Cüneyt Ülsever

ABD, Irak’ta sonunda iflas etti

22 Mayıs 2004
<B>ŞAHSİ </B>kanaatime göre, Irak savaşı ve Afganistan’ın işgali, kimin 21. yüzyılın <B>baş patronu </B>olacağını<B> </B>tayin etmek üzere ABD, Kıta Avrupası, Rusya ve Çin arasında sürdürülmekte olan gizli-açık mücadelede ABD’nin yaptığı çok önemli hamleler idi. ABD, işgal sırasında ortaya koyduğu dijital savaşta, Türkiye’deki bazı aklı evvellerin ve emekli paşaların öngörülerinin tam aksine, muazzam başarılı oldu.

Ancak, Irak’a dirlik ve düzen getirme konusunda ise bir o kadar başarısız.

ABD’nin, askeri insan sermayesini oluşturmak üzere Vietnam Savaşı sonrası ortaya attığı paralı/gönüllü askerlik stratejisi iflas etti. Irak’ta ortaya çıktı ki; ABD askerleri emperyal bir devlete hiç yakışmayan bir şekilde çapsızlar.

Eğer savaşa katılsa idi, TSK Irak’a dirlik ve düzen getirme konusunda daha başarılı olurdu ve şimdi sadece seyrettiğimiz komşudaki yangına aktif müdahale edebilirdik.

* * *

Ayrıca, ABD’de ortaya çıkan çok önemli bir gerçek daha var. Başkan Bush’un fikri dünyasını oluşturan yeni-muhafazakárların dayandığı sivil yönetim anlayışı da Pentagon’a dayanmaktadır.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi en başarılı askerler dahi, aldıkları eğitimin doğal sonucu olarak, sivil yönetimlerde başarısız olmaktadırlar.

Bu durumun dünyadaki ve hatta tarihteki istisnaları çok azdır!

* * *

Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald H.Rumsfeld ve yardımcısı Paul D. Wolfowitz, Milli Güvenlik Danışmanı Condeleezza Rice, CIA Başkanı George J.Tenet, Genelkurmay Başkanı Richard B.Myers, Başsavcı John D.Ashcroft, Başkan Başdanışmanı Karl Rove vb. ekip, ABD’nin devlet yönetimine neredeyse tamamen hákimler.

Öte yanda, dış politikada bile Dışişleri Bakanı Colin L.Powell -eski asker- ve yardımcısı Richard L.Armitage’ın etkinliği sadece görüntüye indirgenmiş.

İşin başında Bush yönetiminde yer almış, konularının gerçek uzmanları olan Başkan’ın -Clinton yönetiminden gelen- güvenlik ve terörizmle mücadele danışmanı Richard A.Clarke ile Başkan’ın eski Maliye Bakanı Paul O’Neill vb. ise çoktan istifa etmiş durumdalar.

* * *

Peki evvelki gün Irak’ta evi basılan Irak Geçici Konsey üyesi Ahmet Çelebi kim?

Irak’ta iş yapmış bütün Türk işadamlarının da çok iyi bildiği gibi akçeli işlerde adı daha Saddam döneminde ayyuka çıkmış, ama yukarıdaki ekibin başından beri sahip çıktığı, Irak planlarını birlikte hazırladığı, hatta Irak’ta hiç sevilmemesine rağmen bir ara Saddam sonrası başkan olarak düşünülen adam!

Ancak, yeni-muhafazakárların yoldaşı Ahmet Çelebi’nin evinin basılmasını bizzat onların adamı Paul Bremer emretti.

Bu olay çok ama çok önemlidir ve yeni-muhafazakárların iflasının kendi elleri ile ilanıdır.

Çivisi çoktan çıkan Irak’ta kaosun da bizzat başlangıcıdır. Irak’ta yarın bugünü arayabiliriz!

