19 Ekim 2008
İzmir’de kurulan ve tam 10 yıldır önemli iç ve dış etkinliklere imza atan KIBATEK, tüm dünyada her ulustan Türkçe yazan edebiyatçıları bayrağı altında topladı KIBATEK, bir edebiyat kurumu.. İzmir’de 10 yıl önce bir avuç idealist Türkçe aşığı kurdu. Feyyaz Sağlam isimli bir edebiyat öğretim üyesi önderliğini yapıyordu. İlk başta toplananlar, kent edebiyatının sükseli, sol sloganlı ancak tam tersine içeriğinde kişisel çıkarcı ve klikçi çevrelerin dışında kalmış, daha çok halk tipi, ağırbaşlı, yürekli, Bizans (İstanbul Edebiyat İmparatorluğu) yanlısı olmayan, Anadolu’nun temiz duygularıyla dopdolu şair ve edebiyatçılarıydı. Daima onlara sempati besledim. Çalıştılar, çabaladılar.. Önce Ege’de, sonra Anadolu’da, daha sonra Kıbrıs ve Balkanlar’da, daha daha sonra nerede bir Türkçe yazan edebiyat kümesi varsa, taa oralara kadar sınırlarını genişlettiler. Türk Dünyası ile buluştular.. Her güzel ozanı içlerine aldılar.. Etkinlikleri, şiir matineleri, çeviri çalışmaları, panelleri, kitap yayınları aldı başını gitti.. Boynu bükük ve kendince yaşayıp giden, ama hüzünlerini ve tertemiz coşkularını kağıda döken Türk Dünyası’nı, mütevazi kollarında ustaca buluşturdular. Sağlam’ın soğukkanlı, titiz, üretken ve çalışkan kimliğinin bu gelişmede önemli rolü oldu.
ŞİİR ANTOLOJİSİ
KIBATEK, 10. kuruluş yılını kutluyor. Şimdiye kadar 70 kadar büyük edebiyat etkinliği yaratmış ve 15 kitap yayınlamış olan kurum, bu anlamlı yılın anısına "Uluslararası Şiir Antolojisi" yayınladı.
Türk Dünyası’ndan ve Türkçe yazan edebiyatçılardan, benim de içlerinde bulunduğum 94’ü yurt dışından, 160 seçkin isim antolojide buluştu. Dr. Şaban M.Kalkan ve Atila Er’in editörlüğünde basılan kitapta nice dostlarım yer almış.
İsrail’den Yaakov Barha, Recai Atalay, Atila Er, Ümit Yaşar Işıkhan, Mevlut Kaplan, Kıbrıs’tan Harid Fedai, Abdullah Neyzar Karahan, Tuğrul Keskin, Asım Öztürk, Timuçin Özyürekli, Yüksel Pazarkaya, Kerkük’ten Suphi Saatçı, Feyyaz Sağlam, Hakan Tartan, Cem Seyhun Ünbay, Avram Ventura, Halim Yazıcı, Lefkoşa’dan Özker Yaşın gibi dostlarımla aynı antolojide yer almak bana büyük keyif verdi, günlerdir kitabın sayfalarını karıştırıyorum.
ÖRNEK KURUM
Şu anda Atila Er’in genel başkanlığında çalışmalarını sürdüren KIBATEK, uluslararası bir kurumdur ama aynı zamanda bir örnek İzmir ve Ege edebiyat kuruluşudur.
Onunla tanışmalı ve desteklemeliyiz. Bu günlere gelebilmek için çok zor günlerden geçtiler. Atila Er, bu çileli yolculukları için, "Destek verenler olduğu kadar köstek olanlar da oldu" diyor. Her an ayaklarını altında bir kalıp sabun olduğunun bilincindeymişler.
Öyledir.. Özellikle İzmir’de edebiyat-kültür alanında, müthiş bir kıskançlık ve çekememezlik vardır, ideolojik kılıflar altında gerçekte rant kavgası yapılır. Bu yüzden bu tür amatör, şeffaf, özverili ve kapsayıcı kurumları sonuna kadar desteklemeliyiz. KIBATEK’e selam yolluyorum.
(İletişim:1) www.kibatek.org.tr 2)KIBATEK, P.K:382, Pasaport, İzmir 3)atilaer@kibatek.org.tr)
KIBATEK’E AKROSTİŞ
Kalbim çarpar Türkçemin heyecanı ile
Isınırım şiire, romana, hikayeye
Başlar geçmişim Dedem Korkut ile
Ardından Mevlana, Yunus, Veysel, Nazım
Tarihim yakışır öz dilimin şarkılarına
Elimi uzattım Balkanlar’dan Asya’ya
KIBATEK yaşatır dil yurdumun destanını..
Yaşar Aksoy
Feyyaz Sağlam’dan "Eylülgül" şiirleri
Akarken eylül gözlerine içimdeki asi, çılgın nehir
Geldin ve gittin, bir anda yıkıldı sanki başıma bu şehir
Kördüğüm oldu bilesin, bu akşam İzmir’den çekip gidişin
Varlığın haramdı zaten bana, yokluğunsa en acı zehir..
Feyyaz Sağlam (Eylülgül isimli kitabından)
Pek kimseyi kıskanmam.. Birkaç kişi hariç.. Bunlardan biri Feyyaz Sağlam’dır. Böyle çalışkan, mütevazi, arı gibi üretken bir "Anadolu edebiyatçısı" görmedim desem yalan olmaz. Yeni şiir kitabı Eylülgül’de, yüreğinin derinliklerindeki aşk yanardağının lav yollarını izlemek, beni daha sevindirdi. Meğer Feyyaz, bayağı ağır romantikmiş!
Genç yaşta "üstad" mertebesine layık görülebilecek kadar usta edebiyatçı olan 1959 Konya Ilgın doğumlu ve Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olup, halen aynı fakültenin Türkçe Eğitim Bölümü Türk Dünyası Edebiyatları-Çağdaş Türk Lehçeleri Öğretim Görevlisi’dir. Kendi başına benzersiz bir Türkolog olan Feyyaz Sağlam, sağlam kişiliği, titiz araştırmacılığı, kadender ve alçakgönüllü yapısı ile gönüllerimize taht turmuştur. Fikir ve eylem babalığını yaptığı KIBATEK’in günümüzdeki başarıları onun en büyük gururudur.
KALIN ÖZGEÇMİŞ
Kırk Kırık Rubai, Rubailer, Leylagül, Azerbaycan Rubaileri, Eylülgül gibi dört şiir kitabı olan Feyyaz Sağlam, bunlara ek olarak Batı Trakya ve Yunanistan üzerine 14 kitap, Türk Dünyası Edebiyatı üzerine 10 kitap yayınlamıştır. Yani toplam 28 kitaba imzasını atmıştır.
Ayrıca, Türk Dünyası Edebiyatları alanındaki çalışmaları sebebiyle 7 ödül kazanmıştır. 13 uluslararası etkinlik ve panel düzenlemiş, dünyada nerede bir Türk toplumu varsa oraya uzanıp, Türk ve Türki hakların edebiyatlarını kayda geçirmiştir. İmrenilecek bir kalın özgeçmişi, titiz bilim adamlığı ve kucaklanacak bir özverili eylemliliği vardır. Benzeri de yoktur. Daha nice başarılar diliyorum. (İletişim: feyyazsaglam@hotmail.com)
Ozanların kaynaştığı kurum
KIBATEK, dünyada Türkçe yazan ozanların buluştuğu bir saygın kurumdur. Şair Atila Er, şair Feyyaz Sağlam ve şair Timuçin Özyürekli, bir kitap fuarında kurumun standında kitaplarını imzalıyorlar. (Fotoğraf:Yaşar Aksoy)
KIBATEK Yayınları
KIBATEK, kısıtlı imkanlarla çalışmasına rağmen sürekli edebi ve kültürel kitaplar yayınlar. 2008 yılında kuruluşlarının 10. yıldönümü anısına Feyyaz Sağlam’ın "Eylülgül" isimli şiir kitabı ve dünyada Türkçe yazan ozanların eserlerinden oluşan "Uluslararası Şiir Antolojisi" yayınlandı.
Yazının Devamını Oku 
5 Ekim 2008
Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkilap Tarihi Kürsüsü’nün unutulmaz başkanı Prof. Dr. Ergun Aybars emekli oldu. Bu mütevazi ama sınırsız inançlı hocamızın hakkını ödeyemeyiz.
BİZ, Ergun hocayı çok severiz.. "Biz" derken, İzmir ve Ege’deki yüzlerce derneği ve vakfı, ülke çapındaki kuruluşları, üniversite çevrelerini, binlerce öğrencisini, askeri öğrencileri, Harp Akademisi kurmaylarını, ordu birliklerini ve milyonlarca vatandaşımızı kastediyorum.
