Yurtsan Atakan

Bira oyunu

28 Ağustos 1997
Geçtiğimiz gün, bir yemekte, Tulane Üniversitesi, Freeman School of Business'dan Doç. Dr. Yasemin Aksoy'la tanıştım. Boğaziçi Üniversitesi ve System Dynamics Society işbirliğiyle, TÜBİTAK'ın sponsorluğunda düzenlenen ‘‘Uluslararası Sistem Dinamiği'' konferansına katılmak için İstanbul'daydı. Heyecanlı heyecanlı ‘‘Supply Chain Managment (Arz Zinciri Yönetimi)'' isimli bir konudan bahsediyordu.ABD şirketlerinde en son moda, Arz Zinciri Yönetimi'ymiş. Bazıları işi, ‘‘bu yönetimi bilmeyen yaşamasın'' demeye kadar götürüyormuş. Aksoy'a göre Arz Zinciri Yönetimi önümüzdeki aylarda Türk şirketlerince de yaygın olarak kullanılmaya başlanacak, son birkaç yıldır moda olan Toplam Kalite Yönetimi'ni bile sollayacakmış.Konu biraz İnternet dışında gibi mi geldi? Hiç merak etmeyin. Aklınıza hayalinize gelebilecek herşeyin, İnternet kapsamına da gireceğini biliyor olmalısınız. Yönetim sistemlerinden, ilgi alanlarınızı gıdıklamayacak denli uzak olsanız bile bu yazıyı okumaya devam etmenizi öneririm.Dr. Aksoy'un makalelerinin sayısız akademik yayında yayınlanmış olmasına, Tulane Üniversitesi Arz Zinciri Yönetimi Konsorsiyumu'nun yöneticisi olmasına kanıp, sıkılmaya kalkışmayın. Dr. Aksoy'un, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen konferansta yapmış olduğu konuşmanın konusu bir oyundu. Evet, yanlış duymadınız, bir oyun...Oyunun adı, ‘‘Bira Oyunu''... Duymamış olabilirsiniz ama oldukça eski bir oyun. Geçmişi, Sistem Dinamiği çalışmalarının ilk günlerine kadar uzanıyor. Yaklaşık otuz yıldır, dünyanın dört bir yanında, öğrencilerden dev şirketlerin yönetim kurulu üyelerine kadar uzanan geniş bir kitle tarafından oynanmakta. Günümüz dünya devlerini yönetenlerin hemen hepsi sistem dinamiği, düşünme biçimi ve idaresini bu oyun sayesinde kavramışlar.Doç. Dr. Yasemin Aksoy'un konferanstaki konuşması da işte bu ‘‘Bira Oyunu''nun ‘‘Arz Zinciri Yönetimi''ne nasıl uygulanacağını anlatıyordu.Nasıl, ilginizi çekti mi? Ne yazık ki Dr. Aksoy'un konuşması geride kaldı, dinleme fırsatınız kalmadı. Beni suçlamayın, hiç daha önceden haberim olsa bu bilgiyi sizlerle iki üç hafta öncesinden paylaşmaz mıydım? Ama çok merak ediyorsanız, 3-4 Nisan 1998 tarihinde New Orleans'da düzenlenecek olan ‘‘Tulane Konsorsiyumu Arz Zinciri Yönetimi Konferansı''na katılabilirsiniz. Ayrıntılı bilgiyi Dr. Aksoy'un Ağ sayfasından (http://129.81.234.19/ faculty/yaksoy/yaksoy.htm) edinebilir, e-posta ile kendisiyle haberleşebilirsiniz.Bakın az kaldı unutuyordum. ‘‘Bira Oyunu''nun bilgisayarda oynanmak üzere hazırlanmış yazılımını İnternet üzerinden kopyalayabilirsiniz. Ama acele edin, oyunu yüklemek ‘97 sonuna kadar serbest. Adresi mi; http://www.iems.nwu.edu/ ~Elevi/prolog/beergame/Bu kıyağımı unutmayın...yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Ben size köpek

28 Ağustos 1997
