10 Ağustos 2008
Geçtiğimiz gün Alsancak sokaklarında, semtin biricik yazarı merhum Bülent Moralı anıldı, ardından lokmalar döküldü. Akşam, Hocazade Camii’nde hatırası için mevlit okutuldu. Fırtınalı bir yaşamdan sonra genç yaşta vefat bu talihsiz yazar için tüm Alsancak’ın yüreği titredi.. Bana emanet ettiği bir mektubu içim acıyarak yayınlıyorum..
HAZİRAN ayının 15. günü genç yaşta vefat eden ve geçtiğimiz gün Alsancak sokaklarında anılan, lokmalar dökülen ve ailesi tarafından Alsancak Hocazade Camii’nde mevlit okutulan yazar "Bülent Moralı", sağlığında bana el yazısı ile bir mektup bırakmıştı.
Annesine hitaben yazılmış bu sımsıcak mektubu yıllarca sakladım. Vefatını duyduktan sonra mektubu arşivimde aradım ve buldum. Annesi, içi kan ağlayan "Armanda Moralı"yı arayıp mektubu yayınlama izni aldım. Aşağıda bu yüreği tertemiz, ama yaşamı ne yazık ki çalkantılarla geçen bu İzmir çocuğunun çok sevdiği anasına yazdığı satırları yayınlıyorum.
YAZIK OLDU!
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim.. Merhuma yazık olmuştur!.. Bülent hiç uğruna fırtınalı bir yaşamı seçmişti. Merhum ne yazık ki, koca bir evrensel şehrin ve onun en parlak semtinin devasa birikimi ve hatıraları altında "kimlik ezilmesine" uğramıştır. Ruhunun çocuksu yapısı ile kentin acımasız gerçekleri arasında sıkışıp kalmıştır. Kent sosyetesi ile sokakların lumpen dünyası, Levanten aristokrasi ile başıboş avarelik, kent kültürü ile kaldırım kültürü, kentli acımasızlığı ile naif hemşehrilik duygusallığı, salon züppeliği ile ayaküstü ayyaşlığı, muhteşem şehir tarihi ile basit mahalle bilgileri, travesti-mafya-bar çeteleri ile semt ahlakının sivil itirazı, bu temiz ve idealist ruhlu ancak birikimsiz Bülent’i sıkıştırıp, arasına alıp kıstırarak, ezip, posasını çıkarıp, dünyayı ona zehir etmiştir.
Bu olan biteni, yıllarca Bülent’e bıkmadan usanmadan söylemiştim. Şehrin büyük ünvanlı insanlarına güvenmemesini, kendisini poh-pohlayanlara kanmamasını, sokaklarda berbat kişilerle hemşehrilik aşkına yakın ilişkiye geçmemesini, alkolü derhal bırakmasını, bazı şovcu platformlardan aldığı ödüllerin cazibesine kapılmamasını, belediyeyi ve iktidar odaklarını çok önemsememesini defalarca rica ettim. Hayatta önemli olanın ailesini, eşini, evini, barkını, işini, sağlığını, Beliğ oğlunu ve geleceğini öncelikle düşünmek olduğunu, yazarlığın "geçici parıltı" olduğunu, hep söyledim. Ama, onu yolundan döndüremedim. Genç yaşta aniden kalbinin bu acılı yaşama dayanamayarak vefat edeceği hiç aklıma gelmemişti. Öldüğünü duyunca içim yandı.
BENİM ANNEM
Yunan İşgali öncesi İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kuran büyük vatansever Halit Moralızade ve Madam Adriennee’nin torunu, büyük insan Beliğ Moralı’nın ve Armanda Moralı’nın evladı, Berna, İrem ve Silvio’nun kardeşi, Beliğ’in babası ve Aşkım’ın dayışkosu, temiz yürekli Bülent Moralı’ya, ölüm hiç yakışmadı. Allah rahmet eylesin.. Alsancak sokaklarında dolaşırken zaman zaman hüzünlü gölgesi ile buluşacağımı iyi biliyorum. Ona sarılacağım. Şimdi annesine yazdığı mektubu okuyalım:
"- Sevgili anneme.. Bu genç yaşta "Punta’dan Alsancak’a" adlı kitabımla ilk kez Alsancak semtinin tarihini yazmak bana nasip olduysa, kuşkusuz bunda en büyük pay, beni her zaman yüreklendiren ve bilgilendiren canım annemindir. Peki kimdir?.. Tüm Alsancaklılar’ın yakından tanıdığı annem "Arman Güler Moralı"?..
Annem, Atatürk’ün tamir edilemez denilen radyosunu bile tamir eden, İzmir’in ilk elektrik teknisyenlerinden rahmetli "Giritli Ali Gökçin Beyefendi" ile yüzyıllar önce İzmir’e yerleşmiş İtalyan asıllı Deleonardi Ailesi’nin kızı "Antoniçe Hanımın" kızıdır. Annemin baba tarafı ise, Şeyh Şamil’e dayanmaktadır.
Hayatı boyunca hep iyilikler yapmış, geniş çevresi sayesinde bir çok kişiyi işe yerleştirmiş, hep hayır duaları ile ayakta kalmış, öz Alsancak kızı olan annem, genç yaşta önce babamı, iki ay sonra da annesini kaybetmiş, iki kız kardeşimi ve beni yetiştirebilmek için büyük acılar yaşamıştır.
BABAM BELİĞ MORALI
Türkiye’nin uluslararası hukukçularından olan babam "Beliğ Moralı", bize harika bir hayat sürdürmüş, güzel günler yaşatmış ancak önemli bir miras bırakmamıştı. Çünkü namuslu bir meslek hayatı vardı. Hatta bize her zaman, "Ölürsem size en büyük mirasım şerefli, namuslu ve her zaman kapıyı açan bir isim bırakacağım" derdi. Gerçekte de öyle oldu.
Büyük kız kardeşimle ben kolejde okuyorduk. Babam ölünce de devam ettik. Önce Allah’ın, sonra anacığımın sayesinde.. Çünkü o bildiği beş lisan ile bir yandan tercümanlık yapıyor, bir yandan da babamın yarım kalan işlerini tamamlıyordu. Bir hukukçu değildi, ama babamın yabancı asıllı müşterilerinin işlerinin takibini yapacak kadar bilgisi vardı.
Hatta bir zamanlar bitirilemez gözü ile bakılan Dikili’de yanan Yunan yük gemisinin satışı işinde yıllarca çabalamış ve sonunda başarmıştı. Gün geldi iyi günlerimiz oldu, gün geldi çok zor günlerimiz de oldu. Hele yıllar evvel iş yaptığımız bazı kişiler paramızın üstüne oturmuşlardı.
ALSANCAK ÜNLÜLERİ
İşte maddi zorluklar çektiğimiz bu acı günlerde, varlıklı akrabalarımız bizi görmezden gelmişlerdi. Üstelik bunlar İzmir değil, Türkiye çapında insanlardı.