Çünkü hocamız, bir siyasi ve ideolojik akıma bağlı olmadan, bir çıkar çevresine hizmet etmeden, "Bilimsel Atatürkçülüğü" yaşamı boyunca her koşulda ve düzlemde, her yerde, her panelde, her konferansta, her dersinde bıkmadan ve usanmadan halkımıza anlatmış ve bizi o kolay anlaşılır bilimsel anlatımıyla aydınlatmıştır. Hem de hiçbir çıkar gözetmeden..
Onun hakkını ödeyemeyiz!..
Bu sebepten onu emekli yaşamına uğurlarken, kucak dolusu şükranlarımızı sunuyor, ailece nice mutlu yıllar diliyoruz.
ATATÜRKÇÜ HOCA
Yeni ders yılında İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde görev alan Ergun Aybars üzerine yazılan ve yazarı Alev Gözcü olan yeni bir kitabı Zeus Kitabevi bastırdı. 215 sayfalık kitapta hocamızın tüm yaşamı sıcak bir anlatımla sunulmakta.
Vatansever bir inkilap tarihi hocasının örnek alınacak yaşamını mutlaka öğrenmeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalında ilk doktora yapan kışi olan Aybars, 1941 doğumlu, dürüst ve inançlı bir Kemalisttir. Kitabında, aile yaşamını ve Cumhuriyet Tarihimizin önemli dönemeçlerini anlatmakta. (Zeus Kitabevi 0.232 442 20 09)
ATATÜRK SEVGİSİ
Kitabın en önemli bölümünde Ergun Aybars, -Atatürk Sevgisini- şöyle açıklıyor:
- Ben Atatürk’ü çok seviyorum. Onun bu ülkeye kazandırdıklarından kaynaklanıyor bu sevgim. Şeref ve haysiyet kazandırdı bu ülkeye. Atatürk, Emperyalizme karşı verdiği savaşla bizlere özgür bir vatanda yaşamanın onurunu bıraktı. Türk Devrimini yaparak, Türk insanına aydınlanmayı yaşatan Atatürk’e benim bir Türk insanı olarak namus borcum var.
Türkiye 1919’da nasıl iç ve dış tehditlere karşı mücadele etti ise, bugün de aynı ruhla karşılaştığımız sorunların üstesinden gelebiliriz. Ben küçüklüğümden beri Atatürk sevgisi ile yetiştım. Benim işim de, topluma, öğrencilerime Atatürk’ü doğru anlatmak oldu. Bu açıdan çok mutluyum.
BİZ, Ergun hocayı çok severiz.. "Biz" derken, İzmir ve Ege’deki yüzlerce derneği ve vakfı, ülke çapındaki kuruluşları, üniversite çevrelerini, binlerce öğrencisini, askeri öğrencileri, Harp Akademisi kurmaylarını, ordu birliklerini ve milyonlarca vatandaşımızı kastediyorum.
Çünkü hocamız, bir siyasi ve ideolojik akıma bağlı olmadan, bir çıkar çevresine hizmet etmeden, "Bilimsel Atatürkçülüğü" yaşamı boyunca her koşulda ve düzlemde, her yerde, her panelde, her konferansta, her dersinde bıkmadan ve usanmadan halkımıza anlatmış ve bizi o kolay anlaşılır bilimsel anlatımıyla aydınlatmıştır. Hem de hiçbir çıkar gözetmeden..
Onun hakkını ödeyemeyiz!..
Bu sebepten onu emekli yaşamına uğurlarken, kucak dolusu şükranlarımızı sunuyor, ailece nice mutlu yıllar diliyoruz.
ATATÜRKÇÜ HOCA
Yeni ders yılında İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde görev alan Ergun Aybars üzerine yazılan ve yazarı Alev Gözcü olan yeni bir kitabı Zeus Kitabevi bastırdı. 215 sayfalık kitapta hocamızın tüm yaşamı sıcak bir anlatımla sunulmakta.
Vatansever bir inkilap tarihi hocasının örnek alınacak yaşamını mutlaka öğrenmeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalında ilk doktora yapan kışi olan Aybars, 1941 doğumlu, dürüst ve inançlı bir Kemalisttir. Kitabında, aile yaşamını ve Cumhuriyet Tarihimizin önemli dönemeçlerini anlatmakta. (Zeus Kitabevi 0.232 442 20 09)
ATATÜRK SEVGİSİ
Kitabın en önemli bölümünde Ergun Aybars, -Atatürk Sevgisini- şöyle açıklıyor:
- Ben Atatürk’ü çok seviyorum. Onun bu ülkeye kazandırdıklarından kaynaklanıyor bu sevgim. Şeref ve haysiyet kazandırdı bu ülkeye. Atatürk, Emperyalizme karşı verdiği savaşla bizlere özgür bir vatanda yaşamanın onurunu bıraktı. Türk Devrimini yaparak, Türk insanına aydınlanmayı yaşatan Atatürk’e benim bir Türk insanı olarak namus borcum var.
Türkiye 1919’da nasıl iç ve dış tehditlere karşı mücadele etti ise, bugün de aynı ruhla karşılaştığımız sorunların üstesinden gelebiliriz. Ben küçüklüğümden beri Atatürk sevgisi ile yetiştım. Benim işim de, topluma, öğrencilerime Atatürk’ü doğru anlatmak oldu. Bu açıdan çok mutluyum.
Milyon kez Gazi’yi anlattı
Prof.Ergun Aybars, yaşamı boyunca derslerinde ve konferanslarında belki milyon kez Atatürk’ü en anlamlı biçimde anlattı. Sayısız dernek, vakıf toplantısı ve panelde gönüllü konuştu. Hakkını ödeyemeyiz.
En değerli varlığım ailem
Aybars’I, öĞrencİsİ yazdI
Prof.Ergun Aybars’ı anlatan kitabı, hocanın çalışkan öğrencisi Alev Gözcü hazırladı ve yazdı. Hocam ile Alev Gözcü’yü yanyana izliyoruz.
İzmİr, Gazİ Mustafa Kemal’İn aŞkIdIr
Atatürk, İzmir’i düşmandan kurtarmıştır, anasını İzmir’e gömmüştür, İzmir’den evlenmiştir, İktisat Kongresi ile Fuar’ı bu kentte kurmuştur. 17 kez İzmir’e gelmiş ve 152 gün yani, tam 5 ay bu kentte kalmıştır. İzmir’i çok sevdiğini defalarca söylemiştir. Atatürkçülük öğretmeni Prof.Ergun Aybars, "Atatürk’ün İzmir’inde", Atatürk’e layık bir vatansever portresini eşsiz biçimde çizdi.
Prof. Dr. Ergun Aybars, öğrencisi Alev Gözcü’nün hazırladığı "Ergun Aybars ile Tarih ve Türkiye" kitabının en ilginç bölümlerinden birinde ailesini şöyle anlatıyor:
"- Benim bir kızım var; adı Banu.. Dünyada en çok sevdiğim varlık. Onun çok başarılı lise eğitimi oldu. Diş hekimliği eğitimi aldı. Fakültede tanıştığı arkadaşı Türker’le evlendi. Kızımın iki çocuğu yani benim iki torunum var. Birisi on, diğeri beş yaşında, ikisi de kız. Büyük torunum Defne çok iyi bir yüzücü, hatta şampiyonlukları var. Derslerinde de çok başarılı. Küçük torunumun ismi ise Derin. Yaz tatillerini birlikte geçiririz küçük yazlığımızda. Eşim Meliha da, yanımdaki en büyük destekçimdir. Bir hayatı paylaşıyoruz, anlaşarak ve desteğini bularak. Bence bir insanın en değerli varlığı ailesidir."
MELİHA AYBARS
Meliha Aybars ise, eşini şöyle anlatmakta:
"- 1968’de Ankara’da evlendik. Eşim daima sevgi dolu ve çok müşfik olmuştur. Onu tanıdığım ilk yıllardan itibaren taşımış olduğu insani değerleri, hızlı ve doğru kararları ivedilikle alıp uygulayabilme yeteneği, ileri görüşlülüğü ve değişen dünya değerlerini algılayabilme yeteneği, en hayran olduğum özellikleri olmuştur. Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyet’in en büyük mirasçılarından biri olarak daima mücadelesini sürdürdü. Bu insanlık birikiminin mirasçıları olarak, Atatürkçülüğü korumak ve hem de anlamını aktarmak bilinci ile Atatürkçü, çağdaş ve laik öğrenciler yetiştirdi."
