Bugün bağımsızlığımızın sarsılmaz ifadesi 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Aynı zamanda Müslümanlar’ ın iki büyük bayramından biri olan Ramazan Bayramı’ nın son günü. Biri dinî diğeri millî iki önemli günü birlikte kutluyor olmanın verdiği mutluluk, ne yazık ki 6 Şubat’ ta yaşanan deprem felaketinin açtığı yaraların henüz tam anlamıyla sarılmamış oluşu ile gölgeleniyor.
Ramazan Bayramı Hicret’ in ikinci yılından sonra kutlanmaya başlandı. Bu bayramın tüm törenleri ve ibadetler Hazreti Muhammed tarafından düzenlendi. İlk Ramazan Bayramı ile ilgili işlemler de yine O’ nun tarafından yapıldı. Çocukluğumda ‘Şeker Bayramı’ adıyla kutladığımız üç gün süren Ramazan Bayramı, o günlerde Fıtır Sadakası (fitre) verilmesinden dolayı ‘Fıtır Bayramı’ olarak da anılıyor. Bu bayram, Hicri Takvim’ e göre onuncu ay olan Şevval ayının ilk üç gününde kutlanıyor. Hicri Takvim bir ay takvimi olduğu için, yıllar güneş temelli miladi takvimden 11-12 gün kısa. Bu nedenle Ramazan Bayramı her yıl bir önceki yıldan 11-12 gün daha erken kutlanıyor. Yaklaşık olarak her 33 yılda bir Ramazan Bayramı aynı günlere denk geliyor. Bu bayram, bir aylık oruçtan sonra yeme-içmenin ve her türlü helâl nimetten yararlanmanın mübah olduğu; Müslümanlar’ ın birbirlerini ziyaret ettikleri; çocukların, fakirlerin ve kimsesizlerin sadaka verilerek sevindirildiği; kısaca İslami kardeşliğin toplumun her kesiminde canlı olarak yaşandığı ve sevinçlerin paylaşıldığı özel ve güzel günler barındırıyor.
Günümüzde bayram günleri çoğu kişi tarafından kısa bir tatil yapmak için kullanılıyor. Oysaki benim çocukluğumda ve gençliğimde bu günlerde mutlaka önce aile büyükleri, sonra da diğer akrabalar, komşular ve arkadaşlar ziyaret edilerek hatırları alınırdı. Çocuklar bayram için alınmış olan yeni elbiselerini ve ayakkabılarını giyerek hazırlanır ve babalarının bayram namazından dönüşünü beklerlerdi. Babaları eve geldiğinde onun elini öper ve bayram harçlıklarını alırlardı. Ailece edilen kahvaltının ardından anneanne ve babaanneler ziyaret edilerek elleri öpülür ve onlardan da harçlık alınırdı. Ve tabii bir de mahalledeki çocukları ev ev dolaşarak şeker toplarlardı.
Parası olanın olmayanla paylaşması, evinde yemek pişirenin komşularına götürmesi, fakir kimselerin unutulmaması çok kıymetlidir İslam geleneğinde. Zira İslam Kültürü’ nde bayramlar, toplumsal dayanışmayı ve barışı ifade eder.
Dünyada çocuklarına bayram hediye eden ilk ve tek ülke Türkiye. Atatürk’ün çocuklara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevginin ifadesi olan bu bayramla, Türkiye Cumhuriyeti’nin devamı gelecek nesillere emanet ediliyor. 23 Nisan’ın Türkiye’de ulusal bayram olarak kabul edilmesinin nedeni ise, hepimizin bildiği gibi; Türkiye Büyük Millet Meclisi’ nin, 1920 yılında, O Gün açılmış olması.
