Yaşar Aksoy

Bergama aşkı

28 Aralık 2008
BERGAMA’ya hizmet ibadet gibidir.. Bu söz, Bergama’ya tarih, kültür, arkeoloji, kermeslerin kuruluşu ve müzecilik alanlarında büyük ve eşsiz hizmetlerde bulunmuş Osman Bayatlı’nındır. Aslında, her kentimize, beldemize, hatta köyümüze hizmet etmeyi "ibadet" gibi algılamamız gerekir.. Belediyecilik, vatana hizmet aşkının en kısa yolu değil midir?.. Dürüst ve üretken belediyeciliği, vatana hizmetin en önemli yollarından biri olarak kabul etmeliyiz.

Bu bakımdan belediye başkanlığı görevlerine "aday" olan yakın ve sevgili dostlarıma gıpta ile bakmadığımı söylersem, yalan söylemiş olurum. CHP aday adaylarından Hakan Tartan (İzmir), Muzaffer Tunçağ (Konak), Atila Sertel (Bornova), DSP adayı Erdal İzgi (Konak) ve AKP aday adaylarından Ahmet Sarışın (Konak), Dr.Sıddık Topaloğlu (Karabağlar) ve Numan Pekdemir (Bodrum-Turgutreis) gibi çok sevdiğim can dostlarıma candan başarılar dilerim.

BİR ŞAİR

Ama bir de "Halim Yazıcı"mız var.. Canımız çiğerimizdir. Bergama Belediye Başkanlığı’na CHP’den aday adayı olan kardeşimizin en belirgin özelliği "şair" olmasıdır. Şair demek, duygusal, insancıl ve dürüst demektir.. Halim Yazıcı, böyle bir insandır. Üstelik kendi çapında değil, ulus çapında tanınan, 7 şiir kitabı ve 6 ödül sahibidir. Tüm özellikleriyle saygı duyulan bir kültür adamıdır.

Şair Halim Yazıcı, İş Bankası’nda 9 yıl ekonomist olarak görev yaptıktan sonra, 10 yıl Ali Marım başkanlığındaki Denizli Belediyesi’nde, 6 yıl Ensari Bulut başkanlığındaki Çiğli Belediyesi’nde, 5 yıldır da Muzaffer Tunçağ başkanlığındaki Konak Belediyesi’nde kültür-sanat ve basından sorumlu müdür olarak üstün başarılara ve kapsayıcı etkinliklere imzasını attı.

Halim Yazıcı, bir belediyede yetkili ise, o belediyenin ilgili bölümlerinde ancak halka ve kültürümüze dönük özverili ve üretken hizmet var demektir. Biz, uzun yıllardır onu uzaktan izleriz ve bizde bıraktığı izlenim budur.

BERGAMA AŞKI

Şüphesiz ki, Bergama’mıza kültür, tanıtım ve yayıncılık konularında eşsiz hizmetlerde bulunan eski belediye başkanı ve sevgili dostum Sefa Taşkın’ın, yine eski belediye başkanlarından Rifat Serdaroğlu’nun, Akif Ersezgin’in, Yakup Kaşarcıoğlu’nun, şimdiki başkan Raşit Ülper’in hizmetleri unutulmaz..

"Bergama" deyince,en başta; büyük kültür adamı Osman Bayatlı’yı, yine müzeci rahmetli Haluk Elbe’yi, Bergama Tarihi yazarı Eyüp Eriş’i, Bergama Kermesi kurucularından ve geçenlerde kaybettiğimiz Dr. Melih Abidinoğlu’nu ve o zamanın Bergama Kaymakamı sevgili büyüğüm rahmetli Hamdi Orhon’u daima hatırlamalıyız. Bergama’yı, "Bergama" yapanlar, öncelikle bu yüce insanlardır.

Bu kervana, sevgili şairimiz CHP’den aday adayı Halim Yazıcı da katılırsa, büyük onur duyarız. Babası Mustafa Yazıcı, 1960’lı yıllardan itibaren uzun yıllar CHP üyesi olarak İzmir İl Genel Meclisi’nde beldesine hizmet ettiği için Bergama’nın en büyük caddelerinden birinin ismi, Mustafa Yazıcı’dır.

Halim Yazıcı’yı 1980 başlarında Karşıyaka Nergis İş Bankası memurluğu yıllarından tanırım. Bankaya gittiğimde yazdığı şiirleri gizlice bana verirdi. Mütevazı evlerinde eşinin nice sofrasına konuk olmuştum. Halim, pırıl pırıl bir insandır..

BERGAMADAŞLIK

Sefa Taşkın zamanında kabul edilen ve Eyüp Eriş’in kaleme aldığı "Bergamadaşlık Bildirgesi"nin; yani tarih, bilim kültür, sanat, çevre ve belediyecilik alanında Bergama’ya hizmetin bir ibadet sayılmasının, kendi kişisel "ütopyası" olduğunu vurgulayan Halim Yazıcı’ya inanıyoruz.

Anne tarafından büyük dedemiz Hattat Hacı Emin Efendi ile eşi Fatma ninemiz, öz Bergamalı olduğu için bu konu bizi özellikle ilgilendiriyor.

Bergamalı doktor

"Gavur İmam"ı yazdı..

Bergamalı Diş Doktoru Selahattin Tural, "Gavur İmam"ı kitaplaştırdı. Gavur İmam’ın yaşam öyküsünde, 31 Mart olayı sırasında İstanbul’da yaşananlar, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşadığı Salihli yöresi olayları, cumhuriyetin kuruluşunda ve devrimlerin oluşumundaki coşku ve köy enstitüleri anlatılıyor. (Kitap edinme. 0.532.483.87.66)

Selahattin Tural, Bergama’nın ünlü politikacısı Trabzon kökenli merhum Şevki Tural’ın oğlu. 1969-77 arası dört dönem CHP Bergama İlçe başkanlığı yapan ve İzmir İl Genel Meclisi’nin en sempatik üyelerinden olan ve 1994’te vefat eden Şevki Tural, 6 çocuk babasıydı.

Bergama Zübeyde Hanım İlkokulu, Bergama Ortaokulu, İzmir Atatürk Lisesi, E.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi mezunu Selahattin Tural, halen İzmir Konak Diş Hastanesi’nde çalışmakta, evli ve 2 çocuk babasıdır.

Selahattin Tural, "Gavur İmam"ı yazdı

Bergama’nın ünlü politikacılarından merhum Şevki Tural’ın oğlu Diş Doktoru Selahattin Tural, 31 Mart’tan cumhuriyet devrimlerine kadar uzanan süreçte önemli bir portre olan "Gavur İmam"ı, uzun çalışmaları sonucunda kitaplaştırdı.

Bergama cumhuriyet döneminde dirildi

Cumhuriyetin ilk yıllarında basılan ve önde küçücük bir Türk köylü çocuğunun görüldüğü bu kartpostalda, koskoca Bergama topraklarına yayılmış antik dönem kalıntılarını görüyoruz. Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde kaderine terk edilmiş olan Bergama’nın antik belleği, Atatürk devrimleri doğrultusunda ayağa kaldırılmıştır. (Fotoğraf: Yaşar Aksoy Arşivi)

Bergama dostlukları unutulmaz

Fotoğrafta, sağdan itibaren Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Demokrat İzmir Gazetesi eski yazı işleri müdürü ve halen Ege Sağlık Vakfı Genel Sekreteri Bergamalı İskender Dinsel, öğretmen önderi merhum Hayrettin Karademir, ünlü modacı Esin Yılmaz, Demokrat İzmir’in dış politika yazarı emekli Albay merhum Sait Sepici, Hülya Karademir. Oturanlar: Yaşar Aksoy ve Bergama’nın ünlü politikacısı Ahmet Ünal Eroğlu.. Bergama dostluklarının 15 yıl önce çekilmiş bir belgesi.

Anneannemin tül kalbi

mavi gözlerinde sardunyalar, düşler

papatyalar, kağnılar, hanımelleri

yanardağ ağzı, sözü şarapnel

savaşlar, incelikler, sözcükler

bir aralık kapıdan gülümser

anneannemin tül kalbi



HALİM YAZICI

("Aşıkhava Sineması"

kitabından)

Yazının Devamını Oku

İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin vefası

21 Aralık 2008
İsmail Sivri kitaplaştı.. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki heykeli ile birlikte efsanevi başkanın anılarını yaşatmak bir vefa örneği oluşturdu.. ŞEYHÜL MUHABİRİN üstadımız Rauf Lütfü Aksungur’un İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nce Çeşme’de, "Çaka Bey Anıtı" arkasında yaptırılan özel kabristandaki yeni kabrini topluca ziyaret edip sonra bir restorana oturmuştuk. Gazeteci arkadaşımız Demet Özbilgin şöyle dedi:

"- Lütfü amcayı babam gibi severdim. Onun hiç dinmeyen gazetecilik aşkına imrenirdim. Rahmetli İsmail Sivri ağabeyimizin insancıllığına ve yöneticilik ustalığına hayrandım. Yine rahmetli gazeteci üstadlarımızdan Reşat Sanlı’nın da yardımseverliği daima gözlerimi yaşartmıştır. Şimdi kullandığım ve gazetelerimizi bastığım baskı makinesini bana verdi. Bu üç büyüğümü, birlikte gösteren bir fotoğraf var mıdır acaba? Varsa, kimbilir hangi albümde veya arşivde saklıdır?.."

Tabağımdaki nefis soğan yahnisinden bir kaşık alıp, iyice dilimin üzerinde gezdirip mideye indirdikten sonra, Demet’in hayret dolu bakışları altında bombayı patlattım:

"- O fotoğraf benim arşivimde var!.. Yıllardır saklıyorum. Senin hatırın için gelecek hafta yayınlayacağım!.."

