Yurtsan Atakan

İyimserler kötümserler

21 Haziran 1998
Genç iyimserdir, büyür, okur, bilgilenir kötümserleşir. Entellikten entellektüelliğe geçiş için gücü yoksa kötümser kalır, varsa tekrar iyimserliğe doğru yola çıkar.‘‘İyimserlik’’, diyor ABD'li yazar Ambroce Bierce, ‘‘Çirkin olanlar da dahil olmak üzere herşeyin güzel olduğuna dair bir doktrin ya da inançtır’’.İngiliz filozof F. H. Bradley ise iskeleden yaklaşıyor iyimserliğe, ‘‘Dünya: olabilecek dünyalar içinde en iyisi, ve içindeki herşey de gerekli kötülükler’’.İtalyan siyaset teorisyeni Antonio Gramsci kötümserliği zekaya, iyimserliği ise erdeme bağlayanlardan, ‘‘Zekamdan dolayı kötümserim’’, diyor, ‘‘İrademden dolayı ise iyimser’’.ABD'li şair Carl Sandburg'un New York Post gazetesinde yayınlanan, 1960'ların ABD'si için sarf ettiği sözler, son 50 yılın Türkiye'si için söylenmiş gibi, ‘‘İçinde bulunduğumuz dönemde, insanın sabah uyanıp, gözünü açabilmesi için iyimser olmaktan başka bir seçeneği yok’’. Şair kafiyesiz diye eklemeyi unutmuş olabilir, biz tamamlayalım lafın gidişatını; tabii eğer mazoşist değilse.Lafa girmişken, hemen çıkmayalım. Ağzı olan konuşuyorsa, bizim dilimiz kel mi? Kötümserin çelişkisi, yarısı boş dediği bardağa ‘‘bir fırsatını bulsam da şu yarım bardak suyu mideye indirsem’’, diye yan gözle bakmasındadır.Kötümserlere salvo, James Baldwin'den geliyor, ‘‘Kötümserler, ne kendilerine ne de başkalarına hayrı olmayanlardır. Bunlar insan ırkına saygı duymaz, kendilerini diğer insanlardan üstün görürler’’.İngiliz yazar Thomas Hardy ise, kötümserlerle arası iyi olan tayfadan, ‘‘Kötümserlik... özetle kazanan takıma oynamaktır. Kötümser olursanız kaybetme olasılığınız yoktur, ama kazanabilirsiniz. Hayatta düş kırıklığına uğramamanın tek ve en emin yoludur. En kötü şartlarda ne yapacağınızı düşünürseniz, daha iyi koşullar gelirse (ki çoğu zaman gelir), yaşam savaşıyla başa çıkmak çocuk oyuncağına dönüşür’’.Mark Twain her zamanki gibi alaycı yaklaşmış iyimserlik ve kötümserlik mevzuuna, ‘‘Genç bir kötümserden daha acıklı tek manzara yaşlı bir iyimserdir’’, diyor, iflah olmaz bir kötümserlikle.Bu sıraladıklarımızın hepsi çoktan toprak olmuşların mirası laflar. Ölmüş toprakların üzerinde yeşeren yeni kuşak iyimser ideolojinin en ateşli savunucularından Wired dergisinin, geçtiğimiz yıl bu aydan bir sonraki sayısının kapağını, gülen bir Dünya resmi süslüyor. Beyinlerinin saati 68'de durmuş entellerimizin rağbet etmediği, entellektüelizmin son kalesi derginin kapağında bir de spot var; ‘‘Dünyayı, bundan sonraki 25 yıl boyunca bolluk, özgürlük ve daha iyi çevre koşullarının hakim olduğu bir dönem bekliyor’’, diyor ve soruyor, ‘‘Bu durum kıçınıza mı batıyor?’’yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Anlayış farklı zihniyet farklı

14 Haziran 1998