23 Nisan, 1921’de çıkarılan ‘23 Nisan’ın Millî Bayram Addine Dair Kanun’ ile Türkiye’nin ilk ulusal bayramı oldu. İlk kez ortaya çıktığında bu bayramda ne ulusal egemenlikten ne çocuklardan söz edilmekteydi. Zira o yıllarda Osmanlı Saltanatı kanunen hâlâ hüküm sürmekteydi. Saltanatın kaldırılma tarihi olan 1 Kasım ‘Hakimiyet-i Milliye Bayramı’ (Ulusal Egemenlik Bayramı) olarak kabul edildi. Daha sonraki yıllarda TBMM’nin açılış tarihi olan 23 Nisan ‘Milli Hakimiyet Bayramı’ olarak kutlandı ve bu durum 1 Kasım’ın uzun vadede bayram olarak unutulmasına neden oldu. 1935 ’te, bayramlar ve tatil günleri ilgili kanunun değiştirilmesi ile, 23 Nisan Millî Bayramı’nın adı ‘Millî Hakimiyet Bayramı’na dönüştürüldü. Böylece 1 Kasım Hakimiyet-i Milliye ile 23 Nisan Millî Bayramı birleştirilmiş oldu.
23 Nisan’ın Çocuk Bayramı oluşu 23 Nisan 1927’de Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin (günümüz Çocuk Esirgeme Kurumu’nun) o günü ‘Çocuk Bayramı’ olarak duyurmasıyla gerçekleşti. 1927’de ilk kez kutlanan çocuk bayramı ile öksüz, yetim ve diğer muhtaç çocuklar için kaynak oluşturmak ve tüm çocuklara neşeli bir gün yaşatmak hedefleniyordu. 23 Nisan 1927’deki ilk bayram, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin kurucusu ve döneminin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa himayesinde gerçekleştirildi. Atatürk, o gün arabalarından birini çocuklara tahsis etti ve Cumhurbaşkanlığı Bandosu’ nun konser vermesini sağladı.
1929 yılından itibaren çocuklara ilgi daha da arttı ve sonraki yıllarda 23-30 Nisan Haftası ‘Çocuk Haftası’ olarak kutlanmaya başlandı. Yetmişli yıllara doğru ulusal boyutta daha da ünlenmiş bulunan 23 Nisan Çocuk Bayramı kutlamalarına 1975’ te Türkiye Radyo Televizyon Kurulu da katılarak bir hafta boyunca çocuk programları yayınladı. 1978’ de Meclis Başkanlığı’ nın izniyle Meclis’ teki törenlere çocukların da katılması sağlandı. 1979’da da bu uygulama Ankara ilkokullarından gelen çocuklarla düzenli olarak başlatıldı. 1980 yılında ise tüm illerimizden gelen çocuklarla ‘Çocuk Parlamentosu’ oluşturuldu. 1979 yılının UNESCO tarafından ‘Dünya Çocuk Yılı’ olarak duyurulması üzerine TRT tarafından dünyanın bütün çocuklarını kucaklamayı amaçlayan bir proje hazırlandı ve aynı yıldan itibaren ‘TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği’ adıyla uygulamaya konuldu. Bayram’ ın en son şeklini alışı, 1981’de gerçekleşti. Darbe döneminde, Millî Güvenlik Konseyi tarafından Bayramlar ve Tatillerle İlgili Kanun’da bazı değişiklikler yapılarak, o güne kadar kanunen adı konmamış bir şekilde kutlanan bayrama ‘Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ adı verildi.
Nadir hastalıklar, Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerde ‘iki binde bir ya da daha az sıklıkla görülen, çoğu ilerleyici, metabolik, kronik ve bazıları ölümcül olabilen hastalıklar’ olarak tanımlanıyor.
Literatüre geçmiş bulunan yaklaşık sekiz bin nadir hastalığın yüzde sekseni genetik geçişli. Hastaların yaklaşık yüzde ellisini çocuklar oluşturuyor ve bu çocukların yüzde otuzu ne yazık ki beş yaşına gelmeden yaşamını yitiriyor. Bu durumun en temel sebebi, nadir hastalıkların yüzde doksan beşinin tedavisinin olmaması. Ve maalesef, her yıl yaklaşık iki yüz kadar yeni nadir hastalık belirleniyor.