Evlatları için kendini yıpratırcasına fedakarlıklarda bulunan annemi eskiler gerçekten çok severler. En eski Alsancaklı’lardan olan annem, gençliğinde 1462 sokakta otururdu. Karşı komşuları ise "Kocatepe Ailesi" idi. Annem ünlü yorumcumuz Ali Kocatepe’yi kardeşi gibi sever. Geniş muhiti olan anneme, aile dostumuz rahmetli Tanju Okan ağabeyim "Armanofski" diye takılırdı.
Maddi durumu biraz düzelsin hemen fakir fukaraya elinden gelen yardımı yapan annem, öyle sosyal yardım derneklerinin kokteyllerinde ellerinde kadeh gösteriş için boy gösterenleri hiç sevmez. Yardımın gizlisini savunur. Gerçekten de "sağ elin verdiğini, sol el görmemeli" felsefesini bize aşılamıştır.
Semtimizin son derece kültürlü insanlarından olan annem, küçük yaşlarında piyano eğitimi almış, bir dönem İtalya’da modistlik eğitimini sürdürmüştü. Ki o zamanlar modistliğin, m’si bilinmezdi.
Evet.. Eğer anacığımın motivesi olmasaydı, bugün Alsancak Tarihi’ni anlatan "Punta’dan Alsancak’a" kitabım ve diğer araştırmalarım olmazdı. Ve bu kitap sayesinde 2000 yılında "Dr. Behçet Uz Ödülü"nü aldım. Anacığım buna o kadar sevindi ki, anlatamam!..
Allah, evlatlarını seven tüm fedakar analara sağlık versin ve tüm güzellikler analarımızın olsun.. Bir gün bana bir şey olursa; Alsancak’ımı sevgili anama emanet ediyorum. Anamı ise, güzeller güzeli iki kızkardeşime emanet ediyorum.. Bu belgeyi de, yazdığı yazıyla ilk kez beni basında desteklemiş olan Yaşar Aksoy ağabeyime saklaması için veriyorum.. Bülent Moralı.. Yılbaşı günü 2000.."
Yaşlı Alsancaklılara hayrandı
Merhum Bülent Moralı, tam 35 yıl İzmir Merkez Bankası Müdürlüğü yapmış olan ünlü Alsancaklı merhum Enver Kösemen ile. Alsancak’ın ilk yazarı Bülent Moralı, yaşlı ve eski Alsancaklılara büyük sevgi, saygı beslerdi. (Fotoğraf: Yaşar Aksoy 1997)
Ünlü "Moralı Ailesi" toplu halde
1970’li yıllarda Moralı Ailesi.. Soldan itibaren, Berna Moralı, hala Reha Balkan, Armanda Moralı, Azerbaycan Büyükelçisi Turan Moralı (çömelen), İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucusu dede Halit Moralı, hala kızı Beynun Özkan, Uluslararası hukukçu Avukat Beliğ Moralı ve oğlu Bülent Moralı, Alda Pasquali, vatan şairi amca Rifat Moralı ve eşi Semiha hanım.
Yazının Devamını Oku 
3 Ağustos 2008
Ege köylerinin bazıları kendi başlarına imrenilecek festivallere imza atmaya başladı. Köy festivalleri, çoluk çocuk herkesin içinde gönüllü görev aldığı imece etkinlikleri olarak parlıyor. İl ve ilçelerin katı bürokratik festivallerine benzemeyen bu amatör festivaller, çok daha çocuksu ve içtenlikli oldukları için derin bir toplumsallık taşımakta.. KÖY festivalleri, almış başını gidiyor.. İl ve ilçelerin bürokratik ve profesyonel festivallerine taban tabana zıt, amatör ve özverili ruhuyla parlayan köy festivalleri, bence Ege’mizin önemli bir toplumsal taban hareketi olarak tarih sahnesine çıkıyor.
İşte, geçen hafta izlediğim "Urla-Balıklıova Köyü Festivali".. İşte, halen devam etmekte olan "Karaburun İnecik Köyü Festivali".. Köylünün kendi başına, imece yöntemi ile geliştirdiği toplumsal hareketler olarak gündemimize giriyor. Darısı diğer Ege köylerinin başına..
BALIKLIOVA FESTİVALİ
Balıklıova Muhtarı Tayyar Yıldırım ile Meziyet Akseki öğretmenin özveriyle düzenledikleri festival üç gün sürdü. Balçova, Konak ve Urla belediyelerinin destek verdiği festivalin ilk gününde açılış töreninden sonra, köyün tiyatro salonunda Umut Kaan Eraslan ve Begüm Şanlı şiirler okudu, köyün genç kızlarından Şehbal Altınbay, Aylin Yeşilyurt, Beste Gürbay, Ecem Tosun ve Damla Üleştiren’in sunduğu dansları izledik.
Şafak Üleştiren ve Servet Denizeri yönetimindeki yemek yarışmasında jüri üyeliği yaptım, köyün nefis zeytinyağlı, hamur işi ve tatlılarından bol bol tıkındım. Ardından Mükerrem Doğan yönetimindeki köy kızlarından okul bahçesinde defile izledim. Sergilerin açılışına katıldım. Balıklıova fotoğraflarımın sergisi açıldı ve plaket aldım. Eski muhtarlar ve köye emek verenlerin sergileri açıldı.. Turgut Pura, Azime Yazıcı, Nadir Kutlu Özen, Şakir Akseki, Derya Şahin sergileri gezildi. Köye özgü eşyalar ve has tel sarma sergisi nefisti. Akşam, İzmir Yenikapı Tiyatrosu’nu izledik.
İkinci gün eski bayram kutlamaları, futbol ve voleybol karşılaşmaları, köy halkından dede ve torun türküleri, köylülerce hazırlanan Brecht’in "Halkın Emeği" tiyatral gösterisi gerçekleşti. Üçüncü gün bisiklet, yüzme yarışmaları, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) Çocuk Oyunları Film Gösterimi, köy kızlarından oyunlar, AST oyuncularından "Elma Kurtları" isimli interaktif gösteri yer aldı. Cumhuriyet yazarı aziz dostum Sadettin Öztürk ile katıldığım festivalden keyif alarak ayrıldık..
İNECİK FESTİVALİ
Karaburun’a bağlı Kaynarpınar’ın İnecik Köyü Festivali ise bugün sona eriyor. Muhtar Zülfikar Okumuş ile idealist insan Dr.M.Cengiz Tümer’in özverili çalışmalarıyla ortaya çıkan festivalde, şimdiye kadar tel kırma el sanatları ve fotoğraf, Muhsin Kut’un resim sergileri açıldı, saydam gösterileri, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Yaylı Çalgılar Dörtlüsü konseri gerçekleşti.
Bugün ise köy kahvesinde saat 13.30’de saydam ve belgesel gösteriminden sonra, saat 15.00’te "Bir Köyün Toplumsal ve Kültürel Geleceğini Tartışma" konulu panel gerçekleşecek. Panele, Dr. M. Cengiz Tümer, eski Kültür Bakanı Prof. Suat Çağlayan, Karaburun Kaymakamı İlker Özerk Özcan ve Muhsin Kut katılıyor. Başarı dileklerimizle..
