Toplumsal Cinsiyet Eşitliği 2022 yılı Durum Raporu’ na göre; kadınların hayatında gelir, güvenlik, eğitim ve sağlık alanlarında ilerleme değil gerileme söz konusu. Acilen kararlı adımlar atılmadığı takdirde şiddet ve eşitsizlik birkaç nesil daha sürebilir. Raporda eşitsizliğin derinleşmesinin nedenleri şöyle sıralanıyor: Covid-19 salgını ve salgın sonrası yarattığı durumlar, yıkıcı krizler, iklim değişikliği, kadınların cinsel ve üreme sağlığı sorunları…
Salgınlar ve deprem gibi afetlerin yarattığı kriz dönemlerinde kadınların ve kız çocuklarının yaşam koşulları daha da zorlu hale geliyor. Hamilelikler ve doğumlar, hayatın olağan akışında, afet dönemlerinde de devam ediyor. Deprem bölgelerinde, şu anda, üreme sağlığı hizmetlerine acilen erişmesi gereken 200 binin üzerinde hamile kadın bulunuyor. Bu kadınların temel hijyen ihtiyaçlarının yanında nitelikli, sürekli ve güvenli üreme sağlığı hizmetlerine erişmesi gerekiyor.
Ülkemiz, 6 Şubat’ta benzeri görülmemiş büyüklükteki iki depremle sarsıldıktan ve deprem bölgesindeki şehirlerimizin yerle bir olduğunu gördükten sonra, hâlâ yasta. Bu zor günlerde yanımızda olan ülkelerden biri de ilk günden itibaren kurtarma ekiplerinin sevk edilmesi ve özellikle de Adıyaman Gölbaşı’na sahra hastanesinin konuşlandırılması yoluyla destek veren Fransa. Deprem bölgesindeki kadınların çektikleri zorlukların farkında olan Türkiye’deki Fransa Büyükelçiliği, sivil toplum kuruluşlarına (STK) yönelik geleneksel kadın-erkek eşitliği projeleri çağrısında bulundu.
Türkiye’deki Fransa Büyükelçiliği 2023 “Kadın ve Erkek Eşitliği” Proje çağrısı aşağıdaki alanlarda çalışan kuruluşlara desteğini yineliyor:
· Cinsiyetçi ve cinsel şiddetle mücadele
· Ekonomik özerklik ve sosyal haklar ve eğitime evrensel erişim
· Bedensel bütünlüğün ve cinsel sağlık ve üreme sağlığı haklarının desteklenmesi
· Kadınların siyasi hayata liderlik etmesi ve katılımı
Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Bu özel gün, 1967'de feminist hareket tarafından benimsenene dek ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve komünist ülkeler tarafından kutlandı. 1975'te Birleşmiş Milletler tarafından kutlanmaya başlandı. 8 Mart'ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılması, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1977 tarihli toplantısında kabul edildi.
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın olarak kutlandı; kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” Kongresi yapıldı. Ancak 12 Eylül Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmasına izin verilmedi. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor.
Hepimizin bildiği gibi, güzel ülkemizde bundan yaklaşık bir ay önce, 6 Şubat 2023’ de, 11 ilimizi etkileyen büyük bir deprem felaketi yaşandı. 7 Mart itibarıyla depremlerde hayatını kaybedenlerin sayısının 46 bin 104 olduğu açıklandı.
Afetler ve krizlerden en çok kadınlar ve çocuklar etkileniyor. Kadınlar depremde yitirdikleri yakınlarının acısıyla, kaybettikleri evleri, işleri ve bunca yıkımın getirdiği belirsizlikle yüzleşmek zorunda kaldılar. Onların hem acil temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek hem de sonrasında yaşamı yeniden inşa edebilmek için, dayanışmaya her zamankinden daha çok ihtiyaçları var.
İşte bu ihtiyaçlar için, pek çok kadın derneği deprem bölgesinde. Bunlardan biri de Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV). Eşitsizliklerin ve yoksulluğun var olmadığı bir toplum vizyonu ile çalışan KEDV ekibi, bölgelerdeki ihtiyaçları tespit etmek ve arama kurtarmaya destek olmak için sahaya indi. Ekip elemanları; gıda, kıyafet, arama kurtarma ve acil ihtiyaçların giderilmesi için ellerinden geleni yaptılar.