Türkiye’de yaklaşık beş milyon, dünyada ise yine yaklaşık üç yüz elli milyon kişi nadir bir hastalığa sahip. Bu hastalıkların her biri kendine ait özellikler taşıyor ve bu özellikler kendine has bakım ve tedavi yöntemleri, ilaçlar, sarf malzemeleri, özel besinler ve tıbbi cihazlar gerektiriyor. Hastalıklar nadir olsa da ortaya çıkan sonuçlar hem hasta olan bireyler hem aileleri hem de toplum açısından çok ağır oluyor.
Geçtiğimiz günlerde Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi’ nde nadir hastalıklar konulu bir sempozyum gerçekleştirildi. Sempozyumda konuşan Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı uzman doktorlarından Bülent Uyanık; nadir bir hastalığa sahip bireylerin hepsinin tek bir ülkede toplanmış olması durumunda, bu ülkenin Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın en kalabalık üçüncü ülkesi olacağını söyledi. Aynı sempozyumda açılış konuşmasını yapan Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı Profesör Doktor Teoman Aydın, nadir hastalıkların genelde bebeklik ve çocukluk çağında görüldüğünü ancak daha ileri yaşlarda da ortaya çıkabileceğini ifade etti. Aynı üniversitenin Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Profesör Doktor Erkan Çakır ise; nadir hastalıkların çok yoğun uğraş gerektiren bir alan olduğunu belirterek, bazen beş-altı ayrı branş tarafından izlenmesi gerektiğini söyledi. Profesör Doktor Çakır, tıp bilimindeki ilerlemelerin nadir hastalığı olan bir çok çocuğa daha kaliteli bir yaşam sürdürme olanağı sağladığını da sözlerine ekledi.
Türkiye’de nadir hastalıkların en sık görülme sebebi akraba evlilikleri. Türkiye genelinde nadir hastalıkların en sık görüldüğü bölge ise, %43 lük oran ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi. Nadir hastalık çeşidinin ve sıklığının fazla olduğu son yıllarda, bu hastalıkların yaklaşık %60’ına tam tanı konulamıyor. Tanı süresi bazen yedi yılı bulabiliyor. Üstelik bu vakaların %40’ı yanlış tanımlanıyor, üçte birine de yanlış tedavi uygulanıyor.
Nadir hastalıkların en yaygın ve bilinen olanı kısaca SMA olarak adlandırılan Spinal Muscular Atrophy. SMA, kas distrofisi adı verilen ve giderek artan güçsüzlük ve kas kütlesi
kaybı semptomları ile tanınan hastalıklardan biri. Kas distrofisi vakalarının bir çoğunda mutasyona uğramış anormal genler sağlıklı kas oluşturmak için gerekli proteinlerin üretimini engelliyor.
Benim hastalığım olan Facioscapulohumeral Muscular Dystrophy -kısaca FSHD- de nadir hastalıklar arasında yer alıyor. Erişkin çağın en sık görülen distrofilerinden olan FSHD; yüzün mimik kaslarını, periskapular kaslar ile humerus çevresi kaslarını en çok ve öncelikli olarak tutan bir kas distrofisi. Görülme sıklığı 100.000’de 1-3. Her toplumda görülebilen FSHD; her yaşta, en sık olarak da ikinci on yılda belirti veriyor ve diğer nadir hastalıklar gibi henüz kesin bir tedavisi yok. Zira ilaç şirketleri dünya yüzünde sayıları yüksek olmayan bu gibi hastalıkların araştırmaları için bütçe ayırmayı tercih etmiyorlar. Ancak, bildiğim kadarıyla FSHD tedavisinde kullanılabilecek bir ilaç üzerinde çalışılıyor. Fulcrum Therapeutics firması tarafından geliştirilen ilacın, halen, Faz 3 (son aşama) çalışması yapılıyor. İlaç için Fast Track (hızlı süreç) ataması bulunduğundan, Faz 3 sonunda ilaç doğrudan FDA (Food and Drug Administration | ABD Sağlık Bakanlığı'na bağlı Gıda ve İlaç İdaresi) onayı alacak ve ardından piyasaya sürülecek.