Yazının Devamını Oku 
27 Temmuz 2008
Meşrutiyet'in ilanının 100'üncü yılını yaşamaktayız. 23 Temmuz 1908'de ilan edilen 2. Meşrutiyet'in, en büyük devrimci simgesi Resneli Niyazi Bey'idi..
Bu büyük simge ismin torununu bulduk. Türk Basını'nda onunla yapılan ilk söyleşiyi gerçekleştirdik..
KIRMIZI yanaklı, tombul, daima ciddi ve sessiz o adamı, zaman zaman görürdüm. Kimi zaman bir panelde, kitap fuarlarında, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ndeki Yakın veya İletişim gibi kitapçılarda gördüğümü hayal meyal hatırlıyorum. Çoğu İzmirliyi hiç tanımadığım halde beynimin bir ucuna yerleştirmişimdir. Kırmızı yanaklı adam da onlardan biriydi. Bir gün kitap fuarında tanışıverdik. Her zamanki gibi ağırbaşlı ve mütevazıydı. Laf arasında Resneli Niyazi Bey'in torunu olduğunu ağzından kaçırıverdi. Amanın.. Hayranı olduğum Resneli Niyazi'nin kendisini bulmuş gibi ona sarılıverdim. Meşrutiyet'in tam 100. yılında, hemen söyleşimize geçelim.
AİLE GEÇMİŞİ
Æ Aile özgeçmişiniz?
Æ Resneli Niyazi Bey'in Mithat (1911) ve Saim (1913) diye iki oğlu var. Saim'in evletları Ahmet ve Nilgün'dür. Ben, Mithat'ın oğlu Niyazi'yim. Soyadımız Resnelioğlu'dur. Böylece Resneli Niyazi'nin ismini taşımış oluyorum. 1945'de Karabük'te doğdum. İlkokulu İstanbul'da bitirdim. İzmir Türk Koleji'nde ortaokulu okudum ama liseyi İstanbul'da bitirdim. Babamın yanına İsviçre'ye gittim. Almanya'da Goethe Enstitüsü'nde Almanca öğrendim. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde okudum. Askerliğimi bahriyeli olarak İzmir'de yapıp Almanya'ya babamın yanına döndüm. Yıllarca beraber çalıştık. Babam ölünce İstanbul'a annemin yanına döndüm. Annemin Anadolu Hisarı'nda babasından kalma bir kaynağı vardı, onu satıp annemin çok sevdiği Karşıyaka'ya yerleştik. Uzun yıllar orada yaşadık. Annem sonunda vefat etti. Ben hala İzmir'deyim.
Æ Babanız Mithat Bey?..
Æ Babam, 1911'de Makedonya'nın Manastır Şehri'nde doğmuş. Babaannem Feride Hanım (Resneli Niyazi Bey'in eşi) İstanbul'un Fatih-Saraçhanebaşı Semti'nde çok eski bir aileye mensuptur. Orda 3 katlı evi vardı. Babam, o semtte Taş Mektep denen ve dini eğitim veren bir okula gider. 1928'de İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirir, onlar eski harflerle son mezunlardır. Fransızca ve İngilizceyi çok iyi öğrenir. Atatürk kabiliyetli öğrencileri Avrupa'ya göndermektedir. İmtihana girer ve kazanıp Almanya'ya gider, Münih Teknik Üniversitesi'nden 1937'de mezun olur. Türkiye'ye döner. İkinci Dünya Savaşı'nda 3 kez askerlik yapar. Sonra 17 yıl Karayolları'nda çalışır. Sonra özel şirketlerde emek verir. Tekrar Almanya'ya döner, 19 yıl calışır ve Münih'te vefat eder. Naaşını İzmir'e getirdim. Soğukkuyu'ya gömdüm.
ZOR YILLAR
Æ Dedenizden sonra?..
Æ Dedem Resneli Niyazi Bey, suikaste kurban gittikten sonra büyük sıkıntı yaşamışız. Babamın anlattığına göre, Resne'de sofrada yemek yerken, aniden Yunan askerleri geliyor diye bir haber gelir. Sofrayı olduğu gibi bırakırlar. Üstlerindeki ile kaçarlar. Babaannem, 'Bir mama kaşığı dahi alamadım' derdi. İstanbul'a Fatih'e sığınırlar. Dedem öldürüldüğünde babaannem, amcam Saim Bey'e hamiledir. 1914'te Cihan Harbi başlar. İstanbul sefalet, yokluk içindedir. Dedemden bir maaş alınmaktadır, ama yetmemektedir. Evin bir kısmı kiraya verilir. Gayet dar imkanlarla geçinilmeye çalışılır. İdare lambalarında sidik yakılır. Babaannem, "Biz, Resneli Niyazi Bey ile 5 yıl evli kaldık, 2 yıl beraber olabildik. Diğer zamanlarda Yunan, Bulgar, Sırp çeteleriyle mücadele içinde geçti rahmetlimin hayatı" derdi. Babaannem Feride Hanım, çok genç yaşta dul kaldı. Sonra paşalardan filan isteyeni olmuş. Ama kendisi, 'Niyazi Bey'in üzerine kimseyi hayatıma sokmam, hatırama da ihanet etmem' dedi ve hayatının sonuna kadar dul yaşadı. 1966'da 86 yaşında vefat etti. Şimdi Edirnekapı Şehitliği'nde uyuyor. . O zamanki insanlar, çok değişik insanlardı.
MEŞRUTİYET DEVRİMİ
Æ Niyazi Bey'in önemi?
Æ Dedemin Türk Devrim Tarihi içindeki müstesna yeri hakkında çok şeyler söylenebilir. Seveni de vardır, sevmeyeni de.. Ama onlar 'vatan' için devrim yaptılar ve düşman kurşunlarıyla şehit oldular. Vatanlarından başka hiçbir şeyi düşünmediler bile.. Eşlerini ve çocuklarını bile unuttular. Atatürk'ün bir sözü çok şey ifade eder: 'Eğer Meşrutiyetler olmasa idi, Cumhuriyet olamazdı. Resneli Niyazi gibi Meşrutiyet önderlerine çok şey borçluyuz!..'
Æ Bu yıl ne hissediyorsunuz?
Æ Bizler okumayı millet olarak sevmeyiz. Geçmişe merakımız hiç yok. Sadece akademik düzeyde ilgileniyoruz. Halkımız günlük dertler peşinde. İmkanları geniş olanlar da eğlence, giyim kuşam, dans, sefahat peşinde. Tarihle ilgilenecek vakitleri ve niyetleri yok. Basın ve televizyonlar da şov ve siyasete gömülü. Meşrutiyet'in 100'üncü yılı gibi önemli tarihi olaylar, birkaç kısa yazı ve programla geçiştiriliyor. Üzülüyorum.
Æ Dedenizin ismini taşımak?..