- Bu gelişmenin Türkiye’ye olası etkilerini de pazartesi irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

19 Mayıs ışığında: Neden Kemalist değilim?

20 Mayıs 2004
<B>ŞAHSİ </B>kanıma göre; 20. yüzyıldan 21. yüzyıla döndüğümüz <B>dönemeçte, </B>hálá ayakta duran mesajlar veren sadece iki siyasi lider vardır ve bunlar <B>Sir Winston Churchill </B>ile <B>Mustafa Kemal Atatürk’</B>tür. Bırakın Stalin, Hitler, Mussolini gibi cani-diktatörleri; Lenin, Mao, Burgiba, hatta fiziken ayakta durmasına rağmen Castro gibilerinin, birer siyasi dáhi olmalarına rağmen, bu yüzyıla söyleyecekleri pek bir şeyleri yoktur.

Pakistan Cinnah’ın söylemini çoktan gömmüş, Hindistan’ın baba Gandi’si ise siyasi başarıları ile değil, felsefesi/vizyonu ile ayakta durmaktadır.

* * *

Atatürk ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ -dikkat edilsin, söz söylendiği dönemin hákim ideolojisi çerçevesinde ulusalcılığa kan bağı atfeden, ‘Ne mutlu Türk olana!’ değildir- sözü ile küresel dünyanın ulus-devletini nerede ise 80 yıl öncesinden tarif etmiştir.

Siyasi bağımsızlık, cumhuriyet, laiklik umdeleri henüz daha iyileri keşfedilmemiş atardamarlardır.

* * *

Ancak ben; sahip olunan meşrebe göre ifade edildiği şekilde Atatürkçü veya Kemalist değilim!

Neden?

Cevabım basit!

Atatürk’ün kendisi Atatürkçü veya Kemalist değildi de ondan!

Tıpkı Lenin’in Leninist olmayıp Stalin’in Leninist olması gibi, Atatürk değil, İsmet İnönü Atatürkçüdür!

Atatürk başkasının ardına sığınamayacak kadar büyük ve özgüveni olan bir liderdi.

Açık konuşalım:

Askeri dehası ne kadar büyük olursa olsun, vizyonu çok daha düşük, genel çapı çok daha gerilerde olan İsmet İnönü; bizzat Atatürkçülüğü yaratan kişi olmuştur.

Tıpkı Lenin’in vizyonunun yarısına sahip olmayan Stalin’in yaptığı gibi, o da bir kült yaratıp onun ardına sığınmayı kişisel otoritesini pekiştirmek için elzem görmüştür!

* * *

Maalesef; Kurtuluş Savaşı’nın büyük askeri, 2. Dünya Savaşı’nın ülkeyi yarasız beresiz kurtaran muazzam taktisyeni İsmet Paşa, sivil yönetimi sırasında paşalığı bir türlü üzerinden atamamış, iyi niyetinden zerre kadar şüphe etmediğim ancak mutlak diktatoryal olan yönetimini kendisini hep bir kültün ardına sığınarak sağlamıştır.

* * *

Dün gençlerin törenlerini izlerken bir kez daha müşahede ettim:

Onları; 19 Mayıs gibi önemli ve onlara ait bir günde dahi, hálá disiplin (yürüyüş düzenleri), tek doğru (bangır bangır bağırarak yapılan konuşmalar), biat (ettirilen yeminler), fiziki güç (gösteriler) gibi savaş alanında elzem ama sivil projelerde bir işe yaramayan militarist düzen etrafında şekillenmeye zorladığımız için ben Kemalist değilim!

Ben Atatürk’ü şu sözleri ile anlamaya çalışıyorum:

‘Bir gün benim önerilerim ile bilimin bulguları arasında bir çelişki doğarsa, bilimin söylediklerini takip ediniz.’

Bugünün şabloncu Kemalistleri esasında İnönücülerdir!
Yazının Devamını Oku

Devlet ana mıdır yoksa ağa mı?

19 Mayıs 2004
<B>DÜN </B>bazı gazetelerde gözlerden kaçan bir haber vardı. Habere göre:<br><br>Türkiye’nin yüzde<B> 52’</B>si, <B>yarısından fazlası</B> devletin mülkü olarak görülüyor. 815 bin kilometrekarelik bir alana sahip ülkemizin 425 bin kilometrelik bölümü Hazine’ye ait bulunuyor. Bu arazinin büyüklüğü Almanya, Hollanda ve Belçika’nın toplam arazisi kadar.

