16 Temmuz 2008
Her kahramanın ardından olduğu gibi İslamcı teröristlere karşı ABD konsolosluğu önünde canlarını feda eden polislerimizi de bir, iki gün konuştuk, sonra unuttuk. Ülkeler durup dururken süper güç olmuyorlar. ABD bugün dünyanın en büyük süper gücüyse bunun nedeni askeri başarıları değil, ABD milletini bir arada tutan ister beğenelim ister burun kıvıralım kültürel değerleridir.
ABD’yi süper güç yapan kültürel değerlerin en başında, ülkesinin gelişmesine katkıda bulunan öncü insanların değerinin bilinmesi gelir. Çok farklı milliyetlerden gelen insanlardan oluşan ABD halkının milliyetçiliği, ülkenin gelişimine katkıda bulunan insanların anılarının şu veya bu şekilde yaşatılmasını her şeyin üzerinde tutar.
Döneminin en yüksek gökdeleninin mimarı da, o gökdelenin inşasında çalışan her bir işçi de onurlandırılır. Çok önemli bir bilimsel buluşa imza atan bilim adamı da kahraman ilan edilir, İslamcı teröristlerin saldırısıyla yıkılan İkiz Kulelerin enkazı altında kalan 3 bin kişi de. Birkaç yıl önce New York’ta gezerken, kaldırım kenarlarına yeni ekilmiş ağaçlar ve bu ağaçların her birine iliştirilmiş plaketler çekmişti dikkatimi.
Her plakette, İslamcı teröristlerin yolcu uçaklarıyla vurduğu İkiz Kuleler’de ölen kurbanlardan birinin ismi yazılıydı.
Meğer ölen 2 bin 792 kişinin her biri için bir ağaç dikilmiş New York kaldırımlarına. Ağaçlardan beşi İkiz Kuleler’in yıkıntıları arasında ayakta kalmayı başarabilen ağaçlarmış. Her ağaca kurbanlardan birinin adı verilmiş.
Peki biz ne yapıyoruz kahramanlarımız için?
ABD konsolosluğunun önünde canını feda eden fidan gibi polislerimizin adına bir fidan olsun neden dikemiyoruz?
Yaralı halde iki teröristi öldüren 14 günlük trafik polisi, 21 yaşındaki Önder Saçmalıoğlu’nu bir kahramana yakışır şekilde ölümsüz kılacak adımları neden atamıyoruz?
Bu adımları atabilmeyi de geçtim, üç genç polisin cenazelerinde, terörün baş hedefi bir binanın önüne tecrübesiz polisleri yerleştiren İstanbul Valisi Muammer Güler ve İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın yaptıklarına da mı engel olamayacak kadar kültürsüz ve şahsiyetsiziz?
Güler ve Cerrah gibilerin cenaze törenlerinde boy göstermeye kalkışmadan önce iki kez düşünmesini sağlayacak, yuhalama gibi demokratik tepkisel eylemlerden alıkoyan nedir bizi?
Bu kez son olsa keşke.
Silkinip kalksak umursamazlığımızdan ve birer anıt diksek Mehmet Önder Saçmalıoğlu’nun, Erdal Öztaş’ın, Nedim Çalık’ın kahramanlıklarını ölümsüzleştirmek için.
Bizimkilerden ne yazık ki umudum yok. ABD, şehit polislerin ailelerine insani yardımda bulunmak için çalışma başlatmış. Olumsuz spekülasyonlara yol açmamak için insani boyutlarda yardım yapabilme yolları arıyorlarmış. Konsolosluğun girişine, şehit polislerin anısına bir anıt dikmekle başlasalar keşke işe.
Parma’nın Lambrusco şarabı
İtalya’nın Parma kentindeki Barilla Mutfak Akademisi’ni anlatırken andığım Parma’ya özgü gastronomik lezzetleri sayarken Lambrusco şarabını atlamışım.
Parma jambonu proşütto ile Parma peyniri parmesan kadar ünlü olmadığından unuttum herhalde. Oysa Lambrusco’nun benim için ayrı bir anlamı vardır.
Genelde ucuz, hafif tatlı, kalitesiz bir şarap olarak anılan Lambrusco’yu yıllar önce San Fransisko’da yaşayan Parmalı bir arkadaşımın evinde tatmıştım. "Sıkı dur" demişti, bardağıma dökerken. "Bu tadacağın gerçek bir Lambrusco, ABD’de veya Avrupa’da herhangi bir şarap marketinde bulacağın ucuz Lambrusco’lara benzemez. Lambrusco biz Parmalılar için çok önemlidir ve kalitelisi sadece iç talebimize yeter, kötülerini dünyaya ihraç ederiz."
Barilla Mutfak Akademisi’nin lezzet turunda uğradığımız, Parma’nın en kaliteli şarap üreticilerinden birinin tesisinde sunulan Lambrusco kadehime dökülürken, birkaç yıl önce tattığım enfes şarabı hatırladım.
Lambrusco koyu böğürtlen renginde, hafif gazlı bir şarap. İyi kalitedekileri, sıradan şarap dükkanlarında satılan yarı tatlı çeşitlerinin aksine sapına kadar sek oluyorlar. Yüksek asitli ve gazlı olmaları nedeniyle, normalde şarap eşlemesi çok zor olan domates soslu yemeklere çok iyi eşlik ediyorlar.
Domatesli yemeklerle içilebilecek şaraplar
Türk mutfağındaki çoğu tencere yemeği domates sosludur. İçine domates girmeyen yemek Türkiye’de çok nadirdir.
Domates soslu yemekler aynı zamanda yanına uyum gösterecek şarap seçmenin en zor olduğu yemeklerdir. Hele Türkiye’de üretilen şaraplarımız içinde domates soslu yemeklere eşlik edecek şarap bulmak olanaksızdır.
Kayra’nın İtalya’da özel olarak üretip, şişelediği ve Türkiye’de sattığı Terra Italia serisinin iki üyesini tadınca sevindim. Tattığım Terra Italia Chianti ve Barbera d’Asti hem çok kaliteli hem de domates soslu yemeklerle pizzaya eşlik edebilecek ender şaraplardandı.