Banka reklamında dedikleri gibi ‘‘anlayış farklı, zihniyet farklı’’...İnternet farklı bir ortam. Anlayabilmek için anlayışın da, zihniyetin de farklı olması gerekiyor. İnternet'i geçmiş alışkanlıklardan, geçmiş değerlendirmelerden, geçmiş deneyimlerden gelen bir anlayış ve zihniyetle değerlendirip, buna göre hareket edenler her daim çuvallamaya mahkum. İnternet'i anlayabilmek için, en başta katı inançlardan kurtulmak, ve İnternet'i kendi doğası içinde değerlendirip, algılamak gerekiyor.İster sıradan bir İnternet kullanıcısı olun, ister İnternet üzerinde içerik sağlama çabasında bir amatör ya da profesyonel, isterse İnternet'in yaygınlaştırılmasını, altyapısının sağlamlaştırılmasını amaç edinmiş malum kurulun üyesi. Eğer kemikleşmiş anlayış ve zihniyetinizden kurtulamaz, İnternet'in kendine has doğasını kavrayamazsanız, ne sıradan bir kullanıcı olarak İnternet üzerinde aradığınız bilgiyi bulabilirsiniz, ne içerik sağlayıcı olarak kitleleri kendine çeken bir sayfa kurabilirsiniz, ne de malum kurul üyesi olarak olumlu bir işe imza atabilirsiniz.Malum kurulun, kurulduğu günden bu yana aylar geçmesine rağmen ‘‘İnternet Haftası’’ kutlamaktan başka bir iş yapamamasının nedeni de budur. Çünkü bu kurulun yarıya yakın üyesi, anlayışı ve zihniyeti İnternet'i kavramaya elvermeyen kişilerden oluşmuştur. Ve ne yazık ki, İnternet'in gerçek doğasını kavrayacak anlayış ve zihniyete sahip olan üyelerin güçleri bunlara yetememektedir.İnternet'in en önemli özelliği, bugüne kadar hiçbir ortamda rastlanmayan derecedeki açık yapısıdır. Evet İnternet üzerinde de, şifrelerle girilen kapalı kapılara sahip siteler mevcuttur. Ancak bu sitelerin ziyaretçi sayısı da malumdur. Örneğin İnternet'in doğasını kavramaktan aciz New York Times, zamanında paralı abone sistemiyle kullanıma açtığı sitesini, para ödeyip abone olan kerizleri gücendirmeden nasıl açık bir yapıya kavuşturabileceğinin yollarını aramaktadır. Malum kurulun anlayışı farklı, zihniyeti farklı kimi üyeleri de toplantılarını açık bir yapıya kavuşturmamakta direnmektedir.İnternet yayıncılığı ne gazete, ne radyo, ne de televizyon yayıncılığına benzer. İnternet yayıncılığının en önemli özelliği bilgilerin anında güncellenebilmesine izin vermesidir. Bu özellik diğer medyanın, yeterince sahip olmadığı bir özelliktir. Malum kurulun, malum zihniyeti tarafından yayınlanan Malum Kurul İnternet sitesinde ise malum kurul toplanıtılarının tutanakları aradan aylar geçtikten sonra yayınlanmaktadır. Kendi sitelerini bile, İnternet'in sağladığı olanaklardan faydalanmayı bilerek hazırlamaktan aciz bir kurulun İnternet için ne yapabileceği kuşkulu bile değildir.Mevcut teknoloji, bu tip toplantıların İnternet üzerinden canlı olarak yayınlanmasına izin vermektedir. Ancak malum kurul bırakın bu teknolojiyi kullanmayı, bu teknolojinin, kullanmayı bilen başkaları tarafından kullanılabilmesini olanaklı kılacak altyapıyı kuracak adımları bile altı aydır atamamıştır.Türkiye yıllardır vizyonsuz siyasetçilerden çekti. Şimdi tam da Necdet Menzir gibi vizyon sahibi bir bakan bulmuşken, böylesine bir fırsatın, kendisine anlayışı paslı, zihniyeti ağlı üyeleri öneren aklı evveller yüzünden tepiliyor olması yazıktır.Tükürüklü not: Bir gazeteci olarak İnternet Üst Kurulu'na üye olmak gibi bir talebim olamayacağını yine bu sütunda açık, seçik yazmışken, üye seçilmek için Üst Kurul'u eleştirdiğim yönünde etrafta dedikodu yapan kocakarı kılıklıların suratına, benim namıma tükürebilirsiniz.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Amanın... Amanın...