Adı İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği. Uğraş alanının, son yıllarda çok moda olan İnsan Kaynakları Yönetimi olduğunu sanıyorsunuz değil mi? Siz öyle sanmaya devam edin.Adı geçen dernek geçtiğimiz hafta bir panel düzenledi. Panelin konusu kulağa hoş geliyor; ‘‘Cinsel Tacizin Tanımı ve İş Dünyasına Yansıması’’... Cinsel taciz kavramının pop feministlerce dejenere edilip, Amerikalıların başına bela olmasına ve yarattığı kavram karmaşasıyla Türkiye’yi de tehdit eden boyutlara yaklaşmasına bakarsanız yerinde bir konu seçimi gibi gözüküyor. Ama tabii konunun pop feminist söyleme kayacağı önceden belliydi. Zeynep Güven’in Hürriyet gazetesinde yayınlanan 21 Ağustos tarihli haberini okuyunca da aynen öyle olduğu anlaşılıyor.Aslında İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği’nin şirin görünüşlü konu seçimine kanmayıp, panel için hazırlamış olduğu davetiyeye bakarsanız böyle bir konu seçmiş olmalarının ardındaki, cinsiyet ayrımcı karanlık niyeti de hemen anlıyorsunuz. Çok davetiye gördüm ama bu panelin davetiyesi kadar rezil, iğrenç, yüz karası, lanet olası, ırkçı, cinsiyet ayrımcı, hakaret edici olanını görmedim. Davetiye açık açık erkeklere ‘‘köpek’’ diyor. Davetiyenin üzerine basılı resimde masum masum oturan bir beyaz kedi var. Çevresini altı kara köpek sarmış. Fotoğrafın altında da ‘‘is-te-mi-yo-rum’’ yazısı... Ve üstüne üstlük bu davetiye yalnızca kadınlara değil erkeklere de gönderiliyor. İşin daha da trajikomik yanı, bu davetiyeyi alan erkeklerden bazıları kendilerine yapılan hakareti kabul edercesine tıpış tıpış panelin yolunu tutuyor.Gerçi Zeynep Güven’in haberinden okuduğum kadarıyla, yapılan hakareti sindirip, panele panelist olarak katılan erkeklerden psikolog Emre Kongar, konuşmasının başında, bugüne kadar hemen hemen her türlü psikolojik vakayla karşılaştığını, ancak cinsel tacizden kendisine şikayette bulunan birisinin olmadığını belirterek zokayı yutmadığı izlenimi verse de, hemen ardından ‘‘Belki de çalışanlar cinsel tacizi iş yaşamının bir gereği, doğal bir parçası olarak kabul ediyorlar’’, diyerek oltaya balıklama atlıyor. Kadınların cinsel taciz olarak adlandırılan davranışlardan belki abartıldığı kadar rahatsız olmadıkları da olası bir seçenek değil mi? Ya da cinsel tacizin, yaygın inancın aksine o kadar yaygın olmadığı seçeneğine neden deyinilmiyor?Anlayış fukaraları hemen itiraz etmesin, cinsel tacizde bulunan erkekler yok demiyorum. Ama abartıldığı kadar yaygın olduğuna inanmıyorum. Aksine, asıl cinsel tacizin, bu pop feminist cinsel taciz yaygarasından başka bir şey olmadığnı düşünüyorum. Kanıtı da işte bu davetiye. Bu davetiyedeki küfür kadar karşı cinsi taciz eden başka bir toplu cinsel taciz vakası hatırlamıyorum. Her fırsatta erkek egemen olmakla suçladıkları yargının bu açık hakaret hakkında bir işlemde bulunmamasını da, yargının erkek egemen olmadığının kanıtı olarak sunuyorum.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Ben size köpek

27 Ağustos 1997
