20 Haziran 2008
ABD’nin New Jersey eyaletindeki Bell Laboratuvarları’na bu ikinci ziyaretim. Daha önce 1991’de gezmiştim. Aradan tam 17 yıl geçmiş. 17 yıl önceki ziyaretimde yeni keşifleri olan fiber-optik kabloların kullanımını ekonomikleştiren optik amfiyi gururla tanıtmışlardı. Bu devrimci buluş olmasa İnternet kullanımı bugünkü gibi asla yaygınlaşamaz, uluslararası telefon görüşmeleri 10 kattan fazla ucuzlamış olmazdı.
Yeni icatları sayesinde ABD ile Japonya arasına fiber-optik kablo döşemişlerdi. Bell laboratuvarlarının o yıllardaki sahibi AT&T’nin aboneleri Japonya ile artık bu yeni kablo üzerinden telefon görüşmesi yapıyorlardı.
Müşterilerden gelen bir şikayeti ve getirdikleri çözümü aktardılar. Fiber-optik kablo üzerinden yapılan görüşmelerde ses kalitesi o kadar yükselmiş ki müşteriler artık alıştıkları paraziti duymuyor olmaktan huzursuz olmuşlar. "Ses o kadar berrak ve gecikmesiz ki Japonya ile konuştuğumuzu anlamıyoruz, şehiriçi konuşmalarımızda bile daha fazla parazit var". AT&T de çözüm olarak hatlara yapay parazit katmış.
Bell Laboratuvarları bugün artık Alcatel Lucent’ın. Neredeyse hergün yeni bir icadın yapıldığı dev laboratuvardaki bini aşkın bilim adamı, Alcatel Lucent için teknoloji geliştiriyorlar.
Tanıttıkları yeni teknolojilerden bir kısmı yine fiber-optik kablolarla ilgiliydi. Bu teknolojiler sayesinde fiber-optik kabloların kapasitesi 17 yıl öncesine göre 100 kat artmış durumda. Ticari olarak üç yıl sonra kullanılması planlanan Alcatel teknolojisi, fiber-optik kabloların hızını 100 Gbit’e çıkartacak.
Bunun anlamı HDTV kalitesindeki dijital yayınların evlere İnternet üzerinden ulaşması demek. Bu da TV yayınlarının şu anda olduğundan çok farklı olması anlamına geliyor. Çok değil, sadece üç yıl sonrasının evlerinde TV artık karşısına geçip pasif olarak izlenen bir cihaz olmaktan çıkacak.
TV programlarını seyretmek için yayın akışındaki yayın saatinin beklenmesine gerek kalmayacak. İstediğimiz programı, canımız çektiği anda seyretmeye başlayabileceğiz. Reklamlar kişiye özel olacak. Yani reklam kuşağı başladığında, her TV’de şimdi olduğu gibi aynı reklam değil, farklı reklamlar gösterilecek.
Web kameraları aracılığıyla seyirciler de programın bir parçası olacaklar. Canlı yayınlara görüntülü olarak bağlanacaklar.
Belediyelerin sigara karnesi
Sigara yasakları başlayalı bir ay oldu ve sigara dumansız bir dünyada yaşama özgürlüğü getiren yasayı hangi belediyenin ne denli uyguladığı da meydana çıkmaya başladı.
Son bir ay içerisinde ziyaret ettiğim alışveriş merkezlerinden gözlemleyebildiğim kadarıyla; İstanbul’un dört büyük ilçesinde durum şöyle.
Sigara yasaklarını en iyi denetleyen belediye Beşiktaş Belediyesi. Beşiktaş Belediyesi sınırlarındaki Akmerkez sigara dumanından tamamen temizlenmiş durumda. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal sayesinde Beşiktaş medeniyet sınavında en yüksek notu alan ilçe.
Şişli’de durum biraz daha kötü. Cevahir, Akmerkez kadar iyi, ancak City’s’deki restoranların bazılarında yasağa uyulmuyor. Hele Kanyon’da durum daha da vahim. İlk günlerde avlunun bir bölümünde başlayan vurdumduymazlık, hızla tüm katlara yayılmaya başlamış durumda. Alışveriş merkezleri arasından haksız rekabet yaratan bu duruma mutlaka müdahale edilmesi gerekiyor. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün yeni başlattığı fahri müfettiş uygulaması ise her belediyeye örnek olabilecek bir uygulama. Ne denli başarılı olduğunu zaman gösterecek.
Sarıyer Belediyesi medeniyet sınavında vasat bir performans sergiliyor. İstinye Park’ta sigara yasağını delen restoran sayısı fazla. Sarıyer Belediye’sinin daha iyi denetim yapması şart.
Sınırları dahilindeki alışveriş merkezlerini ziyaret etme fırsatı bulabildiğim ilçeler arasında en kötüsü ise Bakırköy. Bakırköy Belediyesi sınırlarındaki Galleria’da sigara yasağı kimsenin umrunda değil. Alışveriş merkezinin görevlileri bilgisiz, belediye ilgisiz.
İstanbul’daki diğer ilçelerle, İstanbul dışındaki ilçelerdeki durumu ise sizlerden bekliyorum. Gözlemlerini lütfen yazın, buradan aktarayım.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2008
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’le randevumuz öğlen saat ikideydi. Sigara yasağını keşler partisine dönen bir film galasıyla delen City’s alışveriş merkezini birlikte denetlememizi önermişti. Sarıgül daha City’s’in kapısından girer girmez haberin en üst katlara anında ulaştırılacağını bildiğimden randevu saatinden iki saat önce oradaydım.