Özellikle Terra Italia Barbera d’Asti, tüm domates soslu yemeklerin yanında mükemmel uyum gösterecek bir şarap.
Terra Italia Chianti’yi ise domates soslu makarnalara ek olarak özellikle pizza ile içmenizi öneririm. Tabii pizzanızın üzerindeki malzemenin önemini de unutmayın.
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2008
İtalyan yemeğinin sırrı farklı kültürlerin damak tatlarına büyük oranda hitap edebilmesinde olmalı. Sonuçları bugün duyurulacak çok yeni bir bilimsel araştırmayı okurken iyice pekişti bu düşüncem. İngiliz Fizik Enstitüsü’nün New Journal of Physics isimli akademik dergisinde bugün yayınlanacak araştırmaya göre Ferran Adria ve Heston Blumenthal gibi dünyanın en yenilikçi şefleri, aynı zamanda dünyanın en iyi şefleri olarak kabul edilseler de farklı kültürlerin kendi damak tatları zaman içerisinde çok az evrim geçiriyor.
İnsanların yemek yeme alışkanlıklarındaki bu tutuculuğun, İtalyan yemekleri gibi genel kabul görmüş damak tatlarının şansını artırması da doğal tabii ki.
Geçen hafta İtalya’nın Parma şehrinde Barilla Mutfak Akademisi’ndeydim. Parmalılar kendilerini dünyanın gurme başkenti olarak görüyorlar. Haksız da sayılmazlar. Dünyanın en lezzetli peyniri parmesan, en lezzetli pastırması proşütto ve en lezzetli sirkesi Modena balzamiği hep Parma ve çevresinin ürünleri.
2004 yılında kurulan Barilla Mutfak Akademisi de, İtalyan gastronomisini dünyaya tanıtmayı amaçlıyor. Şefler ve gurmeler için düzenlediği mutfak atölyeleriyle, gastronomik bölge gezileriyle, özenle seçtiği en kaliteli İtalyan gurme ürünleriyle otantik, bölgesel İtalyan mutfağı ve yemek kültürünü korumayı, tanıtmayı ve geliştirmeyi hedefliyor.
İtiraf etmeliyim ki, Barilla Mutfak Akademisi’nin kapısından adımımı atarken, akademik kaplama kağıdıyla paketlenmiş ticari bir pazarlama faaliyetinden fazlasını beklemiyordum. İki günlük ziyaret, atölye çalışması ve ürün tadımının ardından aynı kapıdan büyük bir hayranlık ve gıptayla çıktım.
Benzer bir hissi Türkiye’de Kayra Şarap Akademisi’nde de yaşadığımı araya eklemeliyim. Kapılarını sonbaharda açmaya hazırlanan Kayra Şarap Akademisi’ni gezerken de, henüz tamamlanmamış olmasına rağmen aynı duyguları yaşamıştım.
Barilla Mutfak Akademisi dünyanın en çok satan makarna markası Barilla tarafından kurulduğu için tüm temanın da makarna etrafında dönmesini bekliyorsunuz doğal olarak. Makarna tabii ki başrolde ama genel konsept kurgusu karakter oyuncularının üzerinde dönen filmleri andırıyor daha çok.
Parmesan peyniri, proşütto, zeytinyağı, zeytin ve balsamik sirke, makarnanın karakter sahibi yardımcı oyuncuları olarak her daim ortadalar.
Mutfak atölyesindeki yemek pişirme deneyimimiz sırasında öğrendiğimiz en pratik bilgi makarnanın pişme suyuna yağ katmamak. Özellikle de pişirilen makarna soslu olacaksa. Pişirme suyuna katılan yağ makarnanın etrafında kaygan bir tabaka oluşmasına yol açarak sosun makarnanın üzerinde durmamasına yol açıyor çünkü. Önerilen pişirme yöntemi ise benim de öteden beri kullandığım teknik. Makarnayı, paketin üzerinde yazan pişirme süresinin yarısı sürede pişirip, suyundan birkaç kaşık kenara saklayarak süzeceksiniz ve önceden hazırladığınız sosun içine döküp, pişirmeyi bu sosun içinde bitireceksiniz. Kenara ayırdığınız birkaç kaşık makarna suyunu da sosu gerekirse inceltmek için kullanacaksınız. Bu şekilde pişirilen makarna, sosu daha fazla içine emiyor. Bu arada paketin üzerinde yazan pişirme süreleri, makarnanın kalitesi açısından da ipucu veriyor. Kaliteli makarnalar daha uzun pişme süresine sahip oluyor.
Academia Barilla’nın özenle seçip, üzerinde kendi kalite damgasını kullandığı ürünlerle yaptığımız tadım seansı ise unutulmazdı. Henüz Türkiye’de satılmayan bu ürünlerin Türkiye’ye geleceği günleri dört gözle bekliyor olacağım.
Boğaz manzaralı ekonomik İtalyan
"Casual kategorisinde Türkiye’nin en İtalyan İtalyan restoranı olacağız" demiş restoran zinciri Pastarito’nun ana şirketi Cir-Food’un Genel Müdürü Gianluigi Contin. "Casual"dan kasıt "sıradanlık"sa, bir restoran zinciri için kabul edilebilir bir iddia. Ama "casual" eğer "rahatlık"sa fazlasıyla abartılı...
Klas sınıfındaki Papermoon, Da Mario, Spazio, Bice, Meditrina gibilerini geçelim. Rahat sınıfında ise Mezzaluna ve Mia Mensa da yanlarına yanaşılması zor isimler.
Şimdi bu isimlere bir de yeni İtalyan mönüsüyle Bebek Bar eklendi. Rahatlıksa rahatlık, manzaraysa manzara, keyifse keyif, lezzetse lezzet. Üstelik hepsi Bebek Bar gibi klas bir mekandan beklenmeyecek uygun fiyatlara.