KADININ YERİ
"- Her söyleminde kadının toplumdaki yeri, yaptığı tüm siyasi tartışmalarda anlattığı eş ve anne modelini, bana ve kızıma vermiş olduğu değeri daima aile ilişkilerinde gösterdi.. Daima ilgili ve sevgi dolu bir eş oldu. Kırk senelik evliliğimizin her günü mutlaka en az bir iki kere bizi aradı, ne kadar yoğun olursa olsun ilgisini hiçbir zaman eksik etmedi. Türkiye’nin dört bir yanına gitti, hiç menfaat gözetmeden Atatürk’ün ilkelerini, fikir ve söylemlerini aktarabilmek için yılmadan bir mücadele içerisinde oldu. Hatta öylesine büyük bir mücadeledir ki, hayatı pahasına devam eden, zaman zaman bizlerin endişelerini bile hiçe sayarak devam eden bir mücadeledir bu.."
Yazının Devamını Oku 
28 Eylül 2008
"İnönü ile Çileli Yıllar"ı Mutlu Tuncer yazdı. Serdar Kızık, Ege üzerine usta işi yazılarını "İmbatı Ege’nin" kitabında topladı. Alaattin Gürırmak ise, doğduğu Simav’ı kaleme aldı. EYLÜL, o gün başlamıştı. Mutlu Tuncer’in yeni kitabı, "İnönü’yle Çileli Yıllar"ı alıp, Alaçatı’da bizim Can’ın "Köy Kahvesi"ne oturup ilk sayfasından itibaren okumaya başladım. Bu arada artık yaşı şimdilerde ortalara yaklaşmış olan sevgili dostum Mutlu Tuncer’in gençlik yıllarını düşünmeye başladım.
Ender Coşkun, Fatih Çekirge, Hakan Akarcalı, Mutlu Tuncer, Ergun Babahan, Yücel Arı, Mustafa Abadan, Yılmaz Özdil, Ahmet Aydın, Yılmaz Soytürk, Ergun Gümrah gibi daha bir çok kardeşimi hatırladım.. Bunlar inanılmaz derecede anadan doğma donanımlı, sınırsız ataklıkta, müthiş bir özgüven taşıyan afacan gazeteci kardeşlerimdi. 1980’li yılların Yeni Asır’ında tozu dumana katarlar, her haberin altından kalkarlar, manşetlerden inmezlerdi. Kimi hala ulusal medyanın zirvesinde, kimi ise Mutlu Tuncer gibi araştırma, kitap yayınlama ve yayıncılık işlerine daldı.
Mutlu’yu o yıllarda daima zaptedilmez bir gazeteci heyecanı içinde atak ve savaşçı bir kimlikle hatırlıyorum. Tepeden inmiş, tek gün muhabirlik yapmamış snop gazeteci-yazarların egemenliğindeki şimdiki medyayı gördükçe, Mutlu ve arkadaşları gibi muhabirlikten yetişme, haberi kutsal sayan, afacan gazeteci kuşakların önünde eğilirim.
İNÖNÜ’LÜ YILLAR
Kitabın ilk on sayfasını okuduktan sonra antika pazarına yollandım. Rastlantının bu kadarı olmaz!. Antikacı Hasan, elindeki eski bir İnönü fotoğrafını ısrarla bana sattı (yan sütunlarda yayınlıyorum). "Öndeki başı briyantinli sırtı dönük kişi, İhsan Alyanak’mış" diye bir de pazarlamasını yaptı. Meydan çayhanesine oturup fotoğrafa uzun uzun baktım, sonra yine Mutlu’nun kitabına daldım.
Mutlu’nun babası meşhur "Ocak Gazetesi" sahibi Acar Tuncer’in, tek partili, tek şefli İsmet Paşa döneminde fikirlerinden dolayı mahkum olduğunu biliyoruz. Mutlu doğal olarak "Demokrat Partili ve İnönü karşıtı" bir ailede yetişti. Ancak İnönü’lü Yıllar’a olan ilgisi sadece bir ailevi pozisyon alışından değil, öteden beri o dönemi en ince ayrıntısına kadar araştırmak isteğinden ileri geliyor.
İşte bu dürtü sonucunda "İnönü’yle Çileli Yıllar" ortaya çıkmış. Yakın Tarih Araştırmaları Dizisi’nden birinci kitap olarak yayınlanan eser, 1938-50 yıllarını kapsamakta. Atatürk’ün son günlerinden başlıyor, önce bizi İnönü-Atatürk karşıtlığına götürmekte, sonra İnönü’nün tartışmalı cumhurbaşkanı seçilmesini, Bayar’ın istifasını, İnönü’nün cumhurbaşkanı olarak ilk icraatlarını, Atatürk’ün naaşının kaldırılmasındaki perde arkası olayları gözler önüne seriyor.
Yazarımız şunları söylemekte: "Amacım İnönü’yü eleştirirken, birilerini yüceltmek değil. Babadan kalma bir husumetim de yok. Örneğin kitabımın devamında ocak ayında çıkacak olan "Beyaz İhtilal ve 1960 Gece Baskını" kitabımda bu kez Demokrat Parti’nin tüm hatalarını gözler önüne seriyorum.
BOŞVER ABİ
Atatürk’ün bu gelmiş geçmiş dönemler içinde en iyi lider olduğu düşüncesindeyim. Kimse, onun izinden gitmemiş. İnönü bile.. Bu memleket, geçmişte "Boşver abi" demeyenlerin alın teri ve kanı sayesinde kurtarıldı. Kurtarıldıktan sonra, kim nerede hata yaptı ise, onu gözler önüne sermek görevimizdir". (Kitap Edinme: Belsan: 0.232 422.44.44)
Sırtı dönük kişi, İhsan Alyanak mı?..
İsmet İnönü’nün bir İzmir gezisi esnasında 1955’li yıllarda çekilmiş bu fotoğraftaki, arkası dönük ve özenli saçları taranmış kişinin zamanın CHP İzmir Gençlik Kolu Başkanı İhsan Alyanak olduğu ileri sürülmektedir. Keşke "Büyük Başkan" sağ olsa idi, ona sorup gerçeği öğrenebilseydik. Ben bu fotoğrafı, kamuoyunun yorumuna sunuyorum.
Baba oğul gazeteciler
Ocak gazetesi sahibi Acar Tuncer, İzmir’in eski ve kadim gazeteci yazarlarındandır. Oğlu Mutlu Tuncer ise, 1980’lerden sonra parlamış çalışkan ve araştırmacı bir gazetecidir. Yaşayan baba-oğul gazeteci olarak İzmir’de önemli örnektirler.
Ege’yi imbat gibi sevmek!
"Cumhuriyet" gazetesi yazarı Serdar Kızık’ın İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı’ndan yayınlanan "İmbatı Ege’nin" isimli yeni kitabı, Ege’yi imbat gibi sevip kucaklayan bir duyarlı yazarın çalışmalarını belgeliyor.
Serdar Kızık, yeni kitabında Alaçatı’dan Efes’e, Kaz Dağları’ndan Urla’ya, Yalıkavak’a, Birgi’ye uzanan bir coğrafyada tarih, kültür süzgecinden geçen usta işi yazılarında yöre sorunlarını gündeme getirmekte. Bazen Dalyan’ın gizemini sunarken, kimi zaman Karantinalı Despina ile bizi buluşturuyor. Halikarnas Balıkçısı çizgisinde ilerleyen bir Egeli yazarın kitabı gerçekten bir sevda güldestesi gibi.
"İmbatı Ege’nin" kitabını, Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nden (Tel: 441.69.39) veya İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden (Tel: 482.11.70) edinebilirsiniz.
Dürüst ve inançlı gazeteci
Çok sevip takdir ettiğim gazeteci Serdar Kızık, ülkesinin sorunlarına yurtseverce, yöresi Ege’nin sorunlarına ise duyarlı yurttaş olarak sahip çıkar.
Simav’ın anı defteri
Tarihte Simav, Simav’da Yaren Geleneği, Kestane Dağı gibi kitaplarından sonra Simav doğumlu gazeteci Alaattin Gürırmak, doğup büyüdüğü beldesi üzerine 4. kitabını "Simav’ın Anı Defteri" ismiyle yayınladı.
Simav Kaymakamlığı’nın 140. kuruluş yıldönümü anısına Kaymakam Samet Ercoşkun’un bastırdığı kitapta Alaattin Gürırmak’ın Simav üzerine 43 inceleme-araştırma yazısı yer almakta. Kaymakam Ercoşkun, "Gazeteci Alaattin Gürırmak, Simavlılar tarafından sevilen, üretken, araştırmacı, hepsinden önemlisi doğduğu toprakları unutmamış vefalı bir gazetecidir. Kaymakamlığımızın web sitesindeki makalelerinin ilgi ile takip edilip okunduğunu fark ettik. Simav’ı daha geniş kitlelere tanıtma çalışmalarımız bu eserin çıkmasına neden olmuştur" dedi.