Alt katlara şöyle bir bakıp, yiyecek-içecek katlarına çıktım. Restoranların çoğunda durum normal görünüyordu. L’Entrecote de Paris’yi uzun süredir merak ediyor olmama rağmen bir türlü deneyememiştim. Turun ardından hemen bu restorana yöneldim.
Masaların tümüne sigara tablaları konmuştu. Karşılayan garsona "Sigara içebilir miyim?" diye sordum. "Tabii" dedi fütursuzca, "Aslında yasak ama biz içiriyoruz".
Hemen yanındaki İtalyan restoranı Pastarito’ya yöneldim. Masalarda kül tablası görmeyince sevindim. Ama Pastarito terk edilmiş bir kovboy kasabası gibiydi. Müşteriyi geçtim, ortada ne bir Maitre d’Hotel ne bir garson, kimsecikler yoktu. Barın üzerinde bırakılan sigara paketi ve çakmak bu kaderine terk edilmiş mekanda kısa süre önce birilerinin olduğunun kanıtı gibi duruyordu. Bara yaklaşınca sigara tablasının ağzına kadar izmaritle dolu olduğunu gördüm. Flaş da kullanarak birkaç fotoğraf çektim ama patlayan flaşa rağmen kimse çıkmadı ortaya.
City’s’de yemek yemekten ümidimi kesmek üzereydim ki, bir de It’s a Joke’a bakayım dedim. Diğer restoranlara göre alışveriş merkezinden tecrit edilmiş olduğundan, sigara içilmesine izin verdiğinden emin gibiydim. Önyargılar ne kadar boşmuş, bir kez daha tanık olduğum için sevindim.
Neyse uzun lafın kısası Sarıgül’le, yemeğimin ardından It’s a Joke’da buluştuk. Diğer iki restorandaki izlenimlerimi aktarınca hemen ayağa fırladı ve "Haydi gidip onlara bakalım" dedi.
L’entrecote de Paris’nin masalarındaki sigara tablaları, çoktan sırra kadem basmıştı. "Biraz önce burası sigara tablası kaynıyordu, ne oldu onlara?" diye sorunca, "Süs diye koymuştuk" dediler.
Restorandaki sigara tablalarının anında sırra kadem basmasının, bu işin böyle gitmeyeceğinin kanıtı olduğunu söyleyerek "Bu işin çözümü tıpkı trafikteki gibi fahri müfettişlerle olamaz mı" önerisini getirdim.
Kafasında şimşek gibi bir hızla tarttı ve iş bitirici zeki siyasetçilerin özelliğiyle, kararını anında verdi. Yanındaki yardımcılarına döndü ve "Bu işi pazartesi gününden itibaren başlatıyoruz. Sigara yasaklarına uymayanları fahri müfettişler ve sivil memurlarla denetleyeceğiz" dedi.
Kısacası, Şişli Belediyesi bu haftabaşından beri alışveriş merkezlerini, sinemaları, tiyatroları, iş yerlerini sivil fahri müfettişlerle ve tebdili kıyafetli memurlarla denetlemeye başladı. Haberiniz olsun, söylemedi demeyin.
Sarıgül ayrıca her 15 günde bir, sigara yasaklarına uymayanlara ne kadar ceza kestiklerini, kime ne ceza kesildiğini de gösterecek şekilde rapor olarak sunacaklarına söz verdi. Bakalım rakamlar beklediğim gibi gelecek mi yoksa sembolik, gerçekçilikten uzak miktarlarda mı kalacak?
It’s a Joke tam bir yemek cenneti
Alışveriş merkezlerindeki restoran ve kafeler sigara yasaklarının müşterilerini azalttığından yakınıyorlar. Müşterilerinin azalmasının asıl nedeni başka oysa. Kapalı alışveriş merkezleri yaz başlarında geçici olarak her yıl müşteri kaybederler.
Öte yandan City’s’deki restoranların durumu da, insanların sigara içilmeyen restoranlardan kaçmadığını kanıtlıyor.
Diğer yazımda da belirttiğim gibi, yasağı delen ve sigara içilmesine göz yuman restoranlar sinek avlarken, müşterilerine sigara içirtmeyen It’s a Joke’da iğne atsan yere düşmüyor. Demek ki sorun sigarada değil, kalitede.
It’s a Joke her şeyiyle dört dörtlük bir restoran. İzzet Çapa mükemmel bir kafe-restoran yaratmış. Tarz olarak birbirinden bu kadar alakasız sayısız objeyi "kitch"e kaçmadan, estetik bir şekilde bir araya getirmek büyük ustalık. Ama en önemlisi yemekler. Yemeklerin kalite ve lezzetine gösterilen özen, ambianstaki espriyi tadında bırakmış, şakanın tadını kaçırmamış.
Eksikler ise ufak tefek. Ekmeklerin gazete kağıdı içinde masaya gelmesi, hijyen açısından sakıncalı bir espri. Etlerin tahta tabak içinde servis edilmesi de aynı şekilde.
Şarap listesi özellikle Türk şarapları açısından fazlasıyla zayıf. Kadeh şarap olarak sadece kötü bir Şili şarabı sunulması It’s a Joke’un en kötü şakası. Plastik sandalyeler hoş ama masaya göre alçak kalıyorlar. Masalarda bez peçete olmaması da bir başka eksi.
