Cüneyt Ülsever

Ağamızı kaybettik

12 Nisan 2004
<B>20.</B> yüzyıla damga vuran <B>milli devlet </B>kavramıdır. <B>Milli devlet</B> insanları ümmet, aşiret, kabile, feodalite birliktelikleri üzerine çıkarıp, bugüne kadar bulabildiğimiz en geniş çerçeve ile kucaklamış, birleştirmiştir. 21. yüzyılda milli devletin çatırdadığı iddiaları onun üstüne inşa edilen BM, AB, AİHM gibi devlet üstü kurumları ve altında gelişen sivil örgütleri işaret eder.

Ancak, şahsi kanımca 21. yüzyıldan devredilen ana gerçek 21. yüzyılda da hálá sapasağlam ayakta duran şu veciz sözde gizlidir:

- Ne mutlu Türküm diyene!

(Ne mutlu Türk olana değil!)

Vatandaşa karşı devleti ön plana çıkaran milli devlet anlayışı çökmüştür.

Ancak devlete karşı bireyi ön plana çıkaran milli devlet anlayışı sapasağlam ayaktadır.

* * *

20. yüzyılda milli devleti kuran, onu 21. yüzyılda başka yapılara taşıyan esas öğe bilim/teknolojidir.

Bilim/teknoloji sarmalı önce üretimi sonra da siyasal örgütlenmeyi sağlar/değiştirir.

* * *

Bu açıdan bakıldığında anlaşılır ki; bir devleti kuranlar siyasiler, askerler kadar işadamlarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni tabii ki Mustafa Kemal Atatürk ve silah/dava arkadaşları kurmuştur.

Allah onlardan bin kere razı olsun!

Ama Cumhuriyet’in kuruluşuna onlar kadar hizmet eden bir başka insan da var:

Vehbi Koç!

Allah ondan da razı olsun!

* * *

20. yüzyılda kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temel direği, devleti olduğu kadar sanayi/üretim kapasitesidir.

Cumhuriyet; işlevsel devlet aygıtı kadar üretiminin çapı kadar büyüktür.

Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyet’e büyük hizmet eden iki aile ön plana çıkar:

Koçlar ve Sabancılar!

* * *

Bugün Cumhuriyet’in çok ama çok önemli bir neferini daha toprağa veriyor, ona veda ediyoruz.

Sakıp Sabancı!

İşadamı, sanayici, müteşebbis Sakıp Sabancı!

Ancak o; keskin zekası ile şekillendirdiği sempatik, candan, hoşgörü dolu yapısı ile millet tarafından Ağa(bey) sıfatı ile de taçlandırılmıştı:

Sakıp Ağa!

Ne dediği yakından takip edilen, kelamından çeşitli anlamlar çıkarılan bir insan idi.

Ülke lider sıkıntısına girdiğinde, kendisi aklından geçirmese bile, belediye başkanı, başbakan, cumhurbaşkanı görevlerine yakıştırılacak kadar gönüllerde derinlere taht kurmuştu.

O; Lazı-Kürdü, solcusu-sağcısı, dincisi-laiki, Sunnisi-Alevisi, Rumu-Yahudisi-Ermenisi herkesin ağası idi.

* * *

Ağam, sizler Cumhuriyet’i kurup, yerleştirdiniz.

Bizim görevimiz onu demokrasi ile taçlandırmak.

Güle güle Ağam!
Yazının Devamını Oku

Yok aslında farkımız hepimiz statükocuyuz

10 Nisan 2004
<B>DÜNYA, </B>zıtların birliği üzerine kuruludur. Didişenler, esasında sevişenlerdir. Zira didişme; artık başka hiçbir varlık nedeni kalmayan insanlar için tek varlık nedenidir.

Arafat ile Şaron, Vural Savaş ile Necmettin Erbakan, zamanında Demirel ile Ecevit didişerek birbirlerini var etmişlerdir.

