Kuklaların izinde Prag
Tarihi merkeziyle çok özel bir şehir olan Prag, kuklaları ve asilliğiyle her dönem altın çağını yaşıyor. Astronomik Saat Kulesi, Karl Köprüsü ve dans eden bina derken bu güzel şehrin kuklaları unutuluyor. Bu sefer söz hakkı kuklaların...
Prag, Marionette diye bilinen ipli kuklalarıyla ünlüdür. İpli kuklalar dans edebilme, uçabilme, hareket edebilme özgürlükleri nedeniyle Kukla Tiyatrosu’nun baş tacıdır. Mozart’ın ünlü operası Don Giovanni’yi kukların gözünden izlemek için Ulusal Kukla Tiyatrosu’nun izini sürerken bir çocuğun en sevdiği oyuncağını eline aldığı heyecanla adımlıyorum sokakları. Sanatçıların kuklalara hayat verirken ki özverisini ayakta alkışlarken Ömer Hayyam’ın dizeleri yan koltukta eşlik ediyordu alkışlara...
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer;
Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.
Oyun sonrası el yapımı kuklamı almak için Mala Strana’da Marionety Truhlar ararken gördüğüm tüm kukla dükkânlarına uğradım. Oraya varmadan alçı yapımı 'Charles Chaplin' kuklamı almış oldum. Ama siz benim gibi sabırsız olmayın ilk uğrayacak Marionety Truhlar (www.marionety.com) olsun. Kukla diyarı Truhlar çocukluk anılarınız olacak.
Kuklamla birlikte çocukluğumu da çantaya koyduktan sonra 1402 yapımlı Karl Köprüsü’nden de bir yudum mutluluk içtikten sonra keşiflere devam... İçeride çalışanlar ara ara kalıp dans ediyor mudur diye düşünürken 'Dans eden ev' önüne çoktan gelmiştim. Dans eden ev, geleneksel mimari akımından farklı olarak mimar Vlado Milunic ve Frank Gehry işbirliğiyle tasarlanmış.
Saatler ilerlerken sıra Prag’ın simgesi Astronomik Saat’deydi. Astronomik saat tepesinde hiç tartışmasız Prag’ın en güzel karelerini yakalayabilirsiniz. Saat üzerindeki elinde ayna tutan figür kibir ve kendini beğenmeyi, İskelet figürü ölümü, elinde altın kesesi tutan figür açgözlülüğü ve mandolin çalan figür eğlenceyi, zevki sefayı sembolize eder.
Gün bitmeden dünyanın en dar sokağından geçip Franz Kafka Müzesini ‘de gezdikten sonra cümlelerin sonu Kafka’nın Milena’ya aşkı ile gelsin. “Unutamayacağım bir doğa olayıydı yüzün istasyonda Milena: Bulutlardan değil, kendiliğinden gölgelenen bir güneştin sanki. Ne söyleyeyim daha? Kafam ve ellerim dinlemiyor beni”...