Öte yandan her şey o kadar güzel ve samimi ki, bu kusurlar kolayca görmezden gelinebiliyor.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2008
Ezbere çevrecilik yapanların bir numaralı mantar tabancası Kyoto Protokolü’nü imzalamama inadı, AKP hükümetinin ender doğru politikalarından biriydi. Şimdi hükümet Kyoto Protokolü’nü imzalayacağımızı açıkladı. Bugüne kadar sürdürülen imzalamama politikasıyla ilk bakışta çelişiyor görülse de imzalama kararı da doğru bir karar.
Karnından ezbere konuşan yarı aydınların, kulağa hoş gelen sloganlarına bakmayın. Kyoto Protokolü emperyalizmin 21. yüzyıldaki yeni postundan başka bir şey değil.
Kyoto Protokolü’nün gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma haklarını satın alıp sömürmesinden başka hiçbir anlamı yok.
Bir ülke ne kadar sanayileşmişse, atmosfere saldığı karbon miktarı da o kadar yüksek oluyor. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin atmosfere saldıkları sera etkisi yaratan gaz miktarı, gelişmiş ülkelere göre dikkate alınmayacak kadar küçük.
Kyoto Protokolü, atmosfere salacağı gazlar için her ülkeye belli bir kota veriyor. Bu kota gelişmekte olan ülkeler için, henüz gelişmiş ülkeler kadar sanayileşmemiş olduklarından, şu an için salmakta oldukları miktarlardan doğal olarak daha fazla.
Kyoto Protokolü, gelişmemiş ülkelerin işte bu kullanılmayan kotalarının, bir başka deyişle gelişme haklarının gelişmiş ülkeler tarafından parayla alınabilmesi ve sömürülmesini öngörüyor.
Gelişmekte olan bir ülke hükümetinin Kyoto Protokolü’ne imza atması ülkenin geleceğini satmakla eş anlamlı bir vatan hainliği. AKP hükümetinin bu emperyalist anlaşmayı imzalamaması bu nedenle doğru bir politikaydı.
Ancak şimdi dünya, Kyoto Protokolü’nden daha kapsamlı bir strateji belirleme aşamasında. Bu stratejinin belirlenmesinde Kyoto Protokolü’ne imza atmayanlara söz düşmeyecek. Yani yumurta kapıya dayandı. Dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak istiyorsak Kyoto Protokolü’ne imza atmak zorundayız.
İmza atmak zorundayız ama yeni strateji istediğimiz gibi çizilene kadar uymak zorunda değiliz.
AKP hükümeti, kaypak dış politikalarda ne kadar başarılı olduğunu Kuzey Irak kararı sırasında kanıtladı. Ama AKP’nin kaypak politikalardaki maharetine asıl şimdi Kyoto Protokolü konusunda muhtacız. Haydi AKP, konuştur ustalığını...
Bodrum’un yeni gurme mekanında Türk zeytinyağları tadımı
Geçtiğimiz hafta bir grup yeme-içme yazarı, Bodrum Mövenpick Otel’de düzenlenen Türk zeytinyağları tadım yemeğindeydik.
Zeytinyağı ziyafeti havasında geçen tadım yemeği, otel restoranının mönüsünü baştan aşağı elden geçiren İstanbul Mövenpick Otel’in yıldız şefi Maximilian J. W. Thomae’nin ya da kısa adıyla Max’in eseriydi.
On yıldan fazla bir süredir Türkiye’de olan Max, mesleğinin olgunluk yıllarına erişti artık. Türk ve batı mutfağını sentezlemeye yönelik yaratıcı deneyleri, son birkaç aydır enteresan yemekler olmayı aşıp, lezzet açısından da doruğa ulaşmaya başladılar.
Max ulaştığı ustalık derecesini zeytinyağı tadımında da konuşturmuştu. Tadım için seçtiği 9 farklı Türk zeytinyağı da birbirinden güzel, temiz, kusursuz zeytinyağlarıydı.
Son yıllarda yavaş da olsa bir atılım içine giren Türk zeytinyağlarının en büyük sorunu karakter olarak birbirlerine çok benzemeleri. Tadımdaki yağlardan üçü, bu açıdan özellikle dikat çekiciydi. Güçlü karakterleriyle diğer Türk zeytinyağlarından hemen ayrılıyorlardı.
Kürşat Naturel Sızma, kompleks aromaları ve tereyağımsı yoğunluğuyla dikkat çekiciydi. Pilav dahil klasik olarak tereyağ ile yapılabilen her yemekte denemek isteyeceğim bir yağ. Güçlü karakteriyle, bu tür deneyler için ideal.
Thomas Kesebir, ananas, muz gibi tropik meyveleri çağrıştıran aromasıyla öne çıkıyordu.
Tadımın yıldızı ise bence dokuz yağ arasında en mütevazısı olan, her markette bulabileceğiniz Keskinoğlu Ravika Natürel Sızma idi. Yeşil domates aromasına sahip, yoğun kıvamlı ama akıcı bu yağ, her türlü zeytinyağlı yemeğe lezzet katacağı gibi özellikle et yemekleri için ideal.
Bu arada Max’in yemeğin başlangıcında sunduğu soğuk enginar çorbası triosuna değinmeden geçemeyeceğim. Bir yemeğin kullanılan zeytinyağlarına göre nasıl farklı tatlara bürünebileceğini göstermek için hazırlanan çorba, üç küçük kupada, her kupadaki çorbanın üzerine farklı bir zeytinyağı konularak servis edilmişti. Çorbanın lezzetli ama nötr tadı, zeytinyağları için boş bir tuval görevi görüyor ve her bir zeytinyağının karakterini damakta patlatıyordu.