* * *

Balıkesir
devletin mülkiyet bakımından en fazla söz sahibi olduğu il. Bu ilimizin yüzde 38.4’ü devlet taşınmazlarından oluşuyor.

Taşınmaz sayısına göre ise Konya, 96 bin 84 taşınmaz ile devletin en fazla mülke sahip olduğu il durumunda bulunuyor.

Balıkesir’i 5 bin 480 kilometrekarelik Hazine taşınmazı ile yine Konya ve 5 bin 333 kilometrekarelik taşınmaz ile Mersin izliyor. Ankara ve Bursa da devlet taşınmazlarının fazla olduğu ilk 5 il arasında yer alıyor.

* * *

Bu bilgilere şu notları eklediğinizde belki de Türkiye’de neden bürokrasi bu kadar etkin ve statükocu, daha iyi anlayabiliriz.

Bizde devlet hem en büyük alıcı, hem en büyük satıcı!

GSMH’nin (ekonominin) hálá yüzde 60’ını devlet üretiyor. Vergi şampiyonu şirketler arasında KİT’ler başı çekiyorlar.

Rahmetli Kemal Tahir, ‘kerim devlet’ anlayışı ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu anlattığı romanına Devlet Ana adını vermiştir.

Ancak, artık sormak lazım:

Yukarıda tarif edilen devlet, milleti kucaklayan, ona aş ve iş veren kerim devlet midir?

Hayır!

* * *

Daha önceleri de yazmıştım. Devletin nasıl bir devlet olduğunu anlamak için her bahtı karanın yardım istediği Ankara’yı ziyaret ederken, Ankara-Eskişehir yoluna da uzanılmasını özellikle tavsiye ediyorum.

Bu yolda benzerlerinin İstanbul’da en geç bir yılda bittiği binaların her birinin 3-4 yılda inşa edildiği bir bölge var.

Çeşitli bakanlıklar, devlet daireleri yıllarca süren çabalarla Eskişehir yoluna 20-25 katlı binalar yapıyorlar.

Binaların her biri değişik bir siyasi partiye yakınlığı ile maruf inşaat şirketleri tarafından yapılıyor.

* * *

Eskişehir yolunda biraz daha ilerleyince de uydu köyler bölgesi başlıyor.

Bu bölge de villalar bölgesi. Binlerce villa var. Bunların her birinin değerleri 500 bin dolar, 1 milyon dolar! Aylık giderleri Ankara’daki en yüksek bürokrat maaşından yüksek.

Son 20 yıldır en lüks lokantalar, gece kulüpleri de Ankara’da açılıyor. Ankara, tasarruf mevduatı açısından da en zengin şehirlerden birisi!

Özel sektörün hemen hiç olmadığı Ankara böyle bir resim çiziyor.

* * *

Dünyanın en zevkli işi, başkalarının parasını harcama işidir. Bu işin adı da bürokrasidir!

Ne demiş atalarımız?

Devletin malı deniz, yemeyen domuz!
Yazının Devamını Oku

Meslek liseleri ülkenin omurgasını oluşturur!

17 Mayıs 2004
<B>YÖK kavgası </B>statüko ile millet arasındaki itişmenin bir ara perdesidir ve ülke açısından hem hayırlıdır, hem de kimin ne olduğunu açıkça ortaya koyan bir <B>turnosol káğıdıdır</B>. Bu yasa; hikmeti kendinden menkul elitin elinden bir kaleyi daha almaya yeltendiği için sadece ve sadece elit arasında bu kadar tepki ile karşılanmıştır.

* * *

Kavga, imam hatipler etrafında şekilleniyor.

Çünkü meslek sahibi olurlarsa; statükonun indinde ‘onlar’ bir adım daha atarak ‘çok olacaklar’!

* * *

Ancak; arada en büyük dayağı meslek liseleri yemekte!

Bazen hasım ilan ettikleri imam hatipleri kökten kapasalardı da ülkeye bu kadar zarar vermeselerdi, diye düşünüyorum.

Meslek liseleri sanayileşme yolunda ilerleyen ülkelerin insan sermayesinin en önemli kaynağıdır.

Üstelik, ülkenin omurgasını, rahmetli Özal’ın deyimiyle, orta direği büyük çapta onlar yetiştirir.

