaşları artık yok, 21. yüzyıl savaşın niteliğini de değiştirmiş.

ABD’de yayınlanan bir kitabın adı yeni savaşın niteliğini çok doğru yakalamış:

Hayalet Savaşları!

* * *

İslam coğrafyasından gelen tehdide karşı, Ortadoğu’nun demokrasi ile tanışmasının terörün kaynağını kurutmak için çarelerden birisi olup olamayacağı tartışma konusu. Demokrasi ile İslam kelimeleri bir araya konunca da akla Türkiye geliyor.

Türk modeli İslam coğrafyasına ihraç edilebilir mi?

* * *

İlginçtir, bu soruya konferansa katılan Amerikalı, Türk, hemen herkes ‘hayır’ cevabı verdi.

Rejimler ihraç edilemez.

Bir toprağa zorla demokrasi ekilemez.


* * *

İkinci gün en önemli uyarıyı Kemal Derviş yaptı.

Ona göre, Türkiye dünya barışına bir katkıda bulunabilir ama bunu yalnız yapamaz.

Benim de katıldığım bir gözleme göre, ABD’de resmi görüş Türkiye’nin mutlaka AB üyesi olması yönünde geliştirilmesine rağmen; burada belirli çevreler Türkiye’nin ABD ile yetinebileceği, hatta Ortadoğu’ya daha fazla eğilirse, İslam coğrafyasına daha fazla katkıda bulunabileceği yönünde.

Kemal Derviş bir Müslüman ülke olarak Türkiye’nin AB’ye katılımını 21. yüzyılın en büyük projesi olarak nitelendirdikten sonra, Türkiye’nin dünya barışına bir katkıda bulunabilmesi için, AB birlikteliğini olmazsa olmaz şart olarak görüyor.

Yerden göğe kadar da haklı!

Eğer, ABD veya AB, tehdit alanı olarak algıladığı İslam coğrafyasına Türkiye’den olumlu katkı bekliyorsa, bu katkı ancak AB ortaklığı ile gerçekçi olur.

Batı medeniyet çığırı, İslam medeniyet çığırı ile ancak onu içine alarak anlaşabilir.

* * *

ABD’nin Irak şaşkınlığı gün gibi aşikar. Ancak, bu şaşkınlık Türkiye için hedef saptırması yaratmamalı.

Kemal Derviş bu tehlikeye parmak bastı. Türkiye’nin şaşmaz bir tek yolu vardır:

Muasır medeniyet hedefi!

* * *

Türkiye, sezaryenle doğmuş BOP projesi peşinden gitmek yerine, ancak ve ancak kendi yolunda giderek dünyaya katkıda bulunabilir!
Yazının Devamını Oku

BOP’çuların dikkatine: Rejimler ihraç edilemez

21 Nisan 2004
<B>19-20 Nisan 2004 </B>tarihlerinde <B>Washington DC</B>’de çok ilginç bir konferans tertip edildi. ‘İslam, Laiklik ve Demokrasi: Türkiye Tecrübesi.’

İlginç
olan, konferansı tertip edenlerin kimliği.

Bir yanda onursal başkanlığını Fethullah Gülen’in yaptığı Gazeteci ve Yazarlar Vakfı var, diye yanda ABD’nin Mülkiyesi Johns Hopkins Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler (SAIS) okulu!

Bir yanda peşine milyonlarca insanın düştüğü ama resmi ideoloji tarafından dışlanan-yargılanan bir insanın kurduğu vakıf, öte yanda ABD’nin başkentinde yerleşik çok saygın bir okul!

* * *

Konferansın ilk gününde, ülkemizde ve ABD’de Türkiye ve İslam üzerine çalışmalar yapan akademisyenlerin tebliğlerini dinledik.

Tebliğciler arasında en çok ilgimi, Huntington’un medeniyetler arasındaki çatışma tezinde varsaydığı tek İslam anlayışına karşı 7 İslam kuşağı tasnifi ile ortaya çıkan Hakan Yavuz (Utah Universitesi) çekti.

Hakan Yavuz, Türk İslamı’nın, başta Arap ve İran olmak üzere yaşanan diğer İslamlardan farkını doğru bir şekilde saptıyor. Türkiye, Yavuz’un bu çalışmasına sahip çıkmalı.

