Yurtsan Atakan

İnternet züppeleri

17 Eylül 1997
Geçtiğimiz hafta e-posta züppelerinden bahsetmiş, hiç kullanmadıkları halde e-posta adreslerini köşelerinin başına konduran e-posta apoletli yazarları, 50'li yıllarda misafir odalarına buzdolabı koyanlara benzetmiştim. İğneyi biz basın mensuplarına batırdıktan sonra çuvaldızdan nasibini alma sırası ‘‘webmaster’’ olarak anılan İnternet sitesi yöneticilerinde...Bunlara ‘‘webmaster’’ deniliyor ama içimden hani o Garanti Bankası reklamındaki sevimli ihtiyarlar gibi elimi sallayıp ‘‘Webmaster'mış... Hıh... Yalancı webmaster’’ diye homurdanmak geliyor. Türk ‘‘webmaster’’ların çoğu ‘‘yalancı webmaster’’ çünkü öylesine bir tutum içindeler ki, bu tutumları İnternet'in doğasından anlamadıklarının katmerli kanıtı.İki hafta önce bu sayfadan haberini yaptığımız ‘‘Atatürk'e kolay oy gönderilmesini’’ sağlayan Ağ sitesinin ‘‘gerçek webmaster’’ı Ekin Çağlar'dan bir e-posta mesajı aldım. Çağlar e-mektubunda, ‘‘İnternet'ten yaptığımız kampanyayı desteklemek için sayfamıza ‘link' koyma çağrısı üzülerek görüyorum ki cevapsız kaldı’’ diye yakınıyordu.İşte bir ‘‘webmaster’’ı, ‘‘yalancı webmaster’’ yapan tutum da Çağlar’ın yakındığı bu tutum; kendi sitesindeki sayfalar dışında başka sitelerin sayfalarına bağlantı koymaktaki anlamsız naz... İnternet bilginin paylaşımı demek. İnternet'i anlamak, paylaşıldıkça değeri artan tek şeyin bilgi ve sevgi olduğunu anlamak demek.Türkiye zaten Türkçe içerik sıkıntısı çekiyor. Bu içerik sıkıntısına çözüm olabilecek güzel girişimler ise kendilerini duyuramayıp, bir köşede unutuluyorlar. Yapılan güzel işlere, orijinal fikirli İnternet sayfalarına Türkçe içerikli diğer İnternet sitelerinden bol bol bağlantı konması, Türk kullanıcıların İngilizce içerikli Ağ sitelerine kaçışını önleyecek, bunun yerine Türkçe içerikli Ağ siteleri arasında dolaştıracak en basit çözüm. Ama Türkiye'deki ‘‘yalancı webmaster’’ların bencilliği ne kendilerine bir yarar sağlıyor ne de diğer Türkçe içerikli sitelere...Ekin Çağlar, sayfalarına bağlantı konması için başvurdukları site yöneticilerinin, taleplerini ‘‘istesek biz de yapardık’’ ya da ‘‘biz de böyle bir sayfa yapıyoruz’’ gerekçesiyle geri çevirdiklerini aktarıyor. Tamam kardeşim, anladık siz de çok zekisiniz ama birisi sizden önce davranmış ve düşündüğünü yapmış. Yapılan bir işi yeni baştan yapmanın ne alemi var? Farklı bir şey yapacaksan, buyur yap. O zaman da diğeri sana bağlantı verir. Bu tutumun en iyi örneğini ‘‘1 Dakika Karanlık’’ eylemi için İnternet üzerinde açtığımız eylem sitesiyle yaşamıştık. Gerçi birçok kişi ve kurum sayfalarından bağlantı verip destek olmuşlardı ama çoğu haftalar sonra kendi ‘‘1 Dakika karanlık’’ sayfalarını kurmuşlar, hatta bir gazete daha da ileri gidip haftalar sonra açtığı eylem sayfasını bu konuda açılan ilk site gibi duyurma yüzsüzlüğünü dahi göstermişti. Halbuki bu konuda açılan ilk iki siteden diğeri Mustafa Akgül hoca tarafından açılan siteydi ve bizimkiyle aynı tarihte devreye girmişti. İki sitenin birbirine bağlantı vermesi içinse iki site yöneticisinin birbirleriyle haberleşmesine bile gerek kalmamıştı.Züppeliğin lüzumu yok, Ekin Çağlar gibilerine destek olalım.www.list2000.com.tr/ interaktif