Kıbrıs’a gazeteci arkadaşlarımla yaptığım bir ziyarette bizzat gözlerimle görmüştüm ki; o zamanki Rum Lider Klerides ile Denktaş gıyaplarında birbirlerine laf atmaya bayılıyorlar.

Şimdi Tasos Papadopulos ile Rauf Denktaş aynı ahenk içinde didişiyorlar!

Aslında didişmiyorlar.

Sevişiyorlar.

* * *

İkisi birden hüngür hüngür ağlayınca ortaya bir tek gerçek çıkıyor.

Yalancıktan ağlıyorlar.

Ben kendilerini deşifre ettikleri için çok memnunum.

Neden?

Zira beraber ağlaşarak birbirlerinin tezlerini çürütüyorlar!

Ortak görüş olarak ne diyorlar?

‘Annan Planı, milletimizin ölüm fermanıdır.’

* * *

Bu adamlar ne yaptılar?

İkili müzakere!

Şimdi ben de soruyorum:

İki tarafın söz konusu olduğu bir müzakere, mücadele, oyun veya futbol maçında vb. iki taraf birden mağlup olabilir mi?

Olamaz!

Biri ağlıyorsa diğerinin zil takıp oynaması lazım.

Biri yenildiyse diğeri yenmiş olmalı!

Bunlar ikisi birden ağlaşarak esasında yalancıktan ağlaştıklarını tüm dünyaya beyan ediyorlar.

* * *

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Rauf Denktaş’ın şimdi ağlaştığı konuların bazılarının esasında kendisinin yazdığı ve müzakerelerde savunularak kazanılan noktalar olduğunu belgeleriyle ortaya koyuyor.

* * *

İkisinin birden referanduma ‘hayır’ demesi, gerçekte ikisinin birden neden ağlaştığını tüm dünyaya ilan ediyor.

Bunlar kendilerine ağlaşıyorlar.

Evet, ortada kaybedenler var.

İkisi de anlaşma olursa statülerini kaybedecekler.

Hem Denktaş, hem Papadopulos biliyorlar ki, yeni Kıbrıs’ta onlara yer yok!

Kıbrıs’ta barış olursa, bunlar ve Ada’yı çiftliği yapmış şürekaları gerçekten kaybedecekler, zira yok olacaklar.

* * *

Örneğin: Anlaşma olursa, hemen istifa edecekler.

Yeniden seçilmeye çalışacaklar.

İkisi de artık bir daha seçilemeyeceklerini pekálá biliyorlar.

Kıbrıs’ta ‘hayırcılar’ esasında ‘ben benciler’dir!
Yazının Devamını Oku

Türkbank davası unutulmasın

8 Nisan 2004
<B>TÜRKİYE </B>Cumhuriyeti’nin 3 Kasım seçimleri öncesi ne hallere düştüğünün en çarpıcı, en doğru resmi Türkbank rezaletinde yatar. Türkbank olayı, siyasi yozlaşmanın özetidir.

Memleketi bildikleri gibi yönetenler, bugüne dek iki basit varsayıma sığınmışlardır:

1) Yapanın yanına kár kalır.

2) Milletin sosyal hafızası zayıftır. Nasıl olsa unuturlar.

Bugün ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum.

* * *

Mesut Yılmaz,
Emniyet’in çetecilik iddiası ile Başbakanlığa yolladığı kozmik mektuba rağmen Türkbank ihalesini neden Korkmaz Yiğit’e verdiği sorusuna bugüne dek ‘Mektuplar kaybolmuştu’ diye cevap vermiştir.

Ancak, gazetelere göre TBMM Soruşturma Komisyonu’na geçen gün ifade veren ve Mesut Yılmaz’ın o dönem Özel Kalem Müdürü olan Sema Erdem, mektubun geldiğini ve ilgili makama iletildiğini ifade etmiştir.

İfade böyle ise belgeler Sema Erdem’i doğrulamaktadır.