ÜSTADLAR YANYANA

Sayfamızın en tepesinde yayınladığım toplu fotoğrafa dikkatle bakalım.. Hem "İsmail Sivri", hem "Rauf Lütfü Aksungur", hem de "Reşat Sanlı", 1975 tarihli fotoğrafta yer almış. Birisi İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin efsane başkanı, diğeri "Muhabirler Şeyhi" ünvanı ile ödüllendirilmiş bir muhabirlik sevdalısı, ötekisi ise "Le Levant" ve "Halkın Sesi" gibi önemli gazetelerini babası Sırrı Sanlı’nın çizgisinde yıllarca yayınlamış bir gazete sahibi.. Üçüne de rahmet diliyorum.

Ancak, yanlarında daha bir çok üstadlar var.. Aslan Alpşalcı dışında hepsi rahmetli olmuş bu grubu hüzünle izlememek mümkün mü?..

Bir zamanlar İzmir basınının yıldızlarından Jerfi Yener, Kazım Yenisey, Hasan Anar, ünlü "Anadolu" gazetesinin yaratıcısı Haydar Rüştü’nün oğlu Aydın Öktem, yakışıklı büyüğümüz Nejat Türkeri, büyük Altaylı Çetin Esen Kaftan, ekonomi gazeteciliğinin duayeni Tahir Keskin, sevgili büyüğüm ve içten sıcaklığını taa küçüklüğümden beri özlediğim Tayip Akyurttaş amca , Demokrat İzmir’de hemen arka masasında ilk siyasi makalelerimi kaleme aldığım Orhan Suda, muhabirlik ustası Şahap Mete.. Bu fotoğraf, başlı başına bir basın tarihi gibi..

Bu ve buna benzer eski tarihi fotoğrafların en önemli mesajlarından biri, geçmişin yüce emeklerinin unutulmamasıdır. Ustalara saygı ve sevginin diri tutulması gerçeğini yeniden hatırlatmaktır..

İSMAİL SİVRİ KİTABI

Ustaların unutulmaması, üstadların hizmetlerinin hatırlanması, duayenlerin toplumsal yararlarının kayda alınması ve gelecek kuşaklara sunulması, "vatan" ve "meslek" görevidir.

Şu günlerde elimden düşürmediğim bir kitap var. Bir İzmir Gazeteciler Cemiyeti yayını.. Başkan Erol Akıncılar ve vefalı yönetim kurulu üyelerince kararlaştırılıp, hazırlatılıp, bastırılması için ısrarlı takip edilmiş bir başyapıt..

Usta gazeteci ve hayranı olduğum vatansever ağabeyim Zeynel Kozanoğlu, daima yaptığı gibi ince eleyerek, bin bir emek sergileyerek bu kitabı kaleme almış.. "Gönül Adamı İsmail Sivri" kitabından söz ediyorum.

311 sayfalık büyük boy ve güzel baskılı bu kitap, İzmirli gazetecilerin önderi, gönül adamı ve sevimli ustamız İsmail Sivri’nin tüm yaşamını, anılarını, hizmetlerini, hakkında yazılanları velhasıl bir gazeteciyi "gazeteci" yapan her ayrıntıyı, kılı kırk yararak belgelemiş. Canı gönülden bu gönül kitabını kutluyorum.

USTAYLA BULUŞMA

Rahmetli İsmail Sivri ile buluşmak isteyenler bu kitabı yanlarına alıp, Alsancak’ta Sevinç Pastanesi’ne kurulup sayfaları içinde kaybolabilir. Daha sonra Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne girip, az ötedeki "İsmail Sivri Anıtı" önüne gidip, efsanevi başkanla buluşabilir. Büyük bir yetenek olan Heykeltıraş Ekin Erman kardeşimin yarattığı ve kültür adamı Muzaffer Tunçağ başkanlığındaki Konak Belediyesi’nin bir armağanı olan "İsmail Sivri Anıtı", pek güzel bir modern yontu tasarımı örneğidir. Bir koridor kurgusunun içinden geçerek İsmail Ağabey ile buluşuyor ve heykelin elini öpmemek için kendinizi zor tutuyorsunuz. Sivri’ye rahmet diliyor, cemiyetimize şükran duyuyorum

SON SÖZ: Ustalarımızı belgeleyelim!

Bu gazeteci üstadlarımızdan yalnızca bir kişi yaşıyor

1975 yılında çekilmiş bu fotoğrafta İzmir’in önde gelen emektar gazetecileri görülüyor. Fotoğrafta yer alan Aslan Alpşalcı dışındaki tüm meslek büyüklerimizi ne yazık ki kaybettik. İşte bu mesleğe bir "ömür" vermiş üstadlarımız.. Ayaktakiler Jerfi Yener, Hasan Anar, Kazım Yenisey, Orhan Suda, Tahir Keskin, sevgili büyüğüm ve küçükken yanağımı okşarken hissettiğim sıcacık duyguları daima yaşattım Ticaret Gazetesi emektarı Tayip Akyurttaş amca, Aydın Öktem, Reşat Sanlı, Nejat Türkeri, Çetin Esen Kaftan.. Oturanlar Şahap Mete, halen yaşayan tek gazeteci Aslan Alpşalcı, İsmail Sivri ve Rauf Lütfü Aksungur. Bu fotoğrafın mesajı, meslek büyüklerimizin unutulmaması ve isimlerinin yaşatılması olmalıdır. Hepsine Tanrı’dan rahmet diliyoruz. (Bu kopyası olmayan muhteşem fotoğrafın sahibi, "Yaşar Aksoy Özel Arşivi"dir)

Konak Belediyesi’ne şükran

Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne, usta heykeltraş Ekin Erman’ın yonttuğu "İsmail Sivri Heykeli"ni diken Konak Belediyesi’ni, kültür ve sanat aşığı Başkanı Muzaffer Tunçağ’ın şahsında kutluyoruz.

Cemiyetin büyük hizmeti

İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin "İsmail Sivri Kitabı"nı, usta yazar Zeynel Kozanoğlu’na hazırlatması büyük bir vefa örneğidir. Cemiyet Başkanı Erol Akıncılar’a bu önemli hizmeti dolayısı ile şükran duymamız gerek.

Şeyhül Muhabirin huzura kavuştu

Geçtiğimiz sene Narlıdere’de tek başına kaldığı huzurevinde 94 yaşında vefat eden İzmir’in cumhuriyet döneminin en eski ve çilekeş gazetecilerinden, merhum Şeyhül Muhabirin (Muhabirler Şeyhi) Rauf Lütfü Aksungur’un kabrini, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Çeşme’de yaptırdı.

İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Erol Akıncılar ile vefalı yönetim kurulu üyelerinin oybirliğiyle ile kabri olmayan merhum üyelerin kabirlerinin yaptırılması kararlaştırılmıştı. İlk icraat, tüm cemiyet üyelerinin sevip saydığı Rauf Lütfü Aksungur’un, Çeşme Çakabey Anıtı arkasındaki özel kabristandaki "Gazeteci Yaşar Aksoy Ailesi Bölümü" içindeki mezarına uygulandı.

Cemiyetin görevlendirdiği Yaşar Aksoy’un gözetiminde Çeşme Karayel Mermercilik’e yaptırılan merhumun hizmetlerine ve ismine layık yeni kabrini, geçtiğimiz bayramda Çeşmeli gazeteciler ziyaret etti.

"Gazetem Çeşme" ve "Turistik Çeşme" gazeteleri sahibi Demet Özbilgin, üstat gazeteci Nejat Yada, "Cumhuriyet" gazetesi yazarı Sadettin Öztürk, "Çeşme Basın ve Fotoğraf Emekçileri Platformu" (ÇEBFOT) Başkanı Akif Balta, "Hürriyet" gazetesi yazarı Yaşar Aksoy, TRT Yerel Muhabiri Armağan Durkan, merhum gazeteci Rauf Lütfü Aksungur’un yeni kabri başında dokunaklı bir tören gerçekleştirdi. Her yıl Basın Bayramı’nda, Şeyhül Muhabirin’in kabrinin topluca ziyaret edilmesi karalaştırıldı..

Gazeteciler sevgilerini sundu

Sadettin Öztürk, Akif Balta, Demet Özbilgin ve Yaşar Aksoy, "Şeyhül Muhabirin" Rauf Lütfü Aksungur’un kabri başında. (Fotoğraf: Armağan Durkan)
Yazının Devamını Oku

’Safinaz’ bahane İzmir’i özlemişim

14 Aralık 2008
Geçenlerde yalnızca keyfim için İzmir’e gelip, bol bol gezdim. Kendimi atlı tramvay sanıp, şehrimi adımladım... SAFİNAZ BÖREKÇİSİ’nin kibar ve candan sahibi Necdet Kandemir’in ısrarlı ricası üzerine, yalnızca keyfim için İzmir’e gelmeyi karar verdim. Oysa, sık sık köyümden şehre gelir, hızla röportajlarımı yapar, fotoğraflarımı çeker, yine hava kararmadan hızla köyüme dönerim. Yalnızca keyfim için şehre gelip avare avare dolanmayalı belki beş yıl olmuştu.

Necdet Bey’in daveti üzerine İzmir’i ne kadar özlediğimi fark ettim. Vallahi çok özlemişim.. Bu kez, atlı tramvayda gezer gibi gezdim, tozdum sevgili şehrimi..

MARTILAR MARTILAR

Sabah çok erken otobüse binip Üçkuyular’a vardım. Arabalı vapura yerleştim. Sıcacık çayımı ve tostumu alıp geminin dışına oturduğumda, çevremizi saran aç martılara acıdım. Tüm peynirli tostumu parçalara ayırıp onlara fırlattım. Üçkuyular’dan Bostanlı’ya yolculuk, sabahın erken saatlerinde o kadar huzur vericiydi ki, daldım gittim.