Bodrum Mövenpick Otel’in sıradan mutfağını bir gurme cennetine dönüştüren ekibi anmamak da haksızlık olur. Mövenpick Türkiye Bölge Müdürü Frank Reichenbach’ın yönetiminde, yeni Genel Müdür Evren Tolgay, İstanbul Mövenpick’ten destek veren Yiyecek İçecek Müdürü Tayfun Aybar, Şef Max ve Servis Müdürü Ebru Macarrau, Bodrum’a İstanbul’daki en iyi restoranları aratmayacak bir mekan kazandırmışlar.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2008
İnternet’i sansürlemeye yönelik yasa çıkartılırken sivil toplum kuruluşlarına verilen rüşvet niteliğindeki sus payı görevini yerine getirdi. Bilişim teknolojileri ve İnternet’le ilgili önde gelen STK’ların çoğunluğu, yasaya muhalefet etmemelerinin karşılığında kendilerine verilen İnternet Kurulu üyelik koltuklarını doldurdular ve çenelerini sımsıkı kapattılar.
İnternet’i sansürlemeye yönelik yasayla ilgili AKP’ye en büyük sadakati gösteren ise TBD Başkanı Turhan Menteş oldu.
Turhan Menteş, İnternet’e sansür getiren 5651 sayılı yasa uyarınca Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan İnternet Kurulu’nun ilk başkanı seçilen Menteş, belki de böylece bilişim konusunda geçmişin en etkin derneklerinden biri olan TBD’yi, yasaya karşı suskun kalmak üzere dizginlemesinin mükafatını almış oldu.
YouTube gibi sitelerin, mahkeme kararlarıyla musluk gibi bir kapatılıp bir açılmasına neden olan 5651 sayılı yasa geçen sene meclisten geçtiğinde, bu yasaya son dakikada eklenen "İnternet Kurulu" maddesinin STK’lara verilmiş bir sus payı olduğunu yazmış, STK’ları bu yasaya karşı ekin muhalefet yapmadıkları için çeşitli ortamlarda eleştirmiştim.
STK’lar eleştirilerimi boşa çıkarmadılar. O günden bugüne dek İnternet’i sansürleyen ama kendilerine İnternet Kurulu’nda birer koltuk sahibi olmayı garanti eden, sansür getirdiği için Anayasaya bile aykırı olan yasa karşısında sus pus oturdular.
Yazıklar olsun, gerçekten yazıklar olsun. Türkiye’nin geleceği bu kadar ucuz mu gerçekten. Türkiye’nin geleceğini karartan bir yasa karşısında boynunu büküp oturmanın bedeli, ne işe yarayacağı bile belli olmayan, hükümet güdümündeki bir kurulda koltuk sahibi olmaya değer mi?
Başta TBD Başkanı Turhan Menteş olmak üzere, İnternet Kurulu’nda kendilerine sunulan koltuklara oturmaktan utanç duymayanların verecekleri cevabı da biliyorum.
Diyecekler ki; "Ne yapalım yani, kurula girmeyip kurulu başı boş mu bıraksaydık? Bize verilen koltukları kabul etmeyip bu işi başkalarına bırakmamız, kurula girip İnternet konusunda çizilecek stratejilere yön vermeye çalışmamızdan daha mı iyi?"
Evet, daha iyi... Size sus payı olarak verilen koltukları kabul etmektense, dışarıda kalıp İnternet Kurulu’nun olumlu ya da olumsuz faaliyetlerini eleştirme özgürlüğünüzü kaybetmemeniz tabii ki daha doğru olurdu.
İnternet’in sansürlenmesine de, İnternet Kurulu’nun kurulmasına da olanak veren aynı yasa. İnternet’in sansürlenmesine hukuksal zemin hazırlayan bir yasayla kurulmuş olan İnternet Kurulu’na üye olmayı kabul etmek, aynı zamanda bu yasayı tanımak ve kabul etmek demek. Yasanın size sunduğu o koltuklara oturup da, bu yasa yanlış diyemezsiniz. İnternet’in sansürlenmesine karşı çıkamazsınız.
O koltukları kabul edenleri, tarih yarın İnternet sansürünün yardakçıları olarak yazacak.
Bunu asla unutmayın.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2008
Pınar Kür, İstanbul’da yaşıyor olmasına rağmen cip kullanan Aysun Kayacı’ya "Şehir içinde cip kullandığın için aptalsın" demeye getirmiş. Şehir içinde cip kullanmak gerçekten de sıkı bir görgüsüzlük göstergesi. Bunu bir kadın sürücünün, öyle "Maganda şoförlerin tacizinden korunmak için kullanıyorum" filan diye savunması de geçerli bir argüman değil. Şehrin en maganda sürücüleri, cipin üzerine tüneyen kadın sürücüler arasından çıkıyor ne de olsa.
Öte yandan çevrecilik adına cip sahibi bir sürücüye "Cipini sat, daha az benzin yakan çevreci bir otomobil al" demek de, popülist cehaletten başka bir şey değil.
Dünyanın en çevreci otomobili olarak bilinen Toyota Prius, dünyanın çevrecilik adına en maganda markası olarak nam salan Hummer’a göre kat kat daha az benzin yakıyor ve atmosfere çok daha az karbon salıyor.
Öte yandan bir Prius’un üretimi sırasında bir Hummer’a göre atmosfere çok daha fazla karbon salındığı da bir gerçek. Nedeni Prius’un aküsündeki 14 kilo nikel.
Tek bir Prius’un üretimi için 113 milyon Btu enerji tüketiliyor. 1 litre benzinin 30 bin Btu tükettiği düşünülürse, dünyanın en az enerji harcayan, en çevreci otomobili daha yola çıkmadan 4 bin litreye yakın benzine eşdeğer enerji tüketmiş oluyor.