14 Haziran 1998
Amanın, yandık, gözü dönmüş kadınlar geliyor.Televizyonlarda oynayan yerli diziler arasında, düzenli olarak takip ettiğim, tek bir programını dahi kaçırsam karalar bağladığım tek dizi olan Tatlı Kaçıklar'ın dahi yazarı Kemal Kenan Ergen'in deyimi, muhteşem karakter Tarumar'ın söylemiyle ‘‘Ohara’’ adlı ilaç hakkında yazı yazma ihtiyacı doğuracak hiçbir nedenim yoktu ama mucize ilaç ‘‘Viagra’’nın kız kardeşi orgazm hapı hakkında yazmak için nedenim çok.Ünlü ilaç üreticisi Pfizer tarafından gerçekleştirilen bir aylık denemelerden yüzünün akıyla çıkan orgazm hapının, kadınları ömürleri boyunca birer seks makinesine dönüştüreceği söyleniyor. The Sunday Times'ın haberine göre yeni ilaç, tıpkı erkek kardeşi ‘‘Viagra’’ gibi erojen bölgelerdeki kan dolaşımını artırıyor ve bu bölgelerdeki dokunun duyarlılığını artırıyor.Haberde Viagra'nın kızkardeşine ne isim verildiği belirtilmiyor. Ancak yeni orgazm hapının apartman dairelerinden yükselecek orgazm çığlıklarının desibeli üzerinde yapacağı olası etkiyi düşünürsek, dişi Viagra'ya ‘‘Yaygara’’ adını takmamız yerinde olur sanırım.Aslına bakılırsa Yaygara'nın da, Viagra satışlarını yükseltmek için icat edildiği konusunda ciddi şüphelerim var. Yıllardır karşılarında orgazm taklidi yapan kadınlar bulmaya alışık erkeklerimizin, Yaygara alıp yaygara koparan bir kadınla karşılaştıklarında küçük dillerini yutup, yutacakları hapı düşünürseniz, şüphelerimin ciddiyet derecesini daha iyi anlayabilirsiniz. Hala ikna olmadınızsa, Yaygara'nın gücüne kapılıp yaygarakolik olan kadınların yaygara gücüyle başa çıkabilmek, Viagra'sız kaç erkeğin harcı sorarım size.Bir diğer ciddi şüphemse, Viagra'nın icat edilmesinin, Yaygara'nın icat edilmesini şart kıldığı ve orgazm hapının kadınları mağdur durumda bırakmamak için feministlerin baskısıyla alel acele icat edildiği yönünde. Düşünün hele, ‘‘Tecavüz kaçınılmazsa, zevk almaya bak’’ diyor duvaryazarı atalarımız. Eh, Viagra çıkıp da mertlik bozulunca, mahallenin güzelinin açık penceresine ulaşmak için duvara tırmanan erkeklerimizin sayısının artması, beklenmesi gerekir bir gelişme. Beyaz atlı prensini beklerken, karşısında yağız, arsız delikanlısını bulan; kopardığı yaygaraya Hızır yerine Hıdır yetişen mağduremiz ne yapsın? Yapacağı tek şey, atalarımızın sözüne kulak verip, yanında her daim hazır ve de nazır bulundurduğu Yaygara'sını yutmak ve tecavüzün yeni nesil orgazmlısını tatmak.Amanın, amanın... Güven olmaz bu gavur icatlarına. Biz yine dayanalım dedemizden kalma padişah macunlarına... Kadınlar mı, onları da yine orgazm fukarası pop-feministler düşünsün.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Yaşasın nükleer enerji

7 Haziran 1998