Karşıyaka’daki boş evime uğrayıp, telefon ve kredi kartı zarflarını posta kutumdan aldım. Çarşı’yı geçip, Karşıyaka İskelesi’nden Alsancak vapuruna bindim. Bir nar suyu sıktırdım. Ama çöreklerimden daha tadamadan, yine hepsini çevremi saran martı sürülerine attım. Düşündüm.. Bu Karşıyakalı martılar, Üçkuyular’daki martıların aynısı mıydı?..Yoksa, beni mi takip ediyorlardı?.. Bu koca şehirde, tüm sabah kahvaltısını martılara fırlatan benden başka şaşkın var mıydı acaba?..

ATATÜRK HEYKELİ

Pasaport’ta vapurdan indim. Doğru Atatürk Heykeli’nin önünde, daima yaptığım gibi pusuya yattım. Çok uzun yıllardır heykelin önüne geldiğimde daima fotoğraf makinemle pusuya yatıp, Gazi’nin denize doğru uzanan parmağına konacak güvencinin fotoğrafını çekerim. Bazen bir saat kadar beklediğim olur. Mutlaka Gazi’nin parmağına konacak bir kuş çıkar, o kuş havalanıp kaçsa, bir başkası gelip parmağa konar. Bunlar Gazi’nin güvercinleridir, Paşamızı çok ama çok severler.

Yine bir süre bekledikten sonra parmağa konan bir kuşun fotoğrafını çekiverdim. Yüze yakın çeşitli zamanlarda çekilmiş parmağına kuş konmuş Gazi fotoğrafım vardır. Bazen şüphelenirim. Uzun yıllardan beri parmağa konan bu kuşlar, acaba, hep aynı kuş mudur?.. Olamaz mı yani?..

Sonra sevgili dostum Ferit Doğrar’ın çalıştığı Mayıs İş Hanı’ndaki sevgili Haluk Çolak’ın halı dükkanında biraz dinlendim. Kordon’da salına salına ilerlemeye başladım. Yine kendimi atlı tramvay sanmaya başladığımı fark ettim. Daima böyle olur. Alsancak D&R Kitabevi’ne girip, Atatürk’-ün koruması "Ali Çavuş" kitabını aldım.

KIBRIS ŞEHİTLERİ

Kıbrıs Şehitleri civarında dolanmaktan hiç vazgeçemem.. 1447 Sokak’ta İsmail Gül’ün işlettiği 25 yıllık tencere yemekleri mekanı "Altınköz Restoran"da, brokoli salatası eşliğinde bir yoğurtlu kabak dolması yedim. "Refik"in cadde üstündeki minik çay ocağında plastik taburede çayımı içtim. Bektaşi şairi Dedocan ile "Simit Sarayı"nda buluşup, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nden geçen kalabalığı bir saat kadar dikizledik. Sonra Can Yücel Sokağı’na girip yeni açılan "Katre Kafe"de dinlendik. Kibar insan Avukat Ali Hıdır San ile tanıştım. Bu mekanda Bosnalı bir ailenin yaptığı nefis yemeklerin şöhretini dinledim.

Sonra "Sevinç Pastanesi"ne geçip, yıllardır yaptığım gibi bir güzel çikolatalı pastayı mideye indirdim. Amanın ne mutluyum, atlatamam. Röportaj-yazı hazırlama telaşı olmadan, tamamen özgürce İzmir’i ve Alsancak’ımı yaşıyorum.

SAFİNAZ’IN AÇILIŞI

Nihayet Gündoğdu Meydanı’na gelip, tam köşede yeni açılacak "Safinaz Börekçisi"nin dışarıdaki bir masasına kuruldum. Az sonra bizim masa dolup taştı. Ege Şehir Planlama Genel Müdürü Elçin Pınar, sevgili dostum Mehmet Karcı, "Safinaz" İşletmeleri Genel Müdürü İhsan Şenol ve dostlarla uzun bir sohbete başladık. "Safinaz"ın çelebi sahibi Necdet Kandemir ve Konak Belediye Başkanı kibar insan Muzaffer Tunçağ’ın da katılmasıyla masamız gelen geçenin ilgi odağı oldu.

Sonra güzel bir açılış yaptık. Muzaffer Başkan ile kordelayı kestik, alkışladık bu güzel kuruluşu. Üst kata çıkıp bir masaya kurulup saatler sürecek bir sohbeti kaynattık. Muzaffer Başkan, belediyenin yayını olan "Başöğretmen Atatürk" kitabını armağan etti. İzmir politikasını bol bol karıştırdık.

NECDET KANDEMİR

Necdet Kandemir’in sahibi olduğu ,tüm İzmirliler’in bildiği en eski ve ünlü "Safinaz" börek dükkanı, Alsancak Camii’nin tam karşısındadır. Önünde uzun kuyruklar olur. Geçtiğimiz senelerde, Hürriyet’in, içinde benim de bulunduğum büyük jürisi olarak, Safinaz’ı, Türkiye’deki en başarılı 10 börekçi arasında ilan etmiştik.

Beni hiç tanımayan Necdet Bey, o günden sonra beni çok sevmiş. Yakında Lond-ra’da da bir "The Safinaz" isimli börekçi dükkanı açmaya hazırlanan Necdet Bey’in Gündoğdu’daki yeni modern mekanı sevimli bir "İzmir klasiği" yaratacaktır. Tamamen sağlıklı temel ürünlerle yapılan börek, çörek, pizza çeşitlerini tadarken bu markanın haklı olarak ün yaptığı anladık. (Safinaz: 0.232.422.51.51)

Akşam ilerledikten sonra, giderek daha çok sevdiğim ve ısındığım vatansever bir insan olan Necdet Bey, arabası ile beni köyüme kadar götürüp evimin önüne bıraktı. Çok nefis bir "İzmir günü" yaşamıştım. Eve gelince, atlı tramvaydan inmişim gibi bir his yaşadım.

"Safinaz" bahane oldu..İzmir’i bayağı özlemişiz..

TRAMVAY ADAM

vallahi, atlı tramvay gibiyim

tırıs akar şehrimde şambali zaman

bendeniz imbatım, inadına avareyim

kordon’dan koparım, dan dan dan

*

içerim gül kafe’de kahvemi

refik’te ılık çay, plastik taburede!

sevinç’te çikolatalı pasta, oh keka!

böreğin ballısı safinaz’da, lokum!

*

kucaklarım ben cümle alemi

şairi, berduşu, monşeri, romanı

durmam gezerim canım alsancak’ı

atlı tramvayım ben, vay vay vay..

Yaşar Aksoy

Parmağa konacak güvercini beklerim

Pasaport’taki Atatürk Heykeli’ne daima gider ve Gazipaşa’nın ileriyi gösteren sağ elinin işaret parmağına konacak güvercini beklerim. Güvercin konduğu anda fotoğrafını çekerim. Resimde görüldüğü gibi yine çekmişim.

Kordon’dan akıp giden bir nazenin atlı tramvay ...

1930’lu yıllarda İzmir’in atlı tramvayları çok ünlüydü.. Şehir kültürünün ayrılmaz parçasıydı. Resimde Kordonboyu’nda, Pasaport yönünden limana doğru giden bir atlı tramvay görüyoruz. Herhalde semtin ıssız zamanında fotoğraf çekildiği için, vatmanın dışında, arkadaki sahanlık bölümünde sadece 4 kişi görülüyor. Vagonun içi ise tamamen boş. İşte bendeniz daima, sanki bir atlı tramvayda imişim gibi, İzmir’i adım adım gezerim. (Fotoğraf.Yaşar Aksoy Arşivi)

"Safinaz" gönlümüzü fethetti

Necdet Kandemir’in ünlü "Safinaz Börekçisi" Gündoğdu Meydanı’nda yeni yerinde, Konak Belediye Başkanı sevgili Muzaffer Tunçağ ve benim kordelayı kesmemizle açıldı. Muzaffer’le, Necdet kardeşimizi aramıza alıp hatıramızı belgeledik.

Lefter ve ailesi ile kucaklaştım

Yorgo Tiryandafilidis, İzmir Fransız Konsolosluğu’nda çalışan bir can dostumuzdu. Onu erken kaybettik. Kardeşi Lefter Tiryandafilidis ve ailesi ile Safinaz’da karşılaşınca, hemen onlarla kucaklaştım.
Yazının Devamını Oku

Ege’nin kavakları yazarız kitapları

7 Aralık 2008
Atatürkçü öğretmen Sadettin Öztürk, eşinin tabloları önünde saz çalıp türküler söyleyip, cilt cilt çocuk kitapları yazıyor. BAL MAHMUT’u tanır mıydınız?.. İstanbul’u gülmekten kırıp geçiren, baldan tatlı anlatan, kahkaha küpü bir adamdı. Siyah-beyaz televizyon yıllarımızda daima evimizdeydi. Böyle ince zekalı, muzip ruhlu, yaşantı ve fıkra dağarcıkları kütüphaneler dolusu adamlar, toplumun şekeridir. Ege’mizde, bir de "Kurabiye Sadettin" vardır. Tıpkı Bal Mahmut gibi, günler boyunca, geceler süresince gevrek gevrek anlatır durur, fıkradan hikayeye, hatıralardan gülmeceye geçip, saatlerce laflar durur. Gülmekten kırıp geçirir, özellikle Ege şivelerini pek güzel kıvırdığı için, çarıklı bir Ege köylüsünün gırgıra aldığını bile sanabilirsiniz.. Denizlili olduğu için, "Her horoz kendi çöplüğünde öter, Denizli horozu her çöplükte öter" diye her ortamda muzipçe horozlanıp durur. Bir süre sonra ben, "Sadede gel, Sadettin hoca!.." deyiveririm.

Sadettin Hoca, bir emekli Türkçe öğretmenidir. Cumhuriyet gazetesinin Ege ilavesinde nefis yazıları yayınlanır. 64 Türkçe ve çocuk hikayeleri kitabı yazmıştır, hala da bilgisayarının başında yazmaya devam etmektedir. Çalışma odasının duvarları boydan boya emekli öğretmen eşi ressam Tülin Hanım’ın tabloları ile doludur. Sadettin Hoca o tablolarda gezinir durur, eline sazını alıp Ege türküleri söyler, sonra bilgisayarının başına çöküp, çocuklar için nice öyküler kaleme almaya başlar.