Alaattin Gürırmak, Ege Telgraf, Bulvar, Günaydın, Yeni Asır, Sabah, Haber Ekspres gazetelerinde çalıştı. Çeşitli kültürel sergiler düzenledi, dört ödül kazandı. Bir ara Sudan Fahri Konsolosluğu görevini üstlendi. (Kitap Edinme, Yazar: 0.532.654.52.74 Bilgi, Kaymakamlık: www.simav.gov.tr)
Yazının Devamını Oku 
21 Eylül 2008
Sakız Adası’nın sembolü Pandeli, adada pansiyon ve restoran çalıştıran bir sevimli ihtiyardır. Fırsat buldukça Çeşme’ye gelen ve dostlarıyla buluşan koyu bir Beşiktaşlı olan Pandeli, giderek çevresinde büyük bir sevgi halkası oluşturdu.
PANDELİ MOLİNAS, en iyi dostumuzdur. Sakız’ın "Agios Georgios" Köyü’nde, oğlu Nikos ile "Panorama" isimli bir pansiyon, restoran çalıştırır ve fırsat buldukça Çeşme’ye aramıza kaçar. 81 yaşında bize benzer bir insanoğludur. Bembeyaz saçlı, temiz yüzlü, ufacık gözlerinde umursamaz zeka parlayan, kalender ve mizahi uslubuyla çok sevilen Pandeli’ye sordum:
>> Çeşme’nin nesini seversin?
>> Birincim Alaçatı’dır. Eski bir köy gibidir, kızları güzeldir ama bana faydası yok. Çeşme’nin sahilini, çarşısını, kalenin önünü, Çiftlikköy’ü, Çakabey anıtı tepesini, Ilıca’yı, Foto Akif’in dükkanında palavracıların buluşmasını çok severim.
>> Kimi en çok seversin?
>> Bütün adamlar eyidir.. En birinci uzun saçlı, fotocu Armağan’dır. Kız gibi kerata, elektrik veriyor insana. Sonra fotocu patron Akif’i ve sülalesini severim. Kum gibi kalabalıktırlar. Akif’in soyadı Balta’dır. Hani kalın sapı var, ucunda keskin demir kafası olan şey, bilirsin odun kesmeye yarar. İşte o baltadan. Geçende Sakız’da hırdavatçıdan keser aldım. Balta, keserin büyüğüdür. Benim soyadım Milonas’tır, değirmenci anlamına gelir, daha iyidir baltadan değil mi?.. 35 yıldır Çeşme’de çok dostlar edindim. Berberi, yatçısı, öğretmeni, esnafı, dericisi, otelcisi, restorancısı, diş doktoru, esnaf derneği başkanı, hepsi benim kardeşim gibidir.
KUKLA GİBİ KIZLAR
>> Çeşme’de vaktin nasıl geçer?
>> Gören Otel’de kalırım. Sabah Akif’in fotoğraf stüdyosuna yollanırım. Orada bol laf vardır. Laf, laf, laf.. Hep çene.. Armağan’ın gırgırlarını seyrederim. Bazen beni atv’sine bindirir, Tansaş’a zeytin, peynir, içki almaya, bazen tepelere gideriz. Kendimi genç hissederim. Mustafa Cenger’in tekneye gideriz, bira bile içeriz, Sakız’a kadeh kaldırırız.
Çarşıya gide gele yorulurum. Derici Levent ikinci durağımdır, öğlen Yalçın Restoran’da ev yemeği yerim. Akşam çarşıda geçit törenine katılır, bakınır dururum. "Kuklesler" geçer önümden. Yani "kukla" gibi kızlar.. Çeşme’de çok bunlardan!
>> Peki Sakız’da ne yaparsın?
>> Vakit geçmez orda. Sabah kahveye.. Kahveli içerim. Ufak işler yaparım. Vakit geçmez. Öğlen biraz uyku. Yarım saat yine kahveye. Akşam televizyondan futbol izlerim. Fanatik AEK taraftarıyım, Beşiktaş ve Çeşmespor’u da tutarım. İkisi de siyah-beyazdır. Kaybedersek bana dokunurlar.
>> Sakız’da favorilerin?
>> Benim köyüm. Sakız ağaçlarını çok severim. Para getirir adaya, başka işe yaramaz. Sakız’ın plajları nefistir. 40 otelimiz var, hepsi eyidir.
İSTANBUL HATIRALARI
>> Hayatını anlatır mısın?
>> 1927’de Sakız’ın "Agios Georgias" köyünde doğdum. Sakız demek, köyüm demektir, bir de suma rakısı demektir. 1940-58 arasında İstanbul’da yaşadım ve çalıştım. Çok güzel arkadaşlıklar edindim. Adaları ve Boğaz’ı çok severim. 60 yıl öncesinde Boğaziçi’nde Necip Bey bağları vardı, orada dünyanın en güzel kızlarıyla dans ettim. Hiçbir zaman Türkçe’yi unutmadım. Hayatımın en güzel günleri caaanım İstanbul’da geçti. Zamanında Beyoğlu’nda çok güzel lokantalar, pastaneler, eğlence yerleri vardı. Orada arkadaşlarla eğlenir, keyif yapardık.
>> Ailen kimler?
>> Mariya ile evliyim. Benim karıcık. İki çocuk verdi bana. Nikos ve Kimon.. Üç torun var. Mariyana, Pandelis ve Mariya. Gelinlerse Mariya ve Anastasiya. Ellerinizden öperler. Geçinip gidiyoruz işte.
>> Hangi müziği seversin?
>> Hem Rum şarkılarını, hem Türk musikisini severim. Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin? (Pandelis bu arada şarkıyı söylemeye başlar).
DOSTLUK MESAJI
>> Hayatının olayı nedir?
>> İstanbul’dan ayrılmam üzerinden 47 yıl geçmişti. 2005 yılında İstanbul’a gittim. Yaşar diye bir arkadaşım vardı, 47 yıldır birbirimizi görmedik. Amcamın yanında birlikte çalışırdık. Gittim Yaşar’ı buldum. Boynuma atıldı ve sarıldı bana. Hemen bayıldı. Hoppalaa.. Hemen hastaneye kaldırdık. Bu olayı hiç unutamam. Dostluk budur işte. Türk ile Rum’un dostluğu budur işte. Senin de ismin Yaşar.. Gel Yaşar, sana bir sarılayım.. (Heyecandan bayılacağımı düşünüp hemen geri çekiliyorum). Bir de ilk torunum olduğu zaman çok heyecanlandım, çünkü 70 yaşındaydım.
>> Panorama’ya nasıl geliriz?
>> Sakız Adası’nın merkezine gelin bakalım. Taksiyle 11 km. Ötede benim restoran var. Özel arabayla da gelinir. Size karşıdan Anadolu nasıl gözüküyor, onu bir güzel göstereyim.
>> Türk-Yunan, nasıl dost oluruz?
>> Halklar birbirini sever. Politikacılar arayı bozar. Dost olmak için daha fazla ticaret yapmalıyız. Ticaret dostluğu geliştirir. Siz geleceksiniz bize.. Bir geleceğiz size.. Ellerimiz hep dolu olacak.. Bak nasıl dost olunur. Savaş istemiyoruz, yaşamak istiyoruz, eyi mi bre?..
SAKIZ MİNİ REHBERİ
>Coğrafya: Kuzeydoğu Ege adalarındandır, Anadolu’nun Karaburun yarımadasının tam karşısındadır. 84 kilometrekare, kıyı uzunluğu 200 km.dir. Çeşme ile Sakız’ın merkezi karşı karşıyadır. Sakız’dan horoz ötse, Çeşme’den duyulur. Nüfusu 25.000’dir.
>Tarih: Yunanlı ünlü armatörlerin vatanı olan Sakız Adası’nın Sakız kenti. M.Ö. 1000 yıllarında İyonyalılar tarafından kuruldu. Homeros’un memleketi olduğuna inanılır. 14.Yüzyılda Ceneviz, 220 yıl sonra Osmanlı’ya, 1912’de Yunanistan’a katıldı.
>Sakız Ağacı: Sakız ürünü, bir reçine olarak "Pistashia Lentiscus Var Chia" isimli bir ağaçtan adanın güneyinde elde edilir. Tarih boyunca gıda ve tıb malzemesi olarak kullanıldı. Adanın birinci ihraç maddesidir, dondurma, reçel, rakı, ilaç katkı maddeleri, diş macunu, resim yağı ve boyası, krem ve yağlar yapılır.