* * *

Bu konferansta; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için Türkiye’den destek isteyeceği beklentisi taşıyanlar varsa, onlara kötü bir haberim var.

Konferansa katılan akademisyenlerin büyük çoğunluğu, herhangi bir rejimin bir başka ülkeye, bu arada Türk deneyimin Arap dünyasına ihraç edilemeyeceği konusunda hemfikirler. Aynı doğrultuda görüşlerimin geniş bir yelpazede destek görmesi beni sevindirdi.

* * *

Konferansın açılış gününe damgasını vuran konuşmayı ise Diyanet’ten sorumlu felsefeci Devlet Bakanı Mehmet Aydın yaptı.

Keşke laiklik anlayışına çok önemli katkılar getirebilecek bu çok önemli konuşma Türkiye’de bir manifesto niteliğinde tartışmaya açılabilse!

* * *

Aydın, din ve devletin hayatın bir parçası olarak birlikte yaşamak zorunda olduğunu, birinin diğerini yok sayamayacağını vurguluyor.

O halde mesele bu ilişkinin niteliğini saptamakta.

Mehmet Aydın’a göre en doğru seçim, her iki tarafın birbirine karışmaması, devletin dinlere karşı aynı mesafede durması.

Tabii ki, bu anlayış Türkiye’de egemen olan ve devletin dini denetlemesi gerektiğini savunan laiklik anlayışına ters düşüyor.

Gandi bu gerçekliği çok veciz yorumlamış:

‘Eğer siyaset ve din bir arada olamaz diyenler varsa, onlar hem dini, hem de siyaseti bilmiyorlar.’

Bence Aydın’ın en ilginç saptaması, İslam’ın bireye dayanan bir din olduğunu vurgulaması.

Aydın, ‘Kuran’a göre, kul ahrette birey olarak hesap vereceğine göre, onun birey olarak gelişmesine her türlü katkıda bulunmak gerekir’ diyor.

Bu saptama dincinin de, laikçinin de vahim yanılgılarının özünü vurguluyor.
Yazının Devamını Oku

Uyduruk KKTC vatandaşlığı! (2)

19 Nisan 2004
<B>14 Nisan 2004 </B>tarihinde yazdığım yazıda da<B> </B>aynı konuya değinmiştim. O tarihte <B>Hürriyet Gazetesi </B>KKTC Hükümeti’nin BM’ye verdiği listeden 2400 KKTC vatandaşının adının silindiğini yazmıştı. Bu 2400 kişi esasında TC vatandaşı idiler ama Annan Planı çerçevesinde ‘ikametgah şartına’ uymadıkları için önceleri AB vatandaşı olabilecekler listesine dahil iken, yeni hükümet tarafından adları listeden çıkarılmıştı.

Anlaşılan; eski hükümet; Annan Planı hükmüne rağmen ‘yerse!’ metodu uygulamış ama yeni hükümet ‘yememiş’ti.

* * *

Yine Hürriyet Gazetesi’nde birileri üşenmemiş, bu listede adları bulunan kişileri tespit etmiş, bir kısmı ile de yüz yüze görüşmüş. Gazete dün bu kişilerin adlarını da yayınladı.

Kusura bakılmasın ama ben bu ‘uyduruk vatandaşlığı’ çok garipsiyorum.

Birileri birilerine vatandaşlık bağışlamış!

* * *



Bunda yadırganacak ne var diye sorulabilir?

Egemen bir ülkenin Meclis’i istediği insana vatandaşlık verebilir. Ama bence bunun da bir adabı vardır.

Örneğin, konu ile ilgili yazdığım ilk yazıda da belirttim; KKTC’nin özgürlüğü için savaşmış, emek sarf etmiş insanlara onur vatandaşlığı verilmesi tabiidir.

Ancak, bakın Hürriyet’te yayınlanan listeye!

Beyler ile paşalar birbirini ağırlamışlar!

Oylarının rengi ne olursa olsun, bazılarının Hürriyet’e 24 Nisan’da Ada’da oy vereceklerini söylemeleri de başka bir garabet.

* * *

Katiyen ben isimlerin üzerinde değilim.

Ben de listede olabilirdim.

Ulufe dağıtılan yerde bulunanlar ulufeden yararlanırlar.