Æ Resneli Niyazi Bey'in ismini taşımaktan büyük gurur duyuyorum. Sorumluluk istiyor bu büyük gurur. Saim Amcam'ın oğlu Ahmet, kızı Nilgün ve babam Mithat Bey'in oğlu bendeniz Niyazi, hayatımız boyunca şerefimizle yaşadık. Dede ismine en ufak bir leke sürmedik. Bu konuya gösterdiğiniz ilgiden ve bana bu olayları anlatma fırsatı verdiğinizden dolayı teşekkürü bir borç bilirim.
Resneli Niyazi Bey'in torununu bulduk
Yazarımız Yaşar Aksoy, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi Bey'in torunu "Niyazi Resnelioğlu"nu ilk kez buldu ve onunla söyleşi yaptı.
Hürriyet kahramanıydı!
1873'te Resne'de doğan Resneli Niyazi Bey, Harbiye Mektebi'ni bitirip teğmen rütbesi ile 1879 Osmanlı-Yunan Savaşına katıldı. Savaşta büyük yararlık gösterip üsteğmenliğe yükseltildi. Balkanlar'da ayaklanan Sırp ve Bulgar çetecilerle göğüs göğüse çarpışıp büyük şöhret kazandı. Vatanseverliği ve silahşörlüğü, imparatorlukta muazzam hayranlık uyandırdı. Evladı gibi sevdiği bir geyik ile dolaşıyordu.
İttihat ve Terakki gizli cemiyetinin devrim stratejisi doğrultusunda, 3 Temmuz 1908'de Selanik'ten 200 fedaisi ile dağa çıkarak Sultan 2.Abdülhamit'in istibdat rejimine karşı başkaldırdı.
Sultan Abdülhamit 1878'de ortadan kaldırdığı 1. Meşrutiyet rejimini, 23 Temmuz 1908'de ikinci kez ilan etmek ve Anayasa'yı (Kanunu Esasi) yürürlüğe sokmak zorunda kaldı. Resneli Niyazi Bey, 'Kahraman-ı Hürriyet' ünvanı ile dağdan şehre büyük gösteriler içinde indi. 31 Mart Olayı'nda yanındaki fedailerle Hareket Ordusu'na katıldı, isyan bastırılınca Resne'ye çekildi. Balkan Savaşı’nda Cevdet Paşa ordusuna katıldı.
Savaştan sonra İstanbul'a ulaşmak için Arnavutluk'un Avlonya iskelesinde vapur beklerken Balkan komitacıları tarafından sırtından vurularak 1913'te öldürüldü. Not: Resneli Niyazi Bey'in feci öldürülüşünü, birlikte seyahat ettikleri Tıbbıyeli Mazlum'dan (Emekli Tümgeneral Doktor Mazlum Boysan) 1972 yılında not etmiştim. Mazlum Paşa, o esnada berberde traş olduğu için suikastten kurtulmuştu.
Resneli Niyazi Bey Osmanlı Devleti’nin 3 sembolü..
23 Temmuz'da ilan edilen Meşrutiyet'in anlamını anlatan bu 100 yıllık kartpostalda, devletin başındaki "Sultan Abdülhamit Han" ile onun iki baş muhalifi "Enver Bey" (Paşa) ile "Resneli Niyazi Bey" yanyana gösterilmiştir.
Yazının Devamını Oku 
20 Temmuz 2008
SEVGİLİ okuyucularım, Kıbrıs Barış Harekatı'nın 34. yıldönümünde Türk bayrağının yere düşmemesi için Kıbrıs'ta göğüs göğüse çarpışmış bir kahramanı tanıtacağım.
Deniz Asteğmeni Halil Kolağasıoğlu, Toros yaylalarında bir kıl çadırda doğup, sonra Ege topraklarına savrulmuş bir vatansever Türk evladıdır. Sabaha karşı adaya ilk adımını atan bu kahramanın anılarını özet olarak veriyorum:
Æ Adaya nasıl gittiniz?
Æ Rumlar, Yunanistan desteğinde 15 Temmuz'da darbe yapıp adayı Yunanistan'a bağlayarak Türk katliamına girişmişti. Türkiye her türlü diplomatik girişimden sonra son çare olarak adaya asker çıkarmaya karar verdi. 19 Temmuz 1974'te Mersin Çıkarma Birlikleri ana baba günü idi. Havacı, karacı, denizci generaller, subaylar, er ve erbaşlar, bütün birlikler hummalı çalışma içindeydi, toplar, tanklar, cephaneler sürekli ikmal ediliyordu.
Æ Sonra?
Æ Bölük komutanım Üsteğmen Savaş Tarcan, emrimdeki deniz piyadelerini çıkarma gemilerine göndermemi, kalanlarla benim karargahta kalmamı emretti. Bunu askerlerime tebliğ edince kızılca kıyamet koptu. Savaşa gidecekler sevinçle kucaklaşırken, karargahta kalacaklar hıçkırarak ağlamaya başladı. Şok oldum. Askerlerim savaşa gidecek, ben karargahta kalacaktım. Komutanım Savaş Tarcan'a itiraz ettim. Kabul etmedi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Çıkarma Birlikleri Kurmay Başkanı Kurmay Albay Ertuğrul Üçler'e çıkıp derdimi anlattım. O kadar meşgüldü ki benimle pek ilgilenemedi.
"Savaşta askerlerimin başında olmazsam, intihar ederim" diye bar bar bağırıyordum. Son bir ümitle Çıkarma Birlikleri Komutanı Tuğamiral Ergun Göksan'a çıkmaya karar verdim. Komutanlık karargahına yollandım, hınca hınç dolu komutan odasına girerken Kurmay Başkanı Ertuğrul Üçler durdurdu. Savaşa katılmazsam kendimi vuracağımı bir kere daha söyledim. Sonunda ikna oldu ve Üsteğmen Taner Balkış'ı çağırarak, beni birinci hatta savaşmak üzere görevlendirdi. Taner Üsteğmen beni savaş listesine tükenmez kalemle ilave etti. Artık şerefli Türk Ordusu'nun kahraman olmaya namzet bir muharip komutanı idim. Alay Komutanım Neşet İkiz ve Tabur Komutanım İlhan Aloğlu isimli büyük kahramanların emrine girdim.
VATAN GÖREVİ
Æ Seni kutlarım!
Æ 1. Anfibi Piyade Tabur Komutanı, bana 1. Bölük 2. Takım Komutanı olarak, çıkarma teknesinden adaya ayak basıp, plajın hemen ilerisindeki kireç ocağı ile yel değirmeni arasını tutma görevi verdi. Ertuğrul gemisinin güvertesindeyiz artık. 20 Temmuz 1974 saat 01.00 sularında çıkarma filosu tüm ihtişamı ile hareket etti. Sabaha kadar Kıbrıs'a yol aldık. Ertuğrul'dan çıkarma botlarına inişimiz 1,5 dakika sürdü. Bizim botun 1.bölüğü olarak konvoyun Girne tarafında en solunda tam yol ilerledik.