>Ağız tadları: Deniz ürünleri, yerli mezeler, tat- lı Hios rakısı, Ariousios şarabı. Deniz ke- narlarında ve dağ eteklerindeki köy taver- nalarında lezzetli yemek ve dostluk havası vardır.
>Ulaşım: Çeşme-Sakız arası 1 saat kadar sürmektedir. Ertürk Lines, her gün Çeşme ile Sakız’ın limanı Hora arasında sefer yapmakta. (Tel:0.232.7126768 / www.erturk.com.tr), Taksi:Tel: 0030.22710.4111, Otomobil Kiralama: Avis Tel: 0030. 22710.41047, www.ioniatouristiki.gr
>Gezilecek yerler: Sakız kentinde kale, Korais Kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi, Bizans Müzesi,. Denizcilik Müzesi, güneyde Sakız yetiştirilen yerler, Pirgi Köyü, Kalimasia Folklor Müzesi, adanın ortasında Nea Moni, Homeros’un taşı, altın kumlu Karfas plajı, batıda plajlar, mastırlar, kuzeyde Agia Galas mağarası.
>Konaklama: Hotel Kyma (Hora) Tel: 0030. 22710.44500, Hotel Chandris (Hora) Tel: 0030.22710.44401, (www.chandris.gr).
* İnternet Bilgi: (www.chiosonline.gr).
* Rehber: Dost Kitabevi’nce basılan Türkçe "Yunan Adaları" kitabı..
>Coğrafya: Kuzeydoğu Ege adalarındandır, Anadolu’nun Karaburun yarımadasının tam karşısındadır. 84 kilometrekare, kıyı uzunluğu 200 km.dir. Çeşme ile Sakız’ın merkezi karşı karşıyadır. Sakız’dan horoz ötse, Çeşme’den duyulur. Nüfusu 25.000’dir.
>Tarih: Yunanlı ünlü armatörlerin vatanı olan Sakız Adası’nın Sakız kenti. M.Ö. 1000 yıllarında İyonyalılar tarafından kuruldu. Homeros’un memleketi olduğuna inanılır. 14.Yüzyılda Ceneviz, 220 yıl sonra Osmanlı’ya, 1912’de Yunanistan’a katıldı.
>Sakız Ağacı: Sakız ürünü, bir reçine olarak "Pistashia Lentiscus Var Chia" isimli bir ağaçtan adanın güneyinde elde edilir. Tarih boyunca gıda ve tıb malzemesi olarak kullanıldı. Adanın birinci ihraç maddesidir, dondurma, reçel, rakı, ilaç katkı maddeleri, diş macunu, resim yağı ve boyası, krem ve yağlar yapılır.
>Ağız tadları: Deniz ürünleri, yerli mezeler, tat- lı Hios rakısı, Ariousios şarabı. Deniz ke- narlarında ve dağ eteklerindeki köy taver- nalarında lezzetli yemek ve dostluk havası vardır.
>Ulaşım: Çeşme-Sakız arası 1 saat kadar sürmektedir. Ertürk Lines, her gün Çeşme ile Sakız’ın limanı Hora arasında sefer yapmakta. (Tel:0.232.7126768 / www.erturk.com.tr), Taksi:Tel: 0030.22710.4111, Otomobil Kiralama: Avis Tel: 0030. 22710.41047, www.ioniatouristiki.gr
>Gezilecek yerler: Sakız kentinde kale, Korais Kütüphanesi, Arkeoloji Müzesi, Bizans Müzesi,. Denizcilik Müzesi, güneyde Sakız yetiştirilen yerler, Pirgi Köyü, Kalimasia Folklor Müzesi, adanın ortasında Nea Moni, Homeros’un taşı, altın kumlu Karfas plajı, batıda plajlar, mastırlar, kuzeyde Agia Galas mağarası.
>Konaklama: Hotel Kyma (Hora) Tel: 0030. 22710.44500, Hotel Chandris (Hora) Tel: 0030.22710.44401, (www.chandris.gr).
* İnternet Bilgi: (www.chiosonline.gr).
* Rehber: Dost Kitabevi’nce basılan Türkçe "Yunan Adaları" kitabı..
Pandeli, imza günüme teşrif etti.
Geçtiğimiz günlerde Çeşme’de Hobi Kitapçılık’ta gerçekleşen imza günüme, Pandeli dostum Sakız’dan koşup yetişti. Hatta güzel kızları görünce, benim yerime kitaplarımı imzaladı, ahulara iltifatlar yağdırdı. (Fotoğraf:Armağan Durkan)
Sakız Adası deyince, akla Pandeli gelir
Haritamızda "Agios Georgios Sıcousis" köyünün tam üzerinde gördüğümüz Pandeli, herkesi adasına ve "Panorama" isimli restoran-pansiyonuna çağırıyor. Taksi ile gelebilirsiniz diyor. Telefonu ise 77195.
Sakız’ın ünlü dört değirmeni
Sakız Adası, tarihini sımsıkı korumuş ve onu turistik bir sunuma sokmuş talihli bir adadır. İşte Sakız kenti yakınındaki tarihi dört değirmen, adanın masum ve sakin havasını yansıtmakta.
Yazının Devamını Oku 
14 Eylül 2008
Alaçatı, yoğun geçen yaz sezonundan sonra eylülün ılımlı kollarında nefis günler yaşıyor. Yarın 15 Eylül’de, Alaçatı’nın düşmandan kurtuluşunun yıldönümü yaşanacak. Alaçatı’nın sokaklarında dolaşıp sevimli insanları ile konuştuk.
ALAÇATI, çok yoğun bir yaz sezonu geçirdi.. Bir anda yıldız olmanın keyfini doya doya yaşadı.. Eylülün ılıman havasına kendini terk eden Alaçatı’da kalabalıklar, okulların açılması ve Ramazan sebebiyle artık azaldı. Bu güzelim belde, yine yerli halkına ve buralara gelip yerleşmiş bizim gibilere kaldı.
Yarın 15 Eylül.. Alaçatı’nın düşmandan kurtuluşunu tüm belde halkı coşku içinde kutlayacak.. Her köşe, her dükkan, her ev bayraklarımızla süslenecek.. Halk en güzel giysilerini giyip belde merkezine gidip, geçit resmini, kutlamaları, çalışkan ve başarılı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’ın konuşmasını ve folklor gösterilerini izleyecek.. Gönülden kutluyorum.
Benim mekanlarım
Alaçatı’da eylülün keyfini kıyasıya çıkarırım. Sörf merkezlerine gidip, denizin üzerindeki renk cümbüşünü izler, suya girip yüzerim. Çamlık Yol üzerindeki "Cafe Sohbet"te kahvaltı keyfi bambaşkadır. Öncelikle Başkan Dalgıç’ı kutlamalıyım. Beldenin girişinin yeni mimari düzenlemesi çok anlamlı oldu. Taş ev-dükkanlarla süslü giriş, taşıdığı isme yani "Uğur Mumcu Caddesi"ne yakıştı.
Bu cadde üzerinde Can Belge’nin "Köy Kahvesi" benim mekanım olur, iki çay içmeden geçmem. Yine bu caddedeki Kaptan’ın Yeri, Yaşar’ın Kahve, Ahmet’in Kahve, şirin bir sanat galerisi ve Pesto Restoran ve Özsüt de keyifli köşelerdir.
"Rasim Restoran"da kiremitte balık yerim. Alaçatı’nın simgesi olan "Tuval"de Semra ve Nejat ile merhabalaşırım, incik-boncuk ustası fizikçi Metin Tapçı hoca ile Kemal Paşa Caddesi sonundaki dükkancığında sohbet ederim. Antika çarşısında Hasan Özkan’a uğrayıp limonatasını içerim. "Kirli Çıkı" isimli hediyelik sanat objesi satılan ve sergiler açılan mekanda, yaratıcısı Gökçen Adar ile sanat söyleşisi yaparım.
Maçları ise, cami meydanında "Kafe Angels"te dev ekranda izlerim. Hafta sonları "Yasmin Kafe"de fasıl dinlemek adetimdir. Güzelim Alaçatı gün ve gecelerini, fasıl ile noktalamanın tadı başkadır. Ne diyelim.. Alaçatı’mız bayrak gibi güzeldir.. Hele hele 15 Mayıs kurtuluş günlerinde..
Ünlü antikacı Hasan Özkan
İzmir’in ünlü antikacısı Hasan Özkan ve asistanı Ayşe Erten, nadide iğne oyalarından ipek halı ve mobilyalara kadar antikalarını Cami Meydanı’nda sergilemekte.
