
‘Bir ülke hakkında en canlı, en güvenilir bilginin bulunacağı yer sokaktır’
Akademisyen, yazar ve yayıncı Murat Belge ‘Başka Kentler, Başka Denizler’ adlı seyahatnamesinin son kitabını yayımladı. Belge ona seyyah olmanın yolunu açan ilk seyahatini ve gezileri esnasında neler yaptığını anlattı.
Murat Belge’nin ‘Başka Kentler, Başka Denizler’ adlı seyahatname serisinin beşinci kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. Belge bu son kitapta Belgrad, Bulgaristan, Britanya, İrlanda, Hindistan, Yunan Adaları (Halki, Rodos, Tinos, Leros), Rusya ve Kafkasya’ya gibi yerlere yaptığı gezileri anlatıyor. Hayatını iş ve eğlence olarak ayırmadığını, işin kendisi için keyifli olduğunu söylüyor. Çok seyahat etmesiniyse şöyle açıklıyor: “Hemen hemen hepsi politik nedenlerle çağrılmam şeklinde tecelli etti. ‘Gezeyim’ diye çıktığım yok gibi.”
Belge önsözde “Velhasıl, Başka Kentler’i yazdığım için memnunum. İyi bir ruh hali içinde yazdığım bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Gezen, gören ben olduğuma göre kitap ‘otobiyografik’. Ama buna karşılık ‘kendi olmayan’ı anlamak üzere bir kitap. ‘Seyahatname’ deyince hep böyle oluyor herhalde. Dediğim gibi, ben keyif alarak yazdım; umarım okuyanı sıkmamışımdır” diyor. Yazar Murat Belge, yazarken keyif aldığını söylüyor, okur için de keyifli bu kitabı okumak, her ‘seyyah’ başka görüyor bulunduğu coğrafyayı, başka türlü anlatıyor. Okuyan da öyle... Sorularımızı yazılı olarak yanıtlayan Murat Belge ilk seyahatini ve sonrasını anlattı...
◊ İlk seyahatiniz nereye olmuştu, neler hatırlıyorsunuz?
Geziler: Türkiye, Osmanlı yıllarından başlayarak oldukça içine kapanık bir toplum olmuştur. Örneğin bir ikinci Evliya Çelebi bulmak mümkün değildir. Üstelik, Evliya Çelebi kendisi, ağzından ‘şefaat’ yerine ‘seyahat’ çıktığını, yani bir yanlışlık sonucu seyyah olup seyahatname yazdığını anlatır.
Benim yurtdışı serüvenlerim yanlışlıkla başlamadı. ABD’de
1. Dünya Savaşı ertesinde kurulmuş bir hayır kurumu vardır: American Field Service (AFS). Savaşta ambulans sürenler kurmuş. “Bir daha böyle savaş olmasın” dileğiyle yola çıkmışlar. İnsanlar birbirlerini tanırlarsa birbirlerini öldürmezler inancıyla dünyanın her yerinden lise çağında öğrencileri bir ailenin yanında bir yıl kalmak ve o kentin okuluna gitmek üzere Amerika’ya götürüyorlar. Bir kere gidenler daha sonra gidecekleri seçiyorlar. Beni beğendiler! 1960’ta, bizim memleketten Amerika’ya gideceklerden biri bendim.
Ama benim babam Burhan Belge’ydi ve 27 Mayıs darbesinin Yassıada’da ağırladığı Demokrat Partili milletvekillerinden biriydi ve idam talebiyle yargılanıyordu. Böyle adamın oğlunun Amerika’da işi ne? Pasaport vermediler. Uzatmayayım. Araya girenler oldu, içişleri bakanı olmuş general ikna edildi. İki ay gecikmiş olarak Amerika’da arzı endam eyledim, Massachusetts’in Gloucester kasabasında.