Bir ülkeyi sanayileşme yolunda ayakta tutan en önemli unsurlar fabrikalar ve yaygın ağı ile KOBİ’lerdir.

Gelişmiş ülkeler; sağlıklı bir gelişme için, meslek liselerinde okuyan öğrencilerin tüm orta öğretim içinde payının mutlaka %50’nin üzerinde, %60-70 civarında olmasını hedefliyorlar.

TC Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2002-2003 yılı sayısal verilerine göre; ülkemizde 3.034.959 orta öğretim (lise) öğrencisi arasında 981.224 meslek lisesi öğrencisi var.

Oran %32!

Esasında kesintisiz eğitim meslek liselerini daralttığı için oran gerçekte çok daha da düşük.

Zira 8 yıllık ilk öğretimde ayrıca 10.331.619 öğrenci var.

* * *

Sağlıklı bir büyüme ve huzurlu bir toplum yaratmak için bu oranı yükseltmemiz gerekirken biz ne yapıyoruz?

Cuntacı gailelerle küçültüyoruz!

28 Şubat döneminde çok doğru bir şekilde 8 yıla çıkarılan -keşke 12 yıla çıkarabilse!- mecburi eğitim, imam hatiplerin çanına ot tıkamak için kesintisiz yapılınca, ülke orta direğin kaburgasını oluşturacak mesleklere insan yetiştirmekten vazgeçti.

Zira, pedagojik bir gerçek var ki, sadece lisede 3 yıl eğitim vererek yabancı dil (yabancı kolejler), sanatsal beceriler (güzel sanat okulları, konservatuvarlar) ve ara meslekler (meslek liseleri) kazanılamıyor.

Tüm bu okulların yöneticileri çok şikáyetçi.

TÜSİAD, TİSK gibi işveren kuruluşlar da şikáyetçi ama onların cuntaya saygısı malumu ilana engel!

* * *

Ortada bu kadar açık (3 yıl) kayıp var iken, dünyada kimsenin akıl edemeyeceği bir mantıkla bir de standart sınava (ÖSYS) katsayı koyunca; bu ülke gençlerinin meslek liselerinden iyice kopmasına, bu okullara giden gençlerin dışlanmışlık duygusuna kapılmasına neden oluyoruz.

Böylelikle ülkenin geleceğine de ipotek koyuyoruz!

Neden?

Yetişkinler üleşim kavgası yapsınlar diye!

Olan da, yetişkinler umursamasa da, taze fidanlarımıza oluyor!

Utanç verici!
Yazının Devamını Oku

İçinde millet olmayan devlet düzeni

15 Mayıs 2004
<B>NİHAYET YÖK </B>ile ilgili bazı hükümler değiştirildi. Yapılan değişiklikler sadece <B>bazı hataların</B> düzeltilmesidir. Yapılanlar katiyen bir reform değildir! Değişiklikler eksik ama doğrudur ve nihayet YÖK’e dokunma cesareti gösterebilen bir hükümetimiz olmuştur.

Zaman da doğrudur, meslek liseleri ile ilgili alınan kararlar da doğrudur.

Kıbrıs ve YÖK; hikmeti kendinden menkul statükocular ile seçilmişler arasındaki son meydan muharebeleridir.

Bu ülkeyi kimlerin yöneteceği, bu muharebeler sonunda belli olacaktır.

* * *

Bir haftadadır, gençlerimiz üzerinden siyaset yapılıyor.

YÖK’ün ve rektörlerin ne kadar siyasete battıkları gözler önüne seriliyor.

Bazı sözüm ona bilim adamlarının, emir komuta düzenine bağlı memurlar oldukları bir kez daha gözler önüne serildi.

Üniversitelerin birer menfaat kapısı olduğunu bizzat rektörler ortalık yerlere döktüler.

Gerçek bilim adamlarından rica ediyorum; TV’lerin haber saatlerinde YÖK konusu ele alındığında, hocaların görüşlerinin mahalle kahvelerinde nasıl tepki aldığına hele bir kulak versinler.

* * *

Şimdi statükonun umudu Cumhurbaşkanı!

Onun vetosu bekleniyor!

Cumhurbaşkanı’nın veto yetkisi Anayasa’nın 89. maddesine göre, gerekçeli olmak zorundadır.

