British Council Türkiye'nin “Herkes İçin Sanat” mottosuyla düzenlediği Erişilebilir Sanat Festivali Unlimited Forum, 2 Şubat Perşembe akşamı Bomontiada’ da izleyicileriyle buluştu. Üç gün sürecek Erişilebilir Festival; yeni performanslardan yerel ve uluslararası konuşmacıların yer aldığı panellere, atölye çalışmalarından konserlere kadar uzanan geniş bir içeriğe sahip.
Festival; engelli sanatçıların eserlerini sergilemeye ve Birleşik Krallık, Türkiye ve yakın coğrafi çevreden en iyi uygulama örneklerini tanıtmaya odaklanırken aynı zamanda kültür ve sanat profesyonellerinin erişilebilirlik ve kapsayıcılık temalarına olan yaklaşımlarını değiştirmeyi de amaçlıyor.
Unlimited Forum, 2 Şubat Perşembe akşamı, Birleşik Krallık’tan Touretteshero’ nun Eş-sanat Direktörü Jess Thom’ un keynote açılış konuşmasıyla başladı. Ardından bu festivale özel olarak hazırlanan, koreografisini Serkan Bozkurt’ un üstlendiği ve çoğu engellilerden oluşan Arada Company ekibinin disiplinler arası deneyimleri bir araya getiren performans tiyatrosu Acil!’ in dünya prömiyeri seyirciyle buluştu. Oyuncuların ve dansçıların engellerini, başarılarını, hayal kırıklıklarını, hedeflerini cesaretle paylaştıkları performans; engelli bireylerin sosyal dışlanma deneyimlerine ve bunların gündelik iletişim pratiklerine yansımasına odaklanıyor.
Festival ikinci gününde, yani bugün, katılımcıların erişilebilirlik ve sanat ilişkisi üzerine düşünmelerini sağlayacak panellere ev sahipliği yapıyor. İstanbul Barosu Engelli Hakları Merkezi Genel Sekreteri Avukat Deniz Yazgan Şenay’ın moderatörlüğünde gerçekleşecek “Nedir bu kültüre erişim?” Paneli’ nde; Bongo Art Project’ in kurucusu Çiğdem Aslantaş, Diyalog Sosyal Girişimcilik Derneği’nin Kurucusu Hakan Elbir, Erişilebilir Her Şey ve Tiyatro Kooperatifi adına Zeynep Şölen Yıldız ve Puruli Kültür Sanat ve Kültüre Erişim Platformu Kurucusu Ezgi Yalınalp ağırlanıyor.
Birleşik Krallık’tan British Council Tiyatro ve Dans Birimi Direktörü Neil Webb’ in moderatörlüğünü üstlendiği “Erişilebilir sanat bir efsane mi?” Paneli’ nde ise; Birleşik Krallık, Ukrayna, Sırbistan ve Gürcistan’dan bu alanda başarılı örnekler paylaşılıyor. Candoco Dance Company Gençlik Programları Direktörü Kimberley Harvey, Unbeaten Path Direktörü Anastasia Voytyuk, Off the Frame Kumpanyası’ nın Direktörü Marko Pejovic ve Tiflis Inclusive Dance Company’ nin Kurucusu Ketevan Zazanashvili’ nin bir araya geldiği panelde; dünyanın dört bir yanında kültür ve sanat alanında yapılan başarılı projeler, detaylı olarak ele alınıyor.
Panellerin arasında katılımcıları müzikle buluşturmayı hedefleyen Unlimited Forum’da engelli caz davulcusu Kaan Çelen, Volkan Topakoğlu (kontrbas) ve Önder Foçan’dan (gitar) oluşan bir trio ile sahne alıyor. Genç davulcu, dünyada birçok ilke imza atan albümü NA-Zİ-LE’ den parçaların yanı sıra, kendisi için özel yeri olan caz standartlarından oluşan parçalarıyla mini bir konser sunuyor olacak.