Ev yapımı makarnalarından Tagliatell Ricotta, Dana jambon ve mantarlı Tortellini ile Deniz mahsullü Gnocchi’yi tattım. İstanbul’daki hiçbir İtalyan restoranında 17 ile 20 YTL arasında değişen fiyatlara bundan iyilerini yemedim.
İşin en güzel yanı, öğlen yemeği eşliğinde içilen meşrubat ve yerli içkiler yüzde 40 indirimli. Öğlen yemeği için alternatif arayanlara duyurulur.
Sigara Şikayet Köşesi
Sigara dumansız yaşama özgürlüğü getiren yasanın uygulanmasıyla ilgili gözlemlerinizi yurtsan@hurriyet.com.tr adresine bekliyorum.
Barış Biner Babaeski: Beni duygulandıran, Kipa alışveriş merkezlerinde sigara yasağına son derece uyumlu bir geçiş yapılması ve asla taviz verilmemesi. Lüleburgaz, Kırklareli ve Edirne Kipa alışveriş merkezlerini kısa süre önce gezdim. Yanlızca fiili olarak değil de görsel olarak da her masada sigara yasağını hatırlatan amblemler bulunması ve hatta tuvaletinden tutun da çocuklar için oyun parkı ve alışveriş bölümüne kadar olan tüm bölümlerin sigara yasağını anımsatan afiş ve çıkartmalarla donatılması beni o kadar duygulandırdı ki... Kipa alışveriş merkezinin bu tutumu belki yasağa tam olarak uymayan şirketlere örnek olur.
Yazının Devamını Oku 9 Temmuz 2008
Oto plakalarındaki TR rumuzlu mavi bandı ay-yıldızlı kırmızı bant ile değiştirerek Avrupa karşıtlığı yapanların sayısının hızla artmakta olduğunu 5 Mart tarihli "Oto plakasıyla Avrupa karşıtlığı" başlıklı yazımda yazmıştım Daha sonra yazımdan yola çıkan Vatan gazetesi de aynı konuda "Plakadaki AB mavisine kırmızı etiketli protesto" başlıklı bir haber yaptı.
Konuyu ilk kez gündeme getirdiğim mart ayından bu yana plakalarındaki mavi bandı kırmızı bant ile kapatanların sayısı çığ gibi büyüdü. Emniyet Müdürlüğü, valiler ve trafik polisleri kırmızı bantlı kanunsuz plakalara uzun süre kayıtsız kaldılar. Bu tür plakalar kullananlara yasanın öngördüğü cezaları uygulamaktan kaçındılar.
İçişleri Bakanlığı birkaç hafta önce nihayet bir genelge yayınladı ve bu tip plakaları kullanan sürücüler hakkında yasal işlem yapılmasını istedi.
Peki ama emniyet müdürlüğünün, il emniyet müdürlüklerinin, valilerin, trafik polislerinin açık bir trafik suçu olan bu eylem karşısında gerekli işlemleri başlatması için İçişleri Bakanlığı’nın genelgesi mi gerekiyordu? Trafik polisleri örneğin yasak yere park edenlere ceza kesmek için İçişleri Bakanlığı’nın genelgesini mi bekliyorlar?
Emniyet teşkilatının gerekli adımları zamanında atamamasının nedeni bilgisizlik ve eğitimsizlik.
Vatan gazetesindeki habere bir de kutu eşlik ediyordu. Haber kutusunda kaynak olarak gösterilen Trafik Mevzuatı Şube Müdürlüğü üst düzey yetkilisine göre plakalardaki TR rumuzunun hangi renkte olacağı Trafik Yönetmeliği’nde açıkça yazılmıyor, bu da bir başı boşluk oluşturuyordu.
Halbuki bu konu Karayolları Trafik Yönetmeliği’nde çok açık bir şekilde tanımlanıyor. Konuyu ortaya çıkaran yazımda da aktardığım gibi 55. maddede aynen şöyle yazıyor: "(TR) rumuzu 4X10 cm’lik mavi bir diktörtgen kutu içine yerleşmiş reflektif tabakanın imalat aşamasında işlenmiş, fiziksel veya kimyasal yolla plakaya zarar vermeden çıkarılamayacak nitelikte olacaktır."
Yönetmeliğin bu apaçık maddesinden Trafik Mevzuatı Şube Müdürlüğü üst düzey yetkilisinin haberi yoksa, sokaktaki memur ne yapsın?
Caddelerdeki araçların plakalarına şöyle bir bakınca İçişleri Bakanlığı’nın genelgesinin de işe yaramadığı apaçık meydanda. Geçen gün bir trafik ekibinin başında durup, seyrettim. On dakika içerisinde önlerinden onlarca kırmızı bantlı plaka kullanan otomobil geçti. Aralarında Belediye Halk Otobüsü bile vardı. Kafalarını döndürüp bakmadılar.
Zaten artık işin boyutu AB protestosunu da aştı.
Plakaların mavi bölümünün üzerine yapıştırılan kırmızı bantların çeşitleri bile çıktı. Kimilerinin üzerinde ay-yıldız, kimilerinde üç hilal, kimilerinde Atatürk resmi, kimilerinde de Türkiye haritası var. Ancak üzerindeki işaret hangisi olursa olsun, plakalardaki kırmızı bandın artık tek bir anlamı var: AKP hükümeti karşıtı sivil itaatsizlik.
Türkiye’nin simgesi kırmızıdır turkuaz değil
Milli takım formasında turkuaz kullanılması saçmalığı üzerine işin tribünlerde turkuaz ay-yıldızlı bayrak açmaya kadar vardığını yazmıştım. Yazımın ardından okurlardan, ekranda gördüğüm turkuaz bayrağın Doğu Türkmenistan bayrağı olduğunu hatırlatan mesajlar aldım.
Bir Türk cumhuriyetinin bayrağını eleştirdiğimi sanan okurlar, endişe etmesinler. Doğu Türkmenistan halkı ile bayrakları Kök Bayrak’a sevgim ve saygım sonsuz. Eleştirim bir ülkenin bayrağına değil, Türk takımının milli maçında kullanıldığı için Türkiye’yi temsil eden bayrağa.
