Bayramların bir araya getiremediği akrabaları ölüm getirdi. Küsler barıştı… Uzun zamandır görüşemediklerimizle hasret giderdik, acımızı paylaştık. Amcam için toplandık ama o göremedi, ne hazin değil mi?
Her bayram birbirimizi ziyaret etmemize mani olan mazeretlerimiz yalanmış meğer. Öyle olmasaydı kalkıp bir şehirden başka bir şehre gider miydik?
Yine de şükrettim, henüz başsağlığı dileklerimizi sosyal medya aracılığıyla iletme noktasına gelmediğimiz için.
Amcam aynı zamanda teyzemin eşi olduğundan akrabalık ilişkileri biraz daha kuvvetliydi. Uzun yıllar Almanya’da çalıştığı için Türkiye’de çok arkadaşı yoktu. Zaten konuşmayı da pek sevmezdi. Ne evine gelen misafiriyle ne de evine gittiğiyle konuşmak, muhabbet etme mecburiyeti hissederdi. Öyle de kabul etmiştir herkes kendisini.
Suskun ve namuslu bir adamdı. Allah rahmet etsin.
En çok da kadınlar eleştiriyor ve küçümsüyor. Özellikle ünlülerin medayaya yansıyan boşanma haberlerine yönelik yine ünlülerin yaptığı acımasız ithamlar söz konusu.
Şahsen tasvip etmesem de, "Zengin bir adamla evlenme" talebini bir düşünce ve yaşam biçimi olarak görüyor ve eleştirileri haksız buluyorum.
Haberi okuduğumdan beri sorguluyorum; “Bir kadın evleneceği erkekte kriter olarak sadece zengin olmasını istese ne olur? Ne sakıncası var?
Neden rahatsız oluyoruz? Çekemiyor muyuz? Hemcinsimizin kararını kadınlık onurumuza verilmiş bir zarar olarak mı algılıyoruz?
Kur’an, Allah tarafından gönderilen bir rehber kitap. Muhatabı da inananlar. Allah’ın, kitabında muhatap aldığı inananlar arasında cinsiyet eşitsizliği yapması veya kadını aşağılayıp, erkekleri üstün tutması için bir nedeni olabilir mi?
Ya da bir kadın olarak; beni, yarattığı diğer kuluyla eşit görmeyen, adaletine inanmadığım bir Rabbe iman etmem mümkün mü?
Toplum olarak en büyük sorunumuzun yıllardır insanların dini sorgulamasından korkmamız olduğunu düşünüyorum. Neden bu kadar korktuk bilmiyorum?
Hâlbuki Kur’an bize Hz. İbrahim’in sorgulayarak Rabbini nasıl bulduğunu anlatır.
Bu sözler Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez’e ait.
Sayın Görmez’in, ülkemizde ve dünyada yaşayan tüm inananları kucaklayıcı tutumundan rahatsız değilim. Şahsen tanımasam da kendisinin bu sorumluluğu taşıyabilecek kapasitede olduğunu düşünüyorum.
Son zamanlarda hepimizin malumu olan meşhur “Mercedes Vakası” var. Diyanet kurumunun yıpratılmaya ve itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı iddialarıyla ilgili gözlemlerimi samimi bir Müslüman olarak paylaşmak istiyorum. Umarım kendisi yazımı okuma imkânı bulur.
Dokuz yıl önce babam vefat ettiğinde çok üzülmüştüm. Kocaman insandım ama yine de büyük bir kayıp olarak görmüştüm. O zamana kadar defalarca okuduğum Siyer-i Nebi’de daha önce dikkatimi hiç çekmeyen bir ayrıntı bana teselli olmuştu…
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Peygamber sözüdür. Yardımlaşmayla ilgili pek çok ayet ve hadis var ama ‘Bizden değildir!’ diyerek ümmetini net bir şekilde uyardığı için bu hadisi paylaşmak istedim.
Bizim mahallenin yardım dernekleri bu hadisi çok paylaşır davetlerinde, mesajlarında. Ne ilginçtir ki için boşalttığımız her şey gibi bunun da içini boşalttığımızın farkında değiliz.