Benim ezeli tavla düşmanımdır. Kitap yazma dışında benimle dünyanın her yerinde tavla atar. Bu yazıyı yazdığım günün öncesinde, onu hem de evinde, eşinin yanında (5-2) yendim. Mosmor kesildi. Bu gün sizi onunla tanıştıracağım.

MESLEK YAŞAMI

Æ Meslek yaşamınız?

Æ 1946’da Denizli Çivril’in Emirhisar kasabası "Emircik" köyünde doğdum. 6 kardeşim vardı. Akşehir İlköğretmen Okulu’nu (1965), sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü (1967) bitirdim. Giresun İlköğretmen Okulu öğretmenliğimde tanıştığım meslektaşım, Manisa Turgutlu’dan Tülin Öztürk’le 1969’da evlendik. Daha sonra Saruhanlı Lisesi’nde, Simav-Çitgöl Ortaokulu’nda öğretmen ve yönetici olarak çalıştım. Bornova Suphi Koyuncuoğlu Lisesi ile Bornova Anadolu Lisesi’nde (iki kez) müdürlük yaptım. Bornova Kız Meslek Lisesi ve Yeni Foça Ortaokulu’nda kısa süre öğretmenlik yaptım.

Öğretmenliğimde hiç soruşturma geçirmedim. Takdirnameler aldım, ama Atatürkçü inançlarım yüzünden, bir kez (1969 ) açığa alındım, dört kez sürgün edildim. Bu yüzden 5 yaşında ilkokula başlatmak zorunda kaldığımız kızım ve tek çocuğum Özgün, 5 ayrı ilkokul ve öğretmende okudu. Suçum, Kemalist bir TÖB-DER yöneticisi, İzmir TÖB-DER Başkanı olmaktı.. Suçum haksızlıklara, yolsuzluklara direnmekti. Suçum öğretmenliğin onuruna, öğretmenlerin birliğine sahip çıkmaktı. Danıştay’da açtığım tüm davaları kazandım.

Aslında bu cezaları onur belgelerim sayarım. Çünkü Giresun’da açığa alınınca öğrencilerim olayı protesto ve boykot yaparak, dördüncü gün göreve dönmemi sağladı. Saruhanlı’dan sürülünce halk protesto mitingi düzenledi ( 7 Aralık 1975). Bornova Anadolu Lisesi Müdürlüğü’nden alınınca da tüm velilerim ayaklandı, zamanın başbakanına isyanlarını ortak dilekçe ile iletti. Kısacası doğru söylediğim için dokuz köyden kovuldum, ama beni kovan köylüler değildi, onlar hep arkamdan ağlayanlar oldu. Sonunda "ülkemin tüm çocukları benim öğrencimdir." deyip öğretmenliğe veda ettim ve eğitim yayıncılığında büyük üne sahip olan "Uzman Yayınları"nı kurdum.

YAZARLIK YILLARI

Æ Yazarlık yaşamınız?

Æ Sabah erken kalkarım. İnternetten gazeteleri okur, kahvaltıdan sonra bilgisayarın başına geçerim. Öğle yemeğine kadar yazarım. Yemekten sonra kitap okur, biraz kestirir sonra yeniden bilgisayarın başına otururum. Yazılacak o kadar konu var ki... Kuş kanadı kalem olsa, konu bitmez benim güzel ülkemde. Onun için yaz yazabildiğin kadar. Ben de öyle yapıyorum. Şu ana kadar 64 kitabım yayınlandı. Eşimle 22 Türkçe dilbilgisi ve kompozisyon kitabı yazdık. Ben, tatil kitapları, çocuk hikayeleri, hızlı ve etkili okuma kitapları yazdım. Yayınevimde basım sırasını bekleyen 7 kitabım var. Çocuk hikaye kitaplarım çok okunuyor (Serhat Yayıncılık: 0.212.5140954).. İlköğretimin tüm sınıfları için Türkçe Soru Bankası kitaplarım ve Hızlı-Etkili Okuma kitaplarım okullarda öncelikle tercih edilmekte (Şimşek Yayınları: 0.212.5516163).

Æ Hangi türküleri söylersiniz?

Æ Her Egeli, önce efelerin efesidir.. Her Egeli türkü aşkı ile yanar tutuşur. Hele Denizlili isen, horoz gibi dütdürü-dütdürü ötüp, her an türkü çığırman gerekir. Ben en çok, İzmir’in Kavakları, Zobalarımda Kuru Meşe Yanıyo, Feraye, Çökertme, Denizlidir Horozları Bellidir-Tellidir Aman Tellidir, gibi şıkırık-şıkıdam türkülere bayılır kalırım. Tüm Ege türkülerine aşığımdır. Her an türkü söyler, fıkra anlatır, hatıra canlandırır ve güleç ortam yaratırım. Eşimse emekli olunca resme başladı. Hürriyet Kursu’na, Celal Yetkin Atölyesi’ne, Lale Temelkuran Atölyesi’ne, Çeşme İsa Dağ Grubu’na devam etti. Hele eşimin tablolarına bakarken çenem bir açılır ki, anlata anlata bitiremem Denizli horozunun başına gelenleri, yani hayatımın matrak ayrıntılarını!.. Size de anlatayım mı biraz?..

Æ Aman hocam, 6 saattir anlatıyorsunuz. Bana, müsaade!

SADETTİN HOCA

Ege’nin kavakları

Yazarız çocuk kitapları

Kalemimiz fidan boylu

Severiz cingöz çocukları

*

Sohbetimiz nam salmış aleme

"Sadede gel, Sadettin hoca!.."

Düşeş, düştü mü tavlaya

Atarız baldan tatlı kahkaha..



Yaşar Aksoy - Çeşme


Müdür horoz yedi

horozlanmaya başladı!

Sadettin Hoca anlattı:

"- Bir gün okuldayım. Teneffüste öğretmenler odasına pehlivan yapılı bir adam, elinde ibikli horozla girdi. Bir yatılı öğrencimin babasıymış. Öğretmen arkadaşların hayret dolu bakışları arasında, benim Denizlili olduğumu öğrendiğini ve horoz hediye etmek istediğini anlattı. "Kesip afiyetle çoluk çocuk yeyin" diye ısrara başladı. Şaşkınlığım geçince, adamı koridora çıkardım. "Amcacığım sağolasın.. Ama ben bunu alamam. Sen geri götür, oğlan haftasonu eve gelince kesip, ailecek mideye indirirsiniz" dedim. Adam, "Hocam beni öldür, ama horozu geri gönderme" diye yalvarmaya başladı. Baktım kurtuluş yok.

"O zaman sen bu horozu hademeyle müdürün evine gönder. Biz onun emrindeyiz. Öncelik ona yakışır.. Bir dahaki sefere bize getirirsin.." dedim. Böylece horoz, müdürün evine gitti. Aslında sünepe, mızmız bir adam olan müdür, horozu yediği günden sonra değişiverdi. Önüne gelene "horozlanmaya" başladı. O horozlandıkça öğretmen arkadaşlar, "Bu adamı sen bu hale getirdin. Horozu ona göndermekle yaktın bizi" diye kafamın etini yedi. Hapı yutmuştuk.

Aynı adam ertesi yıl, yine okula geldi, ama elinde bu kez babaç bir tavuk vardı. Öğretmen arkadaşlar ayaklanıp, adamın çevresini sardı ve tavuğun ille de müdürün evine gönderilmesini istedi. Tavuk böylece müdüre gitti. Ailece tavuğu mideye indirdiler. Ertesi günden itibaren müdür değişmeye başlamaz mı? Yavaş yavaş horozluktan tavukluğa geçiverdi. Kabadayılığı uçtu gitti garibin. Yine eskisi gibi sümsük, zevzek olup çıktı. Duruma çok sevindik, ferahlamıştık.

Hemen öğrencimle babasına haber saldım. Her yıl tavuktan şaşmaması için ricalar ettim. Neme lazım?.. Bakarsın adam, bu kez müdüre "koç" filan getiriverir. Ne olur sonra hallerimiz?.."

Atatürkçü öğretmen görevde

29 Ekim 1973 tarihinde Saruhanlı Lisesi Müdür Yardımcısı Sadettin Öztürk, bir töreni yönetirken görülüyor. Şiir okuyan delikanlı sonra polis olan Mehmet isimli öğrencisidir. Yıllar sonra otoyolda hız yapan hocasını yakalayınca, cezayı kesip, sonra ellerini defalarca öpmüştür. Cezayı yiyen Sadettin Hoca, hiç bozuntuya vermemiş ve "Benim öğrencim işini bilir.." diyerek kasım kasım kasılmıştır.
Yazının Devamını Oku

Beni yakıyor oy oy diyar Mardin-İzmir

23 Kasım 2008
Geçen hafta anılarını yayınladığımız İzmir’in fotoğraf duayeni Zeki Pordoğan’ın, Zeki Müren, Pakize Suda, Sadri Alışık, Öztürk Serengil, Gönül Yazar ve daha nice ünlü ile ilgili anılarını sunuyoruz. MARDİN’in ünlü bir türküsü vardır: "Kirpiklerin ok mudur oy oy.. Kalbime batıyor diyar Mardin güzeli.. Gözlerin güneş midir oy oy.. Beni yakıyor diyar Mardin güzeli.. Güllere bak güzelim.. Bülbül kıskanıyor.. Gülen yüzüne değil.. Kalbim çok seviyor.." 1940 yılında Mardin’de aşçılık, baklavacılık, restorancılık yapan rahmetli Hacı Abdi Pordoğan’ın oğlu olarak dünyaya gelip, 7 yaşındayken evlerine kiracı gelen Malatyalı Ali Şen isimli bir fotoğrafçının yanında çıraklık yapmaya başlayan ve 15 yaşında geldiği İzmir’de alın terini objektifin arkasına adayıp, günümüzde İzmir’in ünlü bir fotoğraf duayeni haline gelen Zeki Pordoğan’a bu "Mardin" türküsünü ithaf ediyorum. Türkünün bir bölümüne "İzmir" kelimesini de ekleyip yazımın başlığına koydum.