Şöyle ki:

* * *

1) İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, 03.08.1998 tarihinde Yahya Gür, Bakan adına, Müsteşar imzasıyla; gereği için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na, bilgi için Başbakanlık Makamına, Korkmaz Yiğit’in bazı organize suç liderleri (Alaattin Çakıcı) ile ilişki içerisinde olduğunu bildiriyor.

* * *

2) Bu yazıya rağmen Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Hazine’ye 04.08.1998 günü yazdığı yazıda, Korkmaz Yiğit’in banka ortağı olmasında bir mahsur bulunmadığını ve Türkbank ihalesini kazandığını, dolayısıyla bankanın kendisine devredilmesini istiyor.

084623 sayılı yazıda imza Gazi Erçel ve Aydın Esen’e ait. Gazi Erçel’e daha sonra Emniyet yazısı sorulduğunda, ‘Nasıl olsa Başbakan da (Mesut Yılmaz) biliyordu!’ dedi.

* * *

3) Mesut Yılmaz ise 22 Haziran 2000 tarihinde Meclis Soruşturma Komisyonu Raporu konusunda TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Emniyet’in Başbakan’a ihaleden önce (03.08.1998) yolladığı yazı hakkında;

‘Merkez Bankası’nca Emniyet’ten ihaleye katılan bazı kişilerle ilgili olarak istenen bilgi notunun Başbakanlığa da bilgi için iletildiğini ve fakat yazının kaybolduğu tarafıma intikal ettirilince konunun soruşturulması için için Teftiş Kurulu’na anında talimat verdim’ diyor.

* * *

4) Ancak Fikri Sağlar’ın, Korkmaz Yiğit’in organize suç örgütleri ile ilgili kasedini yayınlaması üzerine:

Hazine Bakanı Güneş Taner’in Başbakan Mesut Yılmaz’a yazdığı 70210 sayı ve 20.10.1998 tarihi ile Mesut Yılmaz’ın bizzat imzaladığı yazıda Türkbank’ı Korkmaz Yiğit’e veren ihalenin durdurulması isteniyor ve gerekçe olarak 03.08.1998 tarihli meşhur Emniyet Genel Müdürlüğü yazısı kullanılıyor!

* * *

Mesut Yılmaz
22.06.2000 tarihinde TBMM’de, ‘Emniyet yazısı kayıp’ diyor, ancak bu ifadeden tam 20 ay evvel (20.10.1998) hazırlanmış ve 03.08.1998 tarihli Emniyet’in uyarı mektubunu esas alan iptal yazısında bizzat kendisinin imzası var!!!!
Yazının Devamını Oku

MGK ne dedi?

7 Nisan 2004
<B>GAZETELERE </B>göre: ‘MGK’nın 4 saat 20 dakika süren tarihi toplantısında, Annan Planı’nın olumlu yönleri yanında olumsuz yönlerinin de bulunduğuna dikkat çekildi ve derogasyonlar konusunun garanti altına alınmasının önemine değinildi. MGK, planla ilgili sürecin başlatılmasında takdir ve sorumluluğu hükümete bıraktı.

...Yaklaşık 4.5 saat süren MGK toplantısı sonunda yayınlanan bildiride, ‘planın ulusal yarar açısından incelenmesinin ilgili hükümetlerce titizlikle yapılmasının zorunlu olduğu’ da vurgulandı.

* * *

MGK kararını istediğiniz gibi okumak mümkün.

1) MGK, hükümetin Annan Planı’nı destekleme kararına karşı çıkmadı.

2) MGK, tüm çekincelerine rağmen hükümete destek verdi.

3) MGK barış sürecini reddetmedi.

4) MGK tarihi uyarılar yaptı.

5) MGK Annan Planı’nın gerçek yüzünü ortaya çıkardı.

* * *

Bana göre de MGK, ‘ne şiş yansın ne kebap’ demiştir. Hem tabandaki ‘milliyetçi’ duyguları okşamış, hem de yarın-öbür gün AB ile akraba olursak, yüzüne bakacak durumda kalmıştır.