Bugünün son etkinliği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bomonti Yerleşkesinde gerçekleşecek. Dans Sanatçısı, Koreograf ve Akademisyen Tuğçe Ulugün Tuna tarafından kurulan “Farklı Bedenlerle Dans” ın 12 dansçı eşliğindeki “Bedenleşen Kesitler” eseri; Tuğçe Ulugün Tuna’ nın, “hayalimdeki bedenlerle, tanımlayamadığım yaşamın bedenleşen ipuçlarını taşıyor” ifadeleriyle tanımlanıyor. Saat 20:30’ da başlayacak olan etkinlik, Saat 22:00’ de sona erecek.
Unlimited Forum, 4 Şubat Cumartesi günü saat 13.00 itibariyle katılımcılarına ilgi alanlarına göre iki farklı atölye sunacak. Engelli İllustrator, Çizgi Roman Sanatçısı ve Tasarımcı Hatiye Garip’ in geliştirdiği ve düzenlediği “Erişilebilir Çizgiler- İllüstrasyondan Görsel Betimlemeye Deneme Bir İki Üç Atölyesi”; illüstrasyonla ilgilenenler ve illüstratörler için çalışmalarını görsel betimlemeler aracılığıyla kör ve az gören bireyler için erişilebilir kılmayı ve illüstrasyonların erişilebilirliği için olası yaratıcı çözümlere odaklanmayı hedefliyor. Katılımcılardan daha önce çizdikleri üç illüstrasyonu basılı veya dijital olarak yanlarında getirmeleri istenilen atölyede, bu illüstrasyonlar üzerinden görsel betimleme çalışmaları yapılacak.
Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TÜSAD); 22 Haziran 1970 tarihinde göğüs hastalıkları uzmanı dokuz öğretim üyesinin bir araya gelmesiyle İstanbul’ da kurulmuş bulunan, kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu.
Türkiye’de yaşlı nüfusun 8 milyon 245 bine ulaştığına, 2050’de ise nüfusun % 16,3’ünün yaşlı olacağına değinen TÜSAD Geriatri Çalışma Grubu Başkanı Doç. Dr. Serap Duru, yaşlanma ile ortaya çıkacak sorunlardan koruyacak ve bireyleri hayata dahil edecek modeller geliştirmenin hedef alınması gerektiğini ifade ediyor.
Dünya yaşlı nüfusu, doğurganlık oranının düşmesi ve ortalama yaşam süresinin yükselmesi gibi nedenlerle istikrarlı olarak artıyor. Günümüzde dünya yaşlı nüfusunun 70-80 milyona yaklaştığı tahmin ediliyor. 2050 yılında, dünya genelinde 65 yaş üstü bireylerin 1,5 milyara ulaşacağı ve nüfusun % 22’sini oluşturacağı öngörülüyor.
Hepimizin bildiği gibi yaşlılık canlı yaşamının doğal bir süreci. Bu süreçte tüm organ sistemleri ile birlikte solunumda da birçok biyolojik ve fizyolojik değişiklik oluşuyor. Doç. Dr. Serap Duru bu süreci şöyle özetliyor: “Yaşlanmada solunum fonksiyon parametrelerinde ve solunum kas gücünde azalma görülebiliyor. Zira yaş ilerledikçe doğal ve kazanılmış immün yanıt değişiyor, immün sistemin fonksiyonları azalıyor. Enfeksiyon, malignite ve otoimmünite duyarlılık artıyor. Yara iyileşmesi yavaşlıyor. Belirli moleküler ve hücresel değişiklikler ortaya çıkabiliyor. Kısalmış telomerler*, artmış DNA hasarı, oksidatif stres, kök hücrelerde bozukluklar oluşuyor. Ayrıca çevresel maruziyetler de akciğerlerde hasarın artmasına neden oluyor.”
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’de yaşlı nüfus son beş yılda % 24 artarak 2021 yılında 8 milyon 245 bine ulaşmış durumda. Yaşlı birey sayısının toplam nüfus içindeki oranı ise % 9,7. Bu oranın 2025 yılında % 11, 2040 yılında ise % 16,3 olması bekleniyor. Türkiye’de her beş yaşlıdan biri tek başına yaşıyor. Yaklaşık dört haneden birinde en az bir yaşlı birey bulunuyor.
