Memleket için Kuzey İrlanda dersleri: Huzur yoksa güzellik de yok
Kuzey İrlanda’nın başkenti Belfast iki ‘ruhlu’, iki zamanlı bir şehir... Merkezi ışıl ışıl, neşe dolu; sadece bugün var. Kenar mahallelerse dert dolu, halen ‘dün’ü yaşıyor. Aynı ulusa mensup iki toplumun ayrık mahallelerinde dolaştıkça akla hemen Türkiye geliyor. Bir gün ‘çözüm süreci’ tekrar başlar mı? Başlamazsa nasıl bir ülkede yaşarız? Belfast sokakları, her şeyi bir bir anlatıyor.
Kasvete batmış, gri-karanlık arka sokaklar... Hemen her köşe başında, mümkün olan her sokak arasında bir küçük bahçe var. Onları özellikle ziyaret ediyorum. ‘Hatıra bahçesi’ diyorlar. Bazısında bir küçük haç, bir tek isim... Kimileri daha geniş, daha çok isim yazıyor taşlarda... Fotoğraflar... Tek tek bakmak iç acıtıyor. Hiçbiri hayatta olmayan, gencecik insanlar. Çoğu erkek... Bazıları çocuk. Öldüğü tarihten doğduğu tarihi çıkarınca ‘dört’ kalıyor.
Belfast’tayım... Kuzey İrlanda’yı bir dönem kasıp kavuran etnik-dini-milliyetçi çatışma hattının izleri üzerinden yürüyorum. 1960’ların sonunda başlayan, bombalamalar, tutuklamalar, açlık grevleri, ölüm oruçlarıyla gündeme oturan, özellikle 1970’lere damga vuran, yıllarca süren ve ancak 1998’deki ‘Hayırlı Cuma’ antlaşmasıyla sonuçlanan ‘Kuzey İrlanda Sorunu’nundan bugüne neler kaldığına bakıyorum. Dünden bugüne Türkiye’de yaşananlar, hatta bugün epeyce çetrefilleşen meseleler aklımın hep bir köşesinde. Paraleller çekmek o kadar kolay ki...
Neler kalmış? Çok şey... O kadar çok ki hatta, sorun hiçbir yere gitmemiş gibi görünüyor. Hepsini anlatacağım ama önce bir şehrin nasıl her şeyi gizleyebileceğinden konuşalım.
BİZ YAPTIK İNGİLİZLER BATIRDI
İngiltere’ye karşı mücadelenin simge ismi Bobby Sands ölüm orucunda hayatını kaybetmişti.
Belfast şehir merkezi ışıl ışıl... Noel pazarı henüz kurulmuş, annelerinin sıkıca giydirdiği kırmızı kafalı, yeşil paltolu çocuklar, süslü yılbaşı çamlarının çevresinde dört dönüyor. Mağazaları yeni yıl coşkusu sarmış. Gelecek sene Kuzey İrlanda’da yemek yılı. Şimdiden başlamış ziyafetler; şehir kendine küresel yemek haritasında makul bir yer arıyor. Sürekli yağan yağmura kimsenin aldırdığı yok. Alışmışlar. Coğrafyanın üzerlerine saldığı koyu gri bulutları artık kanıksamışlar. Büyük Opera Binası’nın önünü mesken tutan evsizler dışında kimse halinden şikâyetçi değil.
Kış günleri, akşam erkenden iniyor Belfast’a. Mağazalar kapanınca o ünlü ‘Irish Pub’ların saati başlıyor. Ta Viktorya Çağı’ndan kalma Crown Liquor Saloon mesela; kırmızı granitten barı, masalara zarifçe yerleştirilmiş garson çağırma zilleriyle iki siyah bira içimi boyunca tatlı bir tarih dersi veriyor size. Hemen yanındaki (biraz daha ucuz) Robinson’s’a girerseniz, ekstradan, kayıt kalitesinde canlı müzik de buluyorsunuz. Çılgınca dans ediyor İrlandalılar... Titanik filminde üçüncü mevki güvertede dans ettikleri gibi. Neşeliler; kendilerinden geçiyorlar... Zaten Titanik’in kendisi de Belfast Tersanesi’nden çıkma. Hatıra tişörtlerin üzerinde “Titanik’i biz yaptık, İngilizler batırdı” yazıyor.