Neşe içinde marşlar söyledik, sanki düğüne gidiyoruz. Botumuzun dümeninde Çeşmeli Mehmet Bingöl vardı (Motos Mehmet). Aslan gibi çıkarma botunu yönetiyordu. Komandoları indiren helikopterlerin tam üzerimizden dönüşleri muhteşemdi. Askerlerim elleri tetikte, gözleri çakmak çakmaktı. Çıkarma botunun kapağından Kıbrıs'ı görmeye çalışıyordum. Sisler arasında ada gözüküyor, sağa sola kaçan araçlar görüyordum. "Kaçmayın" diye bağırdım.
Hava kuvvetlerimiz bütün gücüyle yükleniyordu, ilk sorti Girne Limanı'na yapıldı, dumanlar yükseldi. Muhriplerimiz Beşparmak Dağları'ndaki koruganlara ateşe başladı. Beşparmaklar yanıyor..
ADAYA ÇIKIYORUZ
Æ Peki sonra?
Æ Kıyıya yaklaştık, yaklaştık.. Şimşek gibi fırladık. karaya ilk adımı ben attım. Allah-Allah sesleri tüm silahları bastırıyor. Girne-Lapta asfaltındayız. Rumlar kaçıyor. Genel kurmayımız öyle bir plan yapmış ki, düşman çıkacağımız plajı tespit edemedi. Düşmanla göğüs göğüse çarpışıyoruz. Kireç ocağına ulaşıp mevzileniyoruz. Beşparmaklar tarafından şiddetli ateş geliyor, karşılık veriyoruz. Girne asfaltında müthiş çatışmalar oluyor. Girne yönünden düşman tankları taarruza geçti. Kara birliklerimiz daha çıkmadı. Tankların palet sesleri geliyor. Tank çatışma bölgesine nişangahı kırık roketatarı ile Çeşmeli Mustafa Dağaşan'ı gönderiyorum. Ortalık toz duman. Tanklar geliyor.. İlk şehitlerimizi veriyoruz. Hasan Dutlu, Hüseyin Ersoy, Recep Aldıkaçtı şehit oluyor.
Çeşmeli Mustafa Dağaşan asfaltın ortasına sükunetle yatıp, tanka nişan alıyor. Roketi ateşliyor. Tank havaya uçuyor. Bir tank daha isabet alıyor. Eline sağlık Mustafa.. Böylece Kıbrıs savaşının içine giriyoruz..
Æ Unutamadıklarınız?
Æ Filomuzun yol alırken muhteşem görüntüsü.. Allah Allah-diye sahile fırlayan askerlerim.. Mücahit Kıbrıslılar ile ilk kucaklaşmam.. Bir Yunan timini hakladıktan sonra 50.Piyade Alay Komutanı İbrahim Karaoğlanoğlu ve Pilot Binbaşı Fehmi Ercan'ın şehadeti sonrasına şahit oluşum.. Tanrıdan Kıbrıslı soydaşlarımızın bir daha esarete düşmemesini diliyorum...
Deniz Üsteğmen Mesut Günsev, 1. Bölük Komutanı Kd. Üsteğmen Muhsin Ergene, 2. Takım Komutanı Deniz Asteğmen Halil Kolağasıoğlu, 1.Takım Komutanı Astsubay Mustafa Bakkal ve Astsubay Ahmet Muhtar Dur. 1. Amfibi Piyade Taburu 1. Bölük Karargahı’nın Kıbrıs topraklarında ilk çarpışmalardan sonra çekilen ilk fotoğraf.
Kıbrıs Barış Harekatı'nda, 20 Temmuz 1974 günü sabaha karşı Girne'nin Platini Plajı'na ilk çıkan ve savaşta büyük yararlılıklar gösteren Deniz Asteğmen Halil Kolağasıoğlu, Ege Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu mezunu bir Ege delikanlısıdır.
Halil Kolağasıoğlu'nu, Lapta'da bir evin çatısında çarpışırken görüyoruz. Kullandığı "Bren"
marka İngiliz uçaksavarını az önce Rum çetecilerden çarpışarak kazanmıştı.
İsmail Sivri’nin talebesiyim
Kıbrıs'la ilgili kitaplarda kahramanlıkları övgü ile anlatılan Halil Kolağasıoğlu'nun yaşam öyküsünü kendi ağzından dinleyelim.
Ege Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu mezunuyum. İzmir Gazeteciler Cemiyeti eski başkanı, merhum İsmail Sivri'nin talebesiyim. Güngör Mengi de hocamdı. Karşıyaka Erkek Lisesi'ni bitirdim. Aslen Osmaniye Sumbas İlçesi Armağanlı Köyü mezrasında, kıl çadırda, bir Yörük-Türkmen ailesinin en küçük çocuğu olarak doğdum. Kadirli Ortaokulu'nu bitirdikten sonra Ege'ye göçtük, Ege efelerinin çocuklarıyla kaynaştık.
Çocukluğumun geçtiği Toros yaylalarında, ruhumun derinliğine Türklük şuuru, vatan ve millet aşkı ile Mustafa Kemal Paşa sevgisi yerleşerek kökleşti. Kurtuluş Savaşı gazisi babam Yusuf Kemal Kolağasıoğlu'ndan çocukluğumda dinlediğim milli kurtuluş hatıraları bütün benliğimi kapladı.
Batılı devletlerin tarih boyunca hep bizi parçalamak ve yok etmek istemeleri; katliamlar, zulümler, tecavüzler yapmaları beynimde daima müthiş bir bilinç yarattı. Özellikle Yunanlılar’ın İzmir'de gerçekleştirdikleri işgalde yaptıkları zulüm ve vahşetler, ruhumu hep ağlattı.. Anadolu'da yaptıkları yetmiyormuş gibi Kıbrıs'ta da gerçekleştirdikleri katliamlar, EOKA'cı Nikos Sampson darbesi ve Türkler'e saldırılar, bardağı taşıran son damla oldu. Bu ruh ve azimle, koşa koşa, yüze yüze, Kıbrıs'a atıldım ve karaya çıktım.
İskenderun Demir Çelik Fabrikası’ndan emekli oldum, İzmir’de yaşıyorum evliyim.. İkisi kız, biri oğlan üç çocuk babasıyım. Bir torunum var. Çocuklarıma, bu millet için yaşamım boyunca akıttığım "alınterini" miras bırakıyorum.
Yazının Devamını Oku 
13 Temmuz 2008
"Çeşme Kültür ve Sanat Derneği" bünyesinde oluşan "Türk Sanat Müziği Korosu"nun gerçekleştirdiği "Gönül Sayfası" isimli yaz konseri izleyenleri büyüledi.. ÇEŞME, sıcaklarla birlikte kaynamaya başladı. Çeşme'nin merkezi, sahilleri, Alaçatı, Şifne, Dalyan, Çiftlikköy, Altınkum, balık restoranları, diskolar, eğlence mekanları, plaj kulüpleri, festival etkinlikleri, düğünler, havayı fişekler, tekne fiyakaları, sosyete çalımları, halkın denize kendisini teslim edişi, Migros kuyrukları, mayo satışları, plastik terlikler, güneş yağları, vesaire her şey, yani yaz furyası, falan filan almış başını gidiyor.