İzmir tutkunu

Çünkü yaşamımda ölesiye İzmir’i seven, ama doğduğu Mardin’e de aşık başka birisini tanımadım. O, dünyanın en iyi insanıdır, Türkçe, Kürtçe ve Arapça’yı ana dili gibi bilen bir Atatürk aşığı Türkiye evladıdır. Zeki Pordoğan’ın geçen hafta yayınladığımız anıları o kadar ilgi çekti ki, o kadar çok telefon aldım ki, elimde kalan bir dosya dolusu fotoğraf ve anılarından yine bir demet yapıp, bu hafta da okuyucularımla paylaşmak istedim. Bu fotoğraflar ve anılar, İzmir’in görsel belleğidir. Zeki Ağabeyim bu belgelerini hiç bir kuruma (üniversiteler dahil), hiç bir kişiye karşılıksız kaptırmamalıdır. Mutlaka ve mutlaka kendi ismiyle yayınlanacak albüm ve katalogları, internet sitesini yaratmalıdır. Çünkü dünya acımasız.. Ve hepimiz artık hızla sona yaklaşıyoruz.. Alınterimiz heba olmamalı..

Zeki Müren ile

Usta fotoğrafçımızın, Zeki Müren ile ilgili nice anıları bulunmakta. Şimdi onu dinleyelim: "- Büyük Efes Oteli’nde çalıştığım 1960’lı yıllarda Zeki Müren’i otelin bahçesinde ve havuzdan bol bol çekerdim. Bir gün havuzda birkaç fotoğrafını çektim. Özel işlemle ufak tefek rötuşlar yaptım. Gıdısını ve gözaltı kırışıklıklarını yok ettim. Aldım götürdüm verdim. Fotoğrafları büyük bir dikkatle inceledi. Çok zeki bir insandı. Fotoğraflarıyla oynadığımı hemen anladı. Kral dairesine beni davet etti: "- Adaşım, bundan böyle benim tüm fotoğraflarımı sen çekeceksin.." dedi ve ekledi: "-Hadi, hemen başlıyoruz!.."O gün saatlerce 12 ayrı muhteşem kiyafetiyle Zeki Müren’in, kral dairesinde yüzlerce fotoğrafını çektim. Objektifimi çok beğendi. çok ama çok dost olduk, bundan sonra.. Sahneye bile çıkar onu belgelerdim. Konser sonrası şöförü ile Kültürpark’tan ayrılır, otele geri dönerdik. Çevresinde ne fedaisi, ne koruması vardı. Sahneye çıktığında taşkınlık yapan tek kişi yoktu. Hanımlar ve beyler, 1960-70’lerde Zeki Müren’i dinlemek için balo kıyafetleriyle gelirlerdi. O şarkısını söylerken çıt çıkmazdı. İzmir’de böylesine bir sahne adabı vardı. Bir gün başımıza bir bela musallat oldu. Sarhoş bir adam, sahne çıkışında Zeki Müren’i yakaladı, "Sen yuvarlak mısın?.." diye sıkıştırmaya başladı. Zeki Müren durdu durdu, sonunda patladı. "Evet yuvarlakım!.. Sen ise, dörtköşe misin?".. Adam rezil olup çekip gitti. Zeki Müren başta olmak üzere Gönül Yazar ve Safiye Ayla.. Müzeyyen Senar, Emel Sayın, Hülya Avşar, Sibel Can.. Gaskonyalı Toma, Coşkun Sabah, Güneri Tecer, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Yusuf Sezgin, Juanito, Öztürk Serengil, Los Trios, Los Macucambos, Adamo, Julio Iglesias, Feliciano, Marc Aryan, Silvy Vartan ve Johanny Holliday, Tony Curtis, Charlton Heston, hepsi bana poz verdiler.. Bu geçmişin ünlü kişilerini belgelediğim için kendimi mutlu bir insan sayıyorum.."

Unutulmaz anılar

Zeki Pordoğan, gazetecilik yaşamında Erol Simavi, Dinç Bilgin, Nedim Demirağ, Nejat Seçen, Güngör Mengi, Kemal Ilıcak, İsmail Sivri, Erdal Şafak, Şadan Gökovalı, Çetin Gürel, Aziz Halkapınar ve bendenizi örnek sembol olarak görüyor. Hürriyet gazetesinde iken unutamadığı bir anısını soruyorum: "- 90’lı yıllarda PKK’nın en aktif olduğu dönemde, her sene Mardin’e gider tarihi eserlerin fotoğraflarını çekerdim. Deyrülzaferan Manastırı’nda iki Cambridge öğrencisi İngiliz kızla tanıştım. Onlara rehberlik ettim. Urfa, Adıyaman, Midyat, Nemrut ve civarını adım adım gezdik, bir kötü olayla karşılaşmadık. Nemrut Dağı’nda fotoğraflarını çektim ve Hürriyet’e geçtim. Nejat Seçen, Hürriyet’in Türkiye baskısında "Cesur Kızlar" diye manşet attı. Hürriyet teşekkür edip, ödül verdi, yarım maaş nakit. Hürriyet büyük gezetedir. Yine unutamadığım olaylardan bir kaçı.. Amerika Başkanı Johnson İzmir’e geldi. Gece Kısmet Otel’de kalacak. Adamın sırık gibi boyu var. Yatağa sığmayacak. Başkana özel upuzun karyola yapıldı hemen. O karyolanın resmini çektim, bir yandan da katıla katıla güldüm. 1972’de İngiltere Kraliçesi’nin gelişinde resmini çektim. Selleri, yangınları, depremleri çektim. Nice siyasi, kültürel, sportif olay objektifimin içinden gelip geçti. Güngör Mengi, meşhur "Can can" köşesini yaparken hep yardımcı oldum. Bu benim tercihimdir.. Ben, şimdi eşi bulunmaz Atatürk fotoğrafları kolek- siyonumla, İzmir fotoğrafları arşivimle, binbir çeşit sanatçı, politikacı fotoğraflarımla iç içe, mesleğine aşık mutlu bir aile babasıyım.. Görevimi yaptım!.."

NOT: Zeki Pordoğan’ın daimi sergisi, İzmir Swiss Otel’de bulunmaktadır. Gidiniz ve geziniz..

İki turist yanyana

"Turist Ömer" lakaplı Sadri Alışık ile yaşamı tam bir turist gibi gelip geçmiş olan Zeki Pordoğan, yine Büyük Efes Oteli’nde buluşmuşlar.. Yaşam güzel.. Dostluklar paha biçilmez.. Ve geceler çok uzun.. Kadehler keyif için kalkıyor.

Ayrılmaz ikili

İzmir’de geldiğinde Zeki Müren, hem fotoğraflarının çekimi, hem de kulis dostluğu için Zeki Pordoğan’ı yanından ayırmazdı. "Adaşım" diye hitap ettiği bu delikanlıya daima çok güven duydu.

Yeşşe kardeşim Zeki’cik

Öztürk Serengil, o herkesi makaraya alan havai havasıyla, Zeki Pordoğan’a daima, "Yeşşe kardeşim Zekicik" der ve paddadak onun yanağında bir öpücük kondururdu. Ünlü kelaj Öztürk Serengil’i hatırlayınca, Zeki Pordoğan’ın gözleri hemen sulanıverir.

Gençlik arkadaşı Pakize Suda

Pakize Suda, Zeki Pordoğan’ın soyadını kullanarak "Zeynep Doğan" takma ismiyle katıldığı Ege Güzellik Yarışması’nda 1974 yılında birinci olmuştu. İşte yıllar sonra 2008’de Alaçatı’da, Nihal Pordoğan, ünlü Gaskonyalı Toma gazinolarının sahibi Mustafa Şişman’in kızı Nurhayat Saroğlu, Zeki Pordoğan ve Pakize Suda.
Yazının Devamını Oku

Öldükten sonra dirilen yazar

9 Kasım 2008
Sivas olaylarında öldüğü ilan edilen, sonra dirilen Aydoğan Yavaşlı’nın, Mustafa Kemal, Hasan Tahsin ve Kubilay’ı anlatan kitaplarını okumanın tam zamanı.. SİVAS olaylarının ertesi günü, bazı yayın organlarından yayılan haberlere göre Egeli yazarlardan, vefalı dostum "Aydoğan Yavaşlı" yaşamını yitirmişti. TRT-2 ve Star televizyon kanalları, ölenlerin arasında onun ismini de saymıştı. Söylenti kulaktan kulağa hızla yayıldı. İzmir’den çok uzaklardaydım. Telefonla ulaştığım edebiyatçı ve eleştirmen büyüğümüz Turgay Gönenç, "Aydoğan’ın ismini" televizyonların bildirdiğini söyleyince, güçlükle bağlantı kurduğum çürük çarık telefon kabinesi başıma yıkıldı sanki.

"Vay sevgili Aydoğan kardeşim!.." diye kıvrandım. Aydoğan’ı ve diğer yazar ve sanatçıları Sivas’a davet eden Aziz Nesin’e verip veriştirdim. Aydoğan’ın değerli eşi Melahat Hanım şimdi ne yapacaktı? Evlatları Alper ve Doğukan kardeşlerim, babasızlığa nasıl dayanacaklardı, üstelik Madımak Oteli’nde yanıp kavrulmuş bir yazarın çocukları olarak bu eziyeti yaşam boyu nasıl çekeceklerdi?.. O günkü gazete ve TV haberlerinde 30 kadar kayıp ismi sayılıyordu. Ülkemizin en değerli yazarları, edebiyatçıları, sanatçıları vahşice kundaklanan bir otelde yanıp kül olmuştu. "Yaşar Aksoy" ismini yıllar önce takma isim olarak kullanan yazar Asım Bezirci ağabey de kavrulmuştu. Ülke çapında protesto ve nefret dalgaları çığ gibi büyümekteydi.