Geçtiğimiz Cuma günü, 5 Haziran Dünya Çevre Günü'ydü. TEMA ve birkaç gerçek çevreci grup dışında, Türkiye'deki çevrecilik bilincinin, her yıl olduğu gibi, kulaktan dolma bilgilere inanan ilkel bir dinin kör inaçlarına benzer inançlardan öteye gitmediğini gözledik. Sokaklarda Aczimendiler gibi gezinen bu çevreci tarikat üyelerinin, kör inançlarından en zararlısı olan nükleer enerjiye ‘‘tu kaka’’ gözüyle bakma saplantısının da artarak devam ettiğine şahit olduk.Bu batıl inancın daha da derinlere kök salmasında, Hindistan ve Pakistan tarafından geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen nükleer denemelerin de büyük etkisi oldu kuşkusuz. Hindistan ve Pakistan nükleer deneme yaptı, kabak yine Türkiye'nin başında patladı. Çevre dostu, en güvenli enerji kaynaklarından biri olan nükleer enerjiye sahip olma sürecimizin önüne dikili duran engeller, daha da yükseldi.Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden, kitle imha silahları olarak tanımlanan nükleer, kimayasal ve biyolojik silahlar ve bunları gönderme araçları olan balistik füzelerin yayılmasının önlenmesi konularında araştırmalar yapan kuruluşlarda çalışmış ve bu konularda akademik makaleleri olan Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu gönderdiği e-posta mesajında son nükleer denemelerin Türkiye üzerindeki etkilerini özetliyor. Son denemelerin, Türkiye'nin giderek artan enerji açığına çare olarak düşünülen nükleer enerji tesislerinin kurulma çabalarında yaşanan zorlukları daha da ağırlaştırdığına dikkat çeken Kibaroğlu, bu zorlukları Türkiye'nin nükleer enerjiye kavuşma çabalarının tarihi süreci içerisinde inceliyor:‘‘İlk olarak 1967 yılında planlanan ve Türkiye'de kurulması düşünülen nükleer tesisler, bir dizi teknik ve mali imkansızlıklar, planlama eksiklikleri ve iç politikada yaşanan sorunlardan başka, ve hepsinden daha önemli olarak, ABD yönetimlerinin Türkiye tarafından kazanılacak nükleer imkan ve kabiliyetlerinin ‘bir sekilde' nükleer silah yapma yolunda ilerleyen Pakistan'ın bu çabalarına katkısı olacağı kaygısıyla gerçek anlamda engellenmiştir. Türkiye benzer teknik, mali ve siyasi sorunlara karşın büyük projeler gercekleştirmiş olmasına rağmen, onlara kıyasla çok daha az yatırım (1 ya da 1.5 milyar dolar) gerektiren nükleer tesisler asıl başka sebeplerden dolayı kurulamamıştır. Türkiye ile Pakistan arasında yaşanan ‘benzersiz dostluk' ilişkileri 1980'li yıllarda Kenan Evren ve Ziya ül-Hak yönetimleri döneminde çok sıkılaşmış ve buna bağlı olarak özellikle ABD'de kaygılar çok daha büyük oranlarda artmıştır. Gizli ilişki içinde olduğu iddia edilen Türkiye ve Pakistan'ın ‘can düşmanı' olan Yunanistan ve Hindistan’ın bu yönde söylentilerin çıkmasına ve yayılmasına ve nihayetinde ABD yönetiminin olumsuz ekilenmesine büyük katkıları olmuştur. Yakın geçmişte, bu gibi siyasi ya da diğer kaynaklı söylentiler azımsanamayacak kadar yoğun olmuştur ve ABD yönetiminin eski ve yeni bürokratları bunun etkilerini, şahsıma da ifade etmişlerdir. Türkiye bu yönde ‘tam açıklık' politikası izlemediği ve bunun gereklerini tam olarak yerine getirmediği takdirde nükleer tesisler kurulması bir hayalden öteye geçmeyecektir’’.Evet işin uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu durumu böyle özetliyor. Çevreci tarikatı üyeleri kına yaksın.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