Türk milli takımının maçında Türk seyircilerin bulunduğu tribünde açılan bir bayrak başka bir ülkeyi değil Türkiye’yi temsil eder. Geleneksel kırmızı-beyaz forması, turkuaz ile değiştirilen Türk Milli takımının maçında turkuaz renkte ay-yıldızlı bir bayrak açılması, formanın turkuaza dönüştürülmesinde izlenen sinsi stratejinin bir yansımasıdır. Bu strateji Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil eden Türk bayrağının renkleri olan kırmızı-beyaz’ın, turkuaz-beyaz ile değiştirilmesidir. Hedeflenen bayrağın bir başka Türk devletinin bayrağı olması, planın sinsiliğini değiştirmez.
Bugün turkuaz forma giyen milli takımın maçında açılan turkuaz bayrak, yarın evlerin balkonlarında kullanılmaya başlanır, ertesi gün mitinglerde, sonra gün gelir bir bakarsınız resmi törenlerde kullanılır olmuş.
Halklarının savaşını dünyaya duyurmak için Türkiye milli maçında Kök Bayraklarını açan Doğu Türkmenistanlı dostlarımıza da bir tavsiyem var. Davalarını daha iyi duyurabilmek için açtıkları bayrağı enformatif pankartlarla desteklesinler. Ki o bayrağın neyi simgelediğini net bir şekilde anlaşılsın.
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2008
Hıncal Uluç fikir düellosuna davet etmeden önce hakkımda gurur verici övgülerde bulunmuş. Gazete yazarlığında kendime model aldığım üç yazar Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu ve Hıncal Uluç’tur.
Ertuğrul Özkök’ün en ağır eleştirileri bile zarif bir üslupla yapabilmesini, Enis Berberoğlu’nun fikirlerini enformatif bilgilerle desteklemesini, Hıncal Uluç’un da fikri takipteki ısrarcılığını gıptayla izler, kendi yazılarımda uygulamaya çalışırım.
Hıncal Uluç sigara karşıtlığındaki ısrarlı tutumumu övdükten sonra sigara yasaklarıyla birlikte hayatımıza giren çirkin manzarayla ilgili ne düşündüğümü sormuş.
Sigara yasakları başladıktan sonra tüm cadde ve sokaklar canlı sigara reklamlarıyla doldu diyor. Her şirketin kapısının sigara içen çalışanlarıyla dolmuş olmasına dikkat çekerek, "Sokaklarda durup dururken, binlerce, yüz binlerce insan sigara içmeye, gelip geçen milyonlarca kişiye sigara içme reklamı yapmaya, özendirmeye başladılar" diyor. Televizyonlarda gösterilen film ve dizi filmlerdeki sigara içilen sahnelerin sansürlenme gerekçesinin, bu görüntülerin insanlar üzerindeki özendirici etkisi olduğunu hatırlatıyor.
Bir de sokağa çıkar çıkmaz sigara yakan insanların sokaklara attığı izmaritlerin yarattığı kirliliği de sigara yasaklarına bağlıyor.
Önce bu kirlilik konusuna cevap vereyim. Sokaklara atılan sigara izmaritlerinin yarattığı kirliliğin sorumlusu sigara dumansız yaşama özgürlüğü getiren yasa değil, izmaritini sokağa atanların hödüklüğü... Yasa aslında sokağa sigara izmariti atanlara da ceza kesilmesini öngörüyor ama yasayı uygulamakla yükümlü zabıta ve polis ve tabii bunların belediye başkanları ile emniyet müdürleri görevlerini yapmadıkları için sokaklar izmarit çöplüğüne dönüyor. Şirket kapılarında öbekleşerek sigara içenlerin, sigaranın ayaklı reklamları olması konusuna gelince.
Şirket kapılarındaki bu çirkin görüntünün sigaraya özendirici bir etki yarattığı fikrine katılmıyorum. Evet televizyonlarda gösterilen film ve dizi filmlerin kahramanlarının, sahneye çıkan pop yıldızının sigara içmesi özendirici etki yaratır, doğru. Ama bu özendirici etkinin nedeni sigara içen yıldızın, gençler için rol modeli olmasıdır.
Özendirici etkinin nedeni, sigara içen film kahramanına duyulan hayranlıktır. Şirket kapılarında sigara içen kalabalık ise hayran olunulacak üst düzey yönetici ve başarılı işadamını değil, ortak özellikleri bağımlı olmak olan bir kalabalığı temsil ettiğinden, sigara içmeye özendirmek şöyle dursun tam tersi bir etki yaratır.
İnsanlar kitleleri değil bireyleri rol model olarak alır. Yüzlerce köşe yazarı içinden Hıncal Uluç’u örnek almam da bundandır.
En iyi pisliği pop feministler atar
Pislik atmak deyince pop feministlerin üzerine yoktur. Gerçek feministlerin aksine, cinsiyet ayrımcılığına karşı gelmek yerine en başta kendileri ayrımcılık yaparlar.
Adam karısının yüzüne bir kavanoz pislik fırlatınca hemen yine sahneye çıktılar.
Neymiş efendim, karısına şiddet uygulayan bir adama yazı yazdırtmaya nasıl devam edermiş gazetesi.
Adamın karısının yüzüne bir kavanoz pislik atmasının, cinsiyete dayalı şiddetle ne ilgisi var? Aynı eylemi bir kadın da erkeğe karşı yapabilir. Bunun cinsiyete dayalı fiziki güç kullanımıyla bir ilgisi yok ki. Yapılan kuşkusuz çirkin bir eylem. Ama abartmanın da alemi yok...
Davul zurna ve havai fişek
Cengiz Semercioğlu Etiler’in göbeğinde davullu, zurnalı düğün yapan gelin damadı eleştirmiş. "İstanbul’da her isteyen açıkhavada davullu zurnalı düğün yapabilir mi? Bunun bir cezası yok mu?" diye soruyor.