Adı İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği. Uğraş alanının, son yıllarda çok moda olan İnsan Kaynakları Yönetimi olduğunu sanıyorsunuz değil mi? Siz öyle sanmaya devam edin.Adı geçen dernek geçtiğimiz hafta bir panel düzenledi. Panelin konusu kulağa hoş geliyor; ‘‘Cinsel Tacizin Tanımı ve İş Dünyasına Yansıması’’... Cinsel taciz kavramının pop feministlerce dejenere edilip, Amerikalıların başına bela olmasına ve yarattığı kavram karmaşasıyla Türkiye’yi de tehdit eden boyutlara yaklaşmasına bakarsanız yerinde bir konu seçimi gibi gözüküyor. Ama tabii konunun pop feminist söyleme kayacağı önceden belliydi. Zeynep Güven’in Hürriyet gazetesinde yayınlanan 21 Ağustos tarihli haberini okuyunca da aynen öyle olduğu anlaşılıyor.Aslında İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği’nin şirin görünüşlü konu seçimine kanmayıp, panel için hazırlamış olduğu davetiyeye bakarsanız böyle bir konu seçmiş olmalarının ardındaki, cinsiyet ayrımcı karanlık niyeti de hemen anlıyorsunuz. Çok davetiye gördüm ama bu panelin davetiyesi kadar rezil, iğrenç, yüz karası, lanet olası, ırkçı, cinsiyet ayrımcı, hakaret edici olanını görmedim. Davetiye açık açık erkeklere ‘‘köpek’’ diyor. Davetiyenin üzerine basılı resimde masum masum oturan bir beyaz kedi var. Çevresini altı kara köpek sarmış. Fotoğrafın altında da ‘‘is-te-mi-yo-rum’’ yazısı... Ve üstüne üstlük bu davetiye yalnızca kadınlara değil erkeklere de gönderiliyor. İşin daha da trajikomik yanı, bu davetiyeyi alan erkeklerden bazıları kendilerine yapılan hakareti kabul edercesine tıpış tıpış panelin yolunu tutuyor.Gerçi Zeynep Güven’in haberinden okuduğum kadarıyla, yapılan hakareti sindirip, panele panelist olarak katılan erkeklerden psikolog Emre Kongar, konuşmasının başında, bugüne kadar hemen hemen her türlü psikolojik vakayla karşılaştığını, ancak cinsel tacizden kendisine şikayette bulunan birisinin olmadığını belirterek zokayı yutmadığı izlenimi verse de, hemen ardından ‘‘Belki de çalışanlar cinsel tacizi iş yaşamının bir gereği, doğal bir parçası olarak kabul ediyorlar’’, diyerek oltaya balıklama atlıyor. Kadınların cinsel taciz olarak adlandırılan davranışlardan belki abartıldığı kadar rahatsız olmadıkları da olası bir seçenek değil mi? Ya da cinsel tacizin, yaygın inancın aksine o kadar yaygın olmadığı seçeneğine neden deyinilmiyor?Anlayış fukaraları hemen itiraz etmesin, cinsel tacizde bulunan erkekler yok demiyorum. Ama abartıldığı kadar yaygın olduğuna inanmıyorum. Aksine, asıl cinsel tacizin, bu pop feminist cinsel taciz yaygarasından başka bir şey olmadığnı düşünüyorum. Kanıtı da işte bu davetiye. Bu davetiyedeki küfür kadar karşı cinsi taciz eden başka bir toplu cinsel taciz vakası hatırlamıyorum. Her fırsatta erkek egemen olmakla suçladıkları yargının bu açık hakaret hakkında bir işlemde bulunmamasını da, yargının erkek egemen olmadığının kanıtı olarak sunuyorum.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Bira oyunu

27 Ağustos 1997