Bir başka deyişle kullanılmış cibinizi satıp, yeni bir otomobil alacak olsanız, bu yeni otomobiliniz dünyanın en çevreci Prius’u olsa bile, dünyayı daha az kirletmeye ancak 160 bin kilometre yol yaptıktan sonra başlayabilirsiniz.
Dolayısıyla cipi olan birini, "Cipini satıp otomobil kullanmaman akılsızca bir şey" diye eleştirmeye kalkanın asıl kendi akılsızca konuşmuş durumuna düşüyor. Cip sahibi birinin çevrecilik adına şu an için yapabileceği en iyi şey cipini iyice eskiyene kadar kullanmaya devam etmek.
Kaynaklı not: Çevrecilik mitlerinin ardındaki gerçekleri merak ediyorsanız Wired dergisinin Haziran sayısını okumanızı tavsiye ederim. Wired bu son sayısında küresel ısınmaya karşı bir şeyler yapmak isteyenlere, "Nükleer enerjiye evet deyin, ormanları kesin, genetiğiyle oynanmış ürünleri yiyin, organik yiyecekler yemeyin" gibi kulağa ilk başta garip gelen tavsiyelerde bulunuyor. Tabii hepsinin cip örneğindeki gibi mantıklı nedenleri var...
Türkiye’nin en eski şarapları
Geçtiğimiz günlerde Gusto Şarap Kulübü’nce düzenlenen, Türk şarapçılığı için tarihi niteliği olacak bir şarap tadımına katıldım.
Mehmet Yalçın tarafından kurulan Gusto Dergisi ve Gusto Şarap Kulübü’nün, şarap kültürünün Türkiye’de yaygınlaşmasına yaptığı eşsiz katkı yadsınamaz. Mayıs ayında İstanbul Hilton’da gerçekleştirilen yıllanmış Türk şarapları tadımı da, Türkiye’nin iki rakip şarap devi Doluca ve Kavaklıdere’yi, kendi mahzenlerinde özenle yıllandırılmış şaraplarıyla 50 kişilik bir seçkin şarap meraklısı kitlesinin önünde görücüye çıkarmak üzere bir araya getirmesi açısından tarihi bir andı.
Tadım masasının şeref konuğu Türk şarapçılığının efsane ismi, duayen şarap yapımcısı 99 yaşındaki tatlı sert karakterli Lütfi Hızel’di. Tadım bardaklarının şeref konuğu ise 1940 rekoltesi, 68 yıllık Kavaklıdere Tatlı-Sert...
Doluca ve Kavaklıdere bu fantastik ürünü olmasa da, tadım sırasında denediğimiz şarapların birçoğunu, İnternet sitelerinden satışa sunmuş durumdalar.
Doluca Özel Kav Kırmızı 2000 (26 YTL), Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü 2000 (38 YTL), Kavaklıdere Boğazkere 1997 (49 YTL) ve Kavaklıdere Boğazkere 1998’i (79 YTL) özellikle tavsiye ederim. Tattığımız neredeyse tüm şaraplar çok güzeldi ama bunlar mükemmele yakındı. Hele 10 yıllık olmasına rağmen hálá genç duran ve bir 4-5 yıl daha eskitilebilecek Kavaklıdere Boğazkere 1998’i damağınızın geleceğine yapacağınız lezzet kárı çok yüksek bir yatırım olarak da görebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 6 Haziran 2008
Milleti hızlı trene bindireceğim inadıyla 38 kişinin ölümünden sorumlu olmasına rağmen koltuğunda oturtulmaya devam eden Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, şimdi de İnternet’e getirdiği yeni icatlarla Türkiye’nin geleceğiyle oynamaya başladı. AKP hükümeti çıkardığı yasa ve yönetmeliklerle 21. yüzyılın temel altyapısı olan İnternet’in ne olduğunu ucundan bile kavrayamadığını, kavrayacak kapasitesi olmadığını gözler önüne seriyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım verdiği demeçlerle, İnternet’i anlayamadığını ve asla anlayamayacağını kanıtlıyor.
YouTube’a getirilen ardı arkası kesilmeyen mahkeme yasaklarını, Türkiye’yi medeni dünyanın maskarası yaptığı için eleştirenler var. Kuşkusuz bu da hazin bir durum ama beni asıl endişelendiren alemin geçtiği dalga değil.
Asıl önemli olan, AKP’nin İnternet’i kavrayabilmekten uzak zihniyetiyle yaptığı yasa ve yönetmeliklerle Türkiye’nin geleceğiyle telafi edilemeyecek biçimde oynuyor olmasında.
Türkiye’de henüz İnternet’in "İ"sinin bile pek anılmadığı günlerden, 1994’ten bu yana İnternet konusunda yitirdiğimiz her saniyenin önemli olduğunu söyleyip duruyorum ama durum hiç bugünkü kadar vahim olmamıştı. Hükümetin İnternet konusundaki politikaları, söylemleri komedi boyutlarını aştı trajikomik bir oyun haline geldi.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın şu sözleri, inanılır gibi değil. Bakan Yıldırım’a göre YouTube olayının arkasında kayıtsız kazanç elde etmek varmış. "Gelip güvenlik belgesi almaları gerekiyor", diyor... "Üçüncü dünya ülkesi YouTube’u kapatıyor demek bu işin fiyakası", diyor...