Yaşımızın ilerlemesini durdurmak olası değil. Yaşlanmayla birlikte meydana gelen fiziksel değişikliklerin sonucu olarak ortaya çıkan akut ve kronik hastalıklar bağımsızlıklarımızı azaltıyor, yaşamlarımıza kısıtlamalar getiriyor. Doç. Dr. Serap Duru; daha sağlıklı bir yaşlanma süreci için, artan yaşlı nüfusun solunum sistemi de dahil tüm sistem hastalıklarına cevap verebilecek yeni hizmet modellerinin geliştirilmesinin şart olduğunu söylüyor. Ayrıca, yaşlı bireyin yakınlarının geriatrik hastayla yaşama konusunda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi için danışmanlık ve destek hizmetlerinin artırılmasına ihtiyaç olduğunun da altını çiziyor.
Ben de yaklaşık beş-altı yıldan beri, biraz da kas hastalığıma bağlı olarak, solunum sıkıntısı çekiyorum. Geceleri nefes alışverişimi düzenleyen BPAP adlı bir cihaz kullanıyorum. BPAP,
kelime anlamıyla, iki kademeli sürekli pozitif solunum yolu basıncı demek. BPAP cihazları, uyku esnasında kişi nefes alıp verirken farklı basınçlar uyguluyor. Burada IPAP ve EPAP şeklinde iki kavram mevcut. IPAP kavramı kullanıcı nefes alırken, EPAP ise nefes verirken cihazın uyguladığı basınç değerini ifade ediyor. Bu iki değer sayesinde solunum yolunda basınç farkı oluşuyor ve tedavide bu basınç farkından faydalanılıyor.
Katarakt, göze gelen ışığın retinaya iletilmesini sağlayan doğal göz merceğinin saydamlığını yitirerek matlaşması anlamına geliyor. Bu süreçte, göz içi merceğin yapısında çeşitli nedenlerle bir takım kimyasal değişimler oluyor. Hastalık, ilerledikçe hem yakın hem uzak görüşte görme kaybına yol açıyor.
Katarakt sonucu oluşan görme kaybının temel nedeni ise, göze dışarıdan giren ışığın saydamlığını yitiren mercekten geçerken sağlıklı bir şekilde kırılımının gerçekleşmemesi. Bunun sonucunda retinada görüntü olması gerektiği gibi odaklanamıyor ve göz içinde dağılım gösteriyor. Katarakt ileri derecede görme kaybı yaratmakla birlikte körlüğe neden olmuyor.
Katarakt, dünyada her yıl ortalama olarak 25 milyon kişide görülüyor. Bu rahatsızlık, 60 yaş üzeri kişilerde, kalıcı görme kaybına en çok neden olan göz problemi. Birçok insanın her iki gözünde de katarakt olmasına karşın, hastalık bir gözden diğerine geçmiyor. Katarakt hastaları, dünyayı buzlu bir camın ardından bakıyormuş gibi bulanık olarak soluk ve pastel tonlarda görüyorlar.
Katarakt oluşumunun temel nedeni göz merceğindeki proteinlerin yapısında yaşanan değişimler. Gözün en öndeki iris adlı bölümünün hemen arkasında yer alan göz merceğinde kristalin proteinleri bulunuyor. Bu proteinlerin yapısında çeşitli sebeplerle kimyasal değişimler gerçekleşebiliyor ve yüksek seviyede moleküler ağırlıklı protein kümeleri meydana geliyor. Merceğin dokusunda yaşanan bu değişimle birlikte, göz merceğinin yüzeyinde sarı ve kahverengi lekelenmeler oluyor. Sonuçta, göz merceği saydamlığını yitiriyor ve katarakt oluşumu başlıyor.