Arama kurtarma ve ilk acil ihtiyaçlar bittikten sonra afetten etkilenen kadınların hayatlarını yeniden kurabilmek için düzenli desteğe ihtiyaçları olacağını bilen KEDV yetkileri, o zaman da depremzede kadınlarımızın yanında olacaklarını söylüyorlar. Öncelikle sağlıklı barınma koşullarının sağlanması; depremzedelerin düzenli olarak temel ihtiyaçlarına ulaşabilmeleri ve sonrasında da ihtiyaç duyacakları gelire erişebilmeleri için çalışmalar yürüteceklerinin altını çiziyorlar.
Eda Çağıl Çağlarırmak, dayanışmanın iyileştiren gücünü çizimiyle anlatmış KEDV için tasarladığı “8 Mart Kadınlar Günü” bağış kartlarında. Depremzedelere yardım amacı taşıyan bağışlar 100 TL’ den başlıyor (https://fonzip.com/kedv/e-kartlar/satin-al?cid=4477). Hayatı
yeniden yeşertecek kadınların mücadelelerini desteklemek için, belki Sizler de sevdiklerinizin “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” nü Eda Çağıl Çağlarırmak’ ın çizdiği KEDV Bağış Sertifikası ile kutlamak isteyebilirsiniz.
İki hafta önce canımdan daha kıymetlim yeğenimin doğum gününü kutladık. Çocukluğundan beri her tür hayvana çok düşkün olan yeğenim, bu sene doğum gününü kendi iki kedisi ve iki kaplumbağası kadar şanslı olmayan dört ataklı dostlarımıza bağışlamaya karar verdi. Kendisine hediye almamamızı, onun yerine depremzede hayvanlara yönelik kampanyalara bağış yapmamızı istedi.
Ben de ENCANDER (Engelli ve Muhtaç Hayvanları Yaşatma ve Koruma Derneği) ile böyle tanıştım. ENCANDER felçli, yaşlı ve engelli hayvanların tedavilerini ve bakımlarını yapmak, daha mutlu yaşamalarını sağlamak için 2015 yılında Zühal Kadıoğlu’nun bireysel çaba ve imkanları ile kurulmuş bir dernek. Bu amaç doğrultusunda, Dernek bünyesinde; bakıma muhtaç, engelli ve hasta hayvanların ev ortamında tedavilerinin ve bakımlarının yapılması amacıyla kurulan bir de yaşam merkezi bulunuyor. ENCANDER’in bir diğer amacı da ilgi ve bakıma muhtaç hayvanların yaşam haklarına sahip çıkarak ve onları yeniden hayata kazandırmak ve hayvan hakları konusunda toplum bilincini yükseltmek.
Eğitimci bir aileden gelen Kadıoğlu, Türkiye genelinde özellikle çözümsüz olan felçli hayvanların kurtarılmasına ve yaşatılmasına yönelik çalışmalar yürütmeye 2011 yılında başlamış. Amacını, “maalesef felçli, yaşlı, kanserli hayvanların ömürleri çok uzun olmuyor; bu yüzden yaşamlarının geri kalanında bir gün bile olsa mutlu olabilecekleri bir ortam yaratmak istedim,” diye ifade eden Kadıoğlu bu hayalini gerçekleştirmek için 2015 yılında şu anda kullanılan çiftlik alanını kiralamış. O günden bugüne de 1500’e aşkın cana el uzatmış. Şu anda ENCANDER himayesinde yaşayan 400 hayvan mevcut.
ENCANDER depremin ilk günlerinden bu yana HAYTAP sahra hastanelerinde, afetten etkilenen bölgelerde zarar gören hayvanlarla çalışıyor. Bu süreçte sadece yaralanan ya da evlerini ve insanlarını kaybeden ev hayvanlarıyla değil küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarla da ilgilendi dernek gönüllüleri.