Türkiye Cumhuriyeti Bakanı konumuna kadar yükselmiş bir kişi, İnternet’i ne sanıyor acaba ki, sunucuları ABD’de ya da dünyanın herhangi bir ülkesinde barındırılan bir sitenin Türkiye’den ya da herhangi bir ülkeden izin belgesi alması gerektiğini söyleyebiliyor.
Komediyi de, trajikomediyi de aşan bir durum bu, cehaletten başka bir şey değil. Koca bakan diyor ki, dünyadaki bütün bilgisayarların birbirleriyle kolayca iletişim kurabilmesi için tasarlanmış bir ağ olan İnternet’te, Türkiye’deki bilgisayarlar ancak devletin izin belgesi verdiği bilgisayarlarla iletişim kurabilir.
Koca bakanı geçtim, koca AKP hükümetinin çıkardığı koca yasa öngörüyor bunu.
AKP zihniyetine göre bilginin serbestçe ve hızla dolaşabilmesini sağlayan ve bu özelliği sayesinde tüm dünyayı dönüştüren, Enformasyon Çağı’nı başlatan, bu çağa ayak uyduramayanların kapısından burnunu uzatamayacağı Bilgi Çağı’nın altyapısı olacak İnternet için biz öyle yasalar çıkartırız ki, tel üzerinden akan bilgiye Türkiye sınırlarından içeri girerken pasaport sorarız. Yetmezse bilgiden vize bile isteriz.
Yapmayın etmeyin. Sapla samanı birbirine karıştırmayın. Bir sitede ulusal yasalara aykırı bir içerik barındırılıyorsa, bununla başetmenin yolu tüm siteyi erişilmez kılmakla olamaz. Yasalara aykırı içeriğin olduğu sayfaya erişimi engellersiniz, olur biter. Birincisinin adı sansürdür, ikincisininki yasal yaptırım. Birincisi anayasamıza aykırıdır, ikincisi evrensel hukuka uygun bir yöntemdir.
21. yüzyıla AKP’nin kafasıyla devam edecek olursak, Bilgi Çağı’nda bize düşecek rol olsa olsa kendi cenaze namazını kıldıran imam rolü olur.
İstanbul’a Binbir Gece düğün mekanı
Açılışı merakla beklenen Four Seasons Bosphorous’ı, açılışına 10 gün kala gezme fırsatı buldum.
Four Seasons Bosphorous, dünyanın dört bir yanındaki prestijli diğer Four Seasons otelleri gibi dışarıdan mütevazı bir otel. Görkemini ve şıklığını lobisinden içeri adımınızı atar atmaz yaşamaya başlıyorsunuz.
Ancak bu gözlemim, ön bahçeye girer girmez yerle bir oluyor. Four Seasons Bosphorous’un bugüne kadar gördüğüm diğer Four Seasons’lardan en büyük farkı, içerideki etkileyici atmosferi, bahçesine de taşımış olması. Cadde tarafındaki otel girişinde her zamanki mütevazılığını elden bırakmayan Four Seasons, Boğaz kıyısındaki bahçesinde insanı hemen etkisi altına alan muhteşem bir atmosfer yaratmış. Deniz kenarındaki bahçede yaratılan bu atmosfer şatafattan uzak. Boğaziçi’nin serinletici manzarasına bakan ferah bir atmosfer hakim dev bahçeye. Bahçedeki sade şıklık, Arap turistlere hitap etme kaygısı sezdiğim iç mekanlardaki kitch’e kaçmaya ramak kalmış şatafatla tezat oluşturuyor.
Four Seasons Sultanahmet’i dünyanın en iyi 10 oteli arasına sokan Marcos Bekhit ve ekibinin Four Seasons Bosphorous’ı da aynı prestijli konuma taşıyacağı şüphesiz. Beşiktaş’taki otelin, Sultanahmet’teki otelin prestijinden beslenebilmesi için bazı yaratıcı uygulamalar düşünülmüş. Örneğin Four Seasons Sultanahmet’te konaklayan misafirler, istedikleri anda kara ve deniz yoluyla 20 dakika içinde Beşiktaş’taki yeni otelin Boğaz esintili bahçesine geçip yemek yiyebilecekler, bar keyfi yapabilecekler.
Four Seasons Bosphorous İstanbullular için de yeni heyecanlar vadediyor. Dev bahçenin düğün, nişan, gala gecesi gibi davetlere ayrılan mini dev alanının bu yazdan itibaren İstanbul’un en popüler yaz partisi mekanı olacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Sosyetenin, düğünlerini burada yapmak için otelin açılacağı 12 Haziran’dan itibaren birbirini yemeye başlayacağına bahse girerim.
Yazının Devamını Oku 4 Haziran 2008
Cep telefonu konuşma ve mesajlaşma kayıtlarımız sadece polisin elinde olsa yine iyi. Kullanılan sistemdeki güvenlik açığı nedeniyle bu bilgilerin yetkisiz kişilerin eline geçme olasılığı da yüksek. Polisin bütün telefonları, kısa mesajları izliyor olması neden bu kadar şaşkınlık yarattı anlayamadım.
Bunun böyle olacağı Telekomünikasyon Kurumu’na cep telefonlarını takip etme, izleme yetkisi veren ve Ekim 2005’de yayınlanan yönetmelikten belliydi.
Aralık 2005’te "Topladıkları 5 YTL’lerle ceplerinizi dinleyebilirler" diyerek herkesi uyarmıştım. Hatta Telekomünikasyon Kurumu’nun cep telefonlarını izleyecek sistem için çıktığı ihaledeki güvenlik açığına da dikkat çekmiş, telefon konuşmalarımızın izleme kayıtlarının yetkisiz ellere düşebileceği uyarısında bulunmuştum. Kimsenin umrunda olmadığı için bu risk hálá devam ediyor.