MERKEZDE HERKES ÇOK MUTLU
Rehberim Mark Neil ile bir hatıra bahçesindeyiz.
Meselenin özü bu zaten. “Biz” ve İngilizler... Sonra da ‘biz’ ve ‘onlar’. Basitçe anlatırsak, Kuzey İrlanda’daki, İngiliz yanlısı ve Protestan çoğunluk, İngiltere’yi işgalci güç olarak gören Katolik azınlığa karşı... 1968’de bir gün, Belfast’ın kuzeyindeki Derry şehrinde, polis, Protestan çoğunluğa karşı hak arama mitingine ağır bir şekilde müdahale edince olaylar gelişti... Sonrası, cilt cilt tarih kitabı... Bir yandan hak, bir yandan bağımsızlık mücadelesi; bir yandan masum insanların ölümü... Taraflar 1998’de bir anlaşmaya varana kadar 3600’ü aşkın insan ölmüş. Hangi tarafa sorsanız kendini haklı görüyor. Halen. Özellikle silahlı mücadele veren İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) ve siyasi parti Sinn Fein üzerinden tanıdığımız bağımsızlıkçı/ayrılıkçı, ekseriyet Katolik İrlandalılar da haklılıklarından şüphe duymuyor; İngiltere’yle olan bağın eskisi gibi devam etmesini arzulayan, statükocu, çoğunluk
Protestan halk da...
Tuhaf olan, bütün bunları gerçekten hissedebilmeniz için açık açık sormak ve şehir merkezinden uzaklaşmak gerekmesi. Merkezde herkes çok mutlu... Kimsenin kimseyle derdi yok. Ama biraz uzaklaşıp ara sokaklara girdiğinizde; özellikle şehrin batısındaki Katolik mahallelerine
yöneldiğinizde...
DUVARLAR ŞEHRİ
1980’lerdeki en civcivli günlerden kalan bu fotoğraf IRA’nın duvara yazdığı bir uyarıyı resmediyor: “Muhbirlik sağlığınıza ciddi zarar verebilir.”
Önce o duvar resimlerini göreceksiniz. “Sanırım geldik” diyeceksiniz... Sonra bir tane daha... Bir tane daha... Nihayet bir bakacaksınız ki, önünüz ardınız duvar resmi... Mücadeleyi anlatan, yas tutan, öfke haykıran, tehdit eden, çağrıda bulunan, hatırlatan resimler... Ama esasen o resimlerin bulunduğu duvarlar... Bir duvarlar şehri Belfast. Yüze yakın ‘barış duvarı’ var şehirde. Yüzyıllardır, iç içe geçmiş mahallelerde bir arada yaşayan Katolik ve Protestan nüfusu birbirinden ayırıyorlar. Labirent gibi, bir sürü duvar... Önce bir kat çıkılmış, yetmemiş, üstüne bir kat daha atılmış; altı-yedi metreye ulaşmış duvarlar.
“Uzun süre kavga ettiğiniz zaman böyle oluyor” diyor beraber dolaştığım Mark Neil. Duvarlar arasındaki ikinci turumu, onunla atıyorum. Şehre gelenlere ‘geçmişin dertlerini’ gezdiren bir şirkette çalışıyor Neil. Yalapşap anlatmıyor ama hiçbir şeyi, detaya giriyor. Üstelik bir Protestan olmasına rağmen objektifliğini de koruyor (Bu arada, Protestan/Katolik diye ayrılıyorlar ama yaşananlar dini esaslara dönük bir mücadele değil, bir çoğunluk/azınlık meselesi).
Anlatıyor Neil. Şehrin orta yerindeki kapıların gece 12’de hem yaya hem araç trafiğine kapandığını... Çocukların okullarda kilit altında tutulduğunu... Çocukların halen karma okullarda okumadığını (Bu tür eğitimin oranı yüzde üç civarında)... Kimsenin diğer grubun mahallesine giremediğini... Girerse canını tehlikeye atacağını... En azından temiz bir sopa yiyeceğini... Kendisinin, iki sokak ötedeki evine gidebilmek için önce şehir merkezine dönüp, oradan bir başka yola saptığını... Katoliklerin de halen aynı korkuyu taşıdığını... Barış antlaşmasından 17 yıl sonra bile halen bir güvercin gibi ürkek yaşadıklarını... Her aileden (kendi ailesinden de bu arada) ölenler olduğunu... Kimsenin hiçbir şeyi unutmadığını... Belki artık unutmak ve yeniden başlamak gerektiğini anlatıyor.
