Yasaların belirlediği yaş olan 16 yaş sınırından önce yaşanan her cinsel aktivite cinsel tacize girer.
Cinsel taciz nedir?
İlk önce bunu tanımlamak gerekli. Çok basit anlamıyla cinsel taciz, ergenlik öncesi ve ergenlik çağındaki çocukların, tam olarak kavrayamadıkları ve bilinçli bir şekilde rıza göstermedikleri halde bir şekilde cinsel aktivitelere katılmaları olarak çerçevelenebilir.
Kimler kurban olarak seçilir?
Ezici bir şekilde kız çocuklarının cinsel taciz kurbanı olduğu ortada. Ancak düşündüğümüzden daha fazla erkek çocuk cinsel tacize uğruyor. Bazı araştırmalar %25 bazı araştırmalar ise %40 gibi bir çoğunluğun erkek çocuk olduğu yönünde.
Kimler sübyancıdır?
Çocuklara yönelik cinsel taciz dendiğinde akla sinemadaki kötü karakterler gelebilir. Ancak hayal edilen, okul kapısında çocukları kandırmak için bekleyen korkunç yüz ifadeli adamlar yerine ev içindeki tanıdık yüzlere dikkatinizi çekmek isterim. Genelde babalar, üvey babalar, erkek kardeşler, amcalar, erkek diğer akrabalar… gibi.
Test çubuğunda iki çizgiyi görürsün.
Yüzünde bir tebessüm belirir.
Belki iki damla yaş iner yanaklarına…
Mutlulukla ve sevinçle doktora gidersin.
Güzel haberi bir kez de bir hekimin ağzından duymak için.
Doktorun olumlu bir yüz ifadesiyle “hamilesiniz” demesini beklersin.
Sonra sıra o meşhur soruyu sormaya gelir, sorarsın: “herşey yolunda mı doktor?”
“Evet” kelimesini duymaktan başka bir şeyi düşün(e)mezsin.
Dinleyebileceği bir yere alıp uzanmasını istedim ve üstünü örttüm. Ailesine haber ulaştırarak durumu ilettim.
Ertesi gün servisten inmeyince bir önceki günkü ateşine bağladım. Yanılmıştım. 5 dakika sonra sınıfa bırakıldı. Hemen elimi alnına götürdüm. "Ateşi var" dememe kalmadan "çok ciddi bir şeyi yok" dendi. Hemen ardından "iyi dersler" diyerek uzaklaşan parlak rugan ayakkabıların topuk sesleri çınladı kulağımda.
Ders mi? Neredeyse 40 derece ateşle?
Çocuk yine yığılmış kalmıştı. Sınıfta dinlenmesini sağlayacak imkanımız olduğu için vicdanım rahat. Bari şuruplarını bıraksaydılar...
Akşama kadar başını kaldırmadan uyudu. Sayıkladı bazen...
...ve o günün akşamı ben de ateşlerde geçirdim. Felç olmuş gibi bir eklem, kemik ağrısıyla birlikte.
Ertesi gün doktora uğradım. "Grip olmuşsun, en az 3 gün yatıp dinlenmelisin" dedi. Ben 2 gün dinlenebildim. O da hafta sonu. Tam 20 gündür de sürünmeye devam ediyorum.
Bu 20 içinde her türlü önlemi almama rağmen grip Ata' ya geçti. Doktor aynı teşhisi koydu. Grip.
Bu isimlerden bir tanesi sevgili Bihter Saraçoğlu… Görüşmelerimizde her ne kadar birbirimize “hanım” olarak hitap etsek de, biz arkadaşız. Çünkü çocuklarımız aynı dönemde doğdu. Ama farklı hikayelerimiz var.
Ben Ata’ yı doğurdum, Bihter Doruk ve Sarp’ı.
Ben tekiz annesiyim, Bihter ikiz annesi.
Ata normal bir çocuk, Doruk da normal bir çocuk. Ancak Sarp “farklı”…
İşte buradan sonrasını Bihter kendi cümleleriyle şöyle anlatıyor:
“2008 yılında dünyalar güzeli iki oğlan dünyaya getirdim. Ancak ikiz annelik diyarındaki mutluluğum 15 gün sonra son buldu. Çünkü Sarp'ın kasılma ile başlayan sıkıntıları ortaya çıktı. Bebeğimin taşıdığı Canavan Hastalığı bir annenin hayatında duymak bile istemeyeceği kadar kötü bir hastalık. Genetik tipte ve bebeklere yakıştıramadığımız ebediyet kelimesi kadar da kötü...
Bu hastalık oğlumun yutma yeteneğini yitirmesine sebep oldu. Bir kaç sene içinde azalmakta olan görme yeteneğini de, işitme yeteneğini de alıp götüreceğini biliyoruz.
Cebren ve hile ile. Hatta bir keresinde öyle fene öyle fena tutturmuşum ki, ağaç bulamamışlar, evin yakınındaki ağaçların dallarından kesmek zorunda kalmışlar. Annem pamuklarla süslemiş hatta. Yine yetmemiş, renkli top süsler eksik olduğu için söylenmişim.
4 yaşındaki oğluma bakıyorum, hiç öyle heyecanları yok. O daha çok işin hediye kısmında gibi gözüküyor. Ben ise parti ve süs kısmındaydım. Belki cinsiyet farklılığı, ama en önemlisi 2 farklı jenerasyon ve kişilik olmamızdan dolayı böyle bir farklılık olabilir.