Geçtiğimiz gün, bir yemekte, Tulane Üniversitesi, Freeman School of Business'dan Doç. Dr. Yasemin Aksoy'la tanıştım. Boğaziçi Üniversitesi ve System Dynamics Society işbirliğiyle, TÜBİTAK'ın sponsorluğunda düzenlenen ‘‘Uluslararası Sistem Dinamiği'' konferansına katılmak için İstanbul'daydı. Heyecanlı heyecanlı ‘‘Supply Chain Managment (Arz Zinciri Yönetimi)'' isimli bir konudan bahsediyordu.ABD şirketlerinde en son moda, Arz Zinciri Yönetimi'ymiş. Bazıları işi, ‘‘bu yönetimi bilmeyen yaşamasın'' demeye kadar götürüyormuş. Aksoy'a göre Arz Zinciri Yönetimi önümüzdeki aylarda Türk şirketlerince de yaygın olarak kullanılmaya başlanacak, son birkaç yıldır moda olan Toplam Kalite Yönetimi'ni bile sollayacakmış.Konu biraz İnternet dışında gibi mi geldi? Hiç merak etmeyin. Aklınıza hayalinize gelebilecek herşeyin, İnternet kapsamına da gireceğini biliyor olmalısınız. Yönetim sistemlerinden, ilgi alanlarınızı gıdıklamayacak denli uzak olsanız bile bu yazıyı okumaya devam etmenizi öneririm.Dr. Aksoy'un makalelerinin sayısız akademik yayında yayınlanmış olmasına, Tulane Üniversitesi Arz Zinciri Yönetimi Konsorsiyumu'nun yöneticisi olmasına kanıp, sıkılmaya kalkışmayın. Dr. Aksoy'un, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen konferansta yapmış olduğu konuşmanın konusu bir oyundu. Evet, yanlış duymadınız, bir oyun...Oyunun adı, ‘‘Bira Oyunu''... Duymamış olabilirsiniz ama oldukça eski bir oyun. Geçmişi, Sistem Dinamiği çalışmalarının ilk günlerine kadar uzanıyor. Yaklaşık otuz yıldır, dünyanın dört bir yanında, öğrencilerden dev şirketlerin yönetim kurulu üyelerine kadar uzanan geniş bir kitle tarafından oynanmakta. Günümüz dünya devlerini yönetenlerin hemen hepsi sistem dinamiği, düşünme biçimi ve idaresini bu oyun sayesinde kavramışlar.Doç. Dr. Yasemin Aksoy'un konferanstaki konuşması da işte bu ‘‘Bira Oyunu''nun ‘‘Arz Zinciri Yönetimi''ne nasıl uygulanacağını anlatıyordu.Nasıl, ilginizi çekti mi? Ne yazık ki Dr. Aksoy'un konuşması geride kaldı, dinleme fırsatınız kalmadı. Beni suçlamayın, hiç daha önceden haberim olsa bu bilgiyi sizlerle iki üç hafta öncesinden paylaşmaz mıydım? Ama çok merak ediyorsanız, 3-4 Nisan 1998 tarihinde New Orleans'da düzenlenecek olan ‘‘Tulane Konsorsiyumu Arz Zinciri Yönetimi Konferansı''na katılabilirsiniz. Ayrıntılı bilgiyi Dr. Aksoy'un Ağ sayfasından (http://129.81.234.19/ faculty/yaksoy/yaksoy.htm) edinebilir, e-posta ile kendisiyle haberleşebilirsiniz.Bakın az kaldı unutuyordum. ‘‘Bira Oyunu''nun bilgisayarda oynanmak üzere hazırlanmış yazılımını İnternet üzerinden kopyalayabilirsiniz. Ama acele edin, oyunu yüklemek ‘97 sonuna kadar serbest. Adresi mi; http://www.iems.nwu.edu/ ~Elevi/prolog/beergame/Bu kıyağımı unutmayın...yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Ben size köpek

26 Ağustos 1997