Depremzede hayvanlardan söz ederken Hayvan Hakları Federasyonu, yani HAYTAP’ tan da söz etmeden geçmek olmaz. HAYTAP depremin ilk günlerinden itibaren sahadaydı. Kahramanmaraş, Malatya ve Osmaniye’de depremzede hayvanlar için sahra çadırları kurularak hem tedavi ve bakım hizmeti sağlandı hem de hayvan dostlarımızın ailelerine kavuşmaları için gerekli çalışmalar yürütüldü.
Federasyon; Bursa ve Osmaniye’de iki tane Emekli Hayvanlar Çiftliği’nde, orman yangınları da dahil olmak üzere, çeşitli afetlerde yaralanan ya da sahipsiz kalan çiftlik hayvanlarının yanı sıra sahibi tarafından eziyet çektirilen, yaralanan veya ölüme terk edilen hayvanlara da tedavi ve bakım hizmeti sunuyor. Ailelerini kaybetmiş hayvan dostlarımızın bazıları da bu çiftliklerde korumaya alındı.
Bu zor günlerde HAYTAP’ın dört ayaklı dostlarımıza yönelik çalışmalarına https://fonzip.com/haytap/bagis linkinden katkıda bulunabilir, mesela ailesini kaybetmiş bir kediciğin mamasına birkaç lokma da siz ekleyebilirsiniz.
Ya da yeğenim gibi mutlu günlerinizi ENCANDER’e bağışlamak için ya da bir yakınınızın özel bir gününü kutlamak için birbirinden güzel e-kartlardan gönderebilirsiniz: https://fonzip.com/encander/e-kartlar. Hatta, birkaç gün sonra Dünya Kadınlar Günü; hayatınızda emeği olan bir kadına teşekkür etmek isterseniz sadece 50 TL’ye ENCANDER’in Kadınlar Günü sertifikalarından hediye ederek (https://fonzip.com/encander/e-kartlar/satin-al?cid=3478) aynı zamanda felçli ve engelli canlarımızın geleceğine umut olabilirsiniz.
Türkiye Kas Hastalıkları Derneği (KASDER); ülkemizdeki kas hastalarının daha kaliteli yaşam sürmelerini sağlamak, hastalara ve topluma rehber olmak, çözüm önerileri geliştirerek uygulanmasını sağlamak amacıyla 1978 yılında Prof. Dr. Coşkun Özdemir öncülüğünde kurulmuş bir sivil toplum kuruluşu. 1988 yılında Avrupa Kas Hastalıkları Dernekleri Birliği’ne (European Alliance of Neuromuscular Disorder - EAMDA) üye kabul edilen KASDER, kas hastalıklarıyla mücadelede Avrupa başta olmak üzere tıp alanında gelişmiş ülkelerle ortak eylemlerde bulunuyor.
KASDER nöromüsküler hastalıklara sahip ortopedik engelli kas hastası bireylerin sahip bulundukları hakların farkında olmalarını sağlamak; engelli hakları konusunda savunuculuk faaliyetleri sürdürerek kas hastalıkları özelinde toplum farkındalığını artırma amacıyla geliştirdiği; Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı tarafından kabul edilmiş bulunan “Kas Hastasıyım Haklarımın Farkındayım Projesi” ni ve bu kapsamda hazırlanan animasyon ve röportaj videolarını 3 Aralık 2021 Dünya Engelliler Günü itibariyle sosyal platformlarda dolaşıma sokmuştu.
“Kas Hastasıyım Haklarımın Farkındayım“; kas hastalarının engelli hakları, hak ihlalleri, hak arama yöntemleri konularında bilgilenmesi, haklarını sahiplenmesi ve savunması, toplumun engellilikle ilgili ayrımcı tutum ve davranışlarının dönüşmesine yönelik video temelli bir farkındalık projesi. Proje kapsamında engelli hakları konusunda bilgi ve farkındalığı artıracak, hak talepleri ve arayışları ile ilgili pratikleri güçlendirecek içeriklerden oluşan kısa animasyon videoları oluşturulmuş durumda. Videolarda engelli kas hastalarının eğitimde, sağlık hizmetlerine ulaşımda, çalışma yaşamlarında ve kamusal alanlarda karşılaştıkları hak ihlalleri ve ayrımcı tutumların topluma katılımları düzeyindeki olumsuz etkilerinden söz ediliyor. Tüm bunlar Can ve Umut adlarında iki kas hastası çocuğu merkeze alarak anlatılıyor.