Yazının Devamını Oku

Zaman kötü

16 Eylül 1997
Zaman kötü sevgili abim, zaman kötü... Bilgisayara elini sürmemekle övünme devri bitti. Köşenin başına kondurduğun e-posta apoletinden de fayda umma. İnternet kullanıcılarının sayısı artıkça bu ucuz numaranı yemeyenlerin sayısı da hızla artıyor.Zaman kötü yerel yazar, zaman kötü... Küreselleşmeye karşı duranların safında yer alma modası geçti. Gazeten artık yalnızca Türkiye'de ya da özel baskı yaptığı az sayıda ülkede okunmuyor. İnternet aracılığıyla yazılarına ulaşan küresel köyün bireysel muhtarları, o eski hoşsohbet lafsatalarını yutmuyor.Zaman kötü ey ‘‘el sol amigos’’, zaman kötü... Sürüngen posta yerini e-postaya bıraktı. Küresel okur, yerel yazarların darkabuklu yazılarına artık e-postayla tepki gösteriyor. Hiç açmadığın e-posta kutunun artık mektup alamayacak kadar dolduğunu anlayınca da, o e-posta apoletini cart diye söküp rütbeni indiriveriyor.ABD'de yaşayan sevgili okur Acar Caner'in (Halit@aol.com) fikirlerini iletmesi, yazılara ulaşması kadar kolay artık. Her okula İnternet bağlanması konusunda geçen hafta yazdığımız fikirlere katıldığını söylüyor Caner, ‘‘Burada söylenen bir söz var, ‘Eğer İnternet'e tam manasıyla hakim olmak istiyorsanız evinize bir genç (teenager) kiralayın'. Bizim evde de durum böyle, benim iki kızım İnternet konusunda benden yüzlerce defa daha ileri. Üstelik İnternet'i okulda, evde, heryerde kullanacaklarından, İnternet onlar için yürümek konuşmak gibi sıradan bir şey olacak. İnternet sayesinde kızların Türkçesi, kompozisyonu çok ilerledi. Türk çocukları da İngilizceyi öğrenir, hele bir fırsat verin’’.Bir başka Amerika ikametçisi Dr. Nadir Özel (NOzel@aol.com) ise ‘‘E-posta züppeliği’’ yazımıza ses veriyor, ‘‘Biz Amerika'da yaşayan bir Türk aileyiz. Aksatmadan hergün Hürriyet gazetesinin İnternet'teki adresine girerek gazetemizi okuyoruz. Bugün de ekler bölümündeki yazınızı zevkle ve içtenlikle katılarak okudum. Ne yazık ki çok ünlü yazar ve gazetecilerimizin bir bölümü İnternet'in önem ve işlevini halen kavrayabilmiş değiller’’.Aynı yazıya bir tepki de Türkiyeli bir dünyalıdan, Volkan Gücer’den (gucerv@prizma.net.tr), ‘‘Aşağıdaki yazıyı ‘...' gazetesinden ‘...'nın ‘e-posta apoletli' sütunundaki adresine gönderdim, ancak hiçbir yanıt gelmedi. Yanıt gelmeyeceğini bilseydim mektup yazardım. Oysa, Serdar Turgut'a göndermiş olduğum hafif geyik bir mesajım yanıt bulduğunda, her köşe yazarının tüm e-postaları yanıtladığı fikrine kapılmıştım’’. Hiçbir köşe yazarının, gelen tüm e-posta mesajlarına cevap verecek zamanı yok tabii ki. Ancak Gücer'in ekte göndermiş olduğu mesajın içeriğinin, bu mesajı alan köşe yazarının cevap vermeden edemeyeceği bir nitelikte olduğunu da ekleyeyim.Bir başka mesaj ise ‘‘Bira Oyunu’’ isimli yazımızda bahsettiğimiz İnternet sitesinin yönetecisi Phil Kaminsky'den (kaminsky@ieor.berkeley.edu), ‘‘Bira Oyunu'yla ilgili olarak Türkiye'den oldukça çok miktarda e-posta mesajı almaya başladık. Siz ya da bir başka Türk köşe yazarının ‘Bira Oyunu' hakkında gazetelerinde bir yazı yazıp yazmadıklarını merak ediyoruz. Eğer böyle bir yazı yazdıysanız bir kopyasını gönderebilir misiniz?’’İşte gördüğün gibi sayın abim. Daha nasıl anlatayım bilmem ki, Kaminsky'ye yazımın bir kopyası yerine, o yazıya İnternet üzerinden hangi adresten ulaşabileceğini ilettiğimi söylesem, yeter mi?www.list2000.com.tr/interaktif