* * *

Eğer MGK’nın görevi somut öneriler yapmak ise:

1) Derogasyonların sözüm ona garanti altına alınabileceği bir dönemde Lahey’e gitmeyen Rauf Denktaş’ı neden uyarmamıştı? İş işten geçtikten sonra uyarının anlamı ne?

2) Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun bireysel hak ve özgürlüklerin devletler tarafından engellenemeyeceğini devletler hukuku kavramına katması çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin de 1 No’lu Ek Protokolü’nün 1. maddesinin mülkiyet hakkını garanti altına aldığını, ayrıca AİHS’nin 14. maddesinin istisnaları/derogasyonu reddettiğini bilmez mi?

Esas sıkıntının mülk tazminatları (Louzidu kararı) olduğuna göre; Türkiye AB’den ne karar alırsa alsın, altında bizim de imzamızın bulunduğu AİHS’ye göre karar alma yetkisine sahip Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) açısından tazminat davalarından kurtulayamayacağını da bilmez mi?

Pekálá bilir!

* * *

Somut bilgilere rağmen MGK neden çözümü olmayan bu sıkıntıları dile getirmiştir?

Galiba ileride ‘Ben dememiş miydim’ demek hakkını saklı tutmak için!

* * *

Öte yanda KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş kendi elleriyle yazdığı Anayasa’yı kendi diliyle çiğneyerek siyaset yapmaya devam ediyor.

Ancak Annan Planı’nı yerden yere vurduğu konuşmaları hep Türkiye’de yapıyor.

Nedense Kıbrıs’ta hiç halkın önüne çıkmıyor!

Neden referandumda bizzat oy kullanacak insanlarla yüz yüze gelmez?

Neden kapı komşularına yüzlerce kilometre yol kat edip Anavatan’dan seslenir?

Bir bilen var mı?
Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanı Denktaş propaganda yapamaz

5 Nisan 2004
‘<B>ANNAN </B>Planı için 1960 Anayasası esas alınmalı idi’, diyerek eldeki plana eleştiri getiren Rauf Denktaş’ın, konuyu bilerek saptırdığını Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in hazırlatmış olduğu belge gözler önüne seriyor. Bakanlığın 2 Nisan 2004 günü yayınladığı ‘Annan Planı ile Kurulan Düzenin 1960 Düzeni ile Mukayesesi’ başlığı altında yayınlanan bilgi notu Denktaş’ın tezlerini çürütüyor.

Bilgi notu açıkça gösteriyor ki; Annan Planı tüm defolarına rağmen, 1960 Anayasası’ndan daha ileride bir düzen vaaz ediyor.

Başından beri iddia ediyorum: Rauf Denktaş, KKTC halkının menfaatleri ile yakından uzaktan alakası olmayan üç temel nedenle Kıbrıs’ta barış istemez, hatta istese dahi ifade edemez.

1) KKTC’nin eline geçen 200 bin Rum tapusu büyük çapta keyfi dağıtılmıştır.

2) Ada’da göz yumulan Kat bankacılığı kara para yıkama tezgahına dönüştürülmüştür.

3) Türkiye’den her yıl giden 2-3 milyar dolar keyfi kullanılmıştır.

* * *

Zamanında her iki kesimde de yoldan çıkanlar Ada’yı aynı amaçla kullanmışlardır.

Nitekim, 24 Nisan’daki referandumda ‘Evet!’ denmesi yolunda propaganda yapması için Papadopolous’a baskı yapan ABD’nin tehditleri arasında eski banka hesaplarının deşifre edilmesi de vardır!

Denktaş 24 Nisan’daki referandumda ‘Hayır!’ oyunun kazanması için var gücü ile savaşacak.