İstanbul’da her Allah’ın gecesi en az üç görmemiş havai fişek patlatarak düğün yapıp tüm İstanbul’u rahatsız edebiliyorsa ve İstanbul’un Valisi, Emniyet Müdürü bu görgüsüzlüğe resmen izin verebiliyorsa, garibanın teki de varsın Etiler’in ortasında davullu zurnalı düğün yapsın Sevgili Cengiz. Çok mu yani?
Sigara Şikayet Köşesi
Sigara dumansız yaşama özgürlüğü getiren yasanın uygulanmasıyla ilgili gözlemlerinizi yurtsan@hurriyet.com.tr adresine bekliyorum.
İzzet Şahap: Son derece keyifli bir mekan olduğu konusunda sizinle hem fikirim ancak It’s a Joke maalesef sigara içilen bir mekandır. 07.06.2008 tarihinde eşimle gittiğim mekanda, üzerimize direkt gelen sigara dumanı nedeniyle üç masa değiştirmemize rağmen sigara dumanlı bir mekanda yemek yemek zorunda kaldık.
Prof.Dr. Ayşen Tan: Ankara’da oturuyorum. Geçenlerde Ankamall’da, içerideki bir lokantada sigara içenleri görünce lokanta sahibine sordum ve "Abla yaaa burası Türkiye!" cevabını aldım. Şikayet etme girişiminde bulundum ancak 4-5 telefon sonrası vazgeçtim; şikayet mercii bulamadım. Hafta sonu İstanbul’da kısıtlı bir zamanda İstinye Park’ta koştururken en üst kattaki The House Cafe’de sigara içenleri görünce sorduğum "Sigara içiliyor mu?" sorusuna bayanın cevabı "Tabii hanımefendi, içilen ve içilmeyen masalarımız var" oldu. Yasağa rağmen nasıl böyle resmi ayırım yapabildiklerini sorduğumda da oranın havalandırmasının güçlendirildiğini ve bu nedenle onlar için yasak olmadığını söylediler.
Y.A.: The House Cafe ile ilgili pek çok okurdan benzer şikayet geldi. Yasa alışveriş merkezlerinin içindeki restoran ve kafelerde ancak alışveriş merkezinin ortak kullanım alanlarından sigara dumanı geçirmeyecek şekilde tecrit edilmiş ve ayrı havalandırması bulunanlarda sigara içilebileceğini söylüyor. Dört bir yanı açık olan The House Cafe’nin bu tanıma girmediği apaçık ve sigara içmeye izin verdiği için çoktan uyarılması ve cezalandırılması gerekiyordu. Ancak İstinye Park yönetimi ile Sarıyer Belediyesi artık aralarında nasıl bir ilişki varsa bu çağdaş yasanın delinmesi için ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.
Geçenlerde yazınca alt kattaki Fazıl Bey’in Kahvesi’ne uyarı gitmiş sanırım. Geçen hafta sonu gittiğimizde etrafına sigara içilmez afişleri asılmıştı. Sigara içen var mı diye biraz etrafında dolaşınca, garsonlardan biri bakınmamı yanlış yorumlamış olacak yanımıza yanaştı ve "Abi sigara içecek yer arıyorsanız bizde içiliyor, buyrun gelin rahatınıza bakın" dedi. Şaka gibi ama gerçek maalesef.
Yazının Devamını Oku 2 Temmuz 2008
Maçın heyecanı biraz durulduğuna göre seyretmesi de yazması kadar zor olan Türkiye-Almanya maçıyla ilgili duygularımı değil ama düşüncelerimi yazabilirim artık. Duygularımı değil düşüncelerimi diye özellikle vurguladım. Türkiye-Almanya maçını, hiçbir maçta olmadığı kadar karmaşık duygularla seyrettim çünkü...
Türkiye gol atıyor, sevinçten naralar atarak havalara fırlıyorum. Almanya atıyor, Türkiye’nin golüne içten, coşkulu sevincim gibi olmasa da oturduğum yerden boğuk bir sesle "gol" diyerek seviniyorum.
Duygularım Türkiye kazansın diyor, mantığım Almanya...
Duygularımın her Türk gibi neden Türkiye dediği malum. Mantığımın neden Almanya dediğine gelince...
Mantığım Almanya kazansın diyor, çünkü Avrupa Şampiyonası gibi bir spor olayının haddinden fazla siyasileştirildiğini, AKP’nin siyasi şovuna dönüştürüldüğünü düşünüyorum.
AKP iktidarı ilk yıllarında Kemal Derviş’in, IMF’nin ve dünya konjonktürünün hazırladığı ekonomik istikrarın meyvelerini yemiş, kendisinin en ufak payı olmadığı bir başarıdan siyasi rant sağlamıştı. AKP’nin yine başkalarının eseri olan bir başarının meyvelerini hazır lop yemeğe kalkışmasından haz almıyorum.
Milli takımın Avrupa’nın en iyi dört takımı arasına girme başarısının mimarı Haluk Ulusoy başkanlığındaki federasyon. AKP ise bu başarıyı her mevkiye eşi türbanlı olanları getirme trendinin son örneği olan Hasan Doğan başkanlığındaki federasyona mal etmeye çalışıyor. Türk Milli Futbol Takımı’nın başarısından kendi iktidarına rant çıkarma yarışı içerisinde.
Hasan Doğan’ın türbanlı eşinin tribünlerde şov malzemesi olarak kullanılması da, AKP’nin en başından beri yürüttüğü stratejinin parçası. Bu strateji, türbanlı eşleri her yurtdışı gezisine dahil ederek, türbanlı eş sahibi olmanın toplumda yükselmenin bir şartı olduğu imajını yaymak, türbanı moda yapmak. Şapka devriminde kullanılan stratejiyi taklit ederek Cumhuriyet’in rövanşını almak.
Türk Milli Futbol Takımı’nın ulusallığının AKP’nin umrunda olmadığı, milli formanın rengini kırmızıdan turkuaza çevirmeye kalkışmasından belli.
Tribünlerde dalgalanan hilkat garibesi turkuaz ay-yıldızlı bayrakları görmüşsünüzdür. AKP’nin Türk Milli Futbol Takımı’nın formasını turkuaza döndürmekteki nihai amacının simgeleri gibi dalgalanıyorlardı mavi mavi...