İşte 14 Aralık 2005 tarihli yazımdan bazı alıntılar:
"Hadi geçmiş olsun. Cebiniz artık kayıt altında. Ama haberiniz olsun yakında sadece cebiniz değil, cebinizden yaptığınız konuşmalar da kayıt altında olabilecek. (...)
Telekomünikasyon Kurumu (TK) bizden topladığı 5 YTL’leri öyle bir sistem kurmaya harcayacak ki, herkesin telefonunu takip edebilecek.
Ama işin daha da beter bir yanı var. TK’nın kuracağı sistem için açtığı ihale cep telefonlarımızın, yetkisiz kişilerce de takip edilebilmesine olanak veren çok ciddi bir açık içeriyor.(...)
Bu maddeyle (Takip sisteminde kullanılacak bilişim altyapısı için TK tarafından açılan ihalenin şartnamesindeki bir madde) uygulamanın, işletim sisteminin içine gömülü olması şartı arandı. Bunun anlamı şuydu; Yazılımın tam olarak ne yaptığının sonradan incelenebilmesi, yazılımı geliştirenler dışındakiler için neredeyse olanaksız olacak.(...)
Uygulamayı yazan şirket, ülkedeki tüm cep telefonlarını takip edebilen uygulamanın yönetimine teorik olarak sahip olma şansına sahip olacak".
23 Aralık 2005’te ikinci bir uyarı yazısı daha yazdım ve sistemdeki güvenlik açığının büyüklüğüne, bilişim uzmanlarının görüşlerine başvurarak dikkat çekmeye çalıştım.
Örneğin İzmir Ekonomi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cemal Dinçer, işletim sistemi çekirdeğine gömülü uygulama yazmanın evinizin, hatta kasanızın anahtarlarını tanımadığınız kişilere vermekle eşdeğer olacağını söylüyordu.
İnternet Teknolojileri Derneği Başkanı, Bilkent Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mustafa Akgül ise, çekirdeğe dikkatle gömülmüş bir sistemin güvenlik, sistemin bakımı, gelişmesi ve uyarlanması açılarından riskli olduğunu, çekirdekle oynamanın, firma ve kişiye bağımlı olma durumu yarattığına dikkat çekiyordu.
Bu uyarılara kulak asan pek çıkmadı. TK’nın cep telefonu konuşma ve mesajlaşmalarını izlemek için kullandığı sistemdeki güvenlik açığı aynen duruyor.
Kimbilir belki cep telefonu kayıtlarımız şu anda sadece polisin değil, yetkisiz kişi ve kurumların da elinde... Kimin kulağı kimin cebinde...
City’s’e ceza Sarıgül’ün namusu
Sigarasız yaşama özgürlüğü veren yasayı sulandırmaya çalışacak olanları yakın izlemeye alıp, buradan teşhir edeceğimi ve yasanın öngördüğü cezaların uygulanmasının takipçisi olacağımı ilan etmiş, bu konuda sizlerin de yardımını istemiştim.
İlk büyük ihbar yazımın yayınlandığı gün, Cengiz Semercioğlu ve Onur Baştürk’ün köşesinden geldi.
Sex and the City filminin galasında City’s alışveriş merkezinde herkesin sigara içtiğini yazdı Semercioğlu ve Baştürk. İki yazar da City’s’e ceza kesilmesi gerektiğini vurguladı.
City’s Şişli Belediyesi sınırlarında. Yasaya göre City’s’e Şişli Belediyesi’nin ceza kesmesi gerekiyor.
Buradan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e açık olarak soruyorum. Yasayı delen, hem de öyle böyle değil başkaldırırcasına, belediyeye resmen meydan okurcasına, Mustafa Sarıgül’le alay edercesine delen City’s hakkında Şişli Belediyesi olarak ne işlem yaptılar?
City’s’in bu küstah tavrını yasanın öngördüğü ceza limitinin taban rakamıyla mı, tavan rakamıyla mı cezalandırdılar? Yoksa sadece uyarmakla mı yetindiler? Uyarmakla yetindilerse, City’s’i yakın takibe aldılar mı?
Sigara yasaklarının Şişli sınırları dahilinde uygulanma başarısı, bu konuda daha evvel verdiği sözleri tutamayan Mustafa Sarıgül için artık bir namus meselesi olmalı. Yukarıdaki soruların cevabı bu yüzden daha da önemli.
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2008
Oteller ve alışveriş merkezleri yasaya karşı başkaldırma yarışına girdiler. Sigarasız yaşama özgürlüğü sağlayan yasanın orasından burasından delinmeye çalışılacağı baştan belliydi.
Yasayı delmeye çalışanların başını alışveriş merkezleri ile oteller çekiyor.
Yasa ve yönetmelikte, sigara içmenin otellerde, alışveriş merkezlerinde ve bunların içerisindeki restoranlarla kafelerde yasak olduğu açıkça yazıyor.
Buna rağmen kimi oteller ve alışveriş merkezlerinde yasaklara uyulmuyor. Yasa ve yönetmeliğe göre alışveriş merkezlerindeki restoran ve kafelerde, mekan ancak alışveriş merkezinin koridorlarından duman geçmeyecek şekilde tecrit edilmişse sigara içilmesine müsaade edilebiliyor.
Valilik genelgesinde aynen şöyle yazıyor: "Alışveriş merkezlerinde tamamen bağımsız yer alan, ortak havalandırma sisteminden ayrı olan, hiçbir surette alışveriş merkezine koku, duman gitmesi engellenmiş lokantalar ile kahvehane, kafeterya, birahane gibi yerler 19 Temmuz 2009 tarihine kadar yasa hükümlerinden muaf tutulabilirler".