Yazının Devamını Oku

Zaman kötü

15 Eylül 1997
Zaman kötü sevgili abim, zaman kötü... Bilgisayara elini sürmemekle övünme devri bitti. Köşenin başına kondurduğun e-posta apoletinden de fayda umma. İnternet kullanıcılarının sayısı artıkça bu ucuz numaranı yemeyenlerin sayısı da hızla artıyor.Zaman kötü yerel yazar, zaman kötü... Küreselleşmeye karşı duranların safında yer alma modası geçti. Gazeten artık yalnızca Türkiye'de ya da özel baskı yaptığı az sayıda ülkede okunmuyor. İnternet aracılığıyla yazılarına ulaşan küresel köyün bireysel muhtarları, o eski hoşsohbet lafsatalarını yutmuyor.Zaman kötü ey ‘‘el sol amigos’’, zaman kötü... Sürüngen posta yerini e-postaya bıraktı. Küresel okur, yerel yazarların darkabuklu yazılarına artık e-postayla tepki gösteriyor. Hiç açmadığın e-posta kutunun artık mektup alamayacak kadar dolduğunu anlayınca da, o e-posta apoletini cart diye söküp rütbeni indiriveriyor.ABD'de yaşayan sevgili okur Acar Caner'in (Halit@aol.com) fikirlerini iletmesi, yazılara ulaşması kadar kolay artık. Her okula İnternet bağlanması konusunda geçen hafta yazdığımız fikirlere katıldığını söylüyor Caner, ‘‘Burada söylenen bir söz var, ‘Eğer İnternet'e tam manasıyla hakim olmak istiyorsanız evinize bir genç (teenager) kiralayın'. Bizim evde de durum böyle, benim iki kızım İnternet konusunda benden yüzlerce defa daha ileri. Üstelik İnternet'i okulda, evde, heryerde kullanacaklarından, İnternet onlar için yürümek konuşmak gibi sıradan bir şey olacak. İnternet sayesinde kızların Türkçesi, kompozisyonu çok ilerledi. Türk çocukları da İngilizceyi öğrenir, hele bir fırsat verin’’.Bir başka Amerika ikametçisi Dr. Nadir Özel (NOzel@aol.com) ise ‘‘E-posta züppeliği’’ yazımıza ses veriyor, ‘‘Biz Amerika'da yaşayan bir Türk aileyiz. Aksatmadan hergün Hürriyet gazetesinin İnternet'teki adresine girerek gazetemizi okuyoruz. Bugün de ekler bölümündeki yazınızı zevkle ve içtenlikle katılarak okudum. Ne yazık ki çok ünlü yazar ve gazetecilerimizin bir bölümü İnternet'in önem ve işlevini halen kavrayabilmiş değiller’’.Aynı yazıya bir tepki de Türkiyeli bir dünyalıdan, Volkan Gücer’den (gucerv@prizma.net.tr), ‘‘Aşağıdaki yazıyı ‘...' gazetesinden ‘...'nın ‘e-posta apoletli' sütunundaki adresine gönderdim, ancak hiçbir yanıt gelmedi. Yanıt gelmeyeceğini bilseydim mektup yazardım. Oysa, Serdar Turgut'a göndermiş olduğum hafif geyik bir mesajım yanıt bulduğunda, her köşe yazarının tüm e-postaları yanıtladığı fikrine kapılmıştım’’. Hiçbir köşe yazarının, gelen tüm e-posta mesajlarına cevap verecek zamanı yok tabii ki. Ancak Gücer'in ekte göndermiş olduğu mesajın içeriğinin, bu mesajı alan köşe yazarının cevap vermeden edemeyeceği bir nitelikte olduğunu da ekleyeyim.Bir başka mesaj ise ‘‘Bira Oyunu’’ isimli yazımızda bahsettiğimiz İnternet sitesinin yönetecisi Phil Kaminsky'den (kaminsky@ieor.berkeley.edu), ‘‘Bira Oyunu'yla ilgili olarak Türkiye'den oldukça çok miktarda e-posta mesajı almaya başladık. Siz ya da bir başka Türk köşe yazarının ‘Bira Oyunu' hakkında gazetelerinde bir yazı yazıp yazmadıklarını merak ediyoruz. Eğer böyle bir yazı yazdıysanız bir kopyasını gönderebilir misiniz?’’İşte gördüğün gibi sayın abim. Daha nasıl anlatayım bilmem ki, Kaminsky'ye yazımın bir kopyası yerine, o yazıya İnternet üzerinden hangi adresten ulaşabileceğini ilettiğimi söylesem, yeter mi?www.list2000.com.tr/interaktif