Türkiye’nin gollerine havalara zıplayarak sevinirken, Almanya’nın gollerine içim burkula burkula iyi oldu dememin nedenleri bunlardı işte. Türkiye kazansaydı herkes gibi sokaklara dökülecektim kuşkusuz. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin en kemikleşmiş simgelerinden biri olan ay-yıldızlı kırmızı beyaz bayrağın rengini değiştirme sürecini başlatan bir partinin emellerine hizmet eden galibiyetin, sevinci de buruk olacaktı kuşkusuz.
Simit ve hıyar turşusu
İstanbul W Hotel’in içinde açılan Spice Market’ı, yıldız şefi Jean Georges Vongerichten’in İstanbul’da yeterince vakit geçirmeden imzasını attığı bir restoran olması dolayısıyla eleştirmiştim.
Eleştirimin bir başka nedeni de Spice Market’ın İstanbullular’a sanki dünyanın en iyi restoranlarından biriymiş gibi tanıtılmaya çalışılmasıydı. Spice Market’ın (orijinalinin) o kadar da önemli bir restoran olmadığını daha önce yazmıştım. İlk eleştirimin ardından, aman kimseye hakkım geçmesin deyip NY Spice Market’a bir kez daha gitmiş ve çok lezzetli yemekler yapan ama restorancılık açısından vasatın üzerine fazla çıkamayan bir restoran olduğunu bir kez daha görmüştüm.
Geçen hafta NY’da, yeme ve içme kültürüne meraklı arkadaşlarım Ziya ve Hande Kürküt’le birlikte öğlen gidecek restoran ararken aklıma geldi. Gelin Spice Market’a gidelim dedim. Hem orijinali ile İstanbul’dakinin arasındaki farkı görürsünüz hem de NY’un son yılların trendi mahallelerinden Meat Packing District’te turlamış oluruz.
Kapısına gittik, baktık sinek avlıyor. Hemen yanıbaşındaki Fransız bistrosu Pastis ise dolup taşıyor. Fotomodeller, mankenler, sanatçılar, yönetmenler kapısında kuyruk olmuş.
Bu manzara karşısında tavsiyemden anında çark edip, içgüdülerimizin bize dikte ettiği yere doğru tıpış tıpış yola koyulduk tabii. İyi de yapmışız.
Vongerichten hatayı baştan yapmış aslında. Dünyanın en ünlü Baharatçılar Çarşısı (Spice Market) olan Mısır Çarşısı’nı şöyle sindire sindire, birkaç hafta boyunca gezip tanımadan restoranına Spice Market adını vermemeliydi.
Füzyon mutfak her sokakta karşına çıkacak simit ile mahalle turşucusunda keşfedeceğin hıyar turşusunu yan yana koymak kadar basit bir iş değil.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2008
Kendisini okuduğu yazarın müşterisi yerine koyup, yazarın velinimetiymiş gibi minnettarlık bekleyen okurlar var. Kırk yılda bir, tek yazınızı okurlar, klavyeye sarılıp kendilerinin sizin müşteriniz olduğunu hatırlatmaya kalkar, onlar olmasa yazamayacağınızı buyurur, tarafsızlığa davet eder, kendilerince daha önemli olduğuna kanaat getirdikleri konuları neden yazmadığınızın hesabını sorarlar?
Halbuki daha bir önceki yazınızda o konuyu yazmışsınızdır ama müşteriniz olduğunu iddia eden kişinin, o tepki gösterdiği yazıyı bile doğru düzgün okumadığı yazdıklarından apaçık anlaşılmaktadır.
Büyük olasılıkla başlığını, girişteki birkaç cümlesini ve belki de son satırını okumuş, hemen saldırıya geçmiştir.
Bir kere ne ben senin satıcınım, ne sen benim müşterimsin. Sen gazetenin müşterisisin, yazarının değil.
Gazete yazarlığı, okur yağdanlığı yapma yeri değil. Tersine bir gazete yazarının görevi, okuru şaşırtmaktır. Herkesin aklına gelmeyeni yazmak, orijinal olmaktır. Herkes sağdan üst köşeye bakarken, soldan bakıp alt köşeden çakmaktır.
Bir yazarın fikirleri çoğunluğun fikirleriyle ne kadar fazla örtüşüyorsa, o yazar o kadar başarısız demektir. Gazete yazarlığı, çoğunluk fikirlerine onay veren noter makamı değildir.
Bilakis bir gazete yazarı okurlardan ne kadar çok tepki alıyorsa, o kadar başarılı demektir. Bu tepki, büyük bir kesimin henüz dile getirilmemiş sorunlarını gündeme taşıdığı bazı özel durumlarda olumlu da olabilir. Ama çoğunlukla olumsuz, sert tepkilerdir.
Bir de okur ayağına yatan yaygaracılar vardır. Yaygaracıların çoğunluğu gazete müşterileri arasından değil, yazıyı İnternet’ten okuyanlar arasından çıkar. İnternet sitelerinden okuyanları kastetmiyorum. Etkili bir yazı yazıldığında İnternet’teki forumlara düşer, e.posta zincirleriyle elden ele dolaşmaya başlar. Yazıyı buralardan okuyup, klavyeye sarılanlardan bahsediyorum. Bir yazı önemli, sağlam, yaralara dokunan bir yazıysa, en büyük yaygarayı bunlar koparır.
Kısacası benim okurum, ne yazarsam yazayım, yazdıklarım kendi fikirlerine ne kadar ters gelirse gelsin, durup şöyle bir düşünen okurdur.
Okurlarım yazılarımı okuyanlardan da ibaret değil, tek bir yazımı okumamış bile olsa fikirlerimin ulaştığı herkes okurumdur.
Benim için velinimet fikirlerimi okuyup, onlara olumlu ya da olumsuz yeni değerler katarak başkalarına aktaranlardır, kaba saba mesajlar döşenenler hiç değil.