Kataraktın en yaygın görülme nedeni, yaşlanmaya bağlı olarak göz içi lensin yapısında yaşanan değişimler. Hastaların büyük çoğunluğunu 60 yaş üstündeki kişiler oluşturuyor. Hastalığın yaşlanmaya bağlı nedenlerle ortaya çıkan türüne “Senil Katarakt” deniliyor. Ancak özellikle 50 yaş altı kişilerde hastalığa rastlanıyorsa, altında aşağıda özetlenen farklı nedenler görülebiliyor:
· Şeker hastalığı gibi metabolizma bozuklukları
· Göze darbe alınması sonucunda yaşanan göz travmaları
· Daha önce geçirilmiş göz ameliyatı sonrasında yaşanan çeşitli komplikasyonlar
Kadınların, gençlerin ve engellilerin eşit fırsatlara sahip olmalarını ve topluma aktif katılımlarını destekleyen Sabancı Vakfı 2007 yılından bu yana Hibe Programları kapsamında sivil toplum kuruluşlarının projelerini destekliyor.
Hibe Programları kapsamında bugüne kadar toplamda 56 milyon TL’nin üzerinde hibe ile desteklenen 218 proje, 76 ilde faaliyet uygulanmış ve ulusal düzeyde önemli etkiler yaratılmış durumda. Desteklenen projelerin hikayeleri ise “Ekim Zamanı” kitaplarında yayımlanıyor.
Hibe Programlarının 10. yılında Sabancı Vakfı bugüne kadar yürüttüğü çalışmaları değerlendirmek ve Türkiye’deki ihtiyaçlara uygun hale getirmek amacıyla farklı sektörlerden uzmanların katıldığı bir strateji çalışması yürüttü. Bu çalışmanın sonucunda Vakıf, “Açık Çağrılı Hibe Programı” ile sivil toplum kuruluşlarının eğitim alanındaki projelerini desteklemeye devam ederken tematik alanlarda stratejik ortaklıkların ve projelerin geliştirildiği “Davetli Hibe Programı” nı oluşturmuş bulunuyor. Davetli Hibe Programı kapsamında sosyal değişim yaratmak ve toplumda kalıcı etki bırakmak için daha uzun süreli ve derinlemesine iş birliklerine dayanan projeler destekleniyor. Program kapsamında odaklanılan tematik alanlar ise;
Sabancı Vakfı’nın 2023 Hibe Programı başvuruları geçtiğimiz günlerde açılmış bulunuyor. Hibe Programı’na;
eğitim alanındaki projeler başvuruda bulunabilecek.
Hibe Programı’ na başvurmak için Online Proje Başvuru Formu’nun doldurulması gerekiyor. Kayıt Formunda kaydedilen e-posta adresine gönderilecek olan “Proje Kodu” ve oluşturulacak “Şifre” sayesinde Online Proje Başvuru Sistemi’ne giriş yapılabiliyor.
Sabancı Vakfı 2023 Hibe Programı başvuruları 2 Ocak 2023 tarihi itibariyle kabul edilmeye başlandı.
Baba Yapı sponsorluğunda, “Otizmli Öğrenciler İçin Özel Arayüzler” sloganı ile bu sene ilki gerçekleştirilecek olan Mobilya ve İşlevsel Yüzey Tasarımı Yarışması’nın teması;
‘Otizm bilinci ve özel gereksinimli bireylerin eğitim-sosyalleşme mekânlarına yönelik özgün tasarımlar’ olarak belirlenmiş bulunuyor.
Otizm; kişinin etrafıyla sözel ve sözel olmayan şekilde uygun iletişim kuramaması ve takıntılı/tekrarlı davranışlar sergilemesi şeklinde tanımlanabilecek, karmaşık bir nöro-gelişimsel bozukluk. Sadece otizmli bireylerin değil tüm özel gereksinimli bireylerin hakkı olan iyi bir eğitimin doğru ve ihtiyaçlar özelinde tasarlanmış, gereksinimlerin niteliğine özgü kurgulanmış mekânlarda mümkün olabileceği şüphe ve tartışma götürmez bir gerçeklik. Bu gerçeklikten hareketle; Baba Yapı A.Ş., Tohum Otizm Vakfı, Değer Otizm Derneği ve TMMOB İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi iş birliği ile Plywood (kontrplak) ürünleri kullanılarak Tohum Otizm Vakfı ve Değer Otizm Derneği’ nde belirlenen sınıfların yeniden düzenlenmesi için Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üniversiteleri iç mimarlık lisans bölümünde okuyan tüm öğrencilerin katılabileceği bir yarışma düzenlenmiş bulunuyor. Yarışmaya katılan öğrenciler; otizmli öğrencilerin sosyalleştikleri ve eğitim aldıkları mekânlarda, gündelik hayatın zenginleştirilmesine katkı sağlanması amacıyla işlevsel mobilya ve duvar üniteleri tasarlayabilecekler.