Alışveriş merkezlerindeki mevcut manazara ise bambaşka. Önü tamamen açık, alışveriş merkezinden tecrit edilmemiş mekanlarda da sigara içiliyor. Ne karışan var ne soran.
Ayrıca yasa ve genelge, restoran veya kafenin havalandırma sisteminin, alışveriş merkezininkinden tamamen bağımsız olmasını şart koşuyor. Alışveriş merkezlerinde, içeride sigara içilmesine izin verilen restoranlardan, kafelerden hangisinde böyle bağımsız bir havalandırma sistemi var? Belediyeler bunu denetliyorlar mı?
Bir başka önemli konu ise otellerdeki uygulamalar.
Yasa ve genelge otelden tecrit edilmiş olsalar bile otel sınırlarındaki restoran, bar ve kafelerde sigara içilmesini açıkça yasaklıyor.
Bu açık yasağa rağmen kimi otellerde, lobilerde bile sigara içilmesine müsaade ediliyor ve yine kimse ses çıkarmıyor.
Bana ulaşan şikayetlere göre yasanın otellerle ilgili hükmünden 153 Beyaz Masa ile 155 Polis İmdat bile habersiz. Bu konudaki şikayetleri, otellerde sigara içmek 2009’da yasak olacak diyerek geri çeviriyorlarmış. 153’ü defalarca aradım, düşürmeyi başaramadım. 155’ten ise bugüne kadar otellerle ilgili bir şikayet almadıklarını ancak alırlarsa kolluk gücü gönderecekleri bilgisini aldım.
Otelleri ve alışveriş merkezlerini daha yakından takip edeceğim. Sigara yasağını delmeye kalkışanları 153 ve 155’e şikayet etmekle kalmayıp, bu köşeden de teşhir edeceğim.
Bu medeni yasayı delmeye çalışanları siz de takip edin ve tespit ettiklerinizi 153’e, 155’e şikayet edin. Sonuç alamadığınız durumları da lütfen bana haber verin.
Havaalanlarına sigara odası temizlikçilere gaz maskesi
Cengiz Semercioğlu geçen gün, yeni yasa gereği havalimanlarındaki sigara odalarının bile kaldırmasından yakınıyor, uzun uçuşlar ve aktarmalar nedeniyle saatler boyu sigarasız kalan tiryakiler için havalimanlarında sigara odaları olmasını savunuyordu.
"Amerika’da rastlamadım ama", diyordu Semercioğlu, "Roma gibi Avrupa’da bazı havaalanlarında sigara yasağı olsa da sigara odası uygulaması halen sürüyor. Çok iyi havalandırmalarla bu işi çözüyorlar"...
Haklı, Avrupa’nın çoğu havalimanında sigara odası uygulaması hálá var. Üstelik ABD’de rastlamamış ama, sigara odaları ABD’de de bazı havalimanlarında hizmet vermeye devam ediyor. Cincinnatti, Atlanta ve Salt Lake City havalimanlarındakiler benim rastladıklarım.
Sigara yasakları getiren yasa, sigara içmeyenlerin içenlerden aldığı intikam olmamalı. Başkalarına zarar vermedikleri sürece, sigara içenlerin de sigara içme hakkı olduğu unutulmamalı. Türkiye’deki havalimanlarında sigara odaları bence de olmalı. Her havaalanında değil belki ama Atatürk Havalimanı gibi transit uçuşların yoğun olduğu havaalanlarında mutlaka bulunmalı.
Ancak önemli bir ayrıntıyı da atlamamak gerek. Restoran ve barlarda sigara içmenin yasaklanmasının en temel nedenlerinden biri de buralarda çalışanların haklarını korumak. Sigara dumanından muaf ortamlarda çalışmak garsonların, barmenlerin, temizlikçilerin de temel hakkı.
Dolayısıyla yeni bir düzenlemeyle havalimanlarında sigara odaları açılması mümkün kılınacaksa, bu düzenleme sigara odalarını temizleyecek personelin gaz maskesi takarak bu odalara girmesini garanti altına alacak şekilde yapılmalı. Temizlik personeline, sigara odasına girerken gaz maskesi takmak zorunlu tutulmalı.
Erovizyon şimdi mi politik oldu
Daha dün, Sertab Erener birinci olduğunda Erovizyon’u alkışlayanlar, bugün Erovizyon rezalet oldu, çekilelim, bir daha katılmayalım diye ağlaşmaya başladılar.
’Erovizyon siyasi bir yarışma’ eleştirisi, aslında yeni de değil. Sertab Erener’in birinci olduğu seneye kadar da aynı ağlaşmalar sürüyordu. Herkes yarışmanın politikliğinden yakınıyordu.
Bugün Erovizyon oylaması politik oldu, komşular komşulara oy veriyor diye ağlayanlar Bülent Özveren’e benziyorlar. Tıpkı Özveren gibi, eski demirperde ülkeleri birbirine oy verirken ağlaşıp, Türklerin yoğun yaşadığı ülkelerden Türkiye’ye oy geldiğinde alkış tutuyorlar.
İşin gerçeği şu ki, Erovizyon şarkı yarışması tarihi boyunca oyların politik verildiği bir yarışma olmuştur. Bu politik oylama geleneği, Sertab Erener’in birinci olduğu sene Türkiye’nin avantajına çalışmıştır, hepsi bu...
Yazının Devamını Oku