Bu hengamede, Türk Sanat Müziği konserine gittik. İyi ki de gitmişiz. TRT'den dostum ton-maister Necdet Küçükbıyıklar'ın ve değerli sunucu Nevcivan Bahar Attila'nın katkılarıyla nefis bir gece yaşadım.
1995'te kurulan "Çeşme Kültür ve Sanat Derneği" büyük işler başarıyor. Başkanları aziz dostum Arda Gönül'ün yönetimindeki derneğin "Türk Sanat Müziği Korosu", Teoman Altay bestelerinden Avni Anıl bestelerine uzanan çok tatlı bir sanat gecesi yarattı. Şef Işık Acet yönetiminde tüm koro, enstrüman çalanlar, başta üstad Cavit Kürnek olmak üzere tüm solistler, küçük bir tango gösterisi sunan Kezban-Oktay Özgün çifti, seçilen parçalar, her şey, her şey çok güzeldi.
LEYLAKLARI SÜMBÜLLERİ
Hele hele merhum şair dostum Metin Pütmek'in güftesini yazdığı, Zekai Tunca'nın bestelediği nihavent "Leylakları Sümbülleri" şarkısını dinlerken oldukça hüzünlendim. Sevgili Metin, bu güfteyi çok sevdiği eşi kanserden vefat edince yazmıştı:
"Leylakları sümbülleri.. Soldurdun gonca gülleri.. Aşkla yanan gönülleri.. Öksüz koydun sen giderken / Ne bir arzu ne düş kaldı.. Ne sefalı gülüş kaldı.. Sımsıcak bir öpüş kaldı.. Dudağımda sen giderken / Son buluşma serap gibi.. Alıp gitti seni benden.. Dünya o an durdu sanki.. Güneş söndü sen giderken.."
BAŞARILI KORO
Koro elemanlarını kutluyorum. Gülşah Ak, Hülya Aktaş, Figen Atasoy, Dicle Aysevenler, Asuman Bakırcı, Fatma Çeliker, Güneş Doyum, Rezzan Gülseren, Naime Korkmaz, İlknur Menengiç, Kezban Özgün, Eda Sekülü, Ayten Topal, Cennet Tosun, Duygu Türker, Rahime Ulutaş, Hayriye Ünsal, Canan Yıldırım, Oktay Aysevenler, Salih Çamurlu, Arda Gönül, Cavit Kürnek, Oktay Özgün, Yavuz Özsoy, İrfan Şenses, Anıl ve Fehmi Tarı'ya daha nice başarılar dilerim
Pakize Suda çok beğendi
Alaçatı'da yaşayan eski arkadaşı Nurhayat Saroğlu ile konseri izleyen Hürriyet yazarı Pakize Suda, Çeşme Belediye Başkanı Faik Tütüncüoğlu ve eşini kutladı.
Gönül Sayfası armağanı
Çeşme Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Arda Gönül, konserde yaptığı konuşmada "Gönül Sayfası" isimli yaz konserini
Çeşmelilere armağan ettiklerini açıkladı.
Ruhu şad olsun
Kısa süre önce vefat eden Çeşme Kültür ve Sanat Derneği'nin kurucu başkanı Elektrik Müh. Özcan Çiçek, konserde hüzünle anıldı.
Ayakta alkışlanan Çeşme Sanat Müziği Korosu
Çeşme Belediyesi'nin büyük katkılarıyla çalışmalarını yıllardır üstün başarıyla yürüten Çeşme Kültür ve Sanat Derneği Türk Sanat Müziği Korosu, şef Işık Acet yönetiminde gerçekleştirdiği konserde yine Çeşmelileri büyüledi. (Fotoğraf: Serhat Karaslan)
Yazının Devamını Oku 
6 Temmuz 2008
Yörük Ali Efe ve kahraman zeybeklerin Ege'de Yunan işgalcilerine attığı ilk tokat olan "Malgaç Baskını"nın planlandığı bina, "Çine Belediyesi Kuvayı Milliye Müzesi" olarak göz yaşartıcı bir törenle hizmete girdi. MİLLİ MÜCADELE'mizde ilk olarak Malgaç'ta düşmanı döven, ardından tüm Batı Anadolu'da Yunan İşgal Orduları'na karşı kahramanca çarpışan başta Yörük Ali Efe olmak üzere tüm Kuvayı Milliye birliklerinin tarihi toplantı binası, "Çine Belediyesi Kuvayı Milliye Müzesi" olarak törenle hizmete girdi.
Çine Kaymakamı İbrahim Ballı ile Çine Belediye Başkanı Osman Aydın'ı ve emeği geçenleri yürekten kutluyorum. Büyük bir milli görevi yerine getirdiler. Bu tür hizmetlerin biraz geç kaldığı düşünülebilir. Ancak ülkemiz yeni bir milli mücadele sürecinden acıyla geçmektedir. Bu yüzden hiçbir şey geç değildir. Yeter ki, milli ruhumuza, bayrağımızın asaletine, devletimizin devamlılığına, halkımızın tarihine, gelecek umutlarımıza "milli birlik içinde" sımsıkı sarılalım.
Müze açılışından sonra gerçekleşen "Kurtuluş Savaşı ve Çine Paneli"nin bildirilerini mutlaka kitap haline getirelim. Her üniversiteye, her kütüphaneye dağıtalım. Bildirilerin daha kısa bir özetini daha küçük bir kitapçık yapıp, Aydın ve Muğla'nın tüm ilköğretim okulları öğrencilerine dağıtalım. Değerli konuşmalar, havaya karışıp uçup gitmesin.
Anlamlı katılım
Kurtuluş Savaşı’mızın dillere destan Malgaç Baskını'nın planlandığı bina olan "Çine Belediyesi Kuvayı Milliye Müzesi" açılışına, Aydın Valisi Mustafa Malay ile Uşak Valisi ve Yörük Ali Efe'nin torunu Kayhan Kavas başta olmak üzere, Çine, Yenipazar, Dalama, Sultanhisar ilçelerinin kaymakam ve belediye başkanları, Yörük Ali Efe Ailesi’nden hayatta kalanlar, yöredeki zeybek çocukları tam kadro katıldılar.
Bayraklarla donatılan müze binası insanı kurtuluş savaşı günlerine götürdü. Çine Kaymakamı İbrahim Ballı ile Çine Belediye Başkanı Osman Aydın'ın mükemmel bir ev sahipliği gösterdiği açılıştan sonra "Kurtuluş Savaşı ve Çine" başlıklı bir bilimsel panel gerçekleşti.
Bilimsel panel
Ege Üniversitesi'nin tanınmış ve değerli tarihçilerinden Prof.Sabri Sürgevil'in başkanlığındaki ilk oturumda Araştırma Görevlisi Lütfi Budak, Dr.Emin Elmacı, Doç.Dr.Mevlut Çelebi, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Başaran, Araştırmacı-Tarihçi Arif A.Uyguç konuştular.