Proje kapsamında;
· Kas hastalıkları ve engelli hakları konusunda 10 adet bilgilendirici animasyon
· Kas hastası bireyler ile gerçekleştirilen 5 adet röportaj videosu
· E-bilgilendirme kitapçığı
bulunuyor.
Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde 6 Şubat'ta saat 04.17'de meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki depremde en fazla zarar gören illerinden biri olan Hatay, Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biri.
Şu anda Hatay’ın yer aldığı topraklar 1516’da Yavuz Sultan Selim tarafından fethedildi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Hatay’daki hakimiyeti 1918 yılına kadar devam etti. Birinci Dünya Savaşı’ nın ardından Hatay Fransızlar tarafından işgal edildi. Kasım 1918’ de, merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak, Antakya, İskenderun ve Harim’ i içine alan ve “İskenderun Sancağı” adı verilen bir idari birim oluşturdu. Sancak, bir askeri vali tarafından yönetilecekti.
Ekim 1921’ de, Türkiye ile Fransa arasında Ankara İtilafnamesi (Antlaşması) imzalandı. Türkiye ile Fransız işgal bölgesi olan Suriye arasında, Payas’ tan başlayan, düz bir hat halinde Kilis’e ve oradan Fırat’a doğru uzanan bir sınır çizildi. İtilafnamede belirlenen sınıra göre; Dörtyol (Payas dahil) ve Hassa Türkiye sınırları içinde, İskenderun Sancağı ise dışında kalıyordu. Fakat İtilafnamenin 7. Maddesine göre; İskenderun mıntıkası için özel bir idare şekli kurulacak, mıntıkanın Türk ırkından olan sakinleri kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkânlardan yararlanacak, Türk dili orada resmi dil niteliğine sahip olacaktı.
Bu yeni dönemde Antakya, İskenderun ve çevresindeki Türkler Anayurt’ tan ayrı yaşamaya alışamadıklarından, her fırsatta Türkiye’den, memleketlerinin işgalden kurtarılması talebinde bulunuyorlardı. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Paşa Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı sıkıntılı bir dönemde, 15 Mart 1923’te Adana’ya geldiğinde kendisini karşılayan Antakyalılar arasındaki bir kız (Ayşe Fitnat Hanım) dokunaklı bir nutuk söyledi ve “Ey Ulu Gazi, bizi kurtar” diye yalvardı. Çok duygulanan ve gözleri nemlenen Gazi Paşa, kıza, tarihe mal olan, kurtuluş vadeden bir cevap verdi: “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz!” Bu söz, o günden itibaren bütün Sancak Türkleri tarafından kurtuluş için bir senet olarak kabul edildi, ümit kaynağı oldu.
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’nda ,Türkiye ve Fransa tarafından Ankara İtilafnamesi ile belirlenmiş olan Türkiye-Suriye sınırı aynen kabul edildi.
1926 yılında İskenderun Sancağı’nda Türklerin girişimleri sonucunda doğrudan Yüksek Komiserliğe bağlı, Suriye ile eşit haklara sahip ve merkezi İskenderun olan bir hükümet kuruldu. Hükümet Reisliği’ ne Delege (Yüksek Komiser temsilcisi) Pierre Durieux getirildi. Ama Suriye’nin talep ve baskıları sonucunda bağımsızlık ilanı geri aldırıldı, eskisi gibi özerk yönetim devam etti.