Yaz-kış açık tek antikacı
Alaçatılı Halil Baskıcı, Kemal Paşa Caddesi girişindeki "Antik Shop" isimli dükkanında hem antikacılık, hem emlak işlerini yürütür. Ayrıca Antik Motel’in sahibidir.
"Cafe Sohbet"in yaratıcıları
Çamlık Yol üzerindeki Cafe Sohbet’i kuran Nilgün Zenger ile kızı Demet Zenger, kır havası içinde bir cennet yarattılar. Kahvaltının merkezi oldular.
"Rasim Usta"nın yemekleri nefis!
1962’den beri Alaçatı çarşı girişinde ün yapan "Rasim Usta’nın Lokantası", oğlu Arif Demirel tarafından çalıştırıyor. Döneri ve kiremitte balığı çok beğenilir.
Futbol maçlarının adresi: "Angels"
Cami Meydanı’ndaki Mehmet Şener ve oğlu Hüseyin tarafından işletilen "Angels Kafe", hafta sonları futbol maçlarının merkezi oldu. Dev ekranda ligi izlemenin keyfine diyecek yok.
"Köy Kahvesi" açıldı
Alaçatı’nın sevilen siması Can Belge, babası ve annesi Rafet-Nedret Belge, yeğeni Zeynep Evgin ile beldenin girişindeki yeni mekanları "Köy Kahvesi"nin açılışını kutladılar.
"Kirli Çıkı" göz kamaştırıyor
Kemal Paşa Caddesi 94 numarada göz kamaştırıcı hediyelik objelerin sunulduğu "Kirli Çıkı"nın yaratıcısı Gökçen Adar, ünlü bir yemek kitabı yazarı ve desen sanatçısıdır.
"Yasmin"de fasıl dinlenir
Alaçatı’nın yaz kış açık biricik kafe-bar mekanı olan "Yasmin"i yaratan İlhan Çimen ve Yasemin Kartal, hafta sonu fasıl ziyafeti ile özel tiryakiler yarattılar.
Yazının Devamını Oku 
7 Eylül 2008
1 Eylül’de "Uşak" kurtuldu.. Daha sonra tüm Ege’miz adım adım kurtarıldı.. Bugün 7 Eylül’de "Aydın" kurtulacak.. Yarın "Manisa" özgürlüğüne kavuşuyor.. Ertesi gün "İzmir"e şanlı ordumuz girecek.. En son 18 Eylül’de "Erdek" kurtarılacak.. Tüm Ege, yeniden Türk bayrağını öpecek.. TÜRK Kurtuluş Savaşı’nın 30 Ağustos 1922’de gerçekleşen kesin ve son zaferi, hızla "Ege şehirlerimize" ilerleyerek, bozguna uğramış Yunan ordusunu kovalayarak, denize yani İzmir’e doğru coşku içinde ilerler.
Yunan ordusu kaçarken Ege şehir, kasaba ve köylerini yakıp son zulümlerini gerçekleştirmekte, yanıp yıkılan her beldeye giren ordumuzu fedakar halkımız Türk bayrakları ile karşılamakta ve düğün bayram yapmaktadır. Bu bakımdan Eylül ayı için, "Türk’ün Milli Kurtuluş Ayı" tanımını getiriyorum.
KURTARILAN YÖRELER
Büyük Zafer’in gerçekleştiği 30 Ağustos ile İzmir’in düşmandan kurtarıldığı 9 Eylül arası, sadece ve sadece 10 gündür. Pençe pençe bir boğuşma sonucu Dumlupınar’dan muzaffer ayrılan Türk Ordusu, düşmanın peşine düşerek amansız bir kovalamaca sonunda arka arkaya Ege yörelerimizi kurtardı.
1 Eylül’de Uşak kurtarıldı. 2 Eylül’de Türk Ordusu Eskişehir’deydi. 3 Eylül’de Dursunbey, Ödemiş, Emet, Eşme, Sındırgı ve Tavşanlı düşmandan geri alındı. 4 Eylül’de Tire, Bayındır, Buldan, ve Simav, 5 Eylül’de Nazilli, Alaşehir, Bilecik, Gördes ve Salihli kurtarıldı.
6 Eylül’de Akhisar, Balıkesir, Söke, Gönen, İnegöl, 7 Eylül günü efeler şehri Aydın, ertesi gün 8 Eylül’de şehzadeler kenti Manisa, Kemalpaşa, Burhaniye düşman çizmesinden kurtuldu. 9 Eylül’de Türk Ordusu, sevgili İzmir’e, Menemen’e ve Edremit’e girdi.
11 Eylül’de Bursa, Foça, Gemlik ve Orhaneli, 12 Eylül’de Mudanya, Kırkağaç, Urla, 13 Eylül’de Soma, 14 Eylül’de Bergama, Dikili ve Karacabey, 15 Eylül’de Alaçatı ve Ayvalık, 16 Eylül’de Çeşme, 17 Eylül’de Karaburun, Bandırma ve 18 Eylül’de Erdek düşman zulmünden kurtarıldı.
KURTULUŞ HEYECANI
Yine bir "Eylül" ayını yaşıyoruz.. Milli Kurtuluşu gerçekleştiremeseydik, Ege yörelerimiz acımasız "Yunan-Ermeni vatanı" olacaktı. Bu yüzden, Milli Kurtuluşun tüm heyecanını, tıpkı 86 yıl önceki vatanseverlik duyguları ve bağımsızlık bilinciyle yaşıyoruz. Tüm Ege’mize kutlu olsun!
Bu kurtuluş heyecanı, yıllar boyunca hiç eksilmeden tüm Ege yörelerinde kutlanır. Her yöre kendi çapında "kurtuluş şenlikleri" yaparak günün anlamını yeni kuşaklara aktarır.
Ege’mizde böylece bağımsızlık bilinci sonsuza kadar yaşayacaktır. Tanrı’dan, Başkumandan Gazi’ye ve tüm vatan savaşçısı gazilerimize rahmet diliyoruz.
Yunan Ordusu’nun Ege’yi işgal ederken söylediği marş
Şimdi füstanella* İzmir’e geldi
Fes ortadan kalkacak
Türk’ün kanı akacak!
Şimdi İzmir’e geldik
Ayasofya’ya uçalım!
Camiler yerle bir edilecek
Ve onların üzerine
haç dikilecek!
*(Füstanella:
Efzon askerinin pileli eteği)
Vatan haini ’Kel Bekir’
Gazi’nin casusu çıktı!
2004 yılında 98 yaşında vefat eden babam Cemal Aksoy anlatmıştı:
"- Kafkasya Ahıska Türkleri’nden olup Uşak’a yerleşen sağlık memuru Aşıcı Ahmet Efendi’nin en büyük oğlu idim. Yunan işgalinde 13 yaşıma girmiştim. Evimiz hala Tabakhane Yolu başındadır. Yunan askerleri Uşak’ta büyük zulüm uyguladı. Her sokak başında askerleri vardı, camileri karakol yaptılar, mahallemizin çeşmesinde karavana yıkar ve hayvan sularlardı. Biz çocuklar onları seyrederdik.
Bir gün arkadaşlarımın elime tutuşturdukları iskambilin papazını çeşme başındaki askerlere gösterip, anlamını bilmediğim ve arkadaşlarımdan öğrendiğim bir Rumca cümleyi birkaç kez tekrarladım. Meğer bilmeden küfür etmişim. Beni yakalayıp feci şekilde dövmeye başladılar. Anam, karşı evimizden, feracesi ve çarşafı apaçık halde fırladı, arslanlar gibi saldırıp beni kurtardı.
Yunan, bozguna uğrayıp kaçarken, 31 Ağustos gecesi şehri ateşe verdi. Çarşı ve Türk mahalleleri ateşler içinde kaldı. Sabaha karşı şehrin içlerinde en son Yunan birlikleri ile bizim çeteciler ve mahalle kabadayıları arasında büyük çatışma çıktı, bir yandan alevler gökleri yalıyordu. Ordumuz Uşak köylerine girmiş ama şehre ulaşamamıştı.
KEL BEKİR
Sabahla birlikte ordumuz şehre çarpışarak girdi, anamın elinden kurtulup, sokaklara fırladım, yediğim dayağın intikamını alacaktım. Sokaklara bol miktarda silah, cephane ve ölü askerler saçılmıştı. Yerden pırıl pırıl bir süngü kaptım. Tam dayak yediğim çeşme başında, yerde yatan her tarafı kan içinde ölü bir Yunan askerine yaklaştım ve şakağından süngüyü batırdım. Adam müthiş bir şekilde bağırarak fırladı, meğer üstünü kanla sıvayıp ölü taklidi yapıyormuş, kargaşa ilerleyince kaçacakmış. Beni hırsla yakaladı, tam boğazımı sıkıp öldürecek iken, mahallemizin ünlü kabadayısı "Kel Bekir" yetişip, tek atışla tabanca ile Yunan askeri vurdu. Ben yatağa düşüp sarılık oldum.