Muğla Üniversitesi'nden Prof.Dr.Adnan Diler'in başkanlığındaki ikinci oturumda Yrd. Doç. Dr. Bayram Akça, Yrd. Doç. Dr.Günver Güneş, ünlü tarihçi-yazar Ünal Türkeş, Araştırmacı-yazar Ahmet Zeki Muslu bildirilerini sundular. Tüm konuşmacılar, Kurtuluş Savaşı’nda Çine'nin yeri, Yörük Ali ve çetesinin yararlıkları, 57.Tümen'in fedakarca Yunan'a karşı çarpışması, Yunan zulmü, yöredeki sivil direnişler, sivil direnişe din adamlarını katkısı, Efelerin yaşamı gibi konuları işlediler.
Malgaç baskını
"Malgaç Baskını" ise şöyle gerçekti. Aydın ve çevresi Yunan işgali altındadır. Kuvayı Milliye çeteleri, Yunan'ın ikmal yeri olan Sultanhisar yakınında sıkı koruma altındaki Malgaç Köprüsü'nü havaya uçurmaya karar verirler. 57.Tümen Kumandanı Albay Şefik Aker, Yörük Ali Efe ve Binbaşı Zekai Kaur (Giritli) kolları sıvarlar. Yörük Ali Efe 16 Haziran 1919 gecesi gizlendiği Donduran Köyü'nden hareket eder. Menderes ırmağını sallarla geçer ve işgal bölgesine girer.
Köprüyü ve Yunan birliğini tamamen sararlar. Mısır tarlaları arasından yavaş yavaş yaklaşırlar. Telgraf direklerine tırmanıp iletişimi keserler. Köprü ayaklarına yerleştirilen dinamitlerle köprüyü havaya uçururlar. Saldırıya geçen Yunan birliğini tamamen yok ederler. Efeler sonra Sultanhisar sırtlarına çekilirler. (Daha geniş bilgi için: 1) Sabahattin Burhan - "Yörük Ali Efe", 3 cilt, Yeni Asya Yayınları 2) Ali İhsan Usta - "Efelerin Efesi Yörük Ali Efe", kendi yayını)
Bu baskın, zalim Yunan'a vurulan ilk tokattır. Tüm Aydın ilçe ve köyleri "Yaşa Yörük Ali" naraları ile havaya zıplar, yüzlerce gönüllü dağa çıkıp çetelere katılmaya başlar. Bu zaferin ilk kıvılcımıdır. Hiç unutulmasın, dilden dile anlatılsın! Bundan önce yaptığımız gibi, bu vatana göz dikeni, bundan böyle de denize dökelim!
MALGAÇ BASKINI
harmandalı gibi süzülür
menderes dağlardan ovalara
türküler yakar çeteler
gözü yaşlı vatan uğruna
*
köyüme girmiş yunan
yakarım malgaç'ı yaman
pusudur intikamı anamın
yörük ali şanıdır bayrağımın
Yaşar Aksoy
Kuvayı Milliye Müzesi hayırlı olsun
"Çine Belediyesi Kuvayı Milliye Müzesi", bundan böyle yöre tarihine, milli birliğimize, milli ruhumuzun bilinçlenmesine yardımcı olacak.
Yörük Ali Efe tarihi merdivenlerde
Yörük Ali Efe ve kahraman kızanlarını, şimdi müze olan binanın merdivenlerinde 1922 yılında izliyoruz
Yazının Devamını Oku 
29 Haziran 2008
İzmir'in şanlı okulu, Atatürk Lisesi'nden 1966'da mezun olan tanınmış diş hekimi Dr.Efe Erginer, okulunda geçen yıllarını en ilginç ayrıntılarıyla yansıtan nefis bir kitap yayınladı. Onbinlerce mezunun bu vatansever İzmirli'ye teşekkür borçlu olduğunu unutmayalım.
NEREDE gün ağarsa.. Mor dağların ardında.. Göğsümü ağaran ufka vururum. Altın sarısı ışığı nefes nefese solurum. Bu benim ergenlik sevdamdır. Tahta sıralara kazıdığım gençliğim, yüksek tavanlı sınıfların bir köşesine gizlediğim..
Bahar kokan delikanlılığımdır.. Denizin balığı, göğün kuşudur özgürlüğüm. Sevdamın yağmuru, toprağın kokusu içime sığmayan. Delidolu öfkelerimdir tekmelediğim. İçlenip içlenip ağladığımdır çaresizliğim. Kara korkularımdır zaman zaman.. Soğuk gecelerin yalnızlığı.. Gittikçe ağaran karanlık, cama vuran ilk ışık, trampet sesiyle doğan güneş, hür vatanın hür sesi..Mor sarı menekşeli.. İzmir Atatürk Lisesi!
KEYİFLİ ANILAR
1947 İzmir doğumlu dostum Efe Erginer, "Mor Sarı" isimli kitabına bu şiirsel girişle başlamış.. İzmir'in ve Alsancak'ın tanınmış diş hekimlerinden, tombul ve babacan, vatansever yürekli Atatürkçü kardeşim Dr. Erginer'in alnından öpüyorum. Herkesi de bu göreve davet ediyorum.
Yazının Devamını Oku 
15 Haziran 2008
Ege'mizde zeybek kültürünü yaşatmaya çalışan, İzmir Yörem Halk Oyunları Gençlik ve Spor Kulübü, düzenlediği eşsiz bir folklor gecesinde 2008 Kültür ve Sanat Ödülleri'ni Yaşar Aksoy, Salih Urhan, Ahmet Çakır, Orhan Çetinkalp ve Ahmet Günday'a verdi. YÖREM Halk Oyunları Gençlik ve Spor Kulübü, büyük bir vefa örneği göstererek Ege'de zeybek kültürünü büyük zorluklara karşın özverili çalışmayla yaşatmaya çalışıyor. Herkesin, her Türk çocuğunun, her Egeli'nin, her yurtseverin bu ata folklorunu yaşatmaya çalışan kulübü desteklemesi gerekmektedir. (İletişim: Tel/Fax: 0.232.4879102 Email: bilgi@yorem.org www.yorem.org 338 Sok.No:12/A Şirinyer-İzmir)
Yönetim kurulunda Ercan Atak (Başkan), Kadir Kıvılcım, Onur Ertopuz, Aydan Çılgın, Ümit Çılgın, Yener Meral ve Umut Orkun Uğraş'ın bulunduğu bu vefalı kulüp, Atatürk Kültür Merkezi'nde, Zuhal Özçiçek'in sunduğu nefis folklor gecesinde 2008 Kültür ve Sanat Ödülleri'ni Yaşar Aksoy, Salih Urhan, Ahmet Çakır, Orhan Çetinkalp ve Ahmet Günday'a verdi.
İsmail Özboyacı, Prof. Dr. Metin Ekici, Y. Doç. Dr. Türker Eroğlu, Dr. Gani Pekşen, Nebi Kayan, Zühal Özçiçek ve Aydın Çılgın'dan oluşan Danışma ve Değerlendirme Kurulu'nun saptaması sonucu sunulan ödüller, ömür boyu zeybek kültürüne yapılan katkı sebebiyle verildi.