SEN YABANCISIN SANA BİR ŞEY OLMAZ
Raymond McCartney (solda) ve Yenal Bilgici
O anlattıkça ben de tedirginleşiyorum. Fark ediyor Neil. “Gerek yok” diyor: “Sen yabancısın, zarar gelmez sana.” Tedirginliğim korkudan değil ama. Her şeyin geride kalmış olduğunu sanmamdan... Kavga eden iki toplumun, iki halkın, bir daha barışamama ihtimalinden çekiyorum.
Türkiye’yi düşündükçe, sokağa çıkma yasağıyla, operasyonlarıyla, hendeğiyle, öldürülen sivil toplumcularıyla son günleri aklıma getirdikçe Kuzey İrlanda’yla olası paralellerin sadece 1998’de varılan ‘barışa’ çekilmesini diliyorum.
BURADAN İNGİLİZLER GEÇEMEZ
Belfast’ta Protestan ve Katolik mahallelerini ayıran bu kapı her gece yarısı yayalar ve araçlara kapanıyor. Yandaki güvenlik duvarı karşı mahalleden gelen taşları bugün bile engelliyor.
Benzerlikleri (veya benzemezlikleri) sormak için Belfast’tan kuzeydeki Derry Limanı’na giden trene biniyorum. Dünyanın en güzel tren rotalarından biri kabul edilen bu seyahat sırasında, elbette yine yağmur altında, cennet gibi İrlanda çayırlarını aşıp, güzellikten mest olmuş şekilde, şehre ulaşıyorum. Derry, ‘Troubles’ döneminin Diyarbakır’ı gibi. Kilit olaylar orada yaşanmış. Örneğin bütün dünyanın ‘Kanlı Pazar’ diye bildiği, İngiliz ordusu askerlerinin 26 sivil göstericiyi vurup öldürdüğü elim vaka burada yaşandı. İlk iş, oraya gidiyorum. 30 Ocak 1972’de kana bulanan Bogside mevkiine. Öğrenciler, sessiz sakin, grup halinde geziyor. İleride bir İrlanda bayrağı. Üzerinde “Buradan sonrasına İngilizler devam edemez” yazıyor. IRA bölgesi... IRA artık yok ama
anıları çok canlı.
Bayrağın altından geçip randevuma doğru ilerliyorum. Sinn Fein ofisinde, Derry’den meclis üyesi Raymond McCartney ile görüşeceğim. McCartney yaşayan bir efsane. Kanlı Pazar’dan vurulmadan kurtulmuş; sonra İngiliz hükümetine karşı mücadele etmiş; hapse girmiş; ‘Troubles’ tarihine damga vuran ölüm oruçlarına katılmış; hapiste IRA tutuklularının liderliğini yapmış birisi... Silahlı mücadeleye katılmakla yargılanmış; beraat etmiş. Türkiye’yi, Kürt sorununu biliyor.
Diyarbakır’a da gelmiş.
Derrry’de bir İrlanda bayrağı. Altında “Buradan sonrasına İngilizler devam edemez” yazıyor. ‘IRA bölgesi...’ IRA artık yok ama anıları çok canlı.
‘UZLAŞILMAZ DENİLENLE UZLAŞTIK’
Uzun konuşuyoruz McCartney ile. IRA’nın silahları gömmesine, bu sorunun tamamen siyasi alana çekilmesine nasıl ulaşıldığını anlatıyor. Türkiye’de seçim öncesi ‘çözüm sürecinin buzdolabına kaldırıldığından’ haberdar. “Umudu kaybetmemek lazım” diyor. “Biz de barış sürecinde böyleydik. Bu bir uzlaşma sürecidir. Yanına bile yaklaşmadığımız görüşleri savunan insanlarla uzlaştık. Zor oldu ama oldu. ‘Yok artık, buraya kadarmış’ dediğim zamanlar oldu ama oldu.”
Kuzey İrlanda’da oldu. Ama sonrasında ne yaşandığı da önemli. Halen birbirine güvenmeyen, bıçak sırtı mahallelerin içinden geçip dünyanın en güzel tren yolculuğuna çıkarken düşünüyorum: Huzur yoksa bu güzellik ne işe yarar ki?