İnternet'te muhbir var

7 Haziran 1998
Masanızın üzerinde kullandığınız bilgisayarın aynı zamanda bir radyo vericisi görevi de gördüğünü biliyor muydunuz? Bilgisayar ekranınızdaki görüntü, ekranın ardındaki elektron tabancalarından ekrana gönderilen, elektromanyetik sinyaller tarafından yaratılıyor. Yani özel olarak yapılmış, uygun bir alıcıyla ekranınıza gelen görüntüleri kilometrelerce uzaklıktan dikizlemek mümkün. Bir başka deyişle bilgisayarınızla yaptıklarınızın izlenmesi teorik olarak olası. Tabii her bilgisayarı izlemek için her köşeye bir dinleme bilgisayarı koymak pratikte pek mümkün olmasa da, bu gerçeği bilmenizde fayda var. Ali Emre Ersöz'ün Türkiye'nin ilk İnternet düşünce suçlusu ünvanını kazanmasına yol açan gelişmelere bakarsanız, yerin olduğu kadar İnternet'in de kulağı olduğundan emin olabilirsiniz.Kendi halinde bir lise öğrencisi olan Ali Emre Ersöz, geçtiğimiz Aralık ayında bir grup görme özürlünün belediye zabıta görevlileri tarafından sopaya çekilmesine aklı başında, milletini seven her vatandaş gibi tepki duymuş. Belediye görevlilerini polis sanan Ersöz tepkisini, TürkNoktaNet'in İnternet ortamındaki sohbet odalarında dile getirmiş. Ersöz'ün bir grup savunmasız, kör vatandaşı dövenlerin davranışını hayvanca olarak değerlendiren görüşü, sohbet odasına bağlanan bir muhbiri harekete geçirmiş ve ihbarda bulundurmuş. Terörle mücadele ekipleri Ersöz'ün evini basmış, olay mahkemeye intikal etmiş, mahkeme de Ersöz'ü 10 ay hapse mahkum etmiş. Aslına bakılırsa mahkeme çok haklı. Ne de olsa devletin güvenlik güçlerine, kimseyi dövme yetisi olmayan hayvan yakıştırması yapmak gerçekten büyük bir mantıksızlık örneği.Neyse, Ersöz'ün avukatı tarafından temyize götürüleceği açıklanan karar değil konumuz. Dememiz o ki İnternet'in öyle sonsuz demokrasi ortamı olduğunu söyleyenlere fazla kulak asmayın. İnternet yalnızca bir araç. Ve hiçbir araç da, yapılan eylemi meşru kılamaz. Konumuz Ersöz'ün eyleminin suç teşkil edip etmediği değil. İster evde, ister kahvede, ister sokakta, ister İnternet'te nerede olursanız olun, gerçekleştirdiğiniz eylemlerin tek bir sorumlusu var, o da sizsiniz.Ve eyleminizin herhangi bir devletin sınırları dahilinde suç teşkil edip etmeyeceğine dair kuşkunuz varsa, o eylemde bulunmayın. Ne ka ekmek o ka köfte... Ne ka demokratik devlet, o ka demokratik İnternet...Karamsar olmayan not: Zaman o kadar da kötü değil tabii ki. İnternet sonsuz demokrasi ortamı sağlamıyor ama eskisinden çok daha demokratik bir ortam sağladığından kimsenin kuşkusu olmasın. İnternet'in sağladığı demokratik özgürlüklerin sınırlarını keşfetmek ise size kalmış.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Sel alınca da El Ninyo

31 Mayıs 1998