KUYUDAKİ CESETLER
Kel Bekir, "vatan haini" olarak bilinirdi. Uşak’ta Yunan askerlerine fahişe bulur, onlarla yatıp kalkar, gece yarıları Yunanlıların kollarına girerek, bahçe aralarından işret alemlerine götürürdü. Ordumuz Uşak’a girince, babamın da içlerinde bulunduğu bir komisyon derhal Kel Bekir’i sorguya çekti.
Bekir amca, komisyonu bahçelere götürüp su kuyularının dibinde yatan Yunan cesetlerini bir bir yukarı çıkarıp gösterdi. Tam 40 Yunan askeri öldürmüştü. İçirip içirip kuyuya atmıştı. Mustafa Kemal’in gizli örgütünün mensubuymuş.
İşte bu kahramanlar sayesinde savaşı kazanmıştık. Kel Bekir atına atladı ve bir zamanlar vatan haini olarak nefret edildiği Uşak’tan ayrıldı, ordunun peşine takılıp İzmir’e doğru uçtu gitti. Bir daha şehrine dönmedi.. Hiç haberini alamadık.."
Hakkını nasıl öderim senin?
Mustafa Kemal Paşa Ordusu’nun kahraman askerleri, yurdumun imanlı halk savaşçıları, tüm Ege’yi düşmandan temizleyen şanlı bağımsızlık neferleri.. Rahmet hepinize.. Hakkınız, istiklalimizin arması olsun!
Yazının Devamını Oku 
24 Ağustos 2008
Ayvalık’ı Gezerken.. Savaşın Çocukları.. Kuşaklar.. Girit’ten Cunda’ya.. Kimler Geldi Kimler Geçti Ayvalık’tan.. Bütün bu kitaplar, bir ömür araştırma yaptıktan sonra yazılan dillere destan Ayvalık kitaplarıdır.. Bugün Ayvalık’ın vefakar evladı Ahmet Yorulmaz ile buluşuyoruz.. AYVALIK’ın nerelerini çok seversin Ahmet Ağabey? diye sorduğumda bu yıllanmış bilge-yazarımız hafifçe gülerek ve davudi sesini yumuşatarak beni şöyle yanıtladı:
"Büyük aşkım Ayvalık’ın en şaşaalı mekanını ilk baştan söyleyeyim. Şeytan Sofrası’na çıkın! Güneşin doğuşunu ve batışını izleyin. O doğuşlarda ve batışlarda, insan kendisini ve dünya denilen alemin değerlendirmesini en anlamlı biçimde o manzara karşısında yapar.
Cunda Adası’nda televizyon yansıtıcıları tepesinden sağınızda ve solunuzda uzanan koyları, cennet adaları izlemek başlı başına müthiş bir görsellik sunar. Cunda’nın kadim sokaklarında, tepelerinde dolaştıktan sonra mutfağının lezizliğine, meze sunuşunun inceliğine hayran olduğum Bay Nihat’ta kaliteli bir şarap içmek yine Ayvalık’ta vazgeçemediğim güzelliklerdendir. Sarmısak’ın upuzun ünlü kumsalını hiçbir kumsala değişmem. Badavut Koyu’nun keyfini, yaz veya kış Ayvalık’ta Cumhuriyet Alanı’ndan gurubun hazzına varmanın tadını, İlkkurşun Tepesi’nden adaları izlemeyi, kendine özgü otantik mimarisi ve denizin içinde oluşu nedeniyle hayran olduğum belediyenin yanındaki kafeyi dünyanın başka hangi cennetinde bulabilirim? Devam ediyorum.. Çamlık Belediye Gazinosu’nun üst kısmından koyu ve Timarhane Adası’nı seyretmek, Çamlık’ta Tenis Lokali’nin arkasındaki eski bir krater olan Çıplak Tepe’den Sarmısak yönünü, koyları, adaları izlemek, benim Ayvalık’ta ibadet yapar gibi yıllarca sürdürdüğüm bir aşk ilişkisidir.
USTA YAZAR
Ahmet Yorulmaz Ayvalık’ta doğdu. İzmir, İstanbul ve Ayvalık’ta uzun yıllar gazetecilik yaptı. 1963’te "Geylan Kitabevi"ni kurdu. 33 yıl aralıksız kitapçılık yaptıktan sonra, daha rahatça yazabilmek ve çevirebilmek için emekli oldu.
Çağdaş Yunan edebiyatından romanlar ve iki sahne oyununu dilimize kazandırdı.
Bir çok kez basılan "Ayvalık’ı Gezerken" isimli monoğrafisi büyük ilgi çekti ve beldenin başyapıtı oldu. Ayvalık’a gelip giden ünlüleri anlattığı "Kimler Geldi Kimler Geçti Ayvalık’tan" isimli eseri büyük bir vefa örneğidir.
Romanları ise Girit-Ayvalık eksenlidir. "Savaşın Çocukları"nda Girit Türkü’nün Yunan isyanında yaşadığı acıları, yoklukları, göçleri yansıttı. "Kuşaklar" romanında mübadil göçmenin anayurt Anadolu’daki uyum sorunlarını, haksızlıkları ve süregelen aşkları ustaca anlattı. Üçlünün son romanı "Girit’ten Cunda’ya" eserinde ise, yüreklerde yer etmiş baş kişi Hasanaki’nin oğlu Haralambos’un yaşamı çevresinde bir aşkı sundu.
Üç romanın da ortak mesajı, savaş karşıtlığıdır.
SON SÖZ
Sevgili dostum Ahmet ağabeyime, "Ayvalık aşkın ne kadar sürecek" diye soracak oldum. Şöyle yanıtladı beni:
"- Sonsuza kadar sürecek.. Benden sonra da devam edecek.. Çünkü kitaplarım uzun yüzyıllar geçse bile bu beldenin ilk tarih, kültür ve edebiyat ürünleri olduğu için elden düşmeyecek, kütüphanelerden eksilmeyecek. Bu benim en büyük mutluluğum olacak. Çünkü has yazar sonsuza uzanan bir devamlılık arzular. Hemingway’den Victor Hugo’ya, Homeros’tan Halikarnas Balıkçısı’na kadar bu ölümsüzlüğü kim istemez ki?..
Beni, benden sonra aramak, görmek isterseniz göklere bakın, belki bir martıyımdır, Şeytan Sofrası’ndan Güvercin Adası’na doğru süzülen.. Belki bir balık halindeyimdir,, Cunda kıyılarından Ayvalık rıhtımı arasında gün boyu gidip gelen.. Belki bir karınca olurum, Sarmısak toprağından Badavut’a doğru tırıs gitmekte iken önüme çıkan bir asırlık zeytin ağacına tırmanan... Ben, benden sonra yine Ayvalık’tayım eyy dostlar!.."
(Sevgili okuyucularım, "Son Söz" bölümünü Yaşar Aksoy olarak ben kaleme aldım. Sevgili Ahmet Yorulmaz’a sonsuz hürmet ve sevgilerimle ithaf ediyorum)
ALACAĞIMIZ DERS
Bu yazımızdan çıkaracağımız önemli ders şudur. Beldeler ancak çalışkan, inançlı ve yurtsever yazarları sayesinde anlam kazanır ve yükselir. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir, Bodrum’u nasıl dünyaya tanıttı ise, Ahmet Yorulmaz da Ayvalık için bir kendine özgü Halikarnas Balıkçısı işlevi görmüştür. Üstelik lacivert beresi de ona çok yakışır, tıpkı Cevat Şakir gibi..
Bugün Ayvalık bir turizm ve kültür hazinesi ise, tam şu günlerde 5’inci Ayvalık Belediyesi Kültür ve Sanat Günleri tüm görkemi ile devam ediyor ise, Ayvalık halkı beldelerinin hızla çağdaşlaşması ile haklı olarak gururlanıyor ise ve genç Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen kollarını sıvamış Ayvalık’ı kalkındırıyor ise, bütün bu sürecin temelinde Ahmet Yorulmaz’ın yorulmayan "Ayvalık aşkının" temel taşlarının bulunduğu unutulmasın.
Halen Ege Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi edilmekte olan sevgili Ahmet Yorulmaz’a acil şifalar diliyorum.