Genellikle gerekçe Anayasa’ya aykırılık maddelerine dayanır.

Deniyor ki, YÖK’te yapılan değişiklikler Anayasa’nın 130. ve 131. maddelerine aykırı.

Bu maddeler YÖK’ü ve üst kuruluşlarını tarif ediyor.

Meclis’te yapılan değişikliklerin bu maddeleri nasıl zedelediğini anlamak çok zor.

Galiba dayanılan gerekçe, madde 130’da geçen ‘çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde...’ ibaresi ile ilgili.

O zaman:

Eğer imam hatipli gençlerin, üniversitelerin kazandıkları bölümlerinde eğitim almaları çağdaş eğitimi zedeleyecek ise bizzat imam hatiplerin varlığı Anayasa’ya aykırıdır!

* * *

Ayrıca Anayasa’ya çok bağlı muhteremlere şu maddeleri de hatırlatmakta fayda var.

Madde 24:

‘...Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi, ilk ve orta eğitim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışında din eğitimi ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır...’

Ben imam hatiplerin imam yetiştiren meslek okulları olmadığını, bazı vatandaşların din ağırlıklı eğitim talebini karşılamaya yönelik olduğunu ısrarla söylüyorum.

Anayasa da bu talebi hukuki hak olarak kabul ediyor.

* * *

Madde 42 ise diyor ki:

‘Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz...’

İlgililerin dikkatine sunulur!
Yazının Devamını Oku

ABD izlenimleri (II)

13 Mayıs 2004
<B>ABD </B>halkı <B>iğrenç fotoğrafları</B> nefretle kınıyor, hatta bu fotoğraflar <B>kasım seçimlerinde </B>belirleyici nitelik dahi taşıyabilir ama genel seçimlere aylar kala fotoğrafların asli sorumlusu sayılan Savunma Bakanı <B>Donald Rumsfeld’</B>in istifası istenmiyor. * * *

ABD’deki temaslarımda ilgimi çeken konulardan birisi de dışişleri bürokratları ile savunma ve güvenlikle ilgili bürokratların arasındaki bariz görüş ayrılığı oldu.

Yeni muhafazakárlar (neo-cons) ülkenin dış politikasına açık bir şekilde Pentagon’un (savunma) el koymasına önayak olmuşlar ve bu durum dışişlerini rahatsız ediyor.

Hele hele Başsavcı John Ashcroft’un terörden korunmak için bazı özgürlüklere getirdiği kısıtlamalar ülkedeki liberalleri çok kızdırıyor.

Neo-conların atadığı bürokratları hem entelektüel, hem yönetim açısından çapsız bulanların sayısı da az değil.

Ancak, ABD terör belasına kitlenmiş durumda, herkes dünyaya bu gözlükle bakıyor.

* * *

Eski başkan Clinton’ın terör ve güvenlik özel danışmanı ve görevi istifa edene dek Bush döneminde de süren Richard A.Clark’ın ‘Against All Enemies-Inside America’s War in Terror’. (Tüm Düşmanlara Karşı-Amerika’nın Terör ile Savaşının İçyüzü)-Free Press: 2004- başlıklı kitabı son dönem üzerine okuduğum en güzel kitap. Terör üzerine akıl yoranlara bu analitik kitabı hararetle tavsiye ederim.

* * *

Ancak, sanılmasın ki kasım seçimlerini terör ve dış politika belirleyecek.

Her ülkede olduğu gibi, ABD’de de ekonomi seçimlerin baş belirleyicisi.

Başkan Bush bu konuda da başarısız bulunuyor.

Daha doğrusu yakın zamana dek başarısız bulunuyordu...

Ama...

* * *

ABD, Bush döneminde 2. Dünya Savaşı’ndan beri en uzun işsizlik dönemini yaşadı.

Bir yanda işsizlik, diğer yanda Amerikalıların alışmadığı şekilde yükselen benzin fiyatları ve temel gıda ürünü sayılan sütlü mamullerdeki önlenemez fiyat artışları Amerikan orta sınıfını fena halde bunaltmaktaydı.