Yazının Devamını Oku

8 yıl sonra

11 Eylül 1997
Üç aşağı beş yukarı sekiz yıl sonra, ilköğrenimine bu yıl başlayanlar sekiz yıllık temel eğitimlerini bitirip mezun olduklarında bugünkünden çok farklı bir dünyada yaşıyor olacağız. Bugün çoğunluk için kulaktan dolma bir kelime olmaktan öteye gitmeyen İnternet, hepimizin günlük yaşamına girmiş olacak, daha önceki yıllarda İnternet'siz nasıl yaşandığını kimse anımsamayacak. En azından biz beceremezsek dahi, Batılı ülkelerin tümü, artı İnternet'in önemini zamanında kavrayıp gerekli altyapıyı başarıyla kurmuş ve artık Batılılarla aynı ligde oynayan Doğu ülkelerinden de bazıları, İnternet'siz bir yaşamı tarih öncesinde bırakmış olacaklar.İnternet günlük yaşam ve ticaret hayatıyla öylesine bütünleşmiş olacak ki, Bilgi Çağı'nın bu mucize aracını düzgün kullanmayı beceremeyen ülkeler, Sanayi Çağı'nda tarım ülkesi olarak kalakalmış ülkelerden beter duruma düşecek, 20. yüzyılın komünist ülkelerinden daha da fazla tecrit olacaklar.Üç aşağı beş yukarı sekiz yıl sonra, dünya üzerindeki tüm ticaret İnternet üzerinden elektronik olarak yapılacak, reklam harcamalarının büyük bir çoğunluğu İnternet üzerine kayacak, elektronik ortamda yeni açılan iş sahaları için ülke sınırlarının anlamı kalmayacak.Üç aşağı beş yukarı sekiz yıl sonra, ilköğrenimlerine bu yıl başlayıp mezun olanlar bu dünya düzenine ya hazır olacak ya olmayacaklar. İnternet'e önem veren ilk hükümet olan Mesut Yılmaz hükümetinin, 8 yıllık eğitim uygulamasıyla başlattığı her okula İnternet bağlantısı işte bu yüzden büyük önem taşıyor. İşte bu yüzden, bu hükümetin, Bilgi Çağı'nın önemini idrak edenlerce sonuna kadar desteklenmesi gerekiyor. Diyorlar ki, çocukları İnternet'le eğitecek olan öğretmenleri kim eğitecek, çocukların İnternet üzerindeki porno sitelerine girmesi nasıl engellenecek, içeriğinin büyük bir kısmı İngilizce olan İnternet'ten çocuklar nasıl yararlanacak, bütün okulları İnternet'e bağlayacak altyapı nasıl tamamlanacak? Bu sorunların hepsi elbette tartışılması gereken sorunlar. Ama bu sorunları bahane ederek, yüzyılın en büyük projesini baltalamamak gerekiyor.İnternet'le eğitim verecek öğretmenlerin nasıl eğitileceği konusu ABD'de de tartışılıyor. Bu tartışmaya önümüzdeki hafta Hürriyet cumartesi Tatil ekindeki İnternet sayfasında yer vereceğim. Ama sorunun çözümü aslında çok basit. İnternet'in nasıl kullanılacağını en güzel öğrenciler kendi başına öğrenir. İnternet'in kullanımı sanıldığı kadar zor değil. Hatta çok çok kolay. Yeterki okullara kurulacak İnternet bağlantılı bilgisayarlar kapılar arkasında kilitli tutulmasınlar.Sorunlardan en büyüğü, Türkçe içerik sorunu. Ancak sorunun çözümü de sorunla birlikte geliyor. Okulların tümü İnternet'e bağlanıp, kullanıcı sayısı artmaya görsün. Bu büyük, hazır kitleye içerik sunan girişimcilerin devreye girmesi inanın bana an meselesi olacaktır. Geriye kalan İngilizce içerik ise çocukların dil eğitimine katkıda bulunacak.Sorunları tartışmaya devam edelim ama hükümet tarafından umulmadık bir şekilde başlatılan bu dalgayı kaçırmayalım.www.list2000.com.tr/ interaktif