ŞEHİT VEYA MERHUM!

Öğleden sonra bizim gazeteden Yılmaz Özdil (Şimdi Hürriyet’in en çok sevilen yazarlarından) aradı. Aydoğan’ın arkadaşı Hidayet Karakuş’un sağ olduğu haberinin geldiğini heyecanla söyledi. Ancak Aydoğan’ı, ne yazık ki kesin olarak kaybetmişiz. Üstelik eşi Melahat hanım da yanındaymış. Cayır cayır vücudunun en önemli kısımları yanan Melahat hanım hastanede yaralılar arasında tespit edilmiş, ancak Aydoğan Yavaşlı sizlere ömür olmuş!

"Off, ulen off..." diye çığlık attım. Bir karabasan gelip içime çöreklendi, beni yiyip bitirmeye başladı. Vayy.. Aydoğan’cık vayy..

Keşke gitmeseydin be oğlum Sivas’a.. Kan gövdeyi götüreceği önceden belli değil miydi?.. Ama durduramazsın ki bizim oğlanı.. Öylesine yurtseverdir.. Fırlar gider!.. Vahh ki vahh.. Yandı gitti yavrucak.. Muradiye’nin delişmen evladı, yandı gitti be Mevlam.. Bir ağacın altında boş bank bulup çöktüm. Aydoğan’cığı düşündüm. Şimdi ona "Şehit" mi diyecektik?.. Hele hele, nasıl merhum diyebilirdik?..

Adam, sapına kadar muzip.. Anadan doğma hicivci.. Şair Eşref ayarında bir alaycı ve kalaycı.. Sipsivri dili, ustura gibi keskin kalemi var. Kendisine şehit, mehit, merhum filan dedirtir mi?.. Öte taraftan bir topa tutar ki adamı, kaçacak delik bulamazsın.

HALK ÇOCUĞU

Oturduğum yerde yarım saat kadar Aydoğan’ı düşündüm. Arnavut kabadayısı incecik silueti, bıçkın delici bakışları, gevrek gevrek gülüşü, engerek gibi sokucu kalemi, inatçı mücadele azmi, engin kültürü ve kara mizah örneği esprileri ve başını her an belaya sokacak serüvenci mayasıyla Aydoğan’ı, bir türlü öte aleme yakıştıramıyordum.

Aydoğan gezenti bir adamdı.. Kemeraltı civarını, kentin yan sokaklarını, Şemikler, Nergis ve Alaybey’i arşınlaya arşınlaya kimbilir kaç pabuç eskitmişti. Dükkanlara baka baka yürüyüp gider, çabuk kaynaşacağı insancıklarını hemen buluverirdi. Kimbilir belki doğup büyüdüğü kasabasını arıyordu. Onunla hep, Karşıyaka’da Nergis’e doğru tren yolu boyunca karşılaşırdık. Veya körfez vapurunun üst güvertesinde.. Veya Karşıyaka çarşısının vıcık vıcık insan kokan kalabalığı arasında buluşurduk.. Ya eve, ya okula gidip gelirken.. Yürüye yürüye laflar, dünyayı evire çevire kalburdan geçirip, gülerek yola devam ederdik. En çok ülkeyi satan politikacıları, İzmir’in kimlik kaybına uğramasını ve çevremizdeki omurgasız edebiyatçıların çıkar savaşları onu üzerdi. Herkeste bir Samim Kocagöz, Attila İlhan, Şükran Kurdakul tavrı beklerdi. Nerdeee?..Bulamadığı zaman kızar köpürürdü. Sevgili kankası Tarık Dursun K.’ya hayran, onun gölgesi gibiydi. Hala da öyledir.

Aydoğan’cık, tam Mustafa Kemal’ci, toplumcu özelliklere ağır basan inançlı bir anti-emperyalist yurtseverdi. Amerikan karşıtıydı. Halk çocuğuydu.. Fedakar bir ilkokul öğretmeniydi.. Hiç bir yere milim satılmamış, berrak bir aydındı.. Yakın arkadaşını minicik çıkarı için satacak, beş para etmez edebiyatçı yazar vurgunculardan değildi. Ne yazık ki o yıllar, ilerde başına gelecek felaketlerden, ihanetlerden, hançer acımasızlıklarından haberi yoktu.

BÜYÜK BOŞLUK

Attila İlhan bile, onun bu tavizsiz ve sorgulayıcı edebiyatçılığı karşısında, "Yavaş gel bakalım, Yavaşlı.." diye onu göğüslemeye mi çalışmıştı?.. Böyle bir laf aklımda kalmış. (Tarihe not: Afacan Aydoğan, bir gün söyleşi yaptığı Attila İlhan’a, "Romanlarınızda hep içki alemleri, piiz durumları geçiyor, oysa alkol ile aranızın olmadığını söylüyorsunuz, peki öyleyse bu malumat-fruşluk (çok bilmişlik) neyin nesi?" diye sormuş. Attila İlhan cingözün tekidir, cevabını yapıştırmış: "Evladım Aydoğan, ne yani, Agatha Christie çok cinayet romanları yazıyor diye, seri katil midir bu hanfendi?..")

Aydoğan’ı kaybettiğimiz için çok üzülmüştüm. Ne yapılması gerektiğini düşünemiyor, aklımda kalan babayiğit portresiyle uğraşıyordum. Son görüşmemizde Paris’e gideceğini söylemişti. Yanan eşini, zavallı iki evladını gözümün önüne getirdim. Aydoğan’ın yeri, meğerse içimde ne kadar geniş ve sevimli bir yer kaplıyormuş. Onun boşluğunu, asla kapatamazdım.

Akşam saatlerinde gazeteden yeni bir haber geldi: "Aydoğan yaşıyormuş!.."

Hatta burnu bile kanamamış..

Dirilmiş mi bizim Arnavut?.. Yok canım, ölüm haberi balonmuş.

Kerata, Anadolu Ajansı’na demeç bile vermiş.. Yaşadığını dünya aleme çalımla ilan etmiş..

Vallahi yaşıyormuş, billahi yaşıyormuş!

"- Ah ulen Aydoğan!" dedim:

"- Çektin yine numaranı.."

TRT ve edebiyat dünyasından dostları

Fotoğrafta Aydoğan Yavaşlı’yı bir kitap fuarında "Etki Yayınevi Standı"nda, Adem Kargı, Yaşar Aksoy, TRT’nin başarılı belgesel yönetmenlerinden İ.Ragıp Geçmen ve Hasan Kargı ile izliyoruz

Mustafa Kemal, Hasan Tahsin

ve şehit Kubilay’ı yazdı

Ben Mustafa Kemal.. Ben Hasan Tahsin.. Ben Öğretmen Kubilay.. Bu kitaplar Ege’mizin tanınmış yazarı Aydoğan Yavaşlı’nın özellikle öğrencilerimiz için hazırladığı nefis araştırma kitaplarıdır. (Bulut Yayınları:0.216.330.59.24 - Email:bulutyayin@kablonet.com.tr)

Türkiye çapında aranılan ve özellikle okullarda tüketilen bu üç kitap için, (Bir kaç yıl önce atardamarı patlamış, bypasslı) Aydoğan Yavaşlı ülkemizde bir çok kentte, özellikle İstanbul okullarında imza günleri düzenlemekte, binlerce öğrenciye kitaplarını imzalamaktadır. Bu tablo, Manisa’ya 9 kilometre yakınlıktaki Muradiye beldesinde bir esnaf evladı olarak doğmuş ve oradan yetişerek önce Sivas, Kütahya, Erzurum, Stutgart ve İzmir’de uzun yıllar öğretmen olarak dirsek çürütmüş, daha sonra çileli yazar olmuş bir Ege çocuğu olarak, destek verilmesi gereken bir portreyi bize sunmaktadır.

32 KİTABI VAR

Birer roman tadında yazılmış, kolay okunur anlaşılır bir dili olan, Ben Mustafa Kemal, Ben Hasan Tahsin, Ben Öğretmen Kubilay kitaplarının yazarı, "Ateş Salıncağı" isimli ilk şiir kitabından sonra, çoğu çocuk kitabı olmak üzere tam 32 kitaba imza attı. İzmir televizyonlarında kültür-sanat programları hazırladı. Halen, akşamüstü yayınlanan Ege Telgraf gazetesinde salı ve cuma günleri köşe yazıları yazıyor.

Mustafa Kemal, Hasan Tahsin, Kubilay gibi tarihimizin önemli devrimci portrelerini yazan Aydoğan Yavaşlı bunun sebebini şöyle açıkladı:

"- Yurdumu emperyalizmin pençesinden kurtaran Mustafa Kemal’i, işgalcilere ilk kurşunu atan gazeteci Hasan Tahsin’i ve gericilerin şehit ettiği Kubilay’i yazmak, benim için, yurdunu ve halkını ölesiye seven bir yurtsever için zorunluluktu. Özellikle genç ve öğrenci kuşakların bu kahramanlarımızı iyi tanımasını istiyorum. Yakın tarihimize doğru yönde merak duymak, ulusal onurumuzu yükseltir ve yeniden başlaması elzem ikinci kurtuluş savaşımızda doğru cephede yer almamızı sağlar".
Yazının Devamını Oku

Anıt adam

2 Kasım 2008
Büyük Türk eğitimcisi, İzmir Özel Türk Koleji’nin kurucusu, Ege’deki bir çok modern eğitim ve sanayi girişiminin öncüsü, eşsiz öğretmen, sevgili hocamız, 89 yaşında vefat eden Bahattin Tatış’ı, binlerce öğrencisinin omuzlarında sonsuzluğa uğurladık.. SEVGİLİ hocam Bahattin Tatış’ın ani vefatını duyunca adeta yıkıldım. Yüreğimden bir şeyler kopup gitti. Öğrencilerine daima "Aziz vatanımızın bize ihtiyacı vardır" diyen üstün nitelikli bu eğitim simgesini, böyle (kendi deyimiyle) milliyetperver bir öğretmen önderini, böyle çalışkan, böyle idealist, dürüst, tertemiz imanlı "Atatürk evladını", bundan böyle nasıl ve nerede bulacaktık?..