Suriye Fransa’nın mandası altında olduğundan, ülkenin kaderi Fransa’nın vereceği kararlara bağlıydı. Lübnan’da bulunan Fransız Yüksek Komiseri’nin kararları Suriye Meclisi’nin de üstündeydi. Suriye’nin bu durumdan kurtulması ve bağımsızlığına kavuşması için uzun süre görüşmeler yapıldı. Nihayet 9 Eylül 1936 da Suriye-Fransa Antlaşması imzalandı. Ancak bu antlaşma ile bağımsızlık verilirken, özel statüye tabi olan İskenderun Sancağı’nın durumu göz ardı edildi. Sancak bundan sonraki dönemde, aynı sınırlarla da olsa, kayıtsız şartsız Suriye’ye bırakılıyor ve Ankara İtilafnamesi geçersiz hale getiriliyordu.
Bu konuda Fransızlarla görüşmeler yapıldı, fakat olumlu bir gelişme sağlanamadı. Konuyu titizlikle takip eden Atatürk, 1 Kasım 1936’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ ni açış nutkunda Sancak konusunda devletin tavrını açıkça ortaya koydu. Ve ertesi gün de Sancak’ a “Hatay” adını verdi.
Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı ve ilk Kültür İşleri Büyükelçisi olan Talat Sait Halman, 1931 yılında İstanbul’da doğdu. 1951’de Robert Koleji bitiren Halman, Columbia Üniversitesi’ndeki yüksek lisansını 1954 yılında tamamladı. Otuz yıl ABD’de Columbia Princeton, Pennsylvania üniversitelerinde öğretim üyeliği yaptı. On yıl boyunca da New York Üniversitesi'nde Profesör ve Yakın Doğu Dilleri ve Edebiyatları Başkanı olarak çalıştı.
1988 yılında Bilkent Üniversitesi’nde Türk Edebiyatı Bölümü ile Merkezi’ ni kuran ve yöneten Halman, aynı zamanda, yine Bilkent Üniversitesi’nde İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yaptı.
Talat Halman Kültür Bakanlığı ve Kültür İşleri Büyükelçiliği sırasında Birleşmiş Milletler’ de Baş Delege Yardımcılığı ve ABD PEN Derneği Yönetim Kurulu Üyeliği görevlerini yürüttü. Ayrıca dört yıl boyunca UNESCO Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 2003 yılında getirildiği UNICEF Türkiye Milli Komitesi Başkanlığı’ nı ise 5 Aralık 2014’teki vefatına dek sürdürdü.
Türkçe ve İngilizce telif ve çeviri 75 kitap ile üç bini aşkın makale inceleme ve denemesi, beş bin üzerinde de şiir çevirisi yayımlanan Halman’ın, klasik ve modern Türk Edebiyatı’ nın başlıca eserlerinden örneklerin yer aldığı 30 civarında İngilizce kitabı bulunuyor.
Türkçeye William Faulkner’ ın eserlerini, Shakespeare'in sonelerini; İngilizceye ise Dağlarca, Orhan Veli gibi şairlerin şiirlerini kazandırmış bir edebiyat adamı olan Talat Halman; ilk İngilizce bilimsel Türk Edebiyatı Dergisi olan Journal of Turkish Research’ ün baş editörlüğünü de yaptı. Halman’ ın kitaplarından bazıları Almanca, Çince, Farsça, Fransızca, Hintçe, İbranice, İspanyolca, Rusça ve Urduca dillerine çevrildi.
Kendi şiirlerinden oluşan iki İngilizce kitabı bulunan Halman’ın toplu şiirleri, İş Bankası Kültür Yayınları’ ndan “Ümit Harmanı” başlığıyla çıktı. Shakespeare’ in bütün sonelerini Türkçü’ ye çeviren Halman’ın vefatından önceki son kitap yayını, “William Shakespeare Aşk ve Anlatı Şiirleri”. Bu dört bin dizeli kitapla Shakespeare'in tüm eserleri Türkçeye kazandırılmış oldu.
Talat Halman 2008 yılında İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı Mütevelliler Kurulu Başkanlığı’na getirildi ve bu görevi 5 Aralık 2014 yılında hayatını kaybedinceye dek sürdürdü. Ölümünün ardından, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından O’ nun anısına, nitelikli edebiyat çevirilerini desteklemek amacıyla “Talat Sait Halman Çeviri Ödülü” verilmeye başlandı. Bu ödül için başvurular yayınevleri veya çevirmenler tarafından yapılıyor. Yarışmaya katılabilmek için eserin herhangi bir dilden Türkçe’ ye çevrilmiş, ISBN numarası almış ve ödül yılı içinde yayınlanmış olması koşulu aranıyor. Seçici Kurul tarafından ödüle hak kazandığı belirlenen eser sahibine, bir defalık olmak üzere 20 bin TL. tutarında destek sağlanıyor.
Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’ nün 2022 yılı değerlendirmelerinde dört çevirmen finale kaldı;
Hepimizin bildiği gibi Türkiye’ miz sahip olduğu tektonik, sismik, topografik ve iklimsel yapısı gereği su baskını, sel, çığ, heyelan, yangın ve en önemlisi deprem gibi doğal afetlerle sıklıkla karşı karşıya kalan bir ülke.
Ülkemizde 1939 Erzincan depremi sonrasında geliştirilmeye başlanan doğal afetlere ilişkin olarak önce 1959 yılında çıkarılan 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” ile konuyla ilgili yasal boşluk giderilmeye çalışılmış; 1988 yılında da devletin tüm imkanlarının afet bölgesine en hızlı şekilde ulaşmasını ve gerekli müdahalenin yapılmasını sağlamak amacıyla “Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik” çıkarılmış durumda.
Büyük can kaybı ve hasara neden olan 17 Ağustos 1999 depreminin ardından ülkemizde afet yönetmeliği konusunu tekrar gözden geçirme zorunluluğu, eşgüdüm sağlanması gereken kurumların afetlerle ilgili yetki ve sorumluluklarının yeniden tanımlanması ihtiyacı; afet ve acil durumlarda yetki ve koordinasyonun tek bir elde toplanması gereğini ortaya koymuş bulunuyor.
Bu gerçek karşısında, 2009 yılında çıkarılan bir kanunla Başbakanlığa bağlı olarak kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD); Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili yapılan düzenlemeler kapsamında 15 Temmuz 2018 tarihinden bu yana İçişleri Bakanlığı’ na bağlı olarak çalışıyor. AFAD; afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması, afetlere müdahale edilmesi ve afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının süratle tamamlanması amacıyla gereken faaliyetlerin planlanması, yönlendirilmesi, desteklenmesi, koordine edilmesi ve etkin uygulanması için ülkenin tüm kurum ve kuruluşlarının arasında işbirliğini sağlayan çok yönlü, çok aktörlü, bu alanda kaynakların rasyonel kullanılmasını gözeten, faaliyetlerinde disiplinler arası çalışmayı esas alan, iş odaklı, esnek ve dinamik yapıda bir kurum.
6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta üst üste meydana gelen iki deprem, 17 Şubat akşamı itibarıyla 39 bin 672 can kaybına, 108 bin 68 kişinin de yaralanmasına neden oldu. Enkaz altında kalanlar ise yurtiçi ve yurtdışından yardıma koşan sayısız arama kurtarma ekibinin AFAD koordinesindeki özverili çalışmaları ile kurtarılmaya uğraşıldı. Bizler onlardan gelen güzel haberlerle sevinmek, deprem felaketinin açtığı yaraları sarmak için büyük gayret sarf ettik ve etmeye devam ediyoruz.
Yüreğimizde derin yaralar açan, son yüzyılın en büyük deprem felaketini yaşadığımız bu günlerde, 15 Şubat 2023 akşamı tüm TV kanalları ve radyolar yardım için ortak yayında bir araya geldiler. Ülkemizin tanınan ve sevilen isimlerinin çoğu programın katılımcıları arasındaydı. Bu özel gecede, depremzedeler için toplam 115 milyar 146 milyon 528 bin TL bağış toplandı. Ayrıca, SMS’ lerle gönderilen bağışlar da 9 milyon 10 bin TL’ ye ulaştı.