Yazının Devamını Oku

Şurdan burdan

4 Eylül 1997
- Türkçede tam karşılığı olmayan çok sevdiğim İngilizce bir kelime var; ‘‘Wisdom’’... Üç aşağı beş yukarı, bilgi ve deneyime dayalı sezgi anlamına geliyor. Hani bazen olur ya, bir yere gideceksinizdir, içinizi bir şeyler kemirir. Ya da biriyle tanışırsınız, ortada görünür hiçbir neden yokken daha ilk görüşte kanınız kaynar. İçimizi daraltan ya da tam tersine içimizi ferahlatan bu hisler aslında nedensiz değildir. O güne kadar yaşamış olduğumuz deneyimlerden elde ettiğimiz, bilinçaltımızın bir köşesine yerleşmiş bilgi kırıntılarının sinsice işlenmeye başlamasıdır bize bu duyguları yaşatan. Ve çoğunlukla da boşa çıkmazlar.Deneyimli köşe yazarları da, hangi yazılarının ses getireceğini hangilerinin getirmeyeceğini büyük bir ustalıkla sezebilirler. Aldous Huxley’nin, ‘‘Deneyim başımıza gelen şey değil, başımıza gelen şeyden ne anladığımızdır’’ sözü ne kadar doğru olursa olsun, kırk yıllarını bu mesleğe adayanlarla aşık atacak halimiz yok. Bu yüzden de, okurun tepkisini sezmekte yaya kalıyoruz çoğunlukla. ‘‘Hah işte, turnayı gözünden vurdum bu sefer’’ dediğimiz bir yazının ardından hiç okur mektubu almayıp da, ‘‘Of, çok az kimsenin ilgisini çekecek’’ dediğimiz bir yazının ardından yüzlerce mektup alabiliyoruz çoğunlukla.Geçen haftaki ‘‘Bira oyunu’’ başlıklı yazım da, az sayıda okurun ilgisini çekeceğini ama ilgilenen okurların çok işine yarayacağını düşündüğüm türden bir yazıydı. Bu yüzden de bir hafta içersinde yüzü aşkın okurdan mektup alınca tam anlamıyla afalladım. Yazı, ‘‘Arz Zinciri Yönetimi’’ gibi çoğu okuyucu için oldukça sıkıcı olacağını düşündüğüm bir konudaydı. Ama işte, yüzün üzerinde okuru mektup yazmaya yöneltecek kadar ilgi çekmişti. Gerçi mektupların yarısından biraz fazlası yazıdaki bir dizgi hatasından kaynaklanıyor ve yazıda geçen İnternet adresinden ‘‘Bira Oyunu’’ adlı yazılıma ulaşılamadığından yakınıyordu. Dertlerini e-posta yoluyla iletenler, dermanlarını da e-posta yoluyla kolayca buldular. Doğru adresi hepsine ilettim. Hala merak eden kalmışsa, adresi tekrarlayayım, http://www.iems.nwu.edu/ ~levi/prolog/beergame/- Üç hafta önce yazmış olduğum yazıda Türkiye’deki İnternet kullanıcılarının sayısı hakkında, ortalıkta birçok tahmin dolaştığından yakınmış ve okurlardan aldığım e-posta mesajlarının sayısından yola çıkan bir mantık yürütmeyle doğru tahminin 200.000 civarında olduğu sonucuna ulaşmıştım. Türkiye’nin İnternet öncülerinden Kürşat Çağıltay’dan (kursat@indiana.edu) açıklayıcı bir mesaj geldi. Çağıltay 200.000 tahminin isabetli olduğunu söylüyor ve ekliyordu, ‘‘Geçen ay yapılan ‘host’ sayımında Türkiye’de İnternet’e bağlı ‘host’ sayısı 22.000 çıkmıştı. Kullanıcı sayısını bulmak için kullanılan yöntem ‘host’ sayısını onla çarpmaktır. Dolayısıyla yaklaşık 220.000 kullanıcımız var demektir’’...- İki hafta önce ‘‘İnteraktif’’ köşesinde yayınladığımız Mehmet Zafer Kasapoğlu’nun (mehmetz.kasapoglu@ihlas. net.tr) zeka oyunu çok büyük ilgi gördü (http://www.hurriyet.com.tr/ hur/turk/97/08/16/ekler/ 09ekl.htm). Ancak gelen cevaplar arasında çok az sayıda doğru cevap vardı. Sorunun doğru cevabı, ‘‘Pazartesi, 21:00’’ olacaktı. Problemin püf noktası gün değiştirme çizgisi olan 180 derece boylamının Pasifik Okyanusu üzerinde olmasıydı.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Hıyar olmanın tek şartı