Atatürk’ü hatırlatan okul

Bir zamanlar (yirmi yıl kadar önce), İzmir Özel Türk Lisesi, benim için aile ocağı gibi, sımsıcak, duygusal ve pespembe bir eğitim yuvasıydı. Kızım Neslihan Aksoy bu okulda okuyordu. Taksitlerini ödemek için okula gittiğim zaman, bahçenin bir köşesine oturur, okulun temeli olan Uşşakizade Köşkü’nü uzun uzun seyrederdim.

Bu binada Atatürk’ün biricik eşi Latife Hanım ve ailesi yaşamıştı. Atatürk, İzmir’i kurtardığı 9 Eylül 1922’den bir süre sonra burada misafir edilmişti. Atatürk ile Latife Hanım’ın nikahı yine bu binada gerçekleşmişti. O binada Atatürk ile ilgili neler oldu ise, bunların hepsini Latife Hanım’ın kuzeni Talia Akatürk ve sevgili oğlu Paşazade Ragıp, bana günler, geceler boyunca anlatmışlardı, hatta Latife Hanım’ın ağzından bir teyp bandını bile bana armağan etmişlerdi.

Bütün bu dinlediklerimi, yine okuduklarımı canlandırır, sonra Uşşakizade Köşkü’ne bunları yerleştirir, kafamın içinde senaryolar yazardım. Teneffüs zili çalınca bahçeye dolan afacanlar beni bu hayallerimden koparır, kendi çocukluk yıllarıma savururdu..

Aile ocağı gibi

Bahçede zaman geçirdikten sonra, okulun kurucusu Bahattin Hocamın odasının yolunu tutardım. Bekletmeden içeri alırdı. Nice sohbetler yapar, Atatürk’ün eğitimciliği üzerine derin ve veciz konuşmalarını teybime kaydederdim. Bu sohbetler sonucunda defalarca eski gazetemde Tatış üzerine söyleşiler yayınladım. Tatış, benim için tıpkı öğretmen anam gibi, Atatürk’ün hizmetinde vatan için kendilerini feda eden idealist savaşçılar gibiydi..

O zamanlar okulun genel müdürü Umur Sönmezdağ’dı. Hayran olduğum mütevazilikte, çalışkan bir tarih öğretmeniydi. Bana okulda nice konferanslar düzenledi. "İzmir Tarihi ve Atatürk" üzerine, defalarca Türk Koleji’nde konferans verdim.

Aile Birliği Başkanı Sevgi Ataca ve eşi Murat Bey, okulda okuyan evlatları Hande, yine İlkokul Aile Birliği Başkanı Zeynep Çakır, Türkçe öğretmenlerinden meşhur mizah yazarı Savaş Ünlü, Türkçe öğretmeni Yüne Kangal ve okulda okuyan oğlu Ardıl, hepimiz güzel bir birliktelik oluşturmuştuk, konferanslarımda, okul kuruluş yıldönümü balolarında, milli bayramlarımızda, okulun nice etkinliğinde buluşuyorduk, sanki aile ocağı gibiydi Özel Türk Lisemiz..

Anıt adam

Herkesin kendine göre Özel Türk Lisesi hatıraları vardır.. Kızım bu güzide okulu bitirip, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandı. Orayı da bitirip mesleğini edindi, çalıştı, İstanbul’da evlendi, iki evlat yetiştirdi ve şimdi başarılı bir ressam.

Bunların temelinde, mayasında, gerisinde Bahattin Tatış hocamızın eli öpülesi büyük emeği vardır. Adeta tek başına yarattığı ve üstün nitelikli öğretmen arkadaşlarının gayretleriyle yükselttiği "İzmir Özel Türk Lisesi", bugün onlarca binalık kampüslerde, yüzlerce öğretmenin emeğiyle, binlerce öğrenci yetiştiriyorsa, dahası onbinlerce mezunu vatan sathında önemli görevleri ifa ediyorlarsa, Bahattin Tatış, hepimizin yüreğindeki bir "anıt adam"dır.

Güle güle hocam

15 Kasım 1950’de 17 öğretmen ve 29 öğrenci ile Talat Paşa Bulvarı 23 nolu binada eğitim öğretime başlattığı İzmir Özel Türk Koleji’ni, aynı yıl içinde Köprü’deki Uşşakizade Köşkü’ne taşıyan, bu okulu İzmir’in örnek bir özel lisesi haline getiren Bahattin Tatış, daha sonra İzmir’in ilk özel Yakındoğu Üniversitesi’ni, İzmir Eloktronik Sanayiini, Tatış Holding’i kurdu.

1991’de Ege Üniversitesi, 1995’te Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından "Onursal Doktor" ilan edilen 1998’de ismini benim önerdiğim "Gazi Mustafa Kemal Paşa Kültür Merkezi"ni eski Uşşakizade Köşkü çatısı altında kuran Tatış’ın, "Yarınlarda Var Olmak" isimli kitabını döne döne okurum.

28 Ekim 2008’de Alsancak Hocazade Camii’nden binlerce öğrencisinin omuzlarında onu uğurladık.. Her konuşmasında ve duvardaki vasiyetinde "Aziz vatanımızın bize ihtiyacı vardır" diyen sevgili hocam, sevgiler içinde uyuyasın..

Bu öğrenciler çoluk çocuğa karıştı.

Tam 20 yıl önce, 1988’de çekilmiş bu fotoğrafta, Özel Türk Lisesi 6-Edebiyat-D sınıfı öğrencileri ile Bahattin Tatış’ı birlikte görüyoruz. Kızım Neslihan Aksoy (en arkada), Deniz, Dilara, Güliz, Ayşe, Mehtap, İlkin, Eren, Nurcan, Almıla, Sebahat, Deniz, Yeşim, Şule, Hatice, İnciser, Dilara, Ebru, Fatma, Ceyda, Arzu ve Merve, öğretmenleri Güldal Görkem ile birlikte Bahattin Hoca’yı çevrelemişler. Bu öğrenciler şimdi 35 yaşındalar ve çoluk çocuğa karıştılar. Ama Bahattin Hoca’yı hiç unutmadılar. (Fotoğraflar.Yaşar Aksoy Arşivi)

Eli öpülesi hocama

rahmet diliyorum

Bahattin Tatış, daima yakın dostum oldu. Eli öpülesi öğretmenimi, büyük Türk eğitimcisini, eşsiz İzmirliyi daima gönlümün en güzel köşesinde saklayacağım. (Fotoğraf:1988)

Daima Atatürk’ü izledi

Atatürkçü bir öğretmen olan Bahattin Tatış, çalışkanlığı ve girişimciliği ile "Türk Eğitiminin Simgesi" oldu. Başarısını, Atatürk’e borçlu olduğunu daima belirtti.

Bahattin Tatış’ın vasiyeti

Sevgili gençler;

Sizleri yetiştirirken bu aziz vatanın daima size ihtiyacı olduğunu düşünmekteyiz. Sizi, çalışkan, milliyetperver, temiz karakterli, mücadeleci, ileri görüşlü, güçlü ve sevgi dolu insanlar olarak yetiştirmeye azami derecede özen gösteriyoruz. Bu temel eğitim ilkemiz hiçbir zaman değişmedi ve de değişmeyecektir.

Vatana hizmet ediniz

Sizler, ömrünüzün sonuna kadar memleket menfaatini şahsi menfaat ve kaygılarınızın önünde tutacak, bu güzel vatana çok faydalı hizmetlerde bulunacaksınız. Adınızı ebedileştiren eserler vermek yegane gayeniz ve idealiniz olacaktır. Esasen, ilmin, fennin ve medeniyetin süratle ilerlemesi karşısında milletçe yaşayabilmemiz ve şerefli yerimizi muhafaza edebilmemiz bu çabanın sonuçlanmasına bağlıdır.

Bilgi yüzyılına gireceğiz

Unutmayınız ki, 21. yüzyıl "Bilgi yüzyılı" olacaktır. Bu yüzyıla çok iyi hazırlanmalı ve okulumuzun her türlü imkanlarından faydalanmalısınız. Dünyaya ve olaylara bakış açınızı yalnız Türkiye’mizin değil, küçülen dünyanın en uzak ufuklarını görecek kadar genişletmelisiniz. 21. yüzyılda çok daha gelişip güçlenecek olan "Büyük Türk Dünyası"nın çalışanları ve yöneticileri sizler olacaksınız. Bunun için kendinizi çok dikkatli hazırlamalısınız.

Çok çalışınız. Yarına güveniniz. Sizlere inanıyor ve çok şeyler bekliyoruz.

Hepiniz başarılı ve mutlu olunuz.

BAHATTİN TATIŞ

İzmir Özel Türk Lisesi kurucusu

Gazi Paşa Köşkü’nün bekçisiydi

Bahattin Tatış, Uşşakizade Köşkü’nü satın aldıktan sonra bu yapıyı, yeni kurduğu Türk Koleji’nin temel binası yaptı, sonra Atatürk’ün anılarını saklayan köşkü yıllarca korudu. Benim yeni ismini önermem sonrasında, "Gazi Mustafa Kemal Paşa Kültür Merkezi" olarak 1998’de yaşama geçirdi. Sadece bu hizmeti dahi onu tarihe geçirmiştir.
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyetçi ve liberalim Duayen gazeteci Çetin Gürel, 4 ay sonra meslekte 50. yılına adım atacak...