Yağmur yağıyor, seller akıyor, Arap kızı camdan bakıyor...Yalnızca Arap kızı baksa iyi, ‘‘Su akar, Türk bakar’’ lafı da boşuna mı çıkmış?İyi ki bir El Ninyo çıktı da, mazeret hazır oldu. Aslına bakılırsa El Ninyo filan olmasa da mazeret hazırdı. İncelen ozon tabakası, Körfez Savaşı sırasında ateşe verilen petrol kuyuları, sera etkisi ve daha bir sürü etken aradıkça sırayla el atılabilecek mazeretlerden sadece bir kaçı. Bir sorun çözülmeden gündemden düşüyor, mazeret olarak yeni sorunlara sığınılıyor.En yağışlı mevsimlerden olan ilkbaharda biraz yağmur çiselese, yok efendim dünyanın çivisi çıkmış, mevsimler şaşırmış, iklimler değişmiş daha bir sürü kocakarı lakırdısı dolaşmaya başlıyor.Ama ne şehir planlamacılığından bahseden var, ne de erken uyarı sistemlerinden. Hayrettin Karaca Türkiye'de ekilebilecek toprağın zerresini bırakmayacak erozyona dikkat çekmek için feryat figan ‘‘Türkiye Çöl Olmasın’’ diye bağırırken, insanın gözü ‘‘Türkiye'den verilecek bir karış toprağımız yok’’ diyerek ucuz, popülist milliyetçiliğe sığınan politikacılarımızı arıyor. El Ninyo mu alıp götürüyor bu toprakları, kel neyin politikacılar mı?Okurlarımızdan Doç. Dr. Mikdat Kadıoğlu gönderdiği e-posta mesajında ‘‘Türkiye'de seller için hayali açıklamalar değil, bilimsel ve somut çalışmalar yapılmalıdır’’, diyor. Dünya üzerinde yağmurlar başladı başlayalı, nehir ve derelerin taşarak sellere neden olduğuna dikkat çeken Meteoroloji Mühendisi Kadıoğlu, ‘‘Seller sadece yağmur yağan yerlerde de görülmez. Günlük güneşlik olan bir yer, hatta çöller bile kilometrelerce öteden gelen sel sularının baskınına uğrayabilir’’, açıklamasını yapıyor.Son on yılda yaşadığımız çeşitli sel felaketlerini sıralayan Kadıoğlu, bu süre içinde değişen tek şeyin ‘‘El Ninyo’’ kelimesinin kullanıldığı değişen gazete başlıkları olduğunu belirterek, ekliyor: ‘‘Halbuki şimdiye kadarki sellerde rol oynayan tüm yağışlar, normal atmosferik sistemler tarafından oluşmuştur’’.Meteoroloji Mühendisi doçentin önerilerinden bazıları ise şöyle sıralanıyor: Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, nehirlerimizin kıyılarında otomatik ölçüm ve erken uyarı sistemleri kurulmalı; nehir ve dere yatakları imara açık tutulmamalı; şehirlerde yağmur suyunu tahliye edebilecek altyapı kurulmalı; selden önce, sel anında ve selden sonra halkın ne yapacağına dair eğitici broşürler dağıtılmalı.Önerilerinden ancak bazılarını sıralayabildiğim Doç. Dr. Kadıoğlu son olarak sormadan edemiyor, ‘‘Türkiye'de olup giden bu sellerle ilgili herhangi bir devlet yetkilisi veya ilgilisi, Türkiye'de tek olan, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği bölümündeki bilim adamlarına herhangi bir şey sordu veya danıştı mı?’’Sahi, danıştı mı?yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Aç kapını ben geldim

31 Mayıs 1998