Referandumda kilit rol oynayacak oğul Serdar Denktaş’ın ‘hayırcılara’ destek vererek onu var eden babası ile tarihe mi gömüleceği, yoksa kendi küllerinden yeniden mi doğmaya çalışacağı henüz belli değil.

Rauf Bey istediği görüşü savunmakta serbesttir ama Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş propaganda yapamaz.

Zira, KKTC’nin seçtiği parlamenter demokratik rejimde Cumhurbaşkanı siyaset yapamaz.

Parlamenter demokrasilerde siyasi propaganda yapma hakkı siyasi partiler, medya ve sivil örgütlerdedir.

* * *

Eğer, Rauf Denktaş Annan Planı’nın ‘ölüm fermanı’ olduğuna samimi olarak inanıyorsa, Cumhurbaşkanlığı görevinden istifa eder ve kolları sıvar.

Etik açıdan da böyle davranmak zorundadır.

Zira, onu 28 yıldır var eden unsur Türk halkının desteği ve yıllardır emrine yolladığı milyarlarca dolardır.

Türk halkı 28 Mart’ta Annan Planı’na ‘Evet!’ diyen TC hükümetine artan oranda destek vermiştir.

Denktaş bizden aldığı paralar ile bizim aleyhimize çalışamaz.
Yazının Devamını Oku

Medya özür dilemeyi bilmeli

3 Nisan 2004
<B>28 </B>Mart seçimleri ertesi; kamuoyunda Ilıcakların Tercüman’ı <br>olarak bilinen gazetede müthiş bir iddia ortaya atıldı. ‘Pentagon Belgesi’ olarak adlandırılan belgeye göre Deniz Baykal belediye başkanı adaylarından şahsen rüşvet almıştı ve işi Pentagon ortaya çıkarıyordu!

Dünkü gazetelerde ise ABD Büyükelçiliği’nin açıklaması yer aldı.

Açıklamayı özetleyen gazetelere göre:

‘CHP Lideri Baykal’ın Mersin adayından rüşvet almakla suçlandığı ’Pentagon belgesi’ sahte çıktı. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, ’Bir Türk gazetesinin düzmece olduğu açıkça belli olan bir belgeyi haber yapması son derece rahatsız edicidir’ diye sitem etti.’

* * *

Açıklamada aynen;

‘...Sözü edilen, ABD’yi Türkiye’deki iç politik tartışmalara dahil etmeyi amaçlayan düzmece bir belgedir. Tercüman’ın haberinde yer alan iddiaların aksine William Luti, Pentagon’un Özel Harekát Dairesi Başkanı değildir...’ denerek gazetenin haber alma becerisi de sorgulanıyor.

Hatta gazeteye müstehzi bir yaklaşım getiriliyor.

‘...Dahası biraz temel düzeyde İngilizce bilgisine sahip olan herkes, Pentagon’a ait olduğu ileri sürülen belgenin, anadili İngilizce olan biri tarafından yazılmadığını fark edecektir...’

Adı geçen gazete, bazı köşe yazarları açısından yakından takip ettiğim çok ciddi bir gazete.

Onlardan yeni görüş açıları kazanıyorum.

Gazetenin geçmişte yayınladığı bazı belgeler, ülkede gündem yarattı. Demokrasiye olumlu katkıda bulundu.

* * *

‘Pentagon belgesi’
adı altında yayınlanan iddiayı görünce altüst oldum. Deniz Baykal’ın günahını aldım ve benim içime de şüphe girdi.

Zira, o gün itibarıyla, Tercüman Gazetesi’nin bu kadar ağır bir iddiayı, gerektiği gibi araştırmadan yayınlayabileceğine aklım ermezdi.

Arkadaşlarla, aklımız yatmasa da bu konuyu tartıştık.

Ancak, hemen belli oldu ki, meğerse biz ‘olur mu!’ diye düşünerek dahi büyük haksızlık yapıyor, Deniz Baykal’a ayıp ediyormuşuz.