4 Eylül 1997
Bir hıyarı, bir adamdan nasıl ayırt edersiniz? İlk bakışta anlarım diyenlerdenseniz, ne diyeyim, peki öyle olsun... Ama, yok şuna bakarım, yok buna bakarım diye çetrefilli bir yol izlemeye kalkışanlardansanız, fazladan nefes tüketmeyin. Size bu işin kolay bir yolunu çıtlatayım. Bir hıyarı, bir adamdan ayıran en önemli özelliği ‘‘herşeyi boşverip inançları doğrultusunda yürümesi’’dir.Üstelik bu tür hıyarlar, ‘‘İnadım inat, adım Kör Murat’’ saplantılarını, ‘‘kim ne derse desin, inançları doğrultusunda yürüyor olmanın’’ faziletine olan inançlarıyla katmerlemiş, hıyar turşusu familyasındanlardır.Bu tür hıyarların en sarsılmaz inançları, hayatta hiçbir zaman hata yapmayacaklarına dair narsist saplantılarıdır.Son günlerde, Kör Muratlarla basının belli başlı köşelerinde sık sık karşılaşır olduk. Kendilerini demokrat solcu sanan bu Kör Muratlar, her sistem gibi demokrasinin de kendini koruma hakkı olduğunu göz ardı ederek, işlerine geldikleri zaman beğendikleri Batı demokrasilerinin de sistemin tehlikeye girdiği anlarda kendi savunma mekanizmalarını devreye sokmaktan geri kalmadıkları dönemleri unutarak (ya da bilmeyerek), demokrasi bayraktarlığına kuşanıyorlar.Parti kapatılması, demokrasiler için tabii ki hoş bir durum değil. Ama demokrasinin en temel özelliği, çoğunluğun yönetmesine yönelik değil azınlık haklarının korunmasına yönelik bir sistem olması. Her demokrasinin en büyük görevi azınlıkların ezilmesini önlemek. Ki bugün azınlık olanlar, fikirleri doğruysa bugün çoğunluk olanları yarın kendi yanlarına çekebilsin ve çoğunluk olabilsinler... Ama ne azınlıkların ne de çoğunluğun, demokrasinin bu temel görev ve işlevini yıkmaya, çoğunluk zorbalığı kurmaya yönelik bir sistemi savunma hakkı yok. Hakları olmamasına rağmen savunurlarsa ya sistem tarafından tasviye edilirler ya da çoğalıp kendi zorba yönetimlerini kurarlar. Demokratik sistemlerin tasviye yöntemi de, yaygın inancın aksine yalnızca demokratik seçim yoluyla sınırlı değil. Öyle olsa yasalarca suç sayılan hırsızlık, cinayet dahil her türlü eylemin faillerinin yine demokratik oylamalarla yargılanması gerekir.Bugün Refah Partisi’nin kapatılmasının doğru olup olmayacağı tartışılıyor. Kimi kapatılırsa daha güçlenirler diyor, kimi demokrasilerde parti kapatılamaz... Hadi canım siz de, meşru müdafaa yalnızca kişilerin değil sistemlerin de en doğal hakkı. Tartışılması gereken Refah Partisi’nin sistemi tehdit edip etmediği. Refah Partisi’nin de, eğer suçsuzsa, kamuoyunu sistemi tehdit etmediğine inandırması gerekiyor. İktidarda olduğu aylarda bu yolda büyük bir fırsatı tepen Refah Partisi’nin önündeki tek meşru yol, parti içinde kangrenleşen çatlak sesleri biran önce tasviye etmesinden geçiyor.Refahçısıyla halkçısıyla, cumhuriyetçisiyle ikinci cumhuriyetçisiyle yüzdük yüzdük ucuna geldik, bir avuç hıyara kurban gitmeyelim.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Şurdan burdan