“Asrın felaketi” olarak adlandırılan bu deprem, ülkemizde çok sayıda fay hattı bulunduğunu ve depremlerin her zaman var olacağını acı bir şekilde hatırlattı. Ancak hatırlattığı şey yalnız bu olmadı. Milletimizin her bir ferdini birbirimizle sevgiyle bağlanmış kardeşlerimiz olduğunu, kardeşlerimiz iyi olmadığı sürece bizlerin de iyi olamayacağımızı bir kez daha anlamış olduk. Umarım, hep birlikte yeniden mutlu olacağımız günler çok uzakta değildir.
Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz günler dileğiyle…
Hepimizin bildiği gibi 6 Şubat Pazartesi sabahı saat 04:17’ de Kahramanmaraş’ ın Pazarcık İlçesi’ nde 7.7, saat 13:24’ te de Elbistan İlçesi’nde 7.6 büyüklüğünde meydana gelen iki deprem; Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya ve Kilis illerimizde büyük yıkıma yol açtı. 7.7 büyüklüğündeki depremin ardından, 13.02.2023 tarihi itibarıyla, toplam 2700 civarında artçı deprem yaşandı.
AFAD 13 Şubat 2023 tarihinde, yani dün, Kahramanmaraş merkezli depremlerde can kaybının 31 bin 643’e yükseldiğini; yaralı sayısının ise 80 bini aştığını açıkladı. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ise, 11 Şubat 2023 tarihi itibarıyla, depremden etkilenen 10 ilde yürütülen hasar tespit çalışmaları kapsamında; 7 bin 584 yıkık ya da acil yıkılması gereken yapı, 12 bin 617 ağır hasarlı bina tespit edildiği açıklandı.
Bu rakamlar, bir deprem ülkesi olduğumuz gerçeğiyle yaşamamız ve yapılarımızı bu doğrultuda olabildiğince sağlam bir şekilde inşa etmemiz gerektiğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Zira; son Deprem Yönetmeliği’ ne uygun olduğu söylenerek pazarlanan bir-iki yıllık binaların bile yıkılmış oluşu, yapılarımızı gerektiğince sağlam inşa etmediğimizin kanıtı.
Küresel boyutta büyük üzüntüye neden olan deprem, şu ana kadar, 1939 Erzincan depreminden sonra en yüksek can kaybı yaşadığımız afet oldu. 27 Aralık 1939 tarihinde, saat 01:57’de meydana gelen Erzincan depreminin; yüzey dalgası büyüklüğü 7.9, Richter ölçeğine göre büyüklüğü ise 7.2 idi. Bu deprem sonucunda toplam 31 bin 962 kişi hayatını kaybetmiş, yaklaşık 100 bin kişi yaralanmış; 116 bin 720 bina da yıkıma uğramıştı.
Dünyanın büyük depremleri arasında sayılan bu deprem; tarihe, Türkiye’nin en ciddi deprem felaketlerinden biri olarak geçti. Ancak ne yazık ki, an itibarıyla, 6 Şubat’ ta yaşadığımız depremlerde verdiğimiz kayıpların sayısı Erzincan depremindeki kayıplarımızı aşacak gibi görünüyor.
Ben 1952 doğumluyum. Bu deprem ve sonuçlarının, bu yaşıma kadar beni en derinden sarsan ve yaralayan olay olduğunu söyleyebilirim. Hayatımda ilk kez “yüreği kan ağlamak” deyiminin ne anlama geldiğini, yaşayarak, öğrendim. Hissettiğim acı, üzüntünün çok ötesinde bir duygu. Bir hafta boyunca televizyon haberlerini izlemek dışında hiçbir şey yapamadım. Yazamadığım için, bir hafta izin almak zorunda kaldım. Yitirdiğimiz her canla bir kez daha kahroldum…
Sonra “mucizeler” gelmeye başladı. Ben de bu mucizelere odaklanmaya, her yeni kurtuluşla tekrar can bulmaya çalıştım. Bu süreçte beni en çok üzen şey ise deprem bölgesine gidip yardımlaşamamak oldu. İşte o zaman, buna engel olan kas hastalığım için
belki de ilk kez yürekten üzüldüm. Ancak bir yandan da ülkemiz insanlarının bu büyük felaket karşısında tek yürek oluşu, beni hem çok sevindirdi hem de umutlandırdı.