Ben şahsım adına bu tip sohbetlere dahil olduğum için kendisinden özür diliyorum.

* * *

ABD Büyükelçiliği’nin açıklama gönderdiği günün ertesinde Tercüman Gazetesi’nden de bir özür ve açıklama bekledim.

Bu özrü önce Deniz Baykal, sonra CHP ve en son da, ciddiyetten vazgeçtim, basit bir araştırma (kullanılan dil, isimler vb.) dahi yapmadan, yanlış yönlendirdikleri biz okurlarına borçlular.

Bu özür yayınlanması gereken gün gelmedi!

Korkarım yarın öbür gün; işine gelmeyen bir haberle karşılaşanlar için kullanılacak kötü bir emsal oluştu.
Yazının Devamını Oku

Seçimin ikinci galibi DYP’dir

1 Nisan 2004
<B>28 </B>Mart seçimlerini AKP kazandı, seçimin ağır mağlubu ise statükonun kucağındaki CHP’dir. Seçimde ikinci büyük başarıyı ise DYP göstermiştir.

Bu başarısı ile DYP; demokrasinin temel öğelerinden birisi olan ‘denetleme ve dengeleme’ işlevinin ayakta kalmasına büyük katkıda bulunmuştur.

* * *

Sorulabilir ki, neden MHP’den bahsetmiyorsun?

MHP de % 10’u aşmış, hatta burun farkı ile olsa da DYP’nin önüne geçmiştir.

İnkár edilemez; MHP de seçimde başarılı olmuştur. Ancak, oylarını yükseltmesi asli rakibi Genç Parti’nin bilinen nedenlerle çökmesine bağlıdır.

Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de % 10 civarında ultra-milliyetçiler vardır. Bu oylar 3 Kasım’da Genç Parti’ye yönelmişti, şimdi parti tüm mali ve örgütsel omurgasını yitirince ultra-milliyetçi oylar tek parti seçimiyle karşı karşıya kalmıştır.

* * *

Öte yanda DYP; 28 Mart’ta asli rakibi (AKP) daha da güçlenmesine rağmen oylarını artırmıştır.

DYP, MHP gibi kendi denetimi dışında çöken bir partinin üzerinde yükselmemiştir.

28 Mart’ta DYP kendi gayreti, emeği, uğraşısı sayesinde rüştünü yeniden ispat etmiştir.

Ayrıca Ertuğrul Özkök’ün belirttiği gibi, bu seçimlerde medya, MHP ile birlikte DYP’ye de fazla yer vermemişti.

3 Kasım’da ağır yenilgi alan DYP, ilk adımda genel başkanını değiştirdi.

Ancak yeni genel başkan Mehmet Ağar görevi devralır almaz derin devlet eylemcisi olarak tasnif edildi.

Daha önce yaptığı görevler gereği iddialara ne cevap verebilen, ne de gerekçelendirme yapabilen Mehmet Ağar’ın bu yükün altından kalkamayacağı iddia edildi.

Bugün itibarıyla görüyoruz ki, DYP Mehmet Ağar ile medya tahminlerini altüst etmiştir.

DYP, güçlü geleneğiyle kendi küllerinden yeniden doğmuştur.

* * *

Bu dönemde DYP, demokrasinin ‘denetleme ve dengeleme’ işlevini yüklenecektir.

Bu görevi artık ağır yaralı anamuhalefet yapamaz; zaten CHP 3 Kasım’dan beri rasyonel muhalefet yapamadığı için bu duruma düşmüştür.

MHP ise iktidarın olası aşırı davranışlarını dengeleyecek yapıya sahip değildir.

Maalesef, bu dönemde de sağın alternatifi yine sağ olacaktır.

Ancak bu garabet, muhalefetin siyaset dışına kayıp, bürokratik kurumlara bulaşmasından daha az gariptir.

* * *

Seçimlerden önce ifade ettiğim iki kaygıdan birisi, AKP’nin elde edeceği başarı ile tek adam psikozuna itilmesiydi.