3 Eylül 1997
- Türkçede tam karşılığı olmayan çok sevdiğim İngilizce bir kelime var; ‘‘Wisdom’’... Üç aşağı beş yukarı, bilgi ve deneyime dayalı sezgi anlamına geliyor. Hani bazen olur ya, bir yere gideceksinizdir, içinizi bir şeyler kemirir. Ya da biriyle tanışırsınız, ortada görünür hiçbir neden yokken daha ilk görüşte kanınız kaynar. İçimizi daraltan ya da tam tersine içimizi ferahlatan bu hisler aslında nedensiz değildir. O güne kadar yaşamış olduğumuz deneyimlerden elde ettiğimiz, bilinçaltımızın bir köşesine yerleşmiş bilgi kırıntılarının sinsice işlenmeye başlamasıdır bize bu duyguları yaşatan. Ve çoğunlukla da boşa çıkmazlar.Deneyimli köşe yazarları da, hangi yazılarının ses getireceğini hangilerinin getirmeyeceğini büyük bir ustalıkla sezebilirler. Aldous Huxley’nin, ‘‘Deneyim başımıza gelen şey değil, başımıza gelen şeyden ne anladığımızdır’’ sözü ne kadar doğru olursa olsun, kırk yıllarını bu mesleğe adayanlarla aşık atacak halimiz yok. Bu yüzden de, okurun tepkisini sezmekte yaya kalıyoruz çoğunlukla. ‘‘Hah işte, turnayı gözünden vurdum bu sefer’’ dediğimiz bir yazının ardından hiç okur mektubu almayıp da, ‘‘Of, çok az kimsenin ilgisini çekecek’’ dediğimiz bir yazının ardından yüzlerce mektup alabiliyoruz çoğunlukla.Geçen haftaki ‘‘Bira oyunu’’ başlıklı yazım da, az sayıda okurun ilgisini çekeceğini ama ilgilenen okurların çok işine yarayacağını düşündüğüm türden bir yazıydı. Bu yüzden de bir hafta içersinde yüzü aşkın okurdan mektup alınca tam anlamıyla afalladım. Yazı, ‘‘Arz Zinciri Yönetimi’’ gibi çoğu okuyucu için oldukça sıkıcı olacağını düşündüğüm bir konudaydı. Ama işte, yüzün üzerinde okuru mektup yazmaya yöneltecek kadar ilgi çekmişti. Gerçi mektupların yarısından biraz fazlası yazıdaki bir dizgi hatasından kaynaklanıyor ve yazıda geçen İnternet adresinden ‘‘Bira Oyunu’’ adlı yazılıma ulaşılamadığından yakınıyordu. Dertlerini e-posta yoluyla iletenler, dermanlarını da e-posta yoluyla kolayca buldular. Doğru adresi hepsine ilettim. Hala merak eden kalmışsa, adresi tekrarlayayım, http://www.iems.nwu.edu/ ~levi/prolog/beergame/- Üç hafta önce yazmış olduğum yazıda Türkiye’deki İnternet kullanıcılarının sayısı hakkında, ortalıkta birçok tahmin dolaştığından yakınmış ve okurlardan aldığım e-posta mesajlarının sayısından yola çıkan bir mantık yürütmeyle doğru tahminin 200.000 civarında olduğu sonucuna ulaşmıştım. Türkiye’nin İnternet öncülerinden Kürşat Çağıltay’dan (kursat@indiana.edu) açıklayıcı bir mesaj geldi. Çağıltay 200.000 tahminin isabetli olduğunu söylüyor ve ekliyordu, ‘‘Geçen ay yapılan ‘host’ sayımında Türkiye’de İnternet’e bağlı ‘host’ sayısı 22.000 çıkmıştı. Kullanıcı sayısını bulmak için kullanılan yöntem ‘host’ sayısını onla çarpmaktır. Dolayısıyla yaklaşık 220.000 kullanıcımız var demektir’’...- İki hafta önce ‘‘İnteraktif’’ köşesinde yayınladığımız Mehmet Zafer Kasapoğlu’nun (mehmetz.kasapoglu@ihlas. net.tr) zeka oyunu çok büyük ilgi gördü (http://www.hurriyet.com.tr/ hur/turk/97/08/16/ekler/ 09ekl.htm). Ancak gelen cevaplar arasında çok az sayıda doğru cevap vardı. Sorunun doğru cevabı, ‘‘Pazartesi, 21:00’’ olacaktı. Problemin püf noktası gün değiştirme çizgisi olan 180 derece boylamının Pasifik Okyanusu üzerinde olmasıydı.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Hıyar olmanın tek şartı