Nasıl mı? Anlatayım;
Bir sürü yardım dernekleri ve vakıfları var. Öğrencilere burs veriyorlar, uluslararası yardımda bulunuyorlar, yurt dışında okullar yapıyorlar. Bunlar çok güzel ve anlamlı faaliyetler elbette. Lakin komşu anlayışında problem var. Hadiste bahsedilen komşu öncelikli olarak aynı sokakta - mahallede yaşadığın insandır. Şimdi ise komşudan kasıt farklı ülkeler, farklı kıtalar olmuş. Elbette, onlara da yardım etmek insanlık görevimiz ama bir şeyin farkına varalım Allah rızası için.
Dinimiz eşcinsel birliktelikleri tasvip etmiyor. Tamam, da aynı dinin yasakladığı ve cezai hükümleri olan birçok yasak varken ve kimsenin sesi çıkmazken LGBTİ’lere gösterilen bu tepki nedir?
Bu insanlar bu toplumda yaşıyor, her gün bu topraklarda yürüyor. Görmezden gelmek veya yok saymakla hiçbir şey yok olmuyor.
…
Yürüyüş için alınan önlemlerin, trans cinayetlerinin önlenmesi için alınmasının daha öncelikli insanlık görevimiz olduğuna inanıyorum.
Kendisine duygularını sorduğumda ‘Sevincim buruk. Türkiye için ümit verici bir gelişme ama 16 yıl 1 ay 21 gün önce Merve Kavakçı’ya ve onun şahsında başörtülü kadınlara yaşatılan çirkin saldırıyı hatırlamak içimi acıtıyor. Öyle bir had bildirilmişti ki ancak 16 yıl sonra başörtülü yemin edilebildi. Bunu yaşatanlar ve sessiz kalanlar tarihin kara sayfalarına gömüldü ve gömülecek."dedi.
Merve ve Ravza; ikisi de donanımlı, zeki ve bir o kadar hoşgörü sahibi iki kardeşler. Çok zor günler yaşadılar…
Merve’yi başörtülü milletvekili adayı yapan Erbakan Hoca da, “Bu kadına haddini bildirin!” diyerek meclisten kovan Bülent Ecevit de bugün aramızda yok. Yaşasalardı tepkileri ne olurdu bilemiyorum.
Bu ülkede Başbakanın hedefinde olmak zordur. Öyle bir mahallenin kahraman ilan edip alkışladığına bakmayın. Hayatın gerçekleri başkadır.
Son yıllarda, ramazanı özünden uzaklaştırıp bir eğlence ayına dönüştüren bizlerin muhasebe yapması açısından Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in “…Ramazanı bir eğlence sektörüne dönüştürerek onun ruhunu incitmemeliyiz. Biz ramazanı zamanı değiştirmeye kalkıştığımız zaman ramazanın bize getirdiği barışı, kardeşliği elimizle itmiş oluruz. Biz ramazanı değil, ramazan bizi değiştirsin. Ramazanın muazzez bir ruhu vardır. Onu gösteriş ve eğlenceye dönüştürerek onun muazzez ruhunu incitmemeliyiz.” yönündeki açıklamalarını olumlu bulduğumu söylemeliyim.
Elbette bu çağrıya kulak verecek olanlar, ramazan ayını eğlenceye dönüştürmüş olan muhafazakâr kesimdir. Umarım herkes üzerine düşen sorumluluğun farkına vararak hareket eder.
Sayın Görmez’in temennisi olan “ramazanın bizi değiştirmesi” hususuna da katılıyorum. Zira bizler, ibadetlerimizin bizi cennete götüreceğinin hesabını yapmaktan aslolanı atlıyoruz.
Namazımız, orucumuz, haccımız bizi kişilik ve olgunluk açısından bir adım dahi ileri götürmüyorsa, “ibadetlerimizin bizi değiştirmediği” anlamı çıkıyor ki, bunun sorumluluğunu ne kadar taşıyoruz?