Plywood kullanılarak üretilecek ürünler aşağıdaki başlıklar altında özetlenmiş durumda:
Proje aşamaları:
olarak belirlenmiş bulunuyor. Mobilya Kategorisi’ nde ve Duvar Ünite Kategorisi’ nde kazanan projelere 1.000’er dolar değerinde, halk oylamasında kazanan projeye ise 500 dolar değerinde teknoloji hediye çeki verilecek. Kazanan tasarımlar 26 Mayıs 2023 tarihinde düzenlenecek ödül töreninde açıklanacak.
“Otizmli Bireyler İçin Özel Arayüzler Tasarım Yarışması” nın Jüri Üyeleri:
Son zamanlarda etrafımızda dolaşan kokteyl virüs sonunda beni de buldu. Altta yatan kas hastalığım nedeniyle çok zor bir süreçten geçtim. Hâlâ da tam iyileşmiş değilim. Ama Siz okurlarımı ve yazmayı o kadar özledim ki, elimden gelen gayreti göstererek Sizler’ le yeniden buluşmak istedim.
*****
Ankara Operası’ nı ve İstanbul Şehir Opera’ sını (bugünkü İstanbul Devlet Opera ve Balesi) kuruluşunu gerçekleştiren ve Türkiye’de operanın kurucusu olarak kabul edilen Aydın Gün, Türk Müzik tarihine yön vermiş önemli bir sanatçı. 1973 yılında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın kurucuları arasında yer alan Gün; 1974-1993 yılları arasında Uluslararası İstanbul Festivali’nin Genel Müdürü olarak İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) yaptığı pek çok etkinliğe öncülük etti. Yirmi yıl süreyle Uluslararası İstanbul Festivali’nin Sanat Yönetmenliği’ ni yaptı. İstanbul Bienali’nin ilk yılları sayılan Çağdaş Sanat Sergileri’ ni başlatan da yine Aydın Gün oldu.
İKSV’ deki görevinin ardından Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun Genel Sanat Yönetmenliği’ ni üstlenen Aydın Gün, 1990’larda Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. Kültür-Sanat Danışmanı olarak çalıştı.
Türk Operası ve Konservatuvarı’ nın kurucusu sayılan Carl Ebert’ in 1942’de sahneye koyduğu Türkiye'deki ilk opera gösterisi olan Puccini’nin “Madam Butterfly” adlı eserinde oynayan Aydın Gün, daha sonra birçok operada baş tenor olarak rol aldı ve on yıl süreyle Carl Ebert’ in asistanlığını yaptı.
1950 yılında “Rigoletto” operası rejisi ile kazandığı büyük başarıdan dolayı Devlet tarafından Viyana’ya gönderilen Aydın Gün, dönüşünde Ankara Devlet Operası Baş Yönetmenliği ’ne atandı ve 1950 yıllarının sonlarından itibaren opera klasiklerinden kırkın üzerinde yapıtın rejisini gerçekleştirdi. Gün, ayrıca, Dünya prömiyeri 9 Kasım 1953 günü Atatürk'ün cenazesinin Anıtkabir'e nakli sırasında gerçekleştirilen, Nevit Kodallı'nın "Atatürk Oratoryosu" 'nun tenor partisini seslendirdi.
Ankara ve İstanbul Devlet Konservatuarlarında 25 yıl süreyle ders veren
Bugünkü yazıma geçtiğimiz günlerde Gazetemizde yayımlanan iki haberi konu almak istiyorum.
Haberlerden ilki 28 Ekim tarihli, kaynağı ise DHA. Haber şöyle başlıyor:
“İstanbul’da park yüzünden tartıştığı biri çocuk üç kişiyi silahla vurarak yaralayan saldırgan yakalandı. 30’un üzerinde suç kaydı olduğu anlaşılan bu kişi emniyetteki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.”