AKP’nin seçim kazanan belediyecilerinin büyük ağırlıkla milli görüşten geldiğine ve bu durumun ileride sürtüşmeler yaratabileceğine dair taşıdığım kaygı yine geçerli.

Ancak, eğer DYP yeni dönemde rasyonel muhalefet yaparsa, iktidarı denetleme ve dengeleme görevi bu partide olacak.

Tek adam psikozu yaşanamayacak.
Yazının Devamını Oku

Zihniyet savaşları!

31 Mart 2004
<B>ŞİMDİ </B>hararetle tartışıyoruz ama 28 Mart seçimlerinin propaganda dönemi heyecansız geçti. Seçim haftası diyebileceğimiz geçen hafta dahi gündemde bir numara seçimler değildi.

Gündemin bir numarası Kıbrıs müzakereleri idi.

Millet için Kıbrıs meselesi seçimden çok daha önemli idi.

* * *

Seçim, yerel seçim olmasına rağmen, yakın Türk tarihinde cumhuriyetin kuruluşu ve demokrasiye geçişten sonra yaşanan en önemli dönemin ortasına düştü.

Propaganda dönemi itibarıyla heyecansız geçen seçimi de zihinlerde yer eden bir soruya aranan cevap belirledi.

Muasır medeniyet hedefine (AB) yıl sonunda kavuşabilecek miyiz?

* * *

Seçimin ağır yenilgisini CHP aldı. Kendisi Mesut Yılmaz misali bir kibir ile partiyi sıfırlayana dek genel başkanlıkta dirense dahi, 28 Mart itibarıyla Deniz Baykal’ın CHP liderliği sona erdi.

Ancak kaybeden sadece bir parti, bir kişi değildir.

Kaybeden belirli bir zihniyettir!

* * *

Bu zihniyet sadece CHP’de bulunmaz, hatta CHP başka merkezlerde üretilen bu zihniyete teslim olmuştur, denebilir.

* * *

Bu zihniyet Türkiye’nin değişmesi durumunda ülkenin kötüye gideceğini, Türkiye için en doğru tavrın var olanı korumak, hatta içe kapanmak olduğunu düşünen bir zihniyettir.

İsim babası olarak tekrar ediyorum:

Bu zihniyet zır cahil olduğuna inandığı milletin kendi haline bırakıldığında ya davulcuya, ya da zurnacıya kaçacağına inanan statükocu zihniyettir.

Bu zihniyet millete demokrasinin, özgürlüklerin fazla geldiğini düşünen zihniyettir.

CHP çok basit bir nedenle ağır yenilgi almıştır.

* * *

Partinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyet projesine milletin en fazla sarıldığı bir dönemde, CHP bu projeyi kendi elleriyle rakip partiye teslim etmiştir.

CHP, ilerleme projesini ‘gericilere’ kendi elleriyle teslim ederken kendisinin esas gerici haline geldiğini fark dahi edememiştir.

* * *

Ancak, bu seçimde milletten kötek yiyen sadece CHP değildir. Ülkenin önünü tıkayan herkes bu seçimden nasibini almıştır.

Başta Rauf Denktaş’ın temsil ettiği zihniyet olmak üzere, AB yandaşlarını fişleyen veya askerlere zorla AB karşıtı dergi okutturan komutanlar, sandalyelerine sımsıkı sarılmış rektörler, YÖK kafası, daha önce şeytan ilan ettiği Erbakan’a şimdi methiye düzen başsavcı, eski solcu-yeni faşist akademisyen, yazar ve dahi siyasiler, CHP’de Baykal’ın akıl hocası eski diplomatlar vb.; bu seçimde milletten ağır darbe yemişlerdir.

* * *

Zihniyet savaşlarında statüko ağır yenilgi aldı.

Sadece Deniz Baykal değil, topyekûn istifa etmek zorundalar.
Yazının Devamını Oku