Turizm; ulusal ve uluslararası düzeyde kazandığı dev boyutlarla yatırımları ve iş hacmini geliştiren, gelir oluşturan, döviz sağlayan, istihdam alanları açan, sosyal ve kültürel hayatı etkileyen, önemli toplumsal ve insancıl fonksiyonları bir araya getiren önemli bir alan. Bu yüzden her yıl 15 Nisan ile 22 Nisan arası “Dünya Turizm Haftası” olarak kutlanıyor. Hafta boyunca gazeteler, dergiler, radyo ve televizyon turizmin önemini belirten yayınlar yapıyorlar.
Bilindiği gibi, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli ,11 ilimizde çok şiddetli etkileri olan deprem felaketinin uzun süreli destek süreci devam ediyor. Pazarlama sektörüne vizyon kazandırmak, sağlıklı büyümeyi sağlamak, sektör çalışanları arasında iletişim kurmak, hizmet kalitesin yükseltmek ve haksız rekabete karşı mücadele etmek amacı ile çalışan Pazarlama İletişimcileri Derneği (PİD), yaşanan felaketin ilk anından itibaren deprem bölgesindeydi. Hızla aksiyon alarak gerekli ihtiyaçların tespitini sağlayan Dernek; ihtiyaç tespiti sonrası bölge ve merkezler arasındaki destek koordinasyonlarına dahil olarak, üyeleriyle birlikte çalışmalarını başlattı. Halen, buradaki en önemli konunun “sürdürülebilirlik” olduğu bilinciyle sürdürüyor çalışmalarını.
Dernek Başkanı Elmas Özler Turizm Haftası vesilesiyle yayınladığı mesajda, deprem bölgelerinin yeniden kalkındırılmasına yönelik sürdürülebilir projeler için hepimizin çalışıp üstümüz düşen rolleri yerine getirmemiz gerektiğini dile getirdi. Pazarlama İletişimcileri Derneği olarak öncelikle bölgede yaraların sarılmasının gerektiğini düşündüklerini ve bu konuda katkı sunmaya çalıştıklarını ifade eden Özler; bu zorlu yolu tüm üyeleriyle birlik, beraberlik ve dayanışma ruhuyla yürüyebileceklerine dair inançlarının sonsuz olduğunu söyledi. Bunun, orta ve uzun vadede; kültürel dokunun yapısını koruyarak turizm faaliyetlerine yönelik kültür ve gastronomi rotalarının gözden geçirilmesi, yeni rotalar tasarlanması, bu alanlarda faaliyet gösteren işletmelerin finansmana erişimlerinin kolaylaştırılması ve bölgelerin tanıtım materyallerinin güncellenmesini içeren uzun bir yol olacağına değindi. Elmas Özler, bölgede yaşamın yeniden canlanmasının hepimize moral olacağının ancak bu yolda her birimize görev düştüğünün altını çizdi.
Ülkemiz, bilindiği gibi, turizm açısından muhteşem bir ülke. Her an dört mevsimin yaşandığı Türkiye, doğusuyla, batısıyla, kuzeyi ve güneyi ile cennet bir ülke. Örneğin; doğuda kayak yaparken, aynı anda Akdeniz ve Ege sahillerinde denize girilebiliyor. Karadeniz, yeşil doğası ile büyülüyor ziyaretçilerini. Coğrafi koşullarının güzelliği kadar ülkemiz insanlarının son derece sıcak kanlı, iyilik ve yardım sever oluşları da Türkiye’ yi cazip kılıyor turistlerin gözünde.