Sigara Şikayet Köşesi
Kim diyor sigarasız yaşama özgürlüğü yasası tuttu diye? İşte okurlardan gelen şikayetlerden sadece birkaçı:
Elif İmer: İstinye Park ne ki? Geçen hafta Akbank’ın Avrupa yakasındaki en büyük şubelerinden birine gittim. Üst katta tek bir kişinin odası vardı, şube genel müdürü.
Diğer çalışanlar açık ofis ortamında çalışıyorlar, genel müdür hanımın oda kapısı açıktı ve misafiriyle sigaranın birini söndürüyor birini yakıyor ve o ufacık alan da dumandan geçilmiyor.
Müşteri temsilcisine sigara içmenin yasak olup olmadığını sordum, "yasaaaaak" dedi. Peki hanımefendi niye içiyor dedim, "o müdüüüürr" dedi.
Y.A.: Zaten kapı kapalı olsa da içemez. O oda babasının malı olmadığına ve her türden misafir kabul ettiğine göre, odaya girecek sigara içmeyen müşterilerinin ve çalışanlarının sağlığına saygı göstermesi gerekir.
Dr. İnanç Güngör: İstanbul’dan biraz dışarı çıkıldığında yasağa kimsenin aldırmadığına şahit oluyorsunuz.
Son örneğini Silivri’deki Maxi alışveriş merkezinde yaşadım. Eşim ve çocuğumla birlikte oturduğumuz koridorun ortasında konumlanmış (yani ayrı çatısı ve dolayısıyla havalandırması olmayan) kafede fosur fosur sigara içiliyordu.
Kafenin yöneticisini uyardım. Kafeler için yasağın Temmuz 2009’da yürürlüğe gireceğini söyledi. Ben ona AVM içinde ayrı havalandırması olmayan kafeler için yasağın yürürlükte olduğunu ve onları şikayet edeceğimi söylediğimde de umursamadı. Ardından AVM güvenlik görevlilerine bu durumu belirttim. Bana bunun kafe yöneticisinin sorumluluğunda olduğunu söylediler. Ben de onlara AVM olarak müdahalede bulunmazlarsa kendilerinin sorumlu olacağını ve ceza ödeyeceklerini söyledim ama yine sonuç alamadım.
Dr. Alper Mumcu: İstinye Park’ta en alttaki "foodcourt"da bir İtalyan restoranı var. Mönüye bakıp bebeklerimle içeri girip yemek yemeyi planlarken sigara içiliyor mu diye gayri ihtiyari sordum. Garson bana içeride içildigini söyledi. Ayrıca aynı gün Özsüt’te de serbestçe sigara içildiğini, Gloria Jeans Coffee’de de serbest olduğunu üzülerek gördum. Ben o günden itibaren prensip olarak hiçbir Özsüt ve Gloria Jeans’den alışveriş etmiyorum ve etrafımdakileri de uyarıyorum.
Y.A.: Yasaya ve genelgeye göre İtalyan Restoranı’nın kapalı yerinde sigara içirebilmesi için bu bölüme ayrı havalandırma yapması gerekiyor. Yaptırdığını hiç sanmıyorum. Gloria Jeans, Özsüt, Fazıl Bey Kahvesi’nin tamamen açık bölümlerini denetlemekten aciz Sarıyer Belediyesi, restoranın kapalı bölümünün havalandırmasını mı denetleyecek? Bu gibi sorumsuz işletmeleri boykot etme önerinize katılıyorum.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2008
Geçen sayıda başta TBD olmak üzere bilişim STK’larının iktidarın güdümüne girdiklerini yazmıştım. Bilişim STK’ları sansürcü İnternet yasasına muhalefet etmek yerine, aynı yasa tarafından kurulan Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı İnternet Kurulu’na üye olmayı kabul ederek iktidar yanaşmalığına soyunuyorlardı.
Açıkça söylemek gerekirse TBD hariç diğer bilişim STK’larının bir açıklamada bulunarak, İnternet Kurulu üyeliğini kabul etmediklerini ve sansürcü İnternet yasasına karşı olduklarını deklare etmelerini bekliyordum. TBD’den beklemiyordum, çünkü TBD Başkanı Turhan Menteş kurula üye olmakla da kalmamış, kendisine sunulan başkanlık koltuğuna güle oynaya oturmuştu.
Bu sayımızda sansürcü yasanın İnternet Kurulu’na üye atanmayı kabul eden bilişim STK’larının görüşlerine de yer vermek istedik. Bu STK’lardan TBD, TBV ve TÜTED’i aradık, görüşlerini istedik.
TÜTED’den TÜTED Müdürü imzalı kısa bir cevap aldık: "Mailinizde bahsi geçen konu ile ilgili yorum yapmamaya karar verilmiştir."
Mail kim tanımıyoruz, bizde böyle biri yok ama herhalde e.posta mesajımızı kastediyorlar diye düşündük ve sorumuzu yanıtlamayacakları anlamını çıkardık. Cevabın başkan tarafından değil müdür tarafından yazılmasını ise müdür bu, buna konuş zihniyetine verdik.
TBD ve TBV ise aynı ağızdan cevap verdiler. Meğer kendi aralarında bir toplantı yapıp, karar almışlar. Gayrımeşru Bilişim STK’ları Monopolü’nün kararına göre TBD ve TBV’den aldığımız ortak cevap da, bu konuda konuşmayacakları, yaptıklarının kamuoyunca zaten bilindiği yönünde oldu. Bugüne kadar sizi en çok kim anlatıyordu kamuoyuna, iktidarla olan hoşbeşinize gelince mi bu suskunluk diye üstelemedik.
Sansürcü İnternet yasasının kurduğu bir kurulda başkan olmanın verdiği utancı hiçbir şey temizleyemez ama kurula üye olmayı kabul eden diğer STK'lardan en azından bu sansürcü yasaya şiddetle karşı olduklarını, kurul üyeliğini de sadece ve sadece bu yasayı değiştirmek ve kendi kendilerini lağvetmek amacıyla kabul ettiklerini ortak bir açıklamayla duyurmalarını beklerdik. Bunu yapmadıkları sürece sansürcü yasanın işbirlikçileri apoleti omuzlarında asılı duracaktır.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2008
Siz bakmayın sigara yasakları tuttu, halk yasaklara uyuyor diyenlere. Geçen pazar günü İstinye Park’taydım. En alt katındaki "kitch" bir pazar yeri görünümü verilmiş bölümünden geçerken burnuma kesif bir sigara dumanı kokusu geldi. Baktım Fazıl Bey’in Kahvesi’nde herkesin elinde bir sigara, fütursuzca tüttürüyorlar. Masalarda da birer kül tablası, belli ki işletme sahibi izin veriyor yasağın delinmesine.
En yakındaki özel güvenlik görevlisine gidip, durumu anlattım. İstinye Park yönetimi izin vermiş meğer. Böyle bir izni vermeye hakkı olmamasına rağmen.
Yasakla ilgili medyaya verilen bilgilerde, İstanbul’da şikayet merci olarak gösterilen 153’ü aradım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Beyaz Masa numarası...
Telefona çıkan görevli zabıtaya aktardı. Oradaki kişi de haftasonu olduğu için bir şey yapamıyacaklarını söyledi. Denetim ekipleri tatildeymiş, onlar da bu yüzden haftasonu şikayet almıyorlarmış.
Gazeteci olduğumu söyleyip üsteleyince, daha yetkili birine aktardı. O biraz daha ilgiliydi, ya da en azından ilgiliymiş gibi davrandı. Nöbetçi denetim ekiplerini göndereceğini, gerekli işlemlerin yapılacağını ve pazartesi günü bilgilendirileceğimi söyledi. Tabii böyle bir bilgilendirme yapılmadı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı’nı aradım. Her zamanki gibi yardımcıydılar. Sorularımı özenle ve içtenlikle yanıtladılar.
Meğer alışveriş merkezlerindeki ihlalleri 153’e şikayet etmeye çalışmak boşunaymış. Alışveriş merkezlerini denetleme görevi ilçe belediyelerininmiş. 153 Beyaz Masa, alışveriş merkezleriyle ilgili şikayet aldığında bunları ilgili ilçelerin belediyelerine iletmekle yetiniyormuş.
Bu bilgiyi alınca İstinye Park’ı sınırlarında barındıran Sarıyer Belediyesi’ni arayayım dedim.
Sinir bozucu otomatik mesaj sistemiyle yaptığım boğuşmanın sonucunda ilgili rakamı tuşlayıp "şikayet" bölümüne ulaştım. Karşımdaki otomatik ses bir sürü şikayet konusu seçeneğini sıralamaya başladı. Su borusu patlağı için bire, yol şikayeti için ikiye, komşu gürültüsü için üçe, say babam sayıyor ama sigara şikayeti yok aralarında. Olsa olsa "zabıta şikayeti" seçeneğidir deyip dokuzu tuşladım. Otomatik ses adımı sordu, kaydetti. Adresimi sordu, onu da otomatik kaydetti. Eh artık karşıma nihayet bir görevli çıkacak diye beklerken, şikayetimin ne olduğu da otomatik ses tarafından sorulup, kaydedilmesin mi?
Kısacası sigara yasaklarını ihlal edenleri Beyaz Masa’ya haftasonlarında, İstinye sınırlarında ise hiçbir zaman şikayet etme olanağınız yok. Bir başka deyişle kapalı alanlarda sigara içmek İstanbul’da hafta sonlarında, Sarıyer İlçe Belediyesi sınırlarında ise her zaman serbest. Tiryakilere duyurulur.
Okur şikayetli not: Okurlarımdan gelen bilgiye göre İstinye Park’ta Gloria Jeans Cafe’de de sigara içirtiliyormuş.
Sigara içme özgürlüğü diyenler hálá var ya
Sigara dumansız yaşama özgürlüğü getiren yasa yürürlüğe gireli bir ay oldu ve orasından burasından delinmeye başlandı.
Nedeni toplumun yasakların altındaki mantık ve rasyonalite hakkında yeterince aydınlatılmamış olması. Yasanın kabulü ile yürürlüğe girmesi arasında, yasakları halka benimsetmek için yeterli süre vardı ancak maalesef iyi kullanılamadı.
Halkın büyük bölümü kapalı yerlerde sigara içilmesinin sakıncasının başkalarını rahatsız etmekten ibaret olduğunu sanıyor. Kapalı yerlerde içilen sigaranın, o ortamda bulunan herkesin sağlığına zarar verdiğini hálá çok az kişi biliyor.
Sigara tüccarları, medyadaki gönüllü (hatta belki bazıları paralı) sözcüleri aracılığıyla halka sigara içmenin de bir özgürlük olduğu adice mesajını yaymaya çalışıyorlar.
Daha geçen gün örneğin, Akşam’ın pazar ekinde bu mesajın propagandasını yapan bir yazı vardı. Fransız yazar Colette’in "Sigaram sizi rahatsız ediyor olabilir ama beni öldürüyor" cümlesiyle başlıyordu yazı. Özlem Köyoğlu gayet hoş bir üslupla yazmıştı yazısını, keyifle okudum. Ancak Colette’ten aktardığı o cümledeki önemli sorunu görememişti ne yazık ki.
Collete’in döneminde, sigaranın başkalarına verdiği zararın boyutu bilinmiyordu henüz. Sigara içenlerin saldığı dumanın içmeyenlerin sağlığına verdiği ölümcül zarar Collete’in ölümünden onlarca yıl sonra kanıtlandı. Colette eleştrisinde, o dönemin bilgileri ışığında haklıydı çünkü çevresindekilere verdiği zararın, rahatsızlık vermekten ibaret olduğunu sanıyordu.
Colette bilemezdi ama sigara içmeyi bir özgürlük sorunu yapmaya çalışan Pınar Kür ve gibileri öğrenebilirlerdi. Gerçek bir aydın olsalardı, başkalarının canına kasteden fiillerin özgürlüğünün olamayacağını bilmeleri ve ona göre konuşmaları gerekirdi.
Aydın geçineni böyle olan ülkenin halkı ne yapsın?
Yazının Devamını Oku