Adı İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği. Uğraş alanının, son yıllarda çok moda olan İnsan Kaynakları Yönetimi olduğunu sanıyorsunuz değil mi? Siz öyle sanmaya devam edin.Adı geçen dernek geçtiğimiz hafta bir panel düzenledi. Panelin konusu kulağa hoş geliyor; ‘‘Cinsel Tacizin Tanımı ve İş Dünyasına Yansıması’’... Cinsel taciz kavramının pop feministlerce dejenere edilip, Amerikalıların başına bela olmasına ve yarattığı kavram karmaşasıyla Türkiye’yi de tehdit eden boyutlara yaklaşmasına bakarsanız yerinde bir konu seçimi gibi gözüküyor. Ama tabii konunun pop feminist söyleme kayacağı önceden belliydi. Zeynep Güven’in Hürriyet gazetesinde yayınlanan 21 Ağustos tarihli haberini okuyunca da aynen öyle olduğu anlaşılıyor.Aslında İnsan Kaynakları Yönetimi Derneği’nin şirin görünüşlü konu seçimine kanmayıp, panel için hazırlamış olduğu davetiyeye bakarsanız böyle bir konu seçmiş olmalarının ardındaki, cinsiyet ayrımcı karanlık niyeti de hemen anlıyorsunuz. Çok davetiye gördüm ama bu panelin davetiyesi kadar rezil, iğrenç, yüz karası, lanet olası, ırkçı, cinsiyet ayrımcı, hakaret edici olanını görmedim. Davetiye açık açık erkeklere ‘‘köpek’’ diyor. Davetiyenin üzerine basılı resimde masum masum oturan bir beyaz kedi var. Çevresini altı kara köpek sarmış. Fotoğrafın altında da ‘‘is-te-mi-yo-rum’’ yazısı... Ve üstüne üstlük bu davetiye yalnızca kadınlara değil erkeklere de gönderiliyor. İşin daha da trajikomik yanı, bu davetiyeyi alan erkeklerden bazıları kendilerine yapılan hakareti kabul edercesine tıpış tıpış panelin yolunu tutuyor.Gerçi Zeynep Güven’in haberinden okuduğum kadarıyla, yapılan hakareti sindirip, panele panelist olarak katılan erkeklerden psikolog Emre Kongar, konuşmasının başında, bugüne kadar hemen hemen her türlü psikolojik vakayla karşılaştığını, ancak cinsel tacizden kendisine şikayette bulunan birisinin olmadığını belirterek zokayı yutmadığı izlenimi verse de, hemen ardından ‘‘Belki de çalışanlar cinsel tacizi iş yaşamının bir gereği, doğal bir parçası olarak kabul ediyorlar’’, diyerek oltaya balıklama atlıyor. Kadınların cinsel taciz olarak adlandırılan davranışlardan belki abartıldığı kadar rahatsız olmadıkları da olası bir seçenek değil mi? Ya da cinsel tacizin, yaygın inancın aksine o kadar yaygın olmadığı seçeneğine neden deyinilmiyor?Anlayış fukaraları hemen itiraz etmesin, cinsel tacizde bulunan erkekler yok demiyorum. Ama abartıldığı kadar yaygın olduğuna inanmıyorum. Aksine, asıl cinsel tacizin, bu pop feminist cinsel taciz yaygarasından başka bir şey olmadığnı düşünüyorum. Kanıtı da işte bu davetiye. Bu davetiyedeki küfür kadar karşı cinsi taciz eden başka bir toplu cinsel taciz vakası hatırlamıyorum. Her fırsatta erkek egemen olmakla suçladıkları yargının bu açık hakaret hakkında bir işlemde bulunmamasını da, yargının erkek egemen olmadığının kanıtı olarak sunuyorum.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Bastır Mesut

21 Ağustos 1997
Kulaklarıma inanamadım... Bilgisayarımın başında İnternet’e bağlanmış, haber gruplarını tarıyor, bir yandan da diğer odada açık bıraktığım televizyondan ‘‘Eğitimde Çağı Yakalama 2000’’ projesini anlatan Mesut Yılmaz’ı dinliyordum. Duyduklarım karşısında bir an için rüyadayım sandım. Bir başbakan, Türkiye’nin başbakanı ‘‘İnternet’’ten ve öneminden bahsediyordu. Can kulağıyla dinlemeye devam ettim. Hayır, rüya değildi. Mesut Yılmaz üstüne basa basa, tekrar tekrar İnternet’ten ve Bilgi Çağı’ndan