Beldesiyle bütünleşen
yazar Ahmet Yorulmaz
Ege’mizde beldesiyle bütünleşen yerel yazarlarımız büyük zorluklar içinde bir ömür harcayarak beldelerini kitaplaştırırlar. Böylece o belde, yazarın şahsında ölümsüzleşir. Ahmet Yorulmaz bunların başlıcasıdır. Girit göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğduğu Ayvalık’ı, Türk edebiyatına armağan etmiştir. Semih Poroy’un çizgileriyle oluşmuş portresini, Ayvalık haritası ile bütünleştirerek kendisine armağan ediyoruz. (Grafik Tasarım: Armağan Durkan)
Girit ve Midilli göçmenlerinden iki hatıra
Ahmet Yorulmaz’ın "Ayvalık’ı Gezerken" isimli enfes kitabında mübadele sonucu Ayvalık’a gelip bu beldemizin yerli halkını oluşturan Girit ve Midilli kökenli Türkler’den iki mizahi hatırayı okuyalım. Mübadelenin ilk yıllarında Girit’ten gelenler büyük sıkıntı çektiler. Sunacağımız kısa öyküde güldürü öğesi ağır basmakla birlikte, padişah rejiminin Girit Türkü’nü ne denli ihmal ettiğini de en acı şekliyle göreceğiz. Öykünün 80 yıl öncesine dayandığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Türklüğüne ve Müslümanlığına sıkı sıkıya sarılmış o kuşakta çile çok, ama dil nafileydi!
GİRİT ANISI
Bir Girit mübadili (göçmeni) jandarma karakoluna gider, öğrenebildiği Türkçesiyle (tabii bir kısım Rumcasıyla) şikayette bulunur. Tarlasına bir çuval arpa ektiğini, fakat Ali Bey’in tavuklarının tohumluk arpayı yediğini, terbiye edilmemeleri durumunda (engel olunmasını kastederek) tavukları tarlanın ortasında tüfekle öldüreceğini dile getirir. Ama nasıl anlatır, bakın:
- "Sto horafi bir çuval arpa ekti ben. Ma tu Ali Bey tavuklari irthane çe mu ta fagane. Terbiye yapacaksiniz ki, yi dan-dun sti mesi tu horafyu?.."
MİDİLLİ ANISI
Midilli’nin Yela Köyü’nden göçmüş olan Hasan Dayı ile yine Midilli’nin Ufturunda Köyü’nden göçen Köse Halil, Ayvalık’ın sebze halinde karşılaşıp konuşurlar. Hasan Dayı şakacı mı şakacıdır. Köse Halil ise, ters mi ters bir adamdır. Hasan Dayı sorar:
- Bre Halil nerasın.. Çuktan beri gürmem seni oğlanım?
- Na Cunda’dayım.. Tukmak ikerim!..
- Ne tukmağı bre Halil?
- Na davul tukmağı!.. Ahh o Giritliler.. Gelesin bakasın Cunda’ya, yıktılar evleri, duvar diplerine kadar kafamız büyüklüğünde tukmaklar iktiler. Yakındır aç kalalım..
- Amma ham ahlatsın bre Halil!.. Onlar tukmak değil, inginardır.. Midilli’deyken gürmedin?
- Yok.. Gürmedim!.. Adaya da yoğuydu, öyle şey de hiç gürmedim. Belkim de birkaç zinginin bahçesinde varidi, o dikenleri çiçek niyetine kokonur idi.. Başka ne boka yarar ki!
Ahmet Yorulmaz’ın "Ayvalık’ı Gezerken" isimli enfes kitabında mübadele sonucu Ayvalık’a gelip bu beldemizin yerli halkını oluşturan Girit ve Midilli kökenli Türkler’den iki mizahi hatırayı okuyalım. Mübadelenin ilk yıllarında Girit’ten gelenler büyük sıkıntı çektiler. Sunacağımız kısa öyküde güldürü öğesi ağır basmakla birlikte, padişah rejiminin Girit Türkü’nü ne denli ihmal ettiğini de en acı şekliyle göreceğiz. Öykünün 80 yıl öncesine dayandığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Türklüğüne ve Müslümanlığına sıkı sıkıya sarılmış o kuşakta çile çok, ama dil nafileydi!
GİRİT ANISI
Bir Girit mübadili (göçmeni) jandarma karakoluna gider, öğrenebildiği Türkçesiyle (tabii bir kısım Rumcasıyla) şikayette bulunur. Tarlasına bir çuval arpa ektiğini, fakat Ali Bey’in tavuklarının tohumluk arpayı yediğini, terbiye edilmemeleri durumunda (engel olunmasını kastederek) tavukları tarlanın ortasında tüfekle öldüreceğini dile getirir. Ama nasıl anlatır, bakın:
- "Sto horafi bir çuval arpa ekti ben. Ma tu Ali Bey tavuklari irthane çe mu ta fagane. Terbiye yapacaksiniz ki, yi dan-dun sti mesi tu horafyu?.."
MİDİLLİ ANISI
Midilli’nin Yela Köyü’nden göçmüş olan Hasan Dayı ile yine Midilli’nin Ufturunda Köyü’nden göçen Köse Halil, Ayvalık’ın sebze halinde karşılaşıp konuşurlar. Hasan Dayı şakacı mı şakacıdır. Köse Halil ise, ters mi ters bir adamdır. Hasan Dayı sorar:
- Bre Halil nerasın.. Çuktan beri gürmem seni oğlanım?
- Na Cunda’dayım.. Tukmak ikerim!..
- Ne tukmağı bre Halil?
- Na davul tukmağı!.. Ahh o Giritliler.. Gelesin bakasın Cunda’ya, yıktılar evleri, duvar diplerine kadar kafamız büyüklüğünde tukmaklar iktiler. Yakındır aç kalalım..
- Amma ham ahlatsın bre Halil!.. Onlar tukmak değil, inginardır.. Midilli’deyken gürmedin?
- Yok.. Gürmedim!.. Adaya da yoğuydu, öyle şey de hiç gürmedim. Belkim de birkaç zinginin bahçesinde varidi, o dikenleri çiçek niyetine kokonur idi.. Başka ne boka yarar ki!
Yazının Devamını Oku 
17 Ağustos 2008
İzmirli yazar Mehmet Coral, doğup büyüdüğü İzmir’e daima borcunu ödemek için uğraş verir. Yazarımız, son kitabı “Ateşin Gelini” (13 Eylül 1922’de İzmir’i Kimler Yaktı?) isimli eserinde Türklere yapılan asılsız iddiaları çürütüyor!
İZMİRLİ yazar, Karşıyaka Ankara İlkokulu’ndan 50 yıllık arkadaşım Mehmet Coral’ın, heyecanla beklediğimiz “Ateşin Gelini” kitabı, Doğan Kitap tarafından basıldı ve daha piyasaya çıkmadan bana imzalı olarak iletildi.
13 Eylül 1922’de düşmandan kurtarılmış İzmir’de başlayıp, birkaç günde kenti küle çeviren uğursuz yangını Türkler’in çıkardığına dair son yıllarda içimizde ve dışımızda bir fesat ateşinin kaynatıldığını izliyorduk. “İzmir Soykırımı” adı altında ilerde Avrupa Birliği süreci içinde önümüze konacak olan bu mayınlı dosyayı açma cesareti gösteren Mehmet Coral’ın kitabı, tam zamanında cephe mücadelesinin odağına yerleşti.
Coral, yerli ve yabancı sayısız dokümandan süzülen gerçekleri, Türk yanlısı ünlü Greskoviç ve Prentiss raporlarını incelemiştir. Ahmet Piriştina Kent Müzesi Müdürü Ortay Gökdemir’in ele geçirdiği ve yangını Ermeni ve Rum kundakçıların çıkardığını ispatlayan 28 Eylül 1922 tarihli Amiral Dumesnil raporunu da kitabında yayınlamıştır. Tüm belgeler, “Türkler’in kesinkes yangın olayında masum olduğunu”, tam aksine Yunan saldırganların kaçarken kışkırtığı Ermeni çetelerinin bu işin biricik mesulü olduğunu işaret etmektedir.
BÜYÜK YANGIN
13 Eylül’de Ermeni mahallesi olan Basmane’de başlayıp, dört günde tüm Hıristiyan mahallesini, yani Basmane’den denize bir dikme inersek, sağ tarafını, şimdiki Çankaya, Kültürpark, Kahramanlar, Pasaport, Alsancak ve Punta’ya kadar olan bulvarları, sokakları, evleri, mağazaları yok eden yangın karadan denize ters esen rüzgarın şiddetiyle Osmanlı’nın en güzel şehirlerinden olan İzmir’i yakıp mahvetmiştir.
Yazının Devamını Oku 