Yan sütunlarda haberini de yaptık. İnternet Üst Kurulu'nun seçkin üyeleri, üç hafta önce bu köşeden yaptığımız toplantıların basına açık yapılması önerimizi benimsememiş. Yoksa benimsemiş mi? Veya yarım mı benimsemiş? Rivayet muhtelif. İnternet Üst Kurulu, kurulduğu ve İnternet Haftası kutlaması yapmaya karar vermekten başka dişe dokunur bir faaliyette bulunmadığı aylar boyunca, kapalı kapılar ardında toplandığından, toplantılarda ne konuşulduğu hakkında aldığımız haberler de birbirini tutmuyor.Kimi kurul üyeleri herhangi bir kararın alınmadığını söylerlerken, kimileri kurul toplantılarının başında, basına açık bir bölüm yapılması ve bu bölümün ardından basına kapalı oturuma geçilmesi yönünde karar alındığı inancında. Kimileri böylesine bir kararın toplantılara yeterince şeffaflık getireceğini savunurken, kimileri de toplantıların tamamının Anadolu Ajansı tarafından izlenmesinin eşitlik sağlayacağını savunuyor. Benim de aklım karıştıkça karışıyor. Toplantının başında yapılan göstermelik bir basına açık bölümle nasıl şeffaflık sağlanacak? Anadolu Ajansı'nın toplantıları kendimden daha yetkin bir gözle izleyeceğini neden kabul edeyim? Eşitlik ilkesinden bahseden bir kurumda neden tek bir gazeteden, tek bir bankadan temsilci var? Üniversite çevrelerinin İnternet konusunda kemikleşmiş isimleri kurulda temsil edilirken Mimar Sinan Üniversitesi, Yıldız Üniversitesi gibi İnternet konusunda çok başarılı işlere imza atmış üniversitelerden neden temsilci yok?Cevabını bir türlü bulamadığım, kimsenin de doyurucu bir açıklama getiremediği bu soruları bir kenara bırakıp, sözü Türk Nokta Net Genel Müdürü Ahmet Yürekli'nin konuyla ilgili mesajına bırakıyorum:‘‘İnternet Üst Kurulu'nun gerek yapısı, gerekse bugüne kadarki performansı açısından bizi hayal kırıklığına uğrattığını söyleyebilirim. Türkiye'yi İnternet'te hakettiği yere hızla getirmek iddiasıyla oluşturulan bu kurulun, ne yazık ki bu hedefini gerçekleştirebilecek ne bilgi birikimi, ne üyesi, ne de arkasında toplum desteği sağlanamamıştır.Şu gerçeği unutmamak gerekir: Devletin bir haberleşme teknolojisini denetleme ve yönlendirme çalışmaları hiçbir yerde hiçbir zaman kalıcı bir başarıya ulaşamamıştır. Nihai olarak bu teknolojilerin gelişimi, toplumun ihtiyaçları ve pazardaki rekabet tarafından belirlenir. Devletin Türk insanı için bu alanda yapabileceği en büyük iyilik, pazarda rekabeti teşvik etmektir. Bunun tam tersine bir tutum içinde kapalı kapılar ardında lisans --ki bize göre rekabeti sınırlayıcı bir engeldir--, devlet tekeli, yurt dışı erişimi denetleme yolları gibi konularda dünyada eşi benzeri olmayan uygulamaların tartışılmasının ne faydası, ne de uygulanma şansı vardır.Ağırlıklı olarak devlet kurumlarının konu hakkında yüzeysel olarak bilgilendirilmiş temsilcilerinden oluşan İnternet Üst Kurulu'nun toplantılarından, Türk insanının hayatında uzun süreli etki yapacak bir karar çıkmasını pek mümkün görmüyorum. Basının toplantılara alınmaması kararını da, kurul çalışmalarının kamuoyunu tatmin etmekten uzak olduğu gerçeğinin kurul tarafından da farkedilmiş olmasına bağlıyorum’’.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku

Dedi mi kodu mu

24 Mayıs 1998