söz ediyordu. Evet sonunda bir parti başkanı, daha da ötesi bir başbakan İnternet’in önemini kavramış, Bilgi Çağı’na susamış kitlenin sesine kulak veriyordu. Bu, sayıları her geçen gün katlanarak büyüyen İnternet kullanıcılarının bir zaferiydi.Dört yıl önce İnternet’le ilk tanıştığım günü hatırladım. Üç yıl önce, İnternet’e kör topal ilk kez evden bağlandığım güne geri gittim. İki yıl önce Ertuğrul Özkök’ün, Türkiye’deki hiçbir gazetenin genel yayın yönetmeninden beklenmeyecek bir öngörüyle İnternet’e koca bir sayfa ayırdığı günde yaşamış olduğum sevinci tekrar yaşadım. Ve o sayfanın yayınlanmaya başladığı günden beri, Hürriyet’in kısa dönemli çıkarlarına ters düşen fikirlerimi bile başka hiçbir gazetede olamayacağım kadar özgür yazabildiğim bu köşede, İnternet kullanıcılarıyla omuz omuza yaptığımız mücadelelerin boşa gitmemiş olduğunun bu canlı kanıtıyla sarhoş oldum.Muhteşem Mesut’un bu konuşması, Türkiye’de yeni bir çağın başlangıcını simgeliyor. Yeni hükümeti, güvenoyu almasının hemen ardından yapmış olduğu telefon zamları nedeniyle eleştirdiğim ‘‘Çüşşşş!’’ başlıklı yazıda yazmış olduklarımı geri alıyorum. O yazıda ‘‘Zaten bundan sonra da Türk Telekom’u değil, siyasi otoriteyi muhatap alacağız. Türkiye’ye Bilgi Çağı’nın yolunu açacak icraatleri hükümetten talep edip, yerine getirmezlerse siyasi otoriteden hesap soracağız. Bu hükümet de taleplerimize cevap vermezse, sırada denenmemiş Deniz Baykal var. Bilgi Çağı’na susamış kitlenin gücünü hafife almasınlar’’, yazmıştım. Mesut Yılmaz, Deniz Baykal’dan hızlı çıktı. Şimdi Baykal’a hacet bırakmaması için yapması gereken bu sözlerinin boş vaatler olmadığını, yapacağı icraatlerle kanıtlamak.Muhteşem Mesut, konuşmasında, ‘‘Eğitimde Çağı Yakalama 2000’’ projesi için gereken finansal kaynakların nerelerden sağlanacağını da açıkladı. Ama asıl kaynağı şimdilik unutmuş gözüküyor. Bu kaynağın nereden sağlanması gerektiğini 12 Nisan Cumartesi tarihli yazımızda ünlü teknoloji gurusu Nicholas Negroponte’ye atfen önermiştik; ‘‘Türk hükümeti marifetmiş gibi PTT’nin satışından elde edeceği geliri, bütçe açığını kapatmakta ve yüzde 100’ü aşan enflasyonla mücadelede kullanacağını söylüyor. Bu bana çok yanlış geliyor. Türk vatandaşları yıllardır kötü telefon servisi için çok yüksek fiyatlar ödüyor. Türk Telekom bugünkü piyasa değerini, büyük bir ölçüde, iyi ve sadık bir müşteri olan bu vatandaşlarına borçlu. Hükümetin hissedarları, telekomünikasyonun karortağı olarak bu vatandaşlar, TT’nin satışından elde edilecek gelir için daha iyi bir harcama planı hakediyorlar. Bu paranın en az yüzde 10’u, Türkiye’deki tüm okulları İnternet’e bağlamakta kullanılsın. En büyük doğal kaynağınız, okullardaki çocuklarınız. Onların bu tarihi satıştan hakları olduğu tartışılamaz’’.Haydi bastır Mesut!Geçmiş alaka not: Geçen hafta Intel işlemcilerindeki indirim bilgisayar fiyatlarına yansıyana kadar bilgisayar almayın demiştik. Gözlemlerimiz işlemci indirimlerinin bilgisayar fiyatlarına yansıdığını gösteriyor. Bu yüzden, koşun bilgisayar alın diyoruz.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Kıtır zampara