Benim için o süslü çam ağaçları eve katılan müthiş bir hoşluktu. Yine illa ki, saat 00:00 civarı kapıya bırakılan sepetin içinden çıkan hediyeleri beklerdim heyecanla. Annem “Noel Baba” bırakmış derdi. İnanırdım ciddi ciddi. E neden görmüyoruz, neden bize gelmiyor deyince, “öteki çocukların hediyelerini vermeye gitti” derdi. Öteki çocuktan benim anladığım tek şey kimsesi olmayan, zor durumda olan, tabağımda bıraktığım her lokmada hatırlatılan Afrika’ daki çocuklardı. İşte bu nedenle Noel Baba’ nın iyi kalpli bir adam olduğuna inanır, laf söyletmezdim, aklımca.
Halen ettirmiyorum. Koskoca kadın oldum, çocukları sevindiren hiç kimseye laf söyletmediğim gibi yıllardır ona laf ettirmiyorum.
İyi de yapıyorum.
Benim için konu kültür, din ve inanış meselesi değil. Sadece incelik ve iyi niyet. Bundan bin küsür yıl önce biri bu inceliğin sembolü olmuş, çok yaşasın.
Bin yıl deyince… 2014' e giriyoruz. Küçükken büyük büyük annemin dizinin dibindeydim. O benim için bir filozoftu. Yenilmez ve çok güçlü bir kadındı. 1911' de doğmuş olması beni çooook etkilerdi. Yüzyılın başı yani. Oğlum yeni yüz yılın başında dünyaya gelmiş bir adam. Kim bilir, belki o da çocukları hatta ve hatta torunları için filozof hatta dünyanın en önemli adamı olur:)
Bu arada enim resmim çok iyi değil. Basit figürler çizebiliyorum; güneş, bulut ağaç, kuş, balık … o kadar. Şimdiye değin bu ata için yeterli gibiydi. En azından istediği şekilleri şimdiye değin çiziyordum. Fakat son zamanlarda ilgi duyduğu şeyleri çizmekte ve anlamakta güçlük çekiyorum. Devasa yılan balıkları, en acayip dinozor türleri, sürüngenler…
Geçtiğimiz akşam aramızda şöyle bir diyolog geçti:
-Anne birlikte resim yapalım mı?
-Olur
-Hadi megaraptor çizelim.
Bu faydalı notlardan kısa bir seçkiyi paylaşmak isterim:
Çocuk istismarı her ülkede önlemler alınmasını gerektiren bir sorun olarak karşımızda. Bu konuda çalışan uzmanlar fiziksel istismarın çok daha yoğun olduğunu, çocuklarımızın yarısının fiziksel istismar yaşayarak büyüdüğünü, istismarın yanısıra çok yaygın bir ihmal konusunun olduğunu vurgulamaktalar. Her 3 kız çocuktan 1’inin cinsel istismara uğradığı ve bu verilere çocuk gelinlerin dahil edilmediği bir ülkemiz var.
Buna karşılık Türkiye’de çocuk istismarının önlenmesine ilişkin sesler her geçen gün biraz daha artıyor. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil; yurtdışında da bu konuda farkındalığın artmasına yönelik çalışan pek çok organizasyon var. Bundan bir süre önce yurtdışında yaşayan iki Türk anne, çocuklarının devam ettiği devlet okulunun yönlendirmesi ile, çocuklarının ve kendilerinin çocuk istismarını önleme konusunda bilgilendirilmesini içeren bir programa dahil oldular. Bu programın çok yararlı olduğunu düşündükleri için bu süreci detaylı olarak bloglarına (www.onlineanne.com) taşıdılar.
Ailelerin ve çocukların istismar konusunda bilmesi gerekenler konusunda çok aydınlatıcı buldukları bu programın gelir seviyesinden bağımsız Türkiye’deki her çocuğun da hakkı olduğunu düşünüyorlar.
ÇOCUKLARI CİNSEL TACİZ VE TECAVÜZDEN NASIL KORURUZ?
18 yaşına kadar her 4 kız, her 6 erkek çocuğundan biri tacize uğruyor, hem de tacizi yapan çoğunlukla yakınları, bildikleri, güvendikleri biri. Bu kapsamda sınıfta verilecek olan eğitimin içeriği de şöyle özetleniyor:
1. Vücudumuzdaki özel alanların anlatılması: Bu alanlar mayonun kapattığı yerler olarak gösteriliyor.
Sıradanlaşmış bir haber…
Ancak her haberde olduğu gibi, yine göz göre göre gelen ruh hastası “koca cinayeti”.
Uzmanlara göre insanlar cinnet geçirmezmiş. Sadece öldürme veya yaralama olayı, var olan bir ruhsal rahatsızlığın nüksetmesiyle meydana gelirmiş.
Ne devletin ne de milletin kılını dahi kıpırdatmadığı kadın cinayetlerine nasıl çözüm bulunacak?
Erkek şiddeti nasıl son bulacak?
Bu soruya acımasızca öldürüldüğü için annesiz büyüyen çocuklar için yanıt bulmak zorundayız.
Bu haberlere baktığım zaman sürekli benzer tabloyla karşılaşıyorum: karısına saygı duymayan, onu bir hizmetçi hatta bir eşya gibi gören, aşırı derecede kıskanan, emeğini sömüren, çalışmayan, döven, söven, hayatı cehenneme çeviren, kan kusturan koca tiplemesi.