Ortalık dedikodu kaynıyormuş. Tabii bu da bir dedikodu. Ama dedikodu bu, ağzı torba değil ki büzesin. Dedikodu olduğu için, haliyle bizim de kulağımıza erişiyor. Huyum kurusun, hakkımda bir dedikodu dolaşıyorsa, buna anlayacakları üslupta kulislerde fısıldanan cümlelerle değil, açık açık herkesin duyabileceği şekilde cevaplamayı düstur edinmişim. Ama merak etmeyin tüm bir sütunu da, dedikodulara cevap vermekle harcayacak değilim. Dedikoduyu fırsat bilip, Türkiye için çok önemli bulduğum bir konudaki düşüncelerimi aktaracağım.Efendim dedikodu şu; Bendiniz Ağ Bilgisayarları (Network Computer-NC) kampının borazanı kesilmişim. Bildiğiniz gibi bilgisayar dünyasında bir NC-PC savaşıdır gidiyor. Bilgisayar dünyasının dev şirketleri, bir süredir NC ve PC cephelerinde kamplaşıyor. NC'cilere göre gelecek Ağ Bilgisayarları'nda. Sloganları, ‘‘Bilgiişlem ağdır’’. Gerekçeleri ise; artık İnternet ve intranetler var, bu gelişkin ağlar üzerinde pahalı kişisel bilgisayarlara gerek yok, gelecek güçlerini bağlı oldukları ağ üzerindeki anabilgisayarlardan alan terminal gibi kullanılan NC'lerde. PC'cilere göre ise NC'ler hiçbir zaman başarılı olamayacak. Gerekçeleri; PC'ler güçlü aletler, bugün ve gelecekte bir bilgisayarın kendisinden beklenen işleri yapabilmesi için güçlü olması gerekiyor, üstelik PC'ler de gün geçtikçe ucuzluyor, bu da NC'lerin tek avantajı olan ucuzluk özeliğini geçersiz kılıyor.İki kampında kendine göre haklı gerekçeleri var. Benim, başından beri savunduğum ise geleceğin ne NC'de ne de PC'de olduğu. Kanımca gelecekte hem NC'lere hem de PC'lere yer var. Bunun gerekçelerini eski yazılarımda aktarmıştım, şimdi tekrar edecek değilim.Gelelim dedikoduların asıl çıkma nedenine. Bu dedikoduların ‘‘bilgisayar destekli eğitim’’in gündeme gelmesi ve bu dev projede en doğru çözümün ‘‘ağ bilgiişlemi-Network computing’’ olduğunu savunmamla eşzamanlı başlaması boşuna değil. Nedeni basit, yeni proje dev bir pazar oluşturuyor. Türkiye'de 15 milyon öğrenci var. Bu da her öğrenciden 1 dolar kazanılsa, 15 milyonluk bir pazar demek. Dev pasta diliminin herkesin ağzını sulandırması, sulanan ağızların da dedikodu kusması çok doğal.Benim anlamadığım, PC kampındaki şirketlerin lobi faaliyetlerini iyice artırdığı bir dönemde NC kampındaki şirketlerin hiçbir tanıtım faaliyetine girmemesi. Bir anlamadığım nokta da, NC kampından ses seda yokken, benim onların nasıl borazanı kesilebileceğim.Evet ‘‘bilgisayar destekli eğitim’’de tek doğru çözümün ‘‘ağ bilgiişlemi olacağını sonuna kadar savunuyorum. Üstelik okullara konulan bilgisayarların birkaç yıl sonra çöpe gitmesini önleyecek bu çözümün PC pazarını da geliştireceğine inanıyorum. Yapılması gereken projenin ilk etabında yapılacak yatırımın bilgisayarlara değil, okullar arasında kurulacak sağlıklı bir veriyolu altyapısına yapılması, ardından öğretmenlerin eğitilmesi ve merkezi bir yapıya dayalı bilgisayarların okullara en son etapta yerleştirilmesidir.yurtsan@hurriyet.com.tr
Yazının Devamını Oku