Benim derdim işin prensibinde!

Benim tezim basit:

BM’nin kuruluş beyannamesi bir devletin devlet olabilmesi için makul sayıda devlet tarafından tanınmasını şart koşar.

Bu anlamda KKTC kurulduğundan beri devlet olarak tanınmamıştır.

Bu durum KKTC’ye ambargo uygulamaları ile büyük mahrumiyetler getirmiştir ama KKTC’nin bazı uluslararası yaptırımlardan kaçmasını da sağlamıştır.

İşin özünde; KKTC uluslararası denetimden kaçabilmiş, uluslararası hukuka tabi olmamıştır.

Israrla söylediğim budur:

KKTC 1984’ten beri bir çiftlik olmuştur.

Deşildikçe, daha ne garabetlerin ortaya çıkacağı belli değildir.

* * *

Vatandaşlıklar verilmiş, keyfi Rum tapuları dağıtılmış, imar izni alınmadan kooperatif evleri yapılmış, hatta İstanbul’da kurulan kooperatifler KKTC’ye tasdik dahi ettirilmemiştir.

KKTC’deki kat bankacılığında ne dolaplar döndüğü ise henüz gün ışığına çıkmamıştır. Batan bankaların külfetini TC vatandaşları karşılarken; banka batıranlar serbest dolaşmaktadırlar.

KKTC’de statükoyu devam ettirmek isteyenler sadece ve sadece hukuksuzluktan beslenenlerdir.

Çözümsüzlük bir tek onların işine yarar!
Yazının Devamını Oku

Rauf Denktaş’ın planı ne?

17 Nisan 2004
<B>TAMAM;</B> <B>Rauf Denktaş </B>Annan Planı’nı istemiyor. Türkiye’de onunla aynı fikirde olan bir avuç insan da var. Ancak, onlar da Türkiye’de plana destek veren muazzam çoğunlukla bir konuda fikirdaşlar.

KKTC incecik bir ipe asılı, boşlukta duran bir ülkedir.

Her an düşüp, paramparça olabilir.

O halde, bu durumdan kurtulmak için bir şeyler yapmak lazımdır.

İşte burada bir nefes duralım ve soralım:

Rauf Denktaş ve fikirdaşları ne öneriyorlar?

Rauf Denktaş planı nerede?

Yok böyle bir plan!

* * *

KKTC’nin kurulduğu 1984’ten beri, ilaç için dahi olsa, kendini bir tek devlete dahi kabul ettirememiş bir cumhurun başkanı, o tarihten beri ülkenin başında olduğuna göre, bu durumdan bizzat sorumlu değil midir?

Sorumludur!

Yanlış bir durum için önerilen çözümü reddeden kişi başka çözümler-öneriler sunmak zorunda değil midir?

Rauf Denktaş ve Mümtaz Soysal mantığına göre böyle bir zorunluluk yoktur!

Zaten, çözümsüzlük çözümdür!

* * *

KKTC’de yaşayan ve 24 Nisan’daki referandumda oy kullanacak insanlarımız bilmek zorudadır ki ‘hayır’ oyu:

1) KKTC’yi Türkiye’den dahi uzaklaştıran bir yalnızlık ve sonsuz çözümsüzlüğe itecektir.

2) Kıbrıslı Türkler; Kıbrıs vatandaşlığı ve dolayısı ile AB vatandaşlığını yine de alacaklar ve KKTC’yi terk edeceklerdir.

3) KKTC’de sadece Ada’ya 1974 sonrası Türkiye’den giden insanlar kalacaktır.

4) Zaten hiçbir şey üretmeyen KKTC, yıllık milli gelirinin %40’ını karşılayan TC’den bu beleş parayı almak için artık çok zorlanacaktır.

5) Ada’ya BM’ce uygulanan fiili ambargo daha beter hale gelecektir.

* * *

Peki Türk tarafı ‘evet’, Rum tarafı ‘hayır’ derse; ne olur?

1) Rum kesimi AB’ye girer ama bu kabul AB’ye rağmen olur. Rum kesiminin önüne devamlı yaptırımlar konmaya başlar.

2) Rumlar ‘evet’ diyene dek, referandum her 6 ayda bir yenilenir.

3) Türkiye AB’ye giden yolda muazzam bir avantaj elde eder.

4) KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi için fırsat doğar. Nitekim, Verhaugen ve ABD temsilcileri KKTC’ye uygulanan ambargoların sorgulanacağını, Yeşil Hattın AB’nin sınırı olabileceğini açıkça ifade etmişlerdir.

5) KKTC, sadece Türkiye’den değil, tüm dünyadan mali yardım alabilir.

* * *

KKTC’de 24 Nisan’da oy kullanacak herkes bilmelidir ki; ‘evet’ oylarının kazanması; her durumda KKTC’nin önüne yeni ufuklar açacaktır.

‘Hayır’ oyları KKTC’yi sonsuz karanlığa gömecektir.

Rauf Denktaş’ın alternatif planı yoktur.

Rauf Denktaş’ın tek derdi kendini ve şürekasını korumaktır.

Artık onun tek menfaati sonsuz karanlıktır.
Yazının Devamını Oku

ABD, Irak’ta neden kaybediyor?

15 Nisan 2004
<B>KİM </B>ne derse desin, ABD Irak’ta <B>başarısız! </B>Günbegün başarısızlığın getirdiği sonuçlar daha beter <B>paniğe</B> ve <B>kaosa</B> dönüşüyor. Başarısızlığın nedenlerini araştıran analistler, çeşitli görüşler ileri sürüyorlar. Analizlerin çoğunluğu siyasi analizler. Bazıları ise askeri alanı kapsıyor. Bunlar içinde bir makale dikkatimi çekti.

Makaleyi kısaca özetleyerek ilgili kamuoyunun görüşlerine sunuyorum.

* * *

Dış İlişkiler Konseyi’nde üye, Savunma Bilgileri Merkezi uzman danışmanı Lawrance J. Korb’un Foreign Affairs Dergisi’nin mart-nisan 2004 sayısında yayınlanan ‘Fixing the Mix: How to Update the Army’s Reserves’ (Karışımı Düzeltmek: Yedek (Gönüllü-Maaşlı) Askerler Nasıl Güncel Hale Gelir?) başlıklı makalesi ezcümle diyor ki:

* * *

- Afganistan ve Irak’ta savaş alanında kazanılan kolay ve çabuk zaferler, ABD ordusunda yapılan teknolojik ağırlıklı iyileştirmelerin ne kadar yerinde olduğunu göstermiştir. Ancak, daha sonraları her iki ülkede de barışı yerleştirmek için gösterilen gayretlerin zayıf kalması, diğer bir askeri alanda iyileştirme yapılamadığı gibi açıkça geri kalındığını göstermektedir. Bu alan da ABD ordusunun personelidir.

ABD ordusu, insan kaynağı (asker) açısından başarısızdır.

* * *

Korb; Vietnam Savaşı’nın, elitin askerlikten kaçması nedeniyle, mecburi askerliğin eğitimsiz kitle tarafından deruhte edilmesi sonucu kaybedildiğine inananların baskısı ile yedek (gönüllü-maaşlı) askerlik dönemine girildiğini bildiriyor.

Ancak, maaşlı askerlerin aldığı yüksek ücretler, muvazzaf askerlerin sayısının azaltılma mecburiyetini doğurmuş.

Öte yanda gönüllü askerlerin, teknik ve psikolojik nedenlerle yurtdışı görevlerde 6 aydan fazla kalmaması gerekiyormuş. Yoksa askerlerden alınan verimlilik tamamen düşüyormuş. Ancak bu ‘6 ay kısıtlaması’, yeteri kadar gönüllü bulunamadığı için 11 Eylül sonrası bozulmuş.

Kısacası, ABD’de hem muvazzaf sayısı azalıyor, hem kalitesi yeterli seviyede gönüllü asker bulunamıyor.

* * *

Şu anda yedek askerler, çarpışan askerlerin % 50’sini, daha teknik alanların ise daha fazla oranını teşkil ediyormuş. Öte yanda ABD ordusunda muvazzaf askerlerin oranı Vietnam öncesi 2.7 milyon iken, önce 2.2 milyona, şimdi de 480 bine düşürülmüş.

Bu rakam ABD’nin toplam askerinin % 34’ü imiş.

Halen 370 bin ABD askeri yurtdışında 120 ülkede görev yapıyormuş.