YÖREM OYUNLARI
Başkan Ercan Atak, 1985'te Türk halk oyunlarını, türkülerini, şiirlerini, giysilerini, geleneklerini, göreneklerini derlemek, tanıtmak ve yaşatmak amacıyla kurulan derneğin 23 yıldır görevini özveriyle gerçekleştirdiğini belirtti. Gönülden kutluyorum.
Kulüp dansçılarının gerçekleştirdiği Ege Zeybek oyunları ile Makbule Süleyman Alkanlı İlköğretim Okulu, Meşkure Şamlı İlköğretim Okulu, Vali Rahmibey İlköğretim Okulu öğrencilerinin sunduğu Çiftetelli, Artvin, İzmir Zeybek, Bodrum, Bilecik, Kafkas, Üsküp oyunları sevgiyle alkışlandı.
Teknik Kurul Başkanı İlker Atak ile Yörem eğitmenlerinden Derya Solak, Arda Atak, Tuna Salman, Tolga Kılıçlar, Bihter İyiler, Ertürk Arslan, Derya Solak, Sibel Bener'i kutluyorum. Ata kültürümüzü bize çok veciz biçimde izlettiler.
ÖDÜL SAHİPLERİ
Halk Müziği Hizmet Ödülü kazanan 1926 doğumlu Salih Urgan hocamız, E.Ü. Devlet Konservatuvarı'nda öğretim görevini sürdüren ülkemizin önde gelen kabak kemani sanatçısı olup, TRT ve İzmir Radyosu'nda çok uzun yıllar hizmet üretmiş müstesna bir sanatçı, şair, güftekar ve icracıdır.
Halk Oyunları Hizmet Ödülü kazanan 1944 doğumlu Ahmet Çakır hocamız ise, Kültür Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi'ne ömrünü adamış, Anadolu'dan Orta Asya'ya kadar Türk'ün yaşadığı her yörede folklor araştırmacılığı yapmış duayen bir araştırmacı ve eğiticidir.
Halk Oyunları İcra Ödülü kazanan, Ege Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı, 1962 doğumlu ve beden eğitimi öğretmenliği eğitimi görmüş Orhan Çetinkalp ise, zeybek eğitmeni olarak ustalaşmış, halk oyunlarımız konusunda araştırmacı ve icracı kimliği ile haklı ün yapmış kardeşimizdir.
Halk Müziği İcra Ödülü alan türkücümüz Ahmet Günday'ı ise tanımayan var mıdır? Halen TRT İzmir Radyosu'nda ses sanatçısı olan bu efe yörekli, zeybek tafralı Fethiye çocuğunun sesi, Ege'nin her evinde yankılanmış ve köylerden varoşlara kadar sazının eşliğinde kalıcı destanlar yaratmıştır.
YÖREMİZE ADADIK
1976'da, Yaşar Holding'in yayınladığı "Bilim Birlik Başarı" dergisinin kapağında bir Ege zeybeğinin nefis fotoğrafı vardı. Zeybeğin tüm aksesuarını yansıtan bu fotoğrafa bayıldım. Böylece gazeteciliğimin ilk yıllarından itibaren zeybek kültürüne, yazılarımla, konferanslarımla, tv programlarımla katkı vermeye çalıştım. O fotoğraftaki afilli genç adam, folklor uzmanı İsmail Özboyacı idi.
Yıllar sonra Yörem'den Halk Bilimi Hizmet Ödülü'nü bana seçiçi kurul başkanı ve TRT prodüktörü Özboyacı verdi. Bundan daha mutlu rastlantı olabilir mi?.. Müthiş gururlandım. Yörem'e teşekkür ederim
Bu ödülümü, Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen seçilen Nuri Bilge Ceylan'ın ödül alırken söylediğini, küçük bir eklemeyle, tekrarlıyorum: "Bu ödülümü, yalnız ve güzel ülkeme ve yöreme adıyorum!"
Ege'm sağolsun!
Köpekleri kıskandıran Ahmet Günday!
İzmir Yörem Halk Oyunları Gençlik ve Spor Kulübü'nden 2008 Halk Müziği İcra Ödülü kazanan ünlü türkücü Ahmet Günday'a, ödülünü Enerji Bakanlığı eski Müsteşarı Halit Özboyacı verdi. Ödülü sunmadan önce, Günday ile ilgili bir hatırasını anlattı:
"- Malum, Anadolu'da köpekler en çok minaredeki müezzinleri kıskanır. Sevgili dostum Ahmet Günday'ın da üst perdeden bariton müstesna sesi vardır. Ne zaman, nerede o davudi sesiyle türkü okumaya başlasa, memleketin tüm köpekleri acı içinde havlamaya başlarlar. Ansiklopediye baktım. Ünlü bir köpek uzmanına göre, köpekler kendilerinden daha gür sesli yaratıkları kıskanırmış. Bir akşam, Ahmet'çiğim bizim evde misafirdi. Masaya kurulduk, yemeğimizi yiyip kafaları çektikten sonra, Ahmet başladı kristal bardakları titretmeye. Gürül gürül türküsünü okumaya koyuldu. Evimizin demirbaş köpeği, aniden Günday'a saldırmasın mı?.. Sertçe havlayan köpeğimizin elinden Ahmet'i zor kurtardık.
Ertesi gün TRT'ye giden Ahmet Günday, danışmada bu olayı arkadaşlarına anlatırken, geçen akşamki gibi türküsünü yüksek sesten söylemeye başlamış. Alsancak'ta civardaki apartmanlarda tüm cicili bicili köpekler, hemen balkonlara tüneyip TRT'ye doğru bakarak, "hev-hev" diye Ahmet'i protesto etmeye başlamış!..Ahmet, hemen caddeye seğirtip rahatsızlık verdiği için komşu apartman köpeklerinden özür dilemiş.."
Halit Özboyacı'nın anlattıklarını onaylayan Ahmet Günday, ödülünü aldıktan sonra eski dostunu kucakladı ve konuklara unutulmaz bir konser verdi.
Zeybekler
savaşırlar arslanlar gibi
hınç saklı yüreklerinde
bakışlarında tüfekler çatılı
aşkolsun, eşkiya kahraman oldu
işte yörük ali, işte gökçen efe
işte karayılan, işte demirci çetem
çapraz fişekli oğlanım, kızanım
alnı ayyıldızlı kuvayı milliyem
dağ doruklarından güneşçe doğarlar
ovada en hain karanlığı yok edeler
bunlar bitmez tükenmez zeybekler
gözler ufka, kollar allah'a uzanır
vurun diyeler, köprüler uçacak
yollar kesilecek, cepheler yanacak
baskın verilecek düşmana cehennem gibi
bal-kaymak yollanacak kemal paşa'mıza
ve bizim o şanlı dağlarımız
ege'mizin dağları, anlatacak hikayelerini
aşkolsun, zeybekler gelip geçti diyecek
zeybekler.. zeybekler.. zeybekler..
Yaşar Aksoy
Yazının Devamını Oku 