21 Ağustos 1997
Tam 12 yıllık ömrüm kalmış. Doktorum hatırlattı. Yok, bilincim yerinde. Bilincimi kaybetmeme daha en az 9 yıl varmış. Şimdi, maaşallah cin gibiyim. Kaç yıllık ömrümün kaldığını doktorumun hatırlatmasının nedeni, son üç yıldır kafamı bu konuya yormaktan vazgeçip ay, gün hesabı yapmayı bırakmam.Artık tek hedefim, büyük bir haz duyarak dolu dolu yaşamış olduğum hayatımdan edindiğim deneyimleri başyapıtım olacak bir kitapta toplamak. Doktoruma göre bunun için önümde yanlızca üç yılım kalmış. Yaklaşık iki yıl sonra yazı yazma kabiliyetimi hızla kaybetmeye başlayacak, bir yıl içersinde de tamamen kaybedecekmişim. Yani teorik olarak yazı yazmaya devam edebilecek olsam da, yazdıklarımın bir değeri kalmayacakmış.Okumakta olduğunuz bu köşe yazısı kitabım için bir başlangıç. Onca yıllık yaşantımı tek bir köşe yazısına sığdırmamı bekleyemezsiniz herhalde. Ama söz, siz bu yazıyı okurken ben kitabımın ilk bölümünü yazmış olacağım ve iki yıl içerisinde de bitireceğim. Yine de fazla heveslenmeyin, ben hayatta olduğum sürece kitabım yayınlanmayacak. Ölü adamların eserlerinin pirim yaptığının farkındayım. Bu yazıyı da, yaşarken yapmış olduğum bir promosyon olarak kabul edin.Promosyonumun etkili olması için de hayatımdan bir fragman sunayım. Ne de olsa -arada bir kazaya kurban gitmezsem- kitabımın basılmasına daha 12 yıl var. Merakınızın 12 yıl boyunca canlı kalabilmesi için şöyle sıkı bir şeyler yumurtlamalıyım.Size gerçek aşkın sırrını bulduğumu ve bu sırrı kitabımda aktaracağımı söylesem yeterli olur mu? Yok, hiç yalvarmaya kalkışmayın, ben hayatta olduğum sürece size huzur yok. Gerçek aşkın sırrını bulduğuma inanmıyor musunuz? O sizin sorununuz. Yine de sorun bir kendinize bakalım, kaç yıllık ömrünün kaldığını bilen bir adam, gerçek aşkın sırrına ulaşmamış olsa oturup böyle sakin sakin, huzur dolu bir yazı yazabilir miydi?Hadi size bir ipucu vereyim. Gerçek aşkın sırrına eren tek kişi ben değilim. Yalnızca ilkiyim.Hala uyanamadınız mı? Peki o zaman başka hangi konuda ilk olduğumu bir düşünün bakalım. Evet haklısınız, kolayca hatırlayabileceğiniz gibi o mucizevi aşı keşfedildiğinde ilk gönüllü ben olmuştum ve doktorlar da istemeye istemeye ilk aşıyı bana yapmışlardı. O yıllarda henüz 52 yaşında olduğumdan, daha yaşlı birine yapmak istemişlerdi ‘‘gençlik aşısı’’nı. Ama sonunda pes etmişler ve önceden söz verdikleri gibi ilk gönüllüye, yani bana yapmışlardı aşıyı.Bildiğiniz gibi buluş başarılıydı. O günden sonra zaman geriye doğru çalışmaya başladı benim için. Her geçen yıl bir yıl gençleştim. Ve şimdi 12 yaşındayım. Önümde 12 yılım daha var. Benden sonra aşı olanların hepsi 52 yaşından büyüktü, bu yüzden de hepsi benden sonra ölecek. Bir kaç yıl uğruna aşı olmayı erteleyip, ölenlerin trajik sonunu düşünüyorum da... Genç yaşta aşı olduğum için hiç de pişmanlık duymuyorum. Hâlâ çözemediniz mi aşkın sırrını? Peki bir ipucu daha; gerçek aşkın sırrını keşfetmem ikinci 40’lı yaşlarıma rastlıyor. Sevgili eşimin de aşı olmaya karar verdiği 53. yaşgünüydü. İkinci 30 yaşımda ortak bir kararla boşandık. İkinci 20’li yıllarımda ne denli hızlı bir hayat yaşadığımı varın siz tahmin edin. Ayrıntıları da artık kitabımda okursunuz.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku

Bilgisayar almayın

14 Ağustos 1997
Bu köşeden ilk kez bu tür bir çağrı yapıyoruz. Bugüne kadar hep bilgisayarın, İnternet’in, bilgisayarlı ve İnternet’li yaşamın yararlarından, avantajlarından söz ettik, herkesi bütçesi elverdiğince bu teknolojilerden yararlanmaya davet ettik. İnsanları bilgisayar ve İnternet kullanmaya özendirerek, Türk bilgisayar pazarının büyümesine katkıda bulunmaya çalıştık.Şimdi, okuyucularımıza aman bilgisayar almayın diyoruz. En azından bir süre, bilgisayar fiyatları ucuzlayıncaya dek...Nedeniyse, yandaki sütunlarda aktardığımız haber. Habere göre bilgisayar işlemcisi pazarında tekel kuran Intel, Ağustos ayı içersinde büyük bir indirime gidecekmiş. Intel firması, tekel olmasının verdiği avantajla asıl fiyatının dört katına sattığı işlemcilerini bir süre için iki katı fiyata satacakmış. Bunun nedeni de Intel’in kendi şapşalca pazarlama stratejisiymiş. Intel işlemcilerinde yaşanacak ucuzluk, doğal olarak bilgisayar fiyatlarına da yansıyacak ve ucuzlamasına yol açacakmış.Şimdi doğal olarak bu ucuzluğun Türkiye’ye de yansıyacağını beklersiniz, değil mi? Siz öyle sanın. Bugüne kadar gözlemlediklerimizden edindiğimiz izlenim hiç de öyle olmayacağını söylüyor. Çünkü bilgisayar donanımı üreticileri Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerini, yolunacak son kaz olarak görüyorlar. Bu yüzden de, dünya piyasalarındaki ucuzluklar, Türkiye’ye birkaç ay gecikmeyle yanısayabiliyor.Dileriz Intel farklı çıkar ve Türkiye’deki fiyatlarını da ABD’deki fiyatlarıyla aynı anda düşürür. Ama eğer düşürmezse, düşürene kadar sakın bilgisayar satın almayın.Bu arada, Ziff Davis yazarı Jesse Berst’in bir başka yorumuna da değinmeden edemeyeceğim. Berst, bilgisayar kullanıcılarının Windows işletim sistemiyle tekel kuran Microsoft’a gıcık kaptıklarına ama Intel’in tekelinin farkında olmadıklarına dikkat çekiyor. Halbuki Windows ‘95’in piyasada satılan kişisel bilgisayarların fiyatına etkisi 35 dolar civarında. Intel işlemcilerin kişisel bilgisayarların fiyatı içindeki payı ise ortalama 350 dolar. Yani Microsoft’un bilgisayar maliyetlerine getirdiği yükün tam 10 katı.İnsanların neye gıcık kapıp kapmayacağı belli olmuyor. Şimdi ister misiniz, bu yazım yüzünden Türkiye’deki bilgisayar üreticileri Intel yerine bana gıcık kapsınlar?..Yazı altı az alaka: Geçtiğimiz haftalarda, TRT’de Konuşa Konuşa adlı programda İnternet’in tartışılacağını duyurmuş, ancak program hükümetin kurulma çalışmaları yüzünden son anda yayından kaldırılmış, biz de ertesi hafta programın henüz belli olmayan bir tarihte banttan yayınlanacağını yazmıştık. Tarih ve saat belli oldu; 14 Ağustos Perşembe günü TRT 1’de saat 22:00’da... Mutlaka izleyin.yurtsan@ibm.net
Yazının Devamını Oku