Orta sınıf (orta direk) mucizesi üzerine kurulu ABD sisteminde, başkana seçimleri bu sınıfın kazandırdığına veya kaybettirdiğine inanılır.

Başkan Bush bu sınıf tarafından da dışlanmakta idi.

Ancak, ekonomi artık düzelmeye başladı.

Nisan ayında işverenlerin yarattığı 288 bin adet yeni iş % 5.6 oranındaki işsizliğe çare değil ama uzmanlar ekonomik durgunluğun (recession) beklenenden önce tersine döndüğüne inanmaya başladılar.

ABD Merkez Bankası (FED), son kararı vermek için bir ay daha beklemeyi tercih ediyor, ama bütün dünya ABD ekonomisindeki düzelme sinyallerini çoktan aldı.

* * *

Terör, işsizlik, fotoğrafların yarattığı şok ve utanç duygusu içindeki Amerikan halkı tüm dikkatini kasım seçimleri eksenine odaklıyor.
Yazının Devamını Oku

ABD izlenimleri (I)

12 Mayıs 2004
<B>SON</B> beş haftanın uzun bir bölümünü, aynı ay içinde iki kez ziyaret ettiğim ABD’nin çeşitli eyaletlerinde geçirdim. ABD’de yerleşik gazeteci arkadaşlarımız ABD hakkında devamlı yazılar yazıyorlar, ayrıca bilişim çağında dünyanın herhangi bir köşesinde neler olduğunu anında öğreniyoruz.

Ancak, ben yine de kişisel izlenimlerimi sizinle paylaşmak istedim.

Zira, ‘tek doğruluk’ iddiası taşımasa da, kişisel izlenimlerin önemine inanıyorum.

* * *

ABD’nin 2004 yılı için sürekli gündemi kasım ayında yapılacak seçimler!

Arka planda seçimler olmak kaydı ile, Irak savaşı ve ekonomi ise gündemin belirleyici öğeleri.

Irak Savaşı tartışmaları da, haliyle, tüm dünyanın kanını donduran iğrenç fotoğraflar çerçevesinde gelişiyor.

Tüm TV kanalları, radyolar, gazeteler; neredeyse sadece ve sadece bu resimlerle şekilleniyor.

Türk olduğumu duyan herkes benimle bu konuyu konuşmak istiyor.

Taksi şoförü, metro görevlisi, arkadaşın arkadaşı; herkes Ortadoğu’dan gelen birisi ile işkence fotoğrafları hakkında tartışmak istiyor.

ABD halkının fotoğraflarla ilgili duygusu ise ortak:

Fotoğraflardan utanç duyuyorlar!

Hangi eyaletten, hangi renkten, hangi meslekten olurlarsa olsunlar; resimlerin ABD’ye yakışmadığını düşünüyorlar, hatta hálá ülkede bir şokun yaşandığını söylemek mümkün.

- Bu resimlerdeki Amerikalılar bizi temsil ediyor mu?

- Biz kimiz?

Tüm Amerika’nın bu sorulara vereceği cevap ise ortak:

- Resimdeki manyaklar bizi temsil edemez!

- Biz, her ne isek, bu resimlerdeki insanlar değiliz!

ABD’deki sosyal psikolojiyi en iyi ‘medeniyetlerin çatışması’ tezi ile dünyada fırtınalar yaratan Samuel Huntington’un yeni kitabı açıklıyor:

- Biz kimiz?

Huntington bu kitabında Amerikan insanının kültürel haritasını çıkarmaya çalışıyor.

* * *

Tüm ABD’nin nefretle karşıladığı resimler, ardı arkası da olduğu iddiaları ile, belki de kasım seçimlerinin en büyük belirleyici unsuru olacak.

Bu tartışmanın kolay dineceğini sanmıyorum.

Ancak...

Donald Rumsfeld’in; tüm şimşekleri üzerine çekmesine rağmen Savunma Bakanı olarak kalmasını isteyenler hálá büyük çoğunluk (%65).

Kongre’deki ilgili komisyonlara verdiği ifade TV’lerde canlı yayınlandı, çeşitli sorulara verdiği cevapları saatlerce dinleyen Amerikalılar sorumluluğunu kabul ediyorlar, resimler hakkında bilgi sahibi olmasına rağmen bu bilgiyi hem Başkan’dan, hem de Kongre’den gizlemesini nefretle karşılıyorlar ama seçimlere birkaç ay kala istifasını anlamlı bulmuyorlar.