1 Eylül 1997
Bir hıyarı, bir adamdan nasıl ayırt edersiniz? İlk bakışta anlarım diyenlerdenseniz, ne diyeyim, peki öyle olsun... Ama, yok şuna bakarım, yok buna bakarım diye çetrefilli bir yol izlemeye kalkışanlardansanız, fazladan nefes tüketmeyin. Size bu işin kolay bir yolunu çıtlatayım. Bir hıyarı, bir adamdan ayıran en önemli özelliği ‘‘herşeyi boşverip inançları doğrultusunda yürümesi’’dir.Üstelik bu tür hıyarlar, ‘‘İnadım inat, adım Kör Murat’’ saplantılarını, ‘‘kim ne derse desin, inançları doğrultusunda yürüyor olmanın’’ faziletine olan inançlarıyla katmerlemiş, hıyar turşusu familyasındanlardır.Bu tür hıyarların en sarsılmaz inançları, hayatta hiçbir zaman hata yapmayacaklarına dair narsist saplantılarıdır.Son günlerde, Kör Muratlarla basının belli başlı köşelerinde sık sık karşılaşır olduk. Kendilerini demokrat solcu sanan bu Kör Muratlar, her sistem gibi demokrasinin de kendini koruma hakkı olduğunu göz ardı ederek, işlerine geldikleri zaman beğendikleri Batı demokrasilerinin de sistemin tehlikeye girdiği anlarda kendi savunma mekanizmalarını devreye sokmaktan geri kalmadıkları dönemleri unutarak (ya da bilmeyerek), demokrasi bayraktarlığına kuşanıyorlar.Parti kapatılması, demokrasiler için tabii ki hoş bir durum değil. Ama demokrasinin en temel özelliği, çoğunluğun yönetmesine yönelik değil azınlık haklarının korunmasına yönelik bir sistem olması. Her demokrasinin en büyük görevi azınlıkların ezilmesini önlemek. Ki bugün azınlık olanlar, fikirleri doğruysa bugün çoğunluk olanları yarın kendi yanlarına çekebilsin ve çoğunluk olabilsinler... Ama ne azınlıkların ne de çoğunluğun, demokrasinin bu temel görev ve işlevini yıkmaya, çoğunluk zorbalığı kurmaya yönelik bir sistemi savunma hakkı yok. Hakları olmamasına rağmen savunurlarsa ya sistem tarafından tasviye edilirler ya da çoğalıp kendi zorba yönetimlerini kurarlar. Demokratik sistemlerin tasviye yöntemi de, yaygın inancın aksine yalnızca demokratik seçim yoluyla sınırlı değil. Öyle olsa yasalarca suç sayılan hırsızlık, cinayet dahil her türlü eylemin faillerinin yine demokratik oylamalarla yargılanması gerekir.Bugün Refah Partisi’nin kapatılmasının doğru olup olmayacağı tartışılıyor. Kimi kapatılırsa daha güçlenirler diyor, kimi demokrasilerde parti kapatılamaz... Hadi canım siz de, meşru müdafaa yalnızca kişilerin değil sistemlerin de en doğal hakkı. Tartışılması gereken Refah Partisi’nin sistemi tehdit edip etmediği. Refah Partisi’nin de, eğer suçsuzsa, kamuoyunu sistemi tehdit etmediğine inandırması gerekiyor. İktidarda olduğu aylarda bu yolda büyük bir fırsatı tepen Refah Partisi’nin önündeki tek meşru yol, parti içinde kangrenleşen çatlak sesleri biran önce tasviye etmesinden geçiyor.Refahçısıyla halkçısıyla, cumhuriyetçisiyle ikinci cumhuriyetçisiyle yüzdük yüzdük ucuna geldik, bir avuç hıyara kurban gitmeyelim.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku