8 Ağustos 2008
Galatasaray’ı Galatasaray yapan, diğer tüm Türk takımlarından ayıran eşsiz özellikleri vardı. Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin Batı’ya açılan penceresi olarak bilinmesinin, Avrupa Şampiyonu olmasının da nedenleri olan bu özellikler Galatasaray’ın karakterini belirliyor, ruhunu veriyordu.
Lisesi, adası ve stadı da bu eşsiz özelliklerindendi Galatasaray’ın. Galatasaray Lisesi, kulübün doğduğu, Galatasaraylılık kültürünün yeşerdiği beşikti. Önce yapay bir okullu/alaylı ayrımı çıkararak Galatasaraylılık ruhunun hayat kaynağını kuruttular.
Sonra sıra Galatasaray Adası’na geldi. Bir spor kulübüne ait ve o spor kulübünün adını taşıyan dünyanın tek doğal adasıydı Galatasaray Adası. Doğru düzgün işletilebilse altın yumurtlayan tavuğu olabilirdi kulübün. Beceremedikleri için yok pahasına işletmecilere kiraladılar. Üstelik sözleşmeye adanın adını koruyacak maddeler koymayı da akıl edemediler. İlk işletmeci Galatasaray Adası’nın adını "Buz Ada"ya, ikincisi "Su Ada"ya çıkardı.
Ve sonunda sıra stada geldi. Daha önce de birkaç kez yazmıştım. Galatasaray’ı Avrupa Şampiyonu yapan kültürel değerlerinden biri de stadına kurucusunun adını vermiş olmasıydı. Simgesel bir değerden öteydi bu. Kurucularının değerini bilmeyen kulüpler, şirketler, kurumlar asla başarılı olamaz.
Galatasaray yönetimi stadlarının adını Türk Telekom’a satarak Galatasaraylılık ruhunun son kalan nefesini de tüketmiş oldu.
O stadın Aslantepe filan olarak anılıyor olması bile yanlıştı. Stadın inşası bitip, açılınca nasıl olsa bu yanlıştan dönülür, stada yine Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen’in adı verilir diye umuyordum.
Boşunaymış. Yönetim stadın adını kiralarken, "Türk Telekom Ali Sami Yen Stadı" olmasını sağlayabilirdi. Stadın adını "Türk Telekom Stadı" olarak kiralayıp, babamızın adını satmayı tercih etmişler.
Ali Sami Yen ölmemişti, şimdi siz öldürdünüz.
İstanbul restoranları pahalı değil
Akşam’ın pazar ekinde Lady Lezzet takma adıyla yazan Mehveş Evin, Akaretler’deki W Hotel’in Spice Market restoranında yemeklerin pahalılığının nedenini merak etmiş. "Körili ördek"in New York’taki orijinal Spice Market’da 19 dolarken Türkiye’dekinde neden 36 YTL olduğunu soruyor.
Geçenlerde Cengiz Semercioğlu da Türkiye’deki restoranların pahalılığından şikayet etmişti.
Aslında Türkiye’deki restoranlar yurtdışındakilere göre pahalı değil. Hatta şarap fiyatları hariç ucuz. Pahalılık algısının nedeni karşılaştırmanın yanlış kategorilerdeki restoranlar arasında yapılması.
İstanbul’un en lüks restoranlarını, batının en lüks olmayan ama iyi restoranlarıyla karşılaştırınca İstanbul’un pahalıymış gibi görünmesi doğal.
İstanbul’daki en lüks restoranların, batının en lüks restoranlarıyla aynı kalitede olduğunu söylüyor değilim. Aynı kalitede değiller tabii ki ama restoran sektöründe fiyatlar kaliteden önce kategorik olarak belirlenir.
Spice Market’ın, NY’daki orijinal Spice Market’tan daha pahalı olmasının nedeni de bu. NY’daki Spice Market, Jean Georges’un en iyi restoranlarından değil, genele hitap eden harcıalem bir markası. Ancak bu orta sınıf restoran Türkiye’de İstanbul’un en lüks restoranları arasında konumlandırılmaya çalışılıyor. Böyle olunca da İstanbul’daki lüks olarak konumlandırılan Spice Market’ın fiyatlarının, NY’un mütevazı Spice Market’ından yüksek olması çok normal.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2008
Yargıtay’ın tüketici lehine verdiği bir karar üzerine tutuşan bankalar hep bir ağızdan feryat figan etmeye başladılar. Verdikleri hizmetin karşılığında kredi kartı sahiplerinden yıllık abone ücreti almalarının makul olduğunu iddia ediyorlar.
Verdikleri hizmet kaliteli ve eksiksiz olsa hak vermek mümkün olabilirdi belki ama değil. Üstelik verdikleri hizmetin karşılığını yapılan her ödemeden kestikleri komisyonla satıcılardan zaten fazlasıyla alıyorlar.
Birden fazla kredi kartı sahibi olup bunlardan genellikle sadece bir tanesini kullanıp, diğerlerini yedekte tutanlardanım.
Türkiye’de tek bir kredi kartına güvenip alışverişe çıkmak, utanç verici bir deneyimle sonuçlanma olasılığı çok yüksek bir maceraya atılmak demek.
Ağzına kadar doldurduğunuz alışveriş arabasıyla, kasanın önünde düşebileceğiniz durumu düşünün. Kredi limitinizde herhangi bir sorun olmamasına rağmen, kasiyerin POS makinesi kartınıza onay vermiyor dediği anlarla az mı karşılaştınız?
Yanınızda başka bir kredi kartı veya yeterli miktarda nakit yoksa kuyrukta bekleyenlerin küçümseyici bakışlarına maruz kalmış olmanıza mı yanarsınız, alışveriş için harcadığınız onca zaman ve emeğe mi?
Bilgisayar sistemindeki bir bakım veya POS makinesi ile banka arasındaki hatlardaki bir sorun gibi tamamen bankadan kaynaklanan nedenlerle, davetlilerinizin önünde restoranda da benzer bir utanç yaşayabilirsiniz.
Bankaların aslında bu gibi durumlar için üye işyerlerine manuel "slip" çekme aletleri vermesi lazım ama daha fazla kár etmek için bunu yapmıyorlar. Sonra da kalkmış, "Verdiğimiz (eksik) hizmetin karşılığı olarak kredi kartı sahiplerinden abone ücreti almamız makuldür" diyorlar.
Var mısın Yok musun tabii ki duygu sömürüsü
Acun Ilıcalı, programı "Var mısın Yok musun"u duygu sömürüsü yapıldığı için eleştiren Doğa Rutkay’a bozulmuş, telefona sarılıp programa bağlanmış.
Kutuların açılmasının uzatılmasının, dramatik müziklerle seyircinin heyecanının kamçılanmasının, insanların kazanıp kazanmama arasında kaldıkları anlardaki yüz ifadelerinin uzun uzadıya gösterilmesinin duygu sömürüsü olarak adlandırılamayacağını söylemiş.
"Duygu sömürüsü müziklerini algılayamadım. O nasıl oluyor? Heyecan katan müzikler demek istedin herhalde" diyerek yaptığının duygu sömürüsü değil seyircilerin heyecanını kamçılamak olduğunu iddia etmiş.
Kazanma, kaybetme anlarının açıklanması sırasındaki abartılı uzatmalar tam bir alaturkalık örneği. "Var mısın Yok musun" gibi yabancı formatlı programların bir tek Türkiye versiyonlarında kullanılıyorlar.
Ayrıca "heyecan" da bir duygu. Dolayısıyla yaptığımız heyecanı tırmandırmak, duygularla bir ilgisi yok demek saçma bir savunma. Seyircilerin heyecanının, yarışmadaki duygusal anların ekrana getirilme süresini pornografik ölçülerde uzatmak gibi yöntemlerle kamçılanması duygu sömürüsünden başka bir şey değil. Ve bunun programın reyting açısından başarılı olup olmamasıyla savunulacak bir yanı da yok.
Çok açık bir şekilde kumar oynatılan "Var mısın Yok musun" yarışmasında, "kumar"ın tanımını kendine göre yapan Acun’un "duygu sömürüsü"nün tanımını da kendine göre yapması yadırganmamalı.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2008
Güngören’deki cani terör eyleminden sonra, bombaların konulduğu beton çöp kutularını Menderes Caddesi’nden kaldırmışlar. Haberi ilk duyduğumdan beri aklıma takılan bir soruydu. O çöp kutularının, o caddede işi neydi? Terörle mücadeleyi öğrenme yolunda önemli mesafeler kat etmiş bir ülke olarak, içine bomba konulabilir modeldeki çöp kutularının yarattığı riski çoktan öğrenmiş ve sokaklardan kaldırmıştık.
Bilgiyi paylaşmayı, aktarmayı beceremeyen bir kültürümüz var. Bilginin paylaşımını olağanüstü kolaylaştıran İnternet’i sansürleyen bir yasa çıkarmamız, Türkiye Bilişim Derneği gibi köklü Sivil Toplum Kuruluşları’nın bile sansürcü yasaya destek olabilmesi, Türkiye’yi çağın dışında bırakacak bu ilkel sansürcü yasa karşısında aydın hatta kendilerine sorarsanız liberal demokrat aydın geçinenlerin tek kelime bile etmemesi bu kültürümüzün yansımaları.
Güngören’deki bombaların çöp kutularına yerleştirilmiş olması da, teröre karşı edinilen deneyimleri bir belediyeden diğerine aktarmayı başaramamamızın bir sonucu.
İşin bir de başka boyutu var, temizlik... Güvenlik riski yaratan çöp kutularını sokaklardan kaldırmayı, bu bilgiyi gereğince paylaşamıyor olsak da öğrendik belki, ama geçen onca yıla rağmen güvenlik riski yaratmayacak çöp kutusu modellerini geliştirmeyi bilemedik. Çöp kutularının kaldırıldığı caddelerde, sokaklarda yürürken çöp atacak bir yer bulmak imkansız. Halbuki içine bomba konulamayacak, gizlenemeyecek çöp kutuları tasarlamak mümkün. Ama kim uğraşacak, değil mi? Aklımın takıldığı konuya bak...
Kadın havuzu cinsiyet ayrımcılığıdır
Tesettür otellerinden memnun olduklarını söyleyen kimi okurlarım sitemlerini göndermişler. Tesettürsüz kadınları müşteri olarak kabul etmeyen otellerle, kadın müşterileri için erkeklerin girmesi yasak havuzlar tahsis eden otelleri aynı kefeye koymamdan ve "tesettür otelleri kapatılmalı" dememden rahatsız olmuşlar.
"Kurunun yanında yaşı da yakmışsınız" diyor yaz tatillerini 5 yıldır tesettür otellerinde geçiren bir okurum; "Çünkü haşema denilen o ucubeyi giymeden güneşlenip, havuza girme imkanını ancak buralarda bulabiliyorum".
Önce şunu belirteyim; tesettür otellerinden kastım tesettürsüz müşterileri kabul etmeyen otellerdi. Havuzlarını kadın ve erkek havuzları diye ayıran otellerin tesettürle bir alakası yok ki, bunlara tesettür oteli diyeyim.
Ancak otellerin havuzlarını erkek havuzu, kadın havuzu olarak ayırması da, tesettürsüz müşteriyi kabul etmemek kadar değil belki ama yine ayrımcılıktır. Nedeni ne kadar masum görünürse görünsün, sırf cinsiyetine bakarak ayrım yapmak, bu havuza erkek giremez, berikine kadın giremez demek cinsiyet ayrımcılığıdır.
Otel havuzlarını haremlik-selamlık olarak ayırmaya başlamak irticadır.
Bugün otellerin havuzlarını kadın giremez, erkek giremez diye ayırmaya başlayan zihniyetin mantığını kabul edecek olursak yarın okulların sınıf ve bahçelerinin, toplu taşıma araçlarının salonlarının, stadyumların tribünlerinin, TBMM’nin sıralarının haremlik-selamlık olarak bölünmesini de kabul etmemiz gerekir.
Sigara Şikayet Köşesi
Sigara dumansız yaşama özgürlüğü getiren yasanın uygulanmasıyla ilgili gözlemlerinizi yurtsan@hurriyet.com.tr adresine bekliyorum.
Serkan Temiz: Geçen hafta Bodrum’da Ora Tatil Köyü’nde kaldım. Her akşam otelin amfi tiyatrosunda animasyon gösterileri yapılıyordu. Ve gösteriyi izlemeye gelenlerden isteyenler sigara içebiliyordu. Acaba bu tip yerlerde de (açık havada ama insanların toplu halde bulunduğu) sigara içme yasağının uygulanması gerekmez mi?
Y.A.: Recep Tayyip Erdoğan imzalı Başbakanlık Genelgesi’ne göre kesinlikle uygulanması gerekir. Genelgenin yedinci maddesinde aynen şöyle yazıyor: "Açık havada yapılan her türlü spor, kültür, sanat ve eğlence faaliyetlerinin yapıldığı yerler ile bunların seyir yerlerinde tütün ürünleri kullanılmayacak, bu tesislerde tütün ürünlerinin tüketilmesine mahsus alanlar oluşturulması halinde bu alanlar toplam seyir alanının yüzde 50’sini geçmeyecek ve ortamda bulunan diğer kişilerin etkilenmesini önleyecek şekilde düzenlenecektir."
Havai fişek aslında yasak
Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin çoğunda ve tatil beldelerinde neredeyse her gece havai fişek atılıyor.
Okurlarımdan Faruk Yurdatap, 7 Mart 2008 tarihli resmi gazetede yayınlanan Çevre ve Orman Bakanlığı yönetmeliğini göndermiş.
Genelgeye göre şehirlerde havai fişek atmak yasak.
Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’nin 26. maddesinin h. bendinde aynen şöyle yazıyor: "Patlayıcı, maytap ve benzeri şeyleri kullanmak, ateşlemek gibi benzeri faaliyetlerin, çok hassas kullanımlardan itibaren en az 500 metre mesafede yapılması yasaktır. Bu mesafenin üzerindeki alanlarda söz konusu faaliyetlerden çevreye yayılan gürültü seviyesi Leq gürültü göstergesi cinsinden mevcut arka plan gürültü seviyesini 10 dBA’dan fazla aşamaz."
"Çok hassas kullanımlar"dan ne kastedildiği ise aynı yönetmeliğin 4. maddesinde açıkça tanımlanmış: "Çok hassas kullanımlar: Konutlar, eğitim, kültür alanı ve yapıları, sağlık tesisleri, otel ve dinlenme tesisleri, parklar gibi kullanımlar."
Kısacası herhangi bir şehirde bu tanıma giren yerlerden en az 500 metre uzak bir alan bulunamayacağına, bulunsa bile havai fişeklerin çıkardığı gürültü arka plan gürültüsünden 10 dBA’dan düşük olamayacağına göre şehirlerde havai fişek patlatmak yasak.
Öte yandan havai fişekle kutlama yapmak ancak emniyet müdürlüklerinden alınan resmi izinle mümkün. Yani bir değil, iki değil her gece yapılan gösterilerin emniyet müdürlüklerinden alınan izinle yapılıyor olması gerekir. Bakanlık ise böyle bir izin veremezsin diyor.
Benim aklım ermedi. Eren varsa beri gelsin...
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2008
ABD Başkonsolosluğu önünde şehit düşen polislerimizin anısına anıt dikilmesi gerektiğini savunduğum yazıma İstanbul Emniyet Müdürlüğü (İEM) açıklama göndererek tepki gösterme lüzumunu hissetmiş. İEM’nin açıklaması bana ulaşmadı ama tesadüf eseri İEM’nin İnternet sitesinde gördüm.
"16.07.2008 tarihli Hürriyet Gazetesi Kelebek Eki’ndeki köşenizde ’Şehit polislerin adına anıt dikilmeli’ başlığı altında devlet kurumlarını karalayan, halkı kışkırtma amacı güden bir yazıya yer verdiğiniz görülmüştür" diye başlıyor açıklama.
Ana fikri şehit polislerin anısına anıt dikilmesini önermek olan bir yazıyla halkı kışkırtma amacı nasıl güdülür anlayamadım. İEM herhalde koca yazımın sadece iki cümlesini oluşturan müdürleri Celalettin Cerrah’a yönelttiğim eleştiriyi okuyup, yazının ana fikri olan şehit polislerin anısına anıt dikilmesi önerisini kaale bile alma gereği görmemiş olacak ki, gönderilen açıklamada bu öneriyle ilgili tek kelime bile edilmemiş.
Açıklama, şehit polisler için İstanbul Emniyet Müdürlüğü Vatan Hizmet Binası önünde yapılan törene neden katılmadığımın sorgulanmasıyla devam etmiş. Bu anlamsız ve yersiz soruya cevap verecek değilim elbette ama İstanbul Emniyeti’nin törene katılanların tek tek tesbiti konusundaki istihbarat başarısını tebrik etmeden geçmeyeyim. Keşke aynı istihbarat başarısını terör eylemlerini gerçekleşmeden önleme konusunda da tekrarlayabilseler.
Açıklamaya rencide edici bir suçlamayla devam etmişler; vatandaşları İstanbul Valiliği’ne ve İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne karşı kışkırtmışım ve bu da sorumluluk anlayışı ile bağdaşmamaktaymış. Bir gazeteci olarak basın etik kuralları çerçevesinde görev yapmam gerektiğini düşünüyorlarmış.
"Kaldı ki", diye eklemişler, "14 günlük polis memuru o noktaya koruma görevi için değil o bölgeye trafik ekibi görevlisi olarak görevlendirilmiştir. Kulübede görevli polis memuru 2 yıllıktır ve beraberinde çelik yeleği ve otomatik silahı bulunmaktadır."
Yazımın hiçbir yerinde 14 günlük polis memurunun o noktaya koruma görevi için konulduğunu söylemiş değildim. İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’nü "terörün baş hedefi bir binanın önüne tecrübesiz polisleri yerleştirdikleri" için eleştiriyordum. İEM de gönderdiği açıklamada kulübede görevli polis memurunun sadece iki yıllık bir memur olduğunu belirterek, eleştirimi doğrulamış aslında.
Vatandaşları İstanbul Valiliği’ne ve Emniyet Müdürlüğü’ne karşı kışkırtmam asılsız suçlamasına gelince... "Şehit polislerin anısına anıt dikilmeli" başlıklı yazımda polislerin anısına anıt dikilmesi dışında hiçbir çağrım yoktu. Polislerin şehit olmasında İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’nün de sorumluluğu olduğunu belirterek, vatandaşın törende bu iki kişiyi protesto etmemiş olmasını eleştirmiştim.
Bir başka deyişle yazımda geçmiş bir olayda yaşananları eleştirmiştim. Olup bitmiş bir olay için, sonradan kışkırtma yapmak mümkün olamayacağına göre, İEM’nin halkı kışkırtmayı amaçladığım yönündeki iddiasını sizin değerlendirmenize bırakıyorum. Sadece kişileri eleştirdiğim ve Türk polisinin kahramanlığını överek, bu kahramanlığın karşılığının verilmesini savunduğum yazımın, İEM’nin açıklamasına göre devlet kurumlarını karalama amaçlı olduğu iddiasını da...
ABD bu videoyu konuşacak
ABD bu videoyu konuşacak. Siz bu yazıyı okurken konuşmaya başlamıştır bile belki.
2004’teki ABD Başkanlık seçimlerinden önce bir İnternet adresi vererek, "ABD bu siteyi konuşuyor" demiş, Gregg ve Evan Spiridellis isimli iki gencin, JibJab isimli animasyon sitelerinde yayınladıkları seçim kampanyası taşlamasıyla şöhreti yakaladıklarını yazmıştım.
JibJab.com sitesinde yayınlanan "This Land" isimli politik taşlama, Türkiye’den de büyük ilgi görmüş, yüksek sayıda ziyaretçi çekmişti.
2004 Başkanlık seçimlerine "This Land" isimli animasyonuyla damgasını vuran JibJab şimdi de "Time for some campaignin’" isimli animasyonuyla olay yaratacak gibi görünüyor.
Bu yazıyı yazarken henüz çok yeni yayına konmasına rağmen ziyaretçi rekorları kırmaya başlamıştı bile. 2004 versiyonunun başrollerini paylaşan Bush ve Al Gore ikilisinin yerlerini 2008’de Obama ve McCain almış doğal olarak. Ancak yardımcı oyuncu rolündeki Hillary ve Bill Clinton tiplemelerinin de hakkını yememek lazım.
JibJab’ın son kahkaha bombasını sendables.jibjab.com adresinden seyredebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2008
Otomobilinden ille de gideceği yerin kapısında inme tutkusu Bodrum’da da geçerli. Gündüz denize neredeyse otomobiliyle girecek kadar aracını güneşleneceği yerin dibine kadar sokanını mı; gece iskeleden bozma Beach Club’e kumlara saplanma pahasına plajdan gelmeye kalkanını mı istersiniz? Hepsiyle Bodrum’da bol bol karşılaşabiliyorsunuz. Regnum, Güvercinlik’te harika bir site inşa etmiş. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüşler. Örneğin evlerin tamirat hizmetlerinden bahçe bakımına, sosyal tesislerin yönetiminden site güvenliğine kadar her şey Sodexo’nun yönetiminde mükemmel eğitim almış bir profesyonel ordusunca yönetiliyor. Bir başka yenilik ise siteye araç sokulmasına izin verilmemesi. Sitenin girişinde 24 saat korumalı, büyük bir otopark var. Site sakinleri araçlarını buraya park ediyorlar. Site içi ulaşım her beş dakikada bir geçen golf arabalarıyla sağlanıyor.
Ancak bu güzel kuralın bozulması için, site açıldıktan sonra bir hafta geçmesi yetmiş. Golf arabalarına göre tasarlanan yollar otomobil park etmeye de uygun olmadığından, yangın muslukları için ayrılan boşluklar ekábirlerin özel otopark alanına dönmüş. Yangın çıksa evlerinin yanacak olması bile umurlarında değil. Ya da evrensel bir trafik kuralı olan yangın musluğu önüne park etme yasağını bilmeyecek, bilseler de umursamayacak kadar cahiller.
Havai fişek görgüsüzlüğünden Bodrum’da da kaçış yok. Hatta işi Bodrum’da o kadar abartmışlar ki, kimi siteler haftanın belirli günlerinde kendileri maytap patlatıyor. Antalya’daki disko köpüğü faciası gibi ihmal ve denetimsizlikten kaynaklanan bir facia Bodrum’da da havai fişekler yüzünden yaşanırsa kimse şaşırmasın.
Gümüşlük’teki balıkçıların, Kapalı Çarşı esnafı gibi kapıdan müşteri ayartma çirkinliğini geçen sene de yazmıştım. Jandarma komutanlığı restoran sahiplerini çağırıp, bu çirkin uygulamaya son vermelerini istemiş. Restoranlar bir süre bu isteğe uymuşlar ama şu anda durum eskisinden de beter.
NY Times Bodrum’a Türkiye’nin St. Tropez’si benzetmesini yapmıştı. Bodrum’u St. Tropez’ye benzetmek haksızlık olur. Birbirinden güzel ve bir o kadar farklı koylarıyla Bodrum, St. Tropez’nin çok ötesinde. Hatta birbirinden farklı "beach"leriyle ünlü Los Angeles’a bile fark atar Bodrum, değişik zevklere hitap etmek açısından.
Pub eğlencesi arayanlara hitap eden Gümbet, sörfçülerin gözdesi Bitez, günbatımında balık yemek isteyenlerin favorisi Gümüşlük, piyasacıların merkezi GölTürkbükü, huzurlu bir tatil arayanların cenneti Güvercinlik gibi her biri başka bir çekicilik merkezi olan sayısız koyuyla Bodrum dünyanın en renkli tatil yöresi olmaya her yıl biraz daha yaklaşıyor.
Tesettür otelleri kapatılmalı
Bodrum, Bitez’de yeni bir tesettür oteli açılmış. Sayıları her geçen gün artan bu otellerin özelliği başı açık kadınları otele almamaları, HAkiki ŞEriat MAyosu (HAŞEMA) giymeyen kadınları havuzun kenarına bile sokmamaları.
Hatırlayacaksınız birkaç ay önce, türbanlı bir kadın müşteriyi kapıdan çeviren bir otel Hürriyet’in kapağından haber yapılmış, otelin bu ayrımcı tutumu ayıplanmıştı. Doğrusu da buydu. Sırf türbanlı diye bir müşteriyi geri çevirmeye hiçbir özel sektör kuruluşunun hakkı yok.
Ama tersi de geçerli. Tesettürsüz müşterileri geri çevirmeye de hiçbir kuruluşun hakkı yok. Türbanlı müşteriyi geri çeviren oteli ayıplıyorsak, tesettürsüz müşteriyi kabul etmeyen oteli de ayıplamamız gerekir. Tesettür otelleri Anayasa’ya aykırı kuruluşlar. Hiçbir otel türbanlı ya da tesettürsüz diye bir müşterisini geri çeviremez.
Turizm Bakanlığı, tesettürsüz müşterileri kabul etmeyen otellerin faaliyetine nasıl izin veriyor?
Sonra adam kalkıp, ülkesini Avrupa’ya Türkiye’de Müslümanlara zulmediliyor diye gammazlamaya kalkıyor. Tablo meydanda. Türbanlı müşteri kabul etmemeye kalkan sadece tek bir örnek var ve onun da bu ayrımcı uygulaması önlendi. Öte yandan tesettürlü olmayan kadınları Müslüman saymadıkları için müşteri olarak kabul etmeyen otellerin sayısı çığ gibi büyüyor ve hükümet neredeyse bunları teşvik ediyor.
Sigara Şikayet Köşesi
Sigara dumansız yaşama özgürlüğü getiren yasanın uygulanmasıyla ilgili gözlemlerinizi yurtsan@hurriyet.com.tr adresine bekliyorum.
Dr. Cem Selhat: Her sabah 07:20 Büyükada-Kabataş, akşam da 18:30 Kabataş-Büyükada vapuru ile seyahat etmekteyim. Normalde vapurların kapalı ve açık kısımlarında sigara içme yasağı olması gerek ve bunu belirten uyarıcı işaretler, yazılar... Ama ne gezer! Bir tek vapur girişinde ufak bir yazı, o da görene aşk olsun dedirtecek boyutta.
İlk günlerde biraz çekingenlik vardı, açık kısımlarda sigara içmek için herkes birbirini kolluyordu, ardından ip boşaldı, herkes içmeye başladı. Sigara dumanından zehirlenmek istemeyenler, havasız kapalı bölüme mahkum edildi. İDO’ya e.posta ile bildirdim, gelen cevap "Gerekli kontroller yapılıyor" şeklinde idi. Uzun lafın kısası, İDO’da sigara yasağı böyle uygulanmakta.
Y.A.: İDO aslında, sigara içenlere ayrılan bazı bölümler dışında vapurların açık alanlarında sigara içme yasağını yasanın çıkmasından da önce uygulamaya koyan çok medeni bir yönetime ve genel müdüre sahip olduğundan, açıkçası şaşırdım. İDO Genel Müdürü Dr. Ahmet Paksoy’un bu şikayetinizi dikkate alıp, sigara dumansız yaşama özgürlüğünün vapurlardaki denetiminin çok daha sıkı tutulması için gerekli işlemleri başlatacağından eminim.
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2008
TBD Yönetim Kurulu Başkanı Turhan Menteş’in, AKP’nin İnternet’i sansürlemeye yönelik çağdışı yasasına, bu yasa tarafından kurulan İnternet Kurulu’nun başkanlığını üstlenerek destek vermesini eleştirmiştim. TBD Yönetim Kurulu, kendilerine verdiğimiz söz hakkını kullanmak, sorduğumuz soruları cevaplamak yerine, sansürden yana olduklarının kanıtı olmadık eylemlere başvurmaya başladı.
Bir Sivil Toplum Kuruluşu için medyanın yönelttiği soruları yanıtlamak en temel görevlerinden biridir. En temel işlevi kamuoyu yaratmak olan STK’ların medyanın sorularını yanıtsız bırakmak gibi varoluş nedeniyle çelişen bir tutum içine girmesi olsa olsa saklamak istedikleri, tartışmaya açmaktan korktukları bazı şeylerinin olduğunun göstergesi olabilir.
TBD Yönetim Kurulu, sorduğumuz soruları yanıtsız bırakarak kamuoyunun bilgilendirilmesini engellemeye çalışmakla da kalmadı.
TBD’nin İnternet ortamındaki fikir tartışması ortamı olan, Mustafa Akgül’ün şahsi çabalarıyla kurulan, geçmiş yönetimler dönemindeki özgürlükçü yapısıyla tanınan 14 yıllık TBD forumunda kendilerine yöneltilen eleştirileri de sansürlemeye kalktı. Eleştiri getiren üyeleri tehditle susturmak istedi, eleştirilerini sansürledi, forumdan yaka paça attı.
Ancak en inanılmazı TBD Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Mehmet Ali Köksal’ın TBD Forum’a gönderdiği tehdit dolu mesajdı.
Şöyle tehdit ediyordu eleştri sahiplerini TBD Yönetim Kurulu: "Eğer siz bu iddialarınızı geri çekmez ve TBD Yönetimi’nden özür dilemezseniz, eleştiri sınırlarını aşan hakaret içeren e.postalarınızdan dolayı şahsım ve TBD YK tarafından karar alınması durumunda, derneğimiz adına size karşı her türlü hukuki yola başvuracağımı üzülerek bildiririm".
Yetmiyor, saldırılarını bu kez şahsıma yöneltiyorlar, gerçek dışı bilgilerle TBD Başkanı ve Yönetimi’ni karalamaya çalıştığım komik iddiasıyla hakkımda yasal yollara başvuracaklarını söyleyerek, bu korkutmayla basını susturabileceklerini umuyorlardı.
Buyrun Sayın TBD’nin avukatı, mahkemeler orada. Eğer ortada dediğiniz gibi gerçek dışı bilgilerle yapılan bir karalama varsa açarsınız davayı tekzip edersiniz.
Neyi yalanlayacaksınız merak ediyorum ama...
TBD Başkanı Turhan Menteş’in hükümetin bir bakanına bağlı İnternet Kurulu’nda başkan olması garipliğini mi?
TBD Başkanı Turhan Menteş’in başkanlık koltuğuna oturduğu bu kurulun, İnternet’in sansürlenmesini sağlayan kanunla kurulmuş olmasını mı?
İnternet’i sansürlemeye yönelik kanunca kurulan kurula üye olmanın, o yasayı kabul etmek anlamına gelmesini mi?
AKP hükümeti ile bu denli yakın çalışmanın sonucu olarak yeni
deneyimler kazanmış sanırım TBD yönetim kurulu.
Muhalif sesleri mahkeme tehditiyle yıldırma hevesi bana nedense Ergenekon'la ilgili basında yer alan eleştirileri hatırlattı.
Eleştirilere karşı bu denli tahammülsüzlük de Recep Tayyip Erdoğan'ın "ananı da al git" sözlerini anımsatmıyor mu sizce?
İstediğiniz üyeyi atıp, beğenmediğiniz mesajları gönlünüzce sansürleyebileceğiniz TBD-Forum ortamı değil burası. TBD Yönetim Kurulu’nun sansürcü yasayı destekleyen, üyelerinin eleştirilerini sansürleyen zihniyeti burada sökmez.
Bir Sivil Toplum Kuruluşu olan TBD’nin iktidarla olan ilişkilerinin boyutunu herkesin bilmeye hakkı var.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2008
Dünyanın en iyi restoranlarının mönüsünde mutlaka şefin imzasını taşıyan bir de degüstasyon mönüsü vardır. 7 ila 11 yemek çeşidinden oluşan bu mönü şefin karakterini ortaya koyan spesiyalitelerden oluşur. Daha da özel restoranlarda, degüstasyon mönüsü her gün değişir. Şefin o gün pazarda bulduğu en iyi malzemelerden esinlenerek, anlık olarak belirlediği mönülerdir bunlar.
Divan oteli işte bu, şefin masası olarak da adlandırılan dünya trendini Türkiye’ye taşımış. Hem de birbirinin kopyası mönülere sahip balıkçı restoranlarının rağbet gördüğü Bodrum’da.
Divan’ın Yiyecek İçecek Müdürü Ergün Demiray, yeniden inşa edilmesini fırsat bilip Elmadağ Divan’ın şefi Çağla Önal’ı kapmış, Bodrum’un en prestijli otellerinden biri olan Divan Palmira’ya getirmiş. Türkiye’de iktisat okuduktan sonra işletme yüksek lisansı yapmak için gittiği ABD’de hayat kısa deyip Stratford Üniversitesi Mutfak Sanatları Bölümü’nü bitiren Çağla Önal da gözünü karartıp, rahatını bozmamak için çoğu şefin kaçacağı şef masası uygulamasını Türkiye’ye getirmiş.
Çağla Önal’ın şef masası sadece çarşamba günleri kuruluyor. Şef masasını kurdurtmak için minimum 6, maksimim 15 kişilik bir grup olmak ve önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.
Şef masasını anlatmadan önce Çağla Önal’ın standart mönüsündeki yemeklere değinmemem haksızlık olur. Yengeç Köftesi ve Peynirli Biber Ezmesi mutlaka tadılması gerekenlerden. Ama bir ahtapot ızgara var ki, bugüne kadar yediğim ahtapot ızgaralar içinde kesinlikle en iyisi.
Bizim gittiğimiz gecenin şef masası mönüsünde sade, yalın lezzetlere yer vermeyi tercih etmişti Çağla Önal. Taze Mozzarellalı Kabak Çiçeği Kızartması’nın ardından Kapres Domates, Yeşil Sos Üzerinde Sote Pancar ve Istakoz, Mürekkep Balığı Boyalı Fettucine ile Kalamar geldi sırasıyla. Eşlik etmek üzere seçilen Sevilen Sauvignon Blanc 2007, ana yemek olan Izgara Kuzu Bonfile Sarması’na geçmeden önce Sevilen Centum 2005’e bıraktı yerini. Her iki şarap da iyi seçilmişti. Eşlik edecekleri yemeklere ancak her yemek için farklı bir şarap seçilmesi çok daha doğru olurdu böylesi seçkin bir yemek için.
Tüm yemeğin tek kusuru da buydu zaten. Tabii porsiyonların biraz büyük olmasını kusurdan saymayacak olanlardansanız.
Yalıkavak’ta bir balık tapınağı: Aquarium
Bodrum Gümüşlük’ün en iyi balık restoranları Mimoza ve Aquarium’dur benim için. Geçen haftaki Bodrum ziyaretimde Mimoza’ya iki kez gittik ve yine çok memnun ayrıldık. Kalamar Izgara ve Ahtapot Sotesi mükemmeldi. Kalamar Köftesi ise herkesin tatması gereken bir şaheser.
Aquarium’a da gitmeyi planlıyorduk ama önünden geçerken Yalıkavak’ta yeni bir şube açtığını duyunca, Aquarium hakkımızı Yalıkavak’a sakladık. İyi ki de öyle yapmışız.
Aquarium’u 19 yıl önce yoktan var eden ve 2006’da NY Times’a "Gümüşlük’ün en gözde balık restoranı" dedirten İlknur ve Cengiz Özbaşaran çifti, 19 yılda damla damla biriktirdikleri bilgeliğin tümünü Yalıkavak’taki Aquarium’a aktarmışlar ve ortaya her şeyiyle dört dörtlük bir balık restoranı çıkmış.
Yalıkavak Aquarium, "Tanrı ayrıntıda gizlidir" sözünün ispatı gibi adeta. Tabağından çatalına kadar her şey özenle seçilmiş. Şarap kadehleri Paşabahçe’nin zarif F&D serisinden... Mutfak tertemiz. Denizin içinde gece ışıklandırılan bir canlı balık akvaryumu kurulu. Tuvaletler, haklarında yazı yazmayı gerektirecek kadar özenli. Çocuk tuvaleti bile düşünülmüş. Şarap mönüsü, İstanbul’daki pek çok restoranda bulamayacağınız kadar zengin. Öyle ki Kayra’nın çok kısıtlı sayıda seçkin restorana verdiği Kayra Imperial bile var bu listede. Fiyatlar da çok makul ve hemen hemen her şarabı kadehle de servis ediyor Aquarium.
Yemekler, balığı seçmek için balık tablalarının yanına gittiğiniz andan itibaren büyük bir özenle hazırlanıyor. Balık seçerken içiniz rahat olsun. Hele seçim için Cengiz Bey’i çağırırsanız, o güne kadar yapacağınız en iyi balık seçimini yapacağınızdan emin olun. Her balığı o kadar doğru kelimelerle ve o kadar uygun tanımlamalarla anlatıyor ki Cengiz Bey, balık pişip sofranıza geldiğinde kırk yıldır tanışıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2008
Başımı bıkkınlıkla ters yöne çevirmeyip, herkes gibi atılan havai fişeklere bakıyor olsaydım, benim de gözümden kaçacaktı. Begonvillerin sık yapraklarının altında, kuytuda kalmış kanalizasyon kapağı kalktı ve seri hareketlerle içinden çıktı. Uzun boyluca ve inceydi. Telaşsız ama hızlı adımlarla yolu geçti, hemen yanımdaki masaya yanaştı ve 70’lik Yeni Rakı’yı kapıp, Bodrum sıcağıyla çelişen uzun, siyah cüppesinin altında bir yerlere tıkıştırdı.
Kapaktan çıktığı anda havada patlayan havai fişeğin kıvılcımları henüz sönmemişken geri dönüp, çıktığı kapaktan gerisin geri kaybolacaktı ki, kolundan yakalayıp durdurdum. Masama buyur ettim.
İsteksizce de olsa, yakalanmış olmanın verdiği mahcubiyetle karşımdaki sandalyeye ilişti.
Üçüncü kadehin ardından çözüldü. Agarta rahiplerinden olduğunu itiraf etti. Agarta’nın tüm dünyayı saran yeraltı tünellerinin yedi çıkışından biri meğer Bodrum’daymış. Bodrum, Agarta’nın başkentiymiş. Bodrum adı da buradan geliyormuş zaten. Başkent olarak seçilmesinin en önemli nedenlerinden biri de yeni nesil Agartalılar’ın rakıya ve eğlenceye olan düşkünlükleriymiş.
Dördüncü rakının ardından, Agarta’nın en büyük sırlarından birini vereceğini söyledi. "Ergenekon, AKP’nin kapatılma davası filan, bunları boşver. Bunlar gelip geçici sorunlar. Sonuçları ne olursa olsun Türkiye üzerindeki etkileri en fazla birkaç yıl sürer".
Asıl önemli sorun İnternet’i sansürleyen AKP yasasıymış. TBD ve TBV gibi Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) sansürcü yasaya muhalefet etmek yerine, aynı yasa gereğince kurulan hükümete bağlı kurulda kendilerine sus payı olarak verilen koltuklara kurulup, sessiz kalmaları sansürcülerin emellerini daha da kolaylaştırıyormuş.
Agartalı bilim adamı rahip giderken son kaygılarını da aktardı.
Çalışmalarında İnternet’i yoğun olarak kullandıklarından, İnternet altyapısı kendileri için çok önemliymiş. Ancak AKP hükümetinin teknolojideki vizyonsuzluğu sonucu İnternet bağlantı hızlarının çok yavaş kalması ve sansürcü politikalar nedeniyle İnternet’i verimli bir şekilde kullanamıyorlarmış. Bu nedenle başkentlerini Bodrum’dan taşımaya karar vermişler. Nereye taşıyacakları belli olur olmaz bir e.mektup gönderip haberdar edeceğine dair söz verdikten sonra, geldiği kapağı açıp kayboldu.
TBD ve TBV’den İnternet sansürüne destek
Türkiye Bilişim Derneği (TBD) ve Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) birer Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olduklarını unutup hükümete bağlı bir kurulda kendilerine sus payı olarak verilen koltuklara kurulmanın rahatını sürüyorlar.
Ne Ergenekon, ne AB ne de başka bir şey... YouTube dahil yurtdışı kaynaklı yüzlerce, belki de binlerce sitenin sansürlenmesine yol açan ve daha yüzbinlercesinin sansürlenebilmesine olanak veren AKP yasası, Türkiye’nin geleceğine yönelik en büyük tehdit.
Bu tür politikalarının karşısına dünyanın her yerinde en başta STK’lar dikilir. Ancak Türkiye’de bu çalışmıyor ne yazık ki. Türkiye’nin en büyük bilişim STK’larından ikisi olan TBD ve TBV, hükümete bağlı bir kurulda kendilerine sunulan koltukları kabul ederek Sivil Toplum Kuruluşu olmanın temel şartı olan sivilliklerini, bağımsızlıklarını çiğnetiyorlar.
Hatta TBD Başkanı Turhan Menteş, Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı İnternet Kurulu’nda üye olmakla da yetinmiyor, başkanlığını üstleniyor.
Durum gerçekten trajikomik. TBD Başkanı’nın hükümete bağlı İnternet Kurulu’nun da başkanlığını üstlenmesi, Televizyoncular Derneği Başkanı’nın RTÜK başkanlığını, Bankacılar Birliği Başkanı’nın TMSF veya BDK başkanlığını üstlenmesi gibi bir durum var ortada.
YouTube’u sansürlemek gibi bir zırvalığa imza atan ülkelerden biri olmamız boşa değil. TBD ve TBV gibi STK’larımız oldukça daha beterlerine de hazır olalım.
Soğuk içilebilen en iyi kırmızı
Yaz sıcaklarına rağmen beyaz şarabın serin çağrısına burun kıvıran iflah olmaz kırmızı şarap müdavimlerindenseniz size bir müjdem var. Kavurucu yaz sıcaklarında, beyaz şaraptan bile daha fazla soğutulmuş olarak içebileceğiniz bir kırmızı şarap keşfettim.
Üstelik Türkiye’de üretilen ve dahası 20 YTL’nin altında ekonomik bir şarap. Sevilen Cabernet Sauvignon-Merlot 2006’dan bahsediyorum. Kaliforniya sofra şaraplarını andıran bu şarap, buz gibi soğutulduğunda dahi aromalarını kaybetmiyor.
Bu enteresan kırmızıya ek olarak Türkiye’de üretilen rozelerin de çok kaliteli olduğunu, sıcak yaz günlerinde soğuk soğuk içilebilmeleri nedeniyle kırmızılara alternatif olarak içilebileceklerini ve en azılı kırmızıcıları bile tatmin edeceklerini eklemek gerek. Kavaklıdere’nin, Doluca’nın, Pamukkale’nin ve Sevilen’in rozeleri çok hoş. Bunlara bir de Kayra’nın önümüzdeki günlerde piyasaya süreceği (belki bu arada sürmüştür bile) Kalecik Karası üzümlerinden yapılmış ilk roze şarabını da ekleyebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku