Tuba Köseoğlu Okçu / tkoseoglu@hurriyet.com.tr
Şimdi tam zamanı: Akdamar
Van’ın en güzel zamanlarından biri şu sıralar. Özellikle de adalar. En ünlüsü Akdamar. İsminden cismine sürekli bir tartışma konusu. Uzaktan bir kaya parçası ama tekneyle yaklaştıkça buram buram tarih kokan, maviyle mevsim renklerinin dans ettiği bir cennet olduğunun farkına varacaksınız. İşte size Akdamar gezi rehberi...
Van’ın en güzel zamanlarından biri şu sıralar. Özellikle de adalar. En ünlüsü Akdamar. İsminden cismine sürekli bir tartışma konusu. Uzaktan bir kaya parçası ama tekneyle yaklaştıkça buram buram tarih kokan, maviyle mevsim renklerinin dans ettiği bir cennet olduğunun farkına varacaksınız.
Önümüzde mavinin her tonunda Van Gölü, yazın geldiysek yüzmek için, güneşlenmek için her şey hazır.
Suyu beyaz köpüklerle yara yara ilerlerken, ciğerlerimiz temiz havayla dolsun, başımız dönsün mavinin keskinliğinden, teknenin rüzgarıyla dalgalanan Türk bayrağına baktıkça, memleket aşkı dolsun içimize, gözümüzde yaşlar biriksin. Ve yavaş yavaş Akdamar Adası belirsin önümüzde… Uzaktan bir kaya yığını gibi, üzerinde otlar, çalılar var. Yaklaştıkça buram buram tarih.
Bize alanlar heybemize...
Sonra güzelliği dillere destan Tamar... Efsaneye göre, adaya adını veren o ünlü Tamar’ı… Onun aşkı uğruna geceleri yüzerek adaya gelen, bir gece kızın babası yol gösteren fenerle oynayınca, yolunu kaybeden ve çok yüzmekten yorulup boğulan ama boğulmadan önce son sözleri “Ah Tamar” olan çobanı analım…
Sonra güzelliği dillere destan Tamar... Efsaneye göre, adaya adını veren o ünlü Tamar’ı… Onun aşkı uğruna geceleri yüzerek adaya gelen, bir gece kızın babası yol gösteren fenerle oynayınca, yolunu kaybeden ve çok yüzmekten yorulup boğulan ama boğulmadan önce son sözleri “Ah Tamar” olan çobanı analım…
Yaklaştıkça adaya daha da, tam 1096 yıldır o topraklarda yükselen ünlü kilise tüm azametiyle önümüzde belirsin. Tekneden inmek için can atalım, hemen yanına gitmek, o kadim tarihi solumak için acele edelim. Merdivenleri çıkalım ikişer üçer atlayarak.
Keşiş Manuel’in imzasını taşıyan, dönemin en ünlü sanatçı ve ustalarının emekleriyle şekillenmiş toprak rengi kilise ve manastırın dış duvarlarında, Davut Peygamber ile Golyat’ın mücadelesini, Yunus Peygamber’in denize atılmasını, Adem ile Havva’yı, geyikleri, kuşları, balıkları, asma sarmaşıklarını, üzün salkımlarını resmeden rölyefleri hayran hayran seyredelim.
Kiliseyi şöyle çiçekli ağaçların dalları arasından seyredelim, sağda ve solda maviyi delen motorlar gidip gelsin, tek onlar bölsün zamanın durmuşluğunu…
Ve biz orada, 915’te ilk tuğlaların konuşunu hayal edelim, 921’de kilisenin bitişindeki kutlamaları, 1113’te manastırın kuruluşunu, 1895’e kadarki Ermeni Patrikliği zamanındaki törenleri, 1918’de adanın terkedilişini, yalnızlığını, yavaş yavaş çöküşünü, sonra 2005’te yeniden dünyaya gelişini, 2007’den itibaren İran’dan Amerika’ya dünyanın dört bir yanından gelenlere kadim çehresini gururla sunuşunu...