Savaşçı birliklerin % 73’ü de yurtdışında görevli imiş.

* * *

Lawrance J. Korb
; Irak Savaşı alelacele Irak’a gönderilen gönüllü çaylaklar ile kazanılamaz diyor.

Böylece, ABD’de askeri öngörüleri güçlü addedilen şahinlerin bu alandaki becerilerini de sorguluyor.
Yazının Devamını Oku

Uyduruk KKTC vatandaşlığı!

14 Nisan 2004
<B>DÜN </B>sadece <B>Hürriyet Gazetesi</B>’nde gördüğüm bir haber vardı:<B> </B>- KKTC vatandaşı olan ve kimlik alan 2400 kişi listeye giremedi. Gazeteye göre:

‘...Çoğu ünlü sanatçı, politikacı, medya dünyasının önde gelenleri ve işadamından oluşan 2400 kişinin adada ikamet etmedikleri gerekçesiyle listeden çıkartıldıkları bildirildi. Vatandaşlık haklarını kullanarak KKTC kimliği alan ancak listeye giremeyen ünlü isimler arasında Bülent Ecevit, Hakan Uzan, Necati Özgen, Mümtaz Soysal, Defne Samyeli, Sinan Aygün ve Mehmet Ali Erbil gibi ünlü isimler bulunuyor...

...KKTC hükümeti,... 2400 Türkiye kökenli vatandaşını, BM’ye sunduğu ‘AB vatandaşı olacaklar listesinden’ çıkardı. Çünkü bu isimler son 5 yılın en az bir yılında KKTC’de ikamet şartına uymuyor...’

* * *

Eminim; bu listede yer alan 2400 insanın önemli bir bölümü 1974 yılında Kıbrıs’ta savaşmış askerlerin ve yakınlarının kazandığı onur vatandaşlarıdır.

Bu durumdaki vatandaşlara, her ne kadar onlar da AB listesinden silinmek zorunda kalsalar da; söylenecek hiçbir söz yoktur.

Bir devletin uğruna savaşan, kan akıtan, şehit olan, sakat kalan insanları onurlandırması kadar doğal bir şey olamaz.

* * *

Listede bazı sanatçılar ve işadamları da varmış.

Listenin bu bölümü, KKTC’nin uluslararası hukuka bağlanamayınca nasıl zıvanadan çıkıp, ciddiyetini nasıl kaybettiğinin belgesi.

Cumhurbaşkanı iken Süleyman Demirel önüne gelen her sanatçıyı devlet sanatçısı yapınca kavramın içi boşalıvermişti.

Belli ki, aynı kafa KKTC’yi de çiftliği olarak gördüğü için KKTC’yi ziyaret eden, orada sahneye çıkan, arz-ı endam eden insanlara padişahın gönlünden kopana uzattığı bir kese altın misali vatandaşlık vermiş.

Hadi bunları da es geçelim.

Bazı fırsatçılar diğer fırsatçılara kıyak çekmişler!

* * *

Ancak, listede Sinan Aygün, Mümtaz Soysal gibi isimler var ki, insana statükonun esas ruh halini anlatıyor.

Bu iki isim ve benzerleri KKTC’de çözüme karşı tavır koyan, açıktan AB’ye karşı çıkan, bu uğurda da var güçleri ile mücadele veren insanlar.

Bence KKTC vatandaşı olmalarında hiçbir mahsur yok.

Ancak, insanoğlunda iç tutarlılık diye bir erdem var ise, neden bunlar AB vatandaşlığı meselesi söz konusu olunca ‘Bizi listeye yazmayın’ diye ortaya çıkmadılar?

Neden ancak yakalanarak listeden silindiler?

Bu durumu nasıl hazmedecekler?

Her gün bas bas bağırdıkları bir konuda ‘Tüh atlamışız!’ mı diyecekler?

Şimdi insanlar bu tip insanlara ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ diye sormazlar mı?

* * *

1974’te KKTC’nin varlık mücadelesine katkıda bulunmadan KKTC vatandaşı olmuş tüm politikacılar, emekli asker ve diplomatlar, büyükelçi hanımları ve özellikle medya mensupları birer birer açıklanmalıdır.

Şu Kıbrıs meselesinde kim kimdir, hele bir görelim.
Yazının Devamını Oku