Deprem bölgesinde ise; turizm açısından oldukça önemli illerimiz yer alıyor. Pazarcık ve Elbistan merkezli 2 büyük deprem, aralarında Gaziantep’in de olduğu 11 ilde büyük yıkıma yol açtı. Binlerce binanın yerle bir olduğu kentlerde, binlerce kişi hayatını kaybetti. Deprem
bölgelerinde birçok tarihi alan da ya yıkıldı ya da hasar gördü. .Gaziantep ile özdeşleşen 'Çingene Kızı' mozaiği, Mars Heykeli ve Fırat Nehri kenarındaki kazılarda bulunan villa taban mozaiklerinin sergilendiği Zeugma Mozaik Müzesi'nde ise herhangi bir hasar görülmedi.
Müzedeki mozaikler, geç antik dönem kiliseleri ile erken Süryani ve Hristiyan ikonografisine ait örnekleri barındırırken, Zeugma Antik Kenti’nden çıkarılan, 2 bin 500 metrekarelik alanı kaplayan mozaiklerin yanı sıra yine Roma dönemine ait heykeller, sütunlar ve çeşmeler de zarar görmedi.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı Yahya Coşkun, yaptığı açıklamada "Sosyal medyada yayılan gerçek dışı bilgiler sebebiyle bir kez daha paylaşıyorum. Deprem bölgesindeki tüm müzelerimizde eserlerimizin güvenliği için her türlü tedbir alınmıştır ve herhangi bir olumsuz durum bulunmamaktadır" dedi. Açıklamada Şanlıurfa Göbeklitepe ve Adıyaman Nemrut Dağı gibi Dünya Miras Alanları' nda da hiçbir olumsuzluğun tespit edilmediği bildirildi.
Sanat, insanların yüzyıllar boyunca ruhsal ve fiziksel rahatsızlıkları iyileştirme amacıyla kullandıkları ve hâlâ kullanılmakta olan bir tedavi yöntemi. Pek çok farklı kültürde, yaratıcı bir eylemde bulunmanın insanların daha iyi hissetmelerine katkı sağladığı kabul edilmiş durumda.
Sanatın pek çok tanımı ve uygulamaları var.
“Neredeyse insanla yaşıttır sanat” der Fischer.
Hegel’e göre sanat, ruhun madde içindeki görünümüdür. Kant’ a göre ise; sanat, içten ve dıştan gelen her baskının ruhsal ve toplumsal etkisinin en iyi yöntemle ortaya çıkmasıdır.
Aristotle’ a göre, “Sanatın amacı, varlıkların dış görünümlerini değil, onların içsel önemlerini temsil etmektir.”
George Bernard Shaw, “Sanat var olmasaydı, gerçeğin kabalığı dünyayı katlanılmaz kılardı.” diyor.
Pablo Picasso’ ya göre ise, “Sanatın amacı, ruhumuzu, gündelik hayatın tozlarından temizlemektir.”
Ve Robert Schumann, “İnsanın kalbinin karanlığına ışık tutmak – işte sanatçının görevi budur.” diyor.
Sabancı Üniversitesi bir süre önce afet risk yönetimi ve afet sonrası müdahale yöntemleri konularında bir seminer dizisi başlattı.
“Toplum ve Afet Risk Yönetimi” seminer dizisinin ikincisi 4 Nisan 2023 Salı günü yapıldı. Ben de bu seminerin izleyicileri arasındaydım. Sabancı Üniversitesi Kurumsallaşma ve Toplumsal Katkı süreçlerinden sorumlu Rektör Yardımcısı Fuat Keyman’ ın moderatörlüğünde gerçekleşen seminerin konukları; tiyatro sanatçısı ve aynı zamanda İhtiyaç Haritası Kurucu Ortağı Mert Fırat ile Buğday Derneği Strateji Kurulu Üyesi Güneşin Aydemir idi.
Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Fuat Keyman 6 Şubat’ta yaşanan 11 ili ve 13 milyon insanımızı etkileyen felaketin bir dönüm noktası olduğunu vurgulayarak, Sabancı Üniversitesi olarak bu depremle ilgili çalışmalarda yer alan ve deneyimleri olan konuya hakim insanlarla iletişime geçtiklerini; İstanbul depremine nasıl hazırlananılabilineceği konusunda kafa yorduklarını ifade etti. Keyman, bunun bir yönetim sorunu olduğunun; afetlerin iyi yönetilmesi gerektiğinin altını çizdi. Ve bu yüzden, bu toplantıda sivil toplum ve afetler üzerine odaklanmak istediklerini söyledi. Devletle sivil toplumun birlikte çalışmasın afetlerin yönetiminde çok önemli olduğunu belirten Fuat Keyman, “Bu tür afetlerde çok iyi bir işbirliği ve koordinasyon ile sivil toplum örgütlerine alan açmak gerekiyor. Alanı açtığınızda gençlerin, gönüllülerin orada olması; sivil toplumun çalışmaları oradaki insanlara da ‘biz bunu dayanışma ile başarabiliriz’ diye umut veriyor.” değerlendirmesinde bulundu.
Konuklardan Mert Fırat’ın kurucu ortağı olduğu “İhtiyaç Haritası”; ihtiyaç sahiplerini destek olmak isteyen birey, kurum ve kuruluşlarla buluşturan sosyal bir kooperatif. 2015 yılında sosyal kooperatif statüsünde, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak hayata geçmiş bulunuyor. İhtiyaç Haritası bireylerden, eğitim kurumlarından ve sivil toplum kuruluşlarından ihtiyaçları topluyor, doğruluyor ve harita tabanlı teknolojisi ile desteklerle buluşmasını kolaylaştırıyor. Kanıtlanmış harita teknolojisi ve toplum tabanlı doğrulama işlemi aracılığıyla eğitim, sağlık, kültür-sanat gibi alanlarda yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağlıyor.
www.ihtiyacharitasi.org ile:
· Doğrulanmış gerçek ihtiyaçları destekleyebilir,
· Mekana ve türüne göre arzu ettiğiniz ihtiyaçları filtreyebilir,
· Sizin gibi destek olmak isteyen benzer düşüncedeki kişilerle imece kültürü ile kolektif bir hareket yaratabilir,
Bugün 4 Nisan Dünya Sokak Hayvanları Günü. 2010 yılında, Hollanda’daki sokak hayvanı vakıflarının girişimiyle ilan edilen bu özel günde; sokak hayvanlarının yaşadıkları sorunlara ve çözümlerine dikkat çekilmeye çalışılıyor.
Dünyanın her yerinde, kentleşmenin de etkisiyle hayvanlar şehir hayatımızın bir parçası haline geldiler. Ancak evcilleşerek insanlarla beraber şehir hayatına adapte olmaya çalışan dört ayaklı minik dostlarımız, yaşamlarını sürdürürken çok sayıda zorlukla karşılaşabiliyorlar.
Dünya üzerinde milyonlarca sokak hayvanı bir yandan açlıkla, barınmayla ve iklim koşullarıyla mücadele ederken; diğer yandan da ne yazık ki şiddet ve istismara maruz kalıyor. Bu anlamda, 4 Nisan tarihi bizlere; bu dünyanın sadece insanlara ait olmadığını, bizlerle aynı havayı soluyan sevimli dostlarımızın yaşama haklarının güvence altına alınması ve kalıcı mutluluklarının devamının sağlanması için tüm kesimlerin üzerlerine düşen görevleri samimiyetle yerine getirmeleri gereğini hatırlatıyor.