Aile çok iyiydi, okul iyiydi. Her şey iyi gitti. Böyle bir yıla yakın kaldığım olaya ‘seyahat’ demek
ne derece doğru bilmem -olur herhalde. Giderken bindiğim vapur Hollanda’dan kalkıyordu, dönüşte bir gece Atina’da kaldık -bunlar da ‘seyahat’ sayılır mı? ‘Başka Kentler’in birinci cildinde Amerika faslını epey anlattım.
İkinci yolculuk: Babama 15 yıl verdiler. Ama İsmet İnönü’nün de çabalarıyla bütün bu tutuklular yanılmıyorsam 1964’te serbest bırakıldı. O sıra Adalet Partisi koalisyon ortağıydı ama babam orada iş bulamadı, Almanya’da buldu. 1967’de Almanya’da öldü. Kanser olduğunu öğrenmiştik. Kurtuluş olmayacağını da... Son bir kere görebilmek için ben Almanya’ya gitmeye karar verdim. Tabii emniyet aynı fikirde değildi. Neyse, gene uzatmayayım, sonunda pasaportu aldım, yola düştüm. Yaklaşık bir yıllık asistanım. Sınıf arkadaşım Fikret Adanır bu sıra Frankfurt’a yerleşmiş.
Onu da göreyim diye bileti Frankfurt’a aldım. Babam Bad Godesberg’de. Fikret arabasıyla beni oraya götürdü. Dönüş sürecine girince biz gene Frankfurt’a gittik. Bir kere yola çıkmışken biraz daha gezmek üzere Viyana’ya gitmeye karar vermiştik. Fikret ile Amerikalı karısı Jeannie, bir de ben, bir geceliğine Viyana’ya yollandık.
Bu da benim ikinci seyahatim oldu.
Olgunlaşma: İkinciyle üçüncü arasında da epey zaman geçti. Bir yığın olay. 12 Mart darbesi oldu. Ben ‘yeraltı’ faaliyetlerine geçmeye çalışırken hep beraber yakalandık.
İlk iki gezimde babamdan ötürü pasaport vermediler. Üçüncüde kendi yaptıklarımdan ötürü kara listeye girmiştim. Bunu büyüdüğümün, büyürken olgunlaştığımın polis tarafından tanınması olarak yorumladım. Kendi ayakları üstünde durduğunu hissetmek güzel bir şey. Tarihimizin Turgut Özal dönemine kadar her girişimimde belirli bir itiş kakış olmadan pasaport aldığım vaki olmadı. O zamandan beri hadisesiz alıyorum. Çok sık da çıktım sayılır.
‘Bilgi genişliyor’
◊ Bir yere gitmeden önce hazırlık, araştırma yapıyor musunuz? Yani nerelere gideceksiniz, ne yiyeceksiniz gibi...
Hemen hemen hepsi politik nedenlerle çağrılmam şeklinde tecelli etti. ‘Gezeyim’ diye çıktığım yok gibi. Zaten böyle karşılanmasa kendi cebimden başa çıkmam mümkün olmazdı. Son zamanlarda yazları birkaç hafta Yunan adalarına gider olduk. Yola çıkmadan önce gideceğim yeri ‘çalışmıyorum’. Genel olarak yeterince bilgim oluyor. Tabii gidip kendi gözümle görünce bu ‘bilgi’ genişliyor, derinleşiyor. Bu tanışmayı verimli hale getirmek için o yeri mümkün olduğu kadar ‘ilkel’ imkânlarla gezmek gerektiğine inanırım -hani otomobille değil yürüyerek gezmek gibi. Bir ülke hakkında en canlı, en güvenilir bilginin bulunacağı yer ‘sokak’tır. Tabii basitleştirerek söylüyorum bunları. ‘Tanımak’ çok karmaşık bir şey. ‘Sokak’ diyorum ama hayatın bütünü sokakta cereyan etmiyor tabii. İmkân varsa müzelere, özellikle güzel sanatlardan örnekler sergileyen müzelere giderim. Oranın ressamları kendi ortamlarını nasıl görmüş, bunu resmederken neleri öne çıkarmışlar? ‘Oralı’
ve aynı zamanda ‘duyarlı’ biri olarak neye önem vermişler?