30’un üzerinde suç kaydı bulunan bir sabıkalının nasıl olup da hâlâ aramızda dolaşabildiğine inanamıyorum. Zira bana göre bu kişi ya hastadır ve tedavi edilmesi gerekir ya da suç işlemeyi huy edinmiştir ve bu huyunu sürdürecektir. Bu konuda ne yapılması gerektiğini söyleyecek kadar bilgili değilim. Ama yetkili makamların sorunları kökten çözebilecek öneriler sunabileceğinden eminim.
İkinci haberimizin tarihi 30 Kasım. Kaynak ise yine DHA. Başlık “Sakarya’da Dehşet: Minibüsün kapılarını kapatıp cinsel saldırıya kalkıştı.” Olay Sakarya’da 22 yaşında bir üniversite öğrencisinin başına geliyor. Gece evine gitmek için bindiği minibüsün sürücüsü, genç kıza cinsel saldırı girişiminde bulunuyor. Şoför tarafından bir de dövülen genç kız, arbede sırasında kaçıp polise şikayetçi okuyor. Ve sonuçta, söz konusu şoförün aralarında cinsel istismarın da bulunduğu 30 suç kaydı bulunduğu; altı gün önce cezaevinden çıkıp minibüste şoför olarak çalışmaya başladığı anlaşılıyor.
Bu haber bana 17 yaşındayken başıma gelen, hiç hatırlamak istemediğim, bir olayı hatırlattı. Biz o zaman Feneryolu’nda oturuyorduk. Ben henüz nişanlanmıştım. Soğuk ve yağmurlu bir kış günüydü. Nişanlım Özer Yelçe, Kızıltoprak’ta ailesi ile beraber oturuyordu. O gün hasta olduğu için işe gidememişti. Ben de öğle yemeğinden sonra babamdan izin alarak nişanlıma ‘geçmiş olsun’ demek için yola çıktım. O zamanlarda Bağdat Caddesi şimdiki gibi tek yön değildi. Bir süre dolmuş bekledim sonra boş gelen bir araca bindim. Bir durak sonra ineceğim için, benden sonra binecekleri rahatsız etmemek adına öne oturdum. Şoför, ben biner binmez direksiyonunu kırdı ve yolun karşı tarafındaki sokağa saptı. Nereye gittiğimizi sordum ve araçtan inmek istedim. Şoför ısrarla bir müşteri alacağını söyleyerek beni indirmedi ve arabanın süratini artırdı.
O şoför beni son süratle Fenerbahçe Burnu’ na götürdü. Soğuk ve yağmurlu bir gün olduğu için etrafta hiç kimse yoktu. Şoför arabayı daha durdurmadan uzanıp benim kapımı kilitledi ve üzerime saldırdı. Elimdeki şemsiye ile vurdum ona, yüzünü de oldukça derin çizikler oluşuncaya kadar tırmaladım. Adam korktu ve kapıyı açtı. “Sizi gideceğiniz yere kadar götüreyim” dedi ve yere düşen eldivenlerimi bana verdi.
Çoğunuzun bildiği gibi 19 yaşında, henüz öğrenciyken çalışmaya başladım ben. İşyerim Çayırova’da, Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş. tarafından yeni kurulmuş bir şirketti. Evvelce Çayırova Cam Sanayii A.Ş.’ ne bağlı olan Fibrocam Fabrikası da bu şirkete devredilmişti. Şirketin yönetim kadrosu henüz on kişiyi bile bulmuyordu.
Şirketimizin adı Cam Elyaf Sanayii A.Ş. (CAMELYAF) idi. Adından da anlaşılacağı üzere, inşa edilecek fabrikada ilk Türk Cam Keçesi üretilecekti. Önce know-how* anlaşması için yurt dışından teklifler alındı. Bir yandan da hem şirket kadrosu tamamlanmaya çalışılıyor hem de yeni fabrikanın inşaatı için ihale işlemleri üzerinde çalışılıyordu. Bir yıl içinde alınan yeni elemanlarla kırk kişiye yaklaşmıştık. Şirketimizin yaş ortalaması 30’du. Bu ortalamaya 50 yaşın üzerindeki Fibrocam Fabrikası Müdürü ve 40 yaşındaki Genel Müdürümüz de dahildi. Yani tüm elemanlar gençti. Sanırım biraz da bu yüzden birbirimizle kaynaştık ve iyi arkadaşlıklar kurduk.