Yaşamın sokaktaki hayvanlar için hiç de kolay olmadığını biliyoruz. İhtiyaçtan fazla market alışverişlerinin yapıldığı, gıda israfının tehlikeli boyutlara ulaştığı günümüzde özellikle sokaklarda her gün hiç aldırış etmeden yanlarından geçip gittiğimiz bu canların önemli bir kısmı açlık, susuzluk, olumsuz çevre şartları ve bakımsızlıktan hayatını kaybediyor. Sokak hayvanları hakkında bilgi sahibi olmak, onların ihtiyaçlarını bilmek ve problemlerine çare bulmak bize düşen bir sorumluluk aslında. İsterseniz bu özel günde onlara nasıl yardımcı olabileceğimize biraz daha yakından bakalım:
Sokak hayvanları da tıpkı insanlar gibi, su olmadan hayatlarını sürdüremiyorlar. Özellikle sıcak havalarda su içmeye oldukça fazla ihtiyaç duyuyorlar. Ancak köpekler ve kediler bilhassa yaz aylarında ihtiyaçlarını karşılayacak suya ulaşma konusunda her zaman şanslı olamayabiliyorlar. Aslında, onlara ihtiyaçları olan suyu ulaştırmak pek de zor değil. Örneğin; onların temiz ve taze su içmelerine yardımcı olmak için kolayca ulaşabilecekleri yerlere su kapları bırakabilir, su kaplarındaki suyu sık sık tazeleyebiliriz.
Sokakta yaşayan bu sevimli dostlarımızın karınlarını doyurmalarına da yardımcı olabiliriz. Çünkü sokak hayvanları buldukları bozuk yemekleri yiyerek bazı sağlık problemleri veya zehirlenmeler yaşayabiliyorlar. Bunu engellemek için hem onların beslenmelerine uygun olabilecek öğünlerimizi onlarla paylaşabilir hem de onlara kedi ve köpeklere özel olarak üretilen mamalardan alabiliriz. Gün içinde bir iki kere kaplarına mama koyarak da karınlarını doyurabiliriz.
Kedi ve köpekler, hatta sokakta yaşayan tüm küçük büyük hayvanlar için şehir hayatının getirdiği en büyük zorluklardan biri de işlek caddeler ve ana yollardan süratle geçen arabalar. Ancak sokaktaki dostlarımızı trafik kazalarından korumak pek de zor değil. Yolculuklarımız sırasında, özellikle şehir merkezlerinde, önümüze her an bir canlının çıkabileceğini düşünerek araba kullanmamız onları tehlikeden korumaya büyük ölçüde yardımcı olabilir.
Hayvanlar da en az insanlar kadar sevgiye ve ilgiye ihtiyaç duyuyorlar. Sokaktan geçerken başını okşadığınız bir kedi ya da köpek, o gününü huzurlu ve mutlu bir şekilde geçiriyor. İlerleyen zamanda ise size daha uysal ve evcil bir tavırla karşılık verebiliyor.
Bedensel engelli bireyler en büyük zorluğu ulaşım konusunda yaşıyorlar. Ben de, onlardan biri olarak, bu zorluğu hayatımın büyük bir bölümünde yaşamış bulunuyorum.
Eşim hayattayken birlikte bir yere gitmek için onun beni kucaklayarak araba koltuğuna oturtması, gittiğimiz yerde de yine kucağına alarak tekerlekli sandalyeme yerleştirmesi gerekiyordu. O hiç şikayet etmese de bu işlemlerin onu yorduğunu anlıyor ve çok üzülüyordum. Ve çok mecbur kalmadıkça hiçbir yere gitmek istemiyordum. Eşim ise, benim tekerlekli sandalye ile binebileceğim bir karavanın hayalini kuruyor ve gezi planları yapıyordu.