◊ ‘Neden buraya geldim’ dediğiniz oldu mu hiç? Ya da ‘Fırsat olsun hep giderim’ dediğiniz bir yer?
Hiçbir yere gittiğim için pişmanlık duymadım. Her yerin öğreteceği bir şeyler var ve bunlar değerli. ‘Sevimli’ olmayabilir. Çok zaman da öyle. Ama sonuçta önemli. Örneğin Sudan’da gözaltına alındık. Hoş değildi. Ama başka hiçbir yaşantının veremeyeceği türden bilgiler vermişti. Buna benzer biçimde tekrar tekrar görmek isteyeceğim yerler de yok, diyebilirim. Mizaçla ilgili bir şey: Kimisi bildik yaşantıları tekrarlamaktan zevk alır; kimisi, o aynı vakit içinde daha önce bilinmedik bir yeri görmekten mutlu olacaktır.
◊ Yalnız mı seyahat etmeyi seviyorsunuz, yoksa yanınıza arkadaş ister misiniz?
Geziyor durumdayken bir yol arkadaşıyla birlikte olmayı tercih edip etmeyeceğiniz sorulan bir sorudur. Ben bunu düşününce ‘yol arkadaşının kim olduğuna bağlı’ demek eğilimindeyim. İlle birisinin olmasını istemem, kendi başıma gezip çok mutlu olduğum birçok durum var. Sevimli özelliklere sahip bir yol arkadaşı da bulunmaz bir nimet olabiliyor –tecrübeyle sabit.
◊ Anladığım kadarıyla biraz da işiniz nedeniyle seyahat ediyorsunuz. Bunun dışında gideceğiniz yerleri nasıl seçiyorsunuz, sıradaki rotanız neresi?
Evet, kendimi ‘çok gezmiş’ bir adam sayabilirim sanıyorum. Bundan ötürü de memnun olduğumu söyleyeyim. Gezmek, yerine başka bir şey koyacak bir yaşantı değil. Dünyayla, bu dünyada yaşanan çeşitli hayatlarla daha yakından içli dışlı olmak iyi bir şey. Ben hayatını ‘iş’ ve ‘eğlence’ olarak ikiye ayıranlardan değilim. İş aslında bayağı keyiftir. Mesleğim edebiyat öğretmenliği. Bu işi seçmesem de edebiyatla ilişkim farklı bir şey olmazdı. Öte yandan eğlence diye ayırdığımız şeyler de öğrenmeden çok uzak olmaz, olamıyor.
İngiltere değil, Britanya...
Türkiye’de “İngiltere” der dururuz. Ama doğrusu Britain, Britanya. Çünkü orada yalnız İngilizler yaşamıyor.
Bu iki büyük, birçok da küçük adada bir İngiltere var, ama ayrıca bir Gal, bir İskoçya, küçük adada İrlanda da var. “İngiliz” dediklerimizin dışında hepsi Kelt soyundan. Dolayısıyla kendilerine “İngiliz” denmesinden hiç hoşlanmazlar.
Bayraklarına onun için “union Jack” derler (“birlik flaması”. Üç parçanın koruyucu azizlerine adanmış flamalar üst üste monte edilerek yapılmıştır bayrak: İngiliz St. George (beyaz üstüne kırmızı haç), İskoç St. Andrew (lacivert
üstüne beyaz çapraz haç), İrlanda St. Patrick (kırmızı çapraz haç)haçları üst üste gelir.
Gal’in St. David’i burada temsil olunmaz, çünkü İngilizlerin ta ortaçağdan fethettiği Gal bu birleşme olduğu tarihte bağımsız bir devlet, bir krallık değildi.