Amerikalı bir arkadaşımın açıklaması ise şöyle:

- Başkan’ı (Bush) değiştirmedikçe ne faydası var!

Ayrıca unutulmasın ki; ABD halkı her şeye rağmen, hatta başarısızlığı kabul etmelerine rağmen, çoğunluk olarak hálá Irak Savaşı’nı onaylıyor!

(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

Meslek liseleri yok oluyor!

10 Mayıs 2004
<B>CUMARTESİ </B>günkü yazımda <B>imam hatipler </B>ile ilgili görüşümü belirtmiştim. Ülkede ihtiyaçtan çok fazla imam olmasına rağmen imam hatiplere ihtiyaç duyulduğunu söylemiştim: İmam hatipler memleketin imam ihtiyacına değil, milletin bir kısmının din ağırlıklı eğitim talebine cevap veriyorlar!

Gelin bunları din ağırlıklı okullar haline getirelim!

* * *

Meslek liselerinin
sorunları sadece imam hatiplere de indirgenemez.

Ülkede tüm meslek liselerini, hatta yabancı dilde eğitim yapan tüm okulları ilgilendiren temel bir sorun var.

Keşke, laiklik karşısında hassasiyeti yüksek kesimler bu sorunu da dile getirebilse!

İmam hatiplerin çanına ot tıkamak üzere yola çıkan 28 Şubat aklı ülkede mecburi eğitimi 8 yıla çıkarırken ‘kesintisiz eğitim’ mantığını da gündeme sokarak; bir ülkenin temel insan ihtiyacını karşılayan meslek liselerini toptan bitirmiştir.

Üniversİteler önünde birikime engel olacak, sanayileşmeyi körükleyecek ve bilişim çağına erişmenin ana motoru olacak ara mesleklere artık insan yetişmemektedir.

Sadece lisede üç yıl eğitim vererek meslek erbabı yetişmez!

Bunun acısını herkesten çok çeken TÜSİAD’ın laikçi üyeleri neden bu konuda ahkam kesmezler, bunu anlamak çok zordur.

Kesintisiz eğitimin sanayi hayatında nelere mal olduğunu bu beyler ve hanımlar neden açıklamazlar?

* * *

Kesintisiz eğitim sadece meslek liselerini değil, sanatçı yetiştiren konservatuvarlar ve benzeri sanat okullarını ve dahi TÜSİAD’çıların çocuklarının okuduğu yabancı dilde eğitim yapan yabancı okulları da derinden vurmuştur.

Sorun Amerikan Lisesi, Alman Lisesi, Fransız Lisesi, İtalyan Lisesi müdürlerine:

- Eğitim yaptığınız yabancı dili 3 yılda öğretiyor musunuz?

* * *

Meslek liseleri ile ilgili bir başka yara da; özünde standart bir test olan üniversite giriş sınavında katsayı uygulamasıdır.

Standart testler, adı üzerinde, standart testlerdir ve sıralamayı ölçerler. Teorik olarak bu testlere isteyen herkes girebilir, lise mezunu olmayanlar bile bu testlere girebilmeli ve ölçülebilmelidirler.

Kaldı ki, üniversiteye giriş testleri, haklı olarak, klasik lise müfredatı üzerine kuruludur.

Zaten, imam hatip veya herhangi bir meslek lisesini seçen çocuklar bu müfredattan belirli seviyede uzak bir eğitim almayı, sınava dezavantajlı başlamayı baştan kabul ederler.

Bu çocukların önüne bir de katsayı sorunu çıkarmanın, YÖK’çüler kusura bakmasınlar ama ölçüm mantığı, hatta vicdan ile hiçbir alakası yoktur.

Katsayının bilim ile değil, siyaset ile alakası vardır!

* * *

Gençlerin hepsinin bizim çocuklarımız olduğunu, birilerinden esirgediğimiz üniversitelerin sadece laikçiler değil, herkes tarafından finanse edildiğini ne zaman anlayacağız?
Yazının Devamını Oku