Eşim rahatsızlanınca arabamızı satmak durumunda kaldık. Ben de artık hiç sokağa çıkamaz oldum. Bu durum eşimi kaybettikten sonra da devam etti. Ta ki bir gün “Engelsiz Nakil” ile tanışıncaya kadar…
Engelsiz Nakil firmasının kuruluş fikri, 2010 yılında, Aşkın Kırımlı’ nın bedensel engelli bir arkadaşının ulaşım sorunu yaşaması nedeniyle ortaya çıkmış. Ve “Biz neden bu sorunu çözmüyoruz?” başlığı altında kurulmuş. Aşkın Kırımlı’ nın tek araçla çıktığı bu serüvende, araç filoları bugün itibariyle beşe çıkmış durumda.
Ben onlarla tanıştığımda sadece iki araçları vardı. Bu araçlara arkadan açılan bir kapıdan, giriliyor. Engelli kişinin yanında refakatçisinin oturması için ayrı bir koltuk bulunuyor. Arabalardan birinde engellinin her iki yanına gelecek şekilde yerleştirilmiş koltuklar var. Bir de iki tekerlekli sandalye alacak bir minibüsleri bulunuyor. Minibüse ayrıca engelsiz bireyler için altı adet koltuk konulmuş durumda. Refakatçiler için, tüm arabalarda şoför koltuğunun yanında da yer var. Engelli bireyler, araçlardaki son sistem lift veya rampa sistemleri ile kolayca araca alınıyor ve özel emniyet kemerleri ile 5 noktadan bağlanarak emniyetli bir şekilde nakil gerçekleştiriliyor. Arzu ederseniz araca alınış sürecini ekli kısa videodan izleyebilirsiniz.
Engelsiz Nakil kurulduğu günden bu yana 1000’in üzerinde müşteriye hizmet sunmuş ve % 95’ in üzerinde olumlu geri dönüşler almış. Güncel olarak hem şehir içi hem şehirler arası transferler gerçekleştiriyor. Ayrıca ekipman kiralama, İstanbul ve Türkiye turları şoförlü ve şoförsüz araç kiralama hizmetleri ile sektörde ciddi bir yere sahip. Firma yetkilileri misyonlarının her zaman GÜVENLİ ve KONFORLU yolculuk sağlamak olduğunu ve
kendilerini bu başlıklar altında, teknolojiye de ayak uydurarak, her gün biraz daha geliştirip bizlere daha iyi hizmet vermek olduğunu söylüyorlar.
Ben yaklaşık on yıldır hizmet alıyorum bu firmadan. Bu konuda beni destekleyen bir sponsorum var. AG Araştırma Şirketi’nin sahibi, eski çalışma arkadaşım Sevgili Adil Gür…Onun sayesinde, işimle ilgili toplantılar ve röportajlar için çok uzak mesafelere bile gidebiliyorum.
1989 yılında kurulan Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı’ nı bugünkü haline getiren ilk adım, 1972 yılında, Prof. Dr. Hıfzı Özcan öncülüğünde Türk Spastik Çocuklar Derneği’ nin kurulması ile atıldı. O zamana kadar ülkemizde bilimsel çalışmaların uzağında kalmış bulunan Cerebral Palsy (CP), bu derneğin kurulması ile dikkat çeker hale geldi.
Cerebral Palsy, çocuklukta en sık rastlanan fiziksel engellilik durumu. Gelişimini tamamlamamış beynin; doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde hasar görmesi nedeniyle oluşuyor. Cerebral Palsy, hareket etme ve koordinasyon becerileri ile ilgili -aşağıda sıralanan- birçok belirtiye neden oluyor.
· Yazma, çatal bıçak kullanma, kıyafet düğmesi ilikleme ve makas kullanma gibi ince motor beceri gerektiren hareketlerde zorlanma,
· İstemsiz kas hareketleri,
· Dengeyi koruma ve yürümede zorlanma,
· Öğrenme problemleri,
· Şaşılık gibi görsel problemler,
· Konuşma zorluğu,