Bizler genç olduğumuz için çocuklarımız da henüz çok küçüktü. Hatta pek çoğumuz çocuk sahibi bile değildi. 1976 yılında arkadaşlarımızdan birinin ikinci kızı dünyaya geldi. Ben o bebeği beklerken çok heyecanlanmış ve henüz hastalığım ilerlememiş olduğundan ilk yatağı olan sepetini ben hazırlamıştım.
O minik bebek artık iki çocuk annesi genç bir kadın. Halen Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Yaylı Çalgılar Anasanat Dalı Keman Bölümü Öğretim Görevlisi. Büyümesini keyifle izlediğim bu güzel kızın adı Seda Gürtel. Yeteneği henüz çocukken ortaya çıkan Seda, ilköğreniminden sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Keman Bölümü’ne girerek Prof. Ceyda Uzgören’ in sınıfına kabul edildi. Pekiyi dereceyle mezun olduktan sonra çalışmalarını bir süre Almanya’da sürdüren sanatçı, Prof. Gorjan Kosuta ile çalıştı. 1998-2002 yılları arasında İstanbul’da Akbank Oda Orkestrası, Milli Reasürans Oda Orkestrası, Enka Orkestrası, Cemal Reşit Rey Orkestrası’ nda keman üyeliği ve baş kemancılık yaptı. Sarah Chang, Valery Oistrakh, Victor Pikaizen, Ayla Erduran gibi pek çok önemli isimle çalışma fırsatı buldu. 2001 yılından itibaren Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı kadrosuna katılan Seda Gürtel, o günden bugüne başarılı öğrenciler yetiştirmeyi sürdürüyor.
Bütün bunları neden uzun uzun yazdığıma gelirsek, bildiğiniz gibi Aralık başında Şehitler Ortaokulu’ ndaki Engelliler Günü etkinliğine katılmak üzere Bursa’ya gitmiştim. Bursa’da geçirdiğim tek gecede, Seda ve piyanist eşi Murat beni evlerinde akşam yemeğine davet ederek onurlandırdılar.
Seda’nın eşi Murat Gürtel de küçük yaşta piyano dersi almaya başlamış. İlkokulu bitirdikten sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümü’ nde Prof. Ergican Saydam’ ın sınıfına kabul edilmiş. Okul döneminde birçok solo ve oda müziği konseri veren Murat Gürtel 1986-1990 yılları arasında, o zamanki adıyla AROYO Oda Korosu, şimdiki ismiyle İstanbul Oda Korosu’ nun ilk piyanistliğini üstlenmiş. TRT Çocuk Korosu ve Galatasaray Lisesi Koro Piyanistliği’ ni yapmış. Aynı yıllarda Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen Alexander Rudin Viyolonsel Ustalık Sınıflarında ve ardından düzenlenen konserlerinde Korrepetitörlük** görevini üstlenmiş.
Gürtel, Prof. Ergican Saydam’ ın sınıfından Tchaikovsky 1. Piyano Konçertosu seslendirerek mezun olmuş. 2001 yılında Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano Anasanat Dalı Öğretim Görevlisi olarak çalışmaya başlayan sanatçı, 2002 yılında Prof. Cihat Aşkın ile Anadolu’da bir dizi konser gerçekleştirmiş. 2007 yılında Avusturya Kültür Ofisi’ nde düzenlenen Cenan Akın’ı anma gecesinde bestecinin solo piyano eserlerini seslendirmiş.
2011 yılında Bursa’da eğitim vermeye başlayan Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin Müzik Bölüm Başkanlığı’na getirilen Gürtel, Uludağ Üniversitesi’ nde 21 yıldır genç ve yetenekli piyanistler yetiştirmeyi sürdürüyor.