26 Ekim 2008
HER HAFTA, tam 18 yıldır yaptığım şeyi mutlaka yapar ve posta kutuma düşmüş olan, sevgili Çetin Gürel ağabeyimin seçkin çalışma arkadaşlarıyla yayınladığı "Gözlem" gazetesini alıp, her köşesini okuyup bitirmeden elimden düşürmem. Sevgili dostum General Sedat İlhan’ın, yine Güman Kızıltan, Öcal Uluç, hocam Dr. Burhan Özfatura, Prof. Dr. Fevzi Demir, Prof. Hüsnü Erkan, Yekta Güngör Özden, Nihat Demirkol, kadim dost Yaşar Eyice gibi yazarların tiryakisiyimdir.

"Gözlem", 18 yıldır İzmir’de hazırlanıp yayınlanan ancak tüm Türkiye’yi kucaklayan bir yayın organıdır. Soğuk, cansız ve didaktik ekonomi gazetelerine benzemeyen, ekonominin aktüel gazetecilik ustalığı ile birleştirildiği, haberin ayağına giden, bölgesel ve kentsel ekonomik gelişmeleri internetten değil, yerinde değerlendiren ciddi ve canlı basın organıdır. (www. gozlemgazetesi.com)

Uzun yıllardır içtenlikle "ağabey" dediğim, büyüğümüz Çetin Gürel’i anlatacağım...

GAZETECİLİK İLKELERİ

Çetin Gürel gazetecilik ilkelerini ve meslek yaşamını bana şöyle anlattı:

"- Atatürk, cumhuriyet ve demokrasi, vazgeçilmez ilkelerimdir. Ulus Devlet-Üniter Devlet-Laik Devlet yanlısıyım.. Liberal ekonominin inançlı savunucusuyum. Bağımsız ve dürüst gazetecilik ideallerine yürekten inanmış bir kişiyim.

1 Şubat 1960’ta Ege Ekspres gazetesinde spor muhabiri olarak mesleğe başladım. 1 Nisan 1961’de Demokrat İzmir Gazetesi Spor Servisi Sorumlusu oldum. 1 Mayıs 1976’ya kadar 1. sayfa sekreteri ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulundum.

1 Mayıs 1976’da Yeni Asır’da haber merkezi koordinatörü oldum. Bu görevdeyken terör olayları sebebi ile geçirdiğim kalp spazmı sonrasında 1981-84 arasında gazetenin gelirlerinden sorumlu oldum. Daha sonra Dinç Bilgin ve Güngör Mengi ile İstanbul’a giderek "Sabah" gazetesi kuruluşunda görev aldım.

22 Nisan 1985’te yayınlanan Sabah’ta genel müdür ve yönetim kurulu üyesiydim. Bu görevim 1990 başına kadar sürdü. Yeniden Yeni Asır’a tek sorumlu olarak atandım. 1 Haziran 1991’de bu görevimden istifa edip, 26 Ağustos 1991’de "Gözlem" gazetesini yayınlamaya başladım. 1 Şubat 2009’da mesleğimde 49 yılımı tamamlayıp 50. yaşıma adım atacağım."

SEVGİLERİMLE AĞABEYİM

Mesleğinde 50 yıla yaklaşan, ak saçlı, tonton, sempatik, çalışkan, saygın, seçkin ve üstün yönetici Çetin Gürel’in benim gazetecilik yaşamımda büyük desteği ve emeği vardır. Demokrat İzmir’de 1970’li yılların başında Aydan Seyhan ile paylaştığı odasına önümü ilikleyip girip ilk gazete yazılarımı ona teslim ederdim. Sonra Çetin Ağabey ülkemizde tek örnek olan "Halk Sektörü" sayfasını, bana, rahmetli Selami Şen’e ve İskender Odabaşıoğlu’na emanet etti.

1980’li yılların başında Yeni Asır Koordinatörü iken, yine çağırıp gazetenin reklam bağlantılı kültür yayınlarını bana tevdi etti. Böylece İzmir ve Ege tarihiyle ilk araştırmalarımı yapıp yayınladık. Sonra patronu ikna edip kadrolu olarak gazeteciliğe önemli maaşla başlamamı sağladı, daima destek oldu, güç verdi. Ben de onun yüzünü hiç kızartmadım. Uzun yıllar, çok ama çok çalışıp, o gazeteden emekliğimi hak ettim, ismim 48 yaşında bir sokakla bir parka verildi. Kişisel öykümde büyük rolü olan, "tam cumhuriyetçi ve gerçek liberal" ağabeyim Çetin Gürel’in hakkını ödeyemem. Ellerinden öperim.

Gözlem’in 18. doğum yıldönümü kutlandı

"Gözlem" gazetesini 18 yıldır yayınlayan gazeteciler ve görevliler, yayın kurulu üyeleri, gazetenin imtiyaz sahibi Çetin Gürel’in çevresinde merkez büroda buluştular ve üzerinde 18 mum yanan pastayı üflediler.

Çetİn Gürel’den ömre bedel hatıralar Adnan Düvenci’nin idareciliği

1961’de Demokrat İzmir’e geçtiğimde ilk gün, eski Anadolu Ajansı Ege Bölge Müdürü rahmetli Cavit Yamaç, gazetenin genel yayın müdürlüğüne getirilmişti. Adnan Bey, beni Cavit Bey ile tanıştırdı. Cavit Bey, hemen spor servisinden neler beklediğini sıralamaya başladı. Adnan Düvenci sözünü keserek, "Cavit dur bakalım. Çocuk daha yeni işe başladı. Ona gerekli olanakları sağlayabiliyor muyuz" dedi. Yamaç, "Bir kastım yok, onun iyi yetişmesi için söyledim" dedi. Ben hiç ses çıkarmıyordum. Düvenci, "Daha ilk tanışmada böyle konuşma olmaz" deyip, kestirip attı. Cavit Yamaç, gazetedeki görevinden kısa süre sonra ayrılacaktı.

Yeni Asır’da ilk maaşım

1 Mayıs 1976 günü Yeni Asır’da işe başladığım gün, saat 11.00 sıralarında idare müdürü Şakir Bey, beni çağırdı. Vezneye gittim. "Bu senin maaşın" deyip bir zarf uzattı. Masama döndüm, zarfı açtım. İçinde 8500 TL vardı, oysa önceki gazetemde 4000 TL alıyordum. Bu yeni maaş bana çok gelmişti, şaşırdım. Şakir Bey’e geri dönüp yanlışlık olabilir deyip, parayı iade etmek istedim. Şakir Bey gülerek zarfı geri itti ve "Bu maaş senin" dedi. Gülme sırası bana gelmişti. Çok mutlu olmuştum doğal olarak!..

Vefalı insan Çetin Gürel

Çetin Gürel vefalı bir ağabeydir. Gazeteci dostlarının iyi ve kötü günlerinde daima yanlarında olur. İşte fotoğraf üstadı Zeki Pardoğan’ın Alsancak Stüdyosu’nun 1992 yılındaki açılışında Erdal Şafak, Çetin Gürel, ünlü seramik sanatçımız Ümran Baradan, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı İsmail Sivri, Zeki Pardoğan ve Yaşar Aksoy.

Genç Çetin Gürel’in cemiyet yılları

Resimde 1970’li yıllarda İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin efsanevi başkanı Sabri Süphandağlı’nın yönetim kurulu üyesi olan saçlarına hiç ak düşmemiş gepegenç gazeteci Çetin Gürel’i, yönetim kurulu üyesi arkadaşlarından Tayfur Göçmenoğlu, Sabri Süphandağlı, Süha Tekil, Günay Şimşek ve eski İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar ile birlikte görüyoruz. (Yaşar Aksoy Arşivi)

Sabah’taki ilginç yanlışlık

1987’de her zaman saydığım ve sevdiğim Dinç Bilgin’le İzmir’den İstanbul’a uçakla gidiyoruz. Atatürk Havalimanı’na indik. Bagajlarımızı alıp aracımıza yönelirken Dinç Bey’in telefonu çaldı. Dinç Bey, epey dinledi, teşekkür edip kapattı. Hukuk müşavirimiz Ahmet Pekin ile konuşmuş. "Hayrola" diye sordum. O tarihte Sabah’ta herkese kazı kazan gibi kartlarla para dağıtıyorduk. Baskı sırasında 100 TL yerine 1000 TL basmışız. Bu yanlışlık üzerine müthiş üzüldüm. Önemli bir maliyet artışıyla karşılaşmıştık. Dinç Bey hiç istifini bozmadı, "Çetin üzülme. Ya, 100 TL yerine 1.000.000 TL bassalardı, o zaman ne yapardık" dedi. Rahatlattı beni. Gazeteye girene kadar tebessüm ettik.

Gözlem’in özverili çıkışı

26 Ağustos 1991 günü "Gözlem"i yayınlamak için kolları sıvadık. Takvim ilerliyordu, ama ortada bir şey yok. Telefon ve fakslarımız çalışıyor ama onlardan düşen önemli haber yok. Biri taşra olmak üzere iki muhabir, bir haber müdürümüz var. İlk genel yayın müdürü ise Erol Yaraş’tı. 23 Ağustos günü sabah toplantımızda Haber Müdürü Akın Kıvanç masanın ortasına adeta bomba attı, "Bu gazete, 26 Ağustos’ta çıkmaz" deyiverdi. Şok oldum. Tüm planlar, 26 Ağustos’a ayarlanmıştı. Nedenini sordum. Haber akışının yetersizliğini ve iki muhabirle bu işin olmayacağını belirtti. Ben, mutlaka çıkacağımızı ısrarla belirtip, Erol Yaraş’la kafa kafaya verdik. İlk Gözlem’i hazırladık ve yayın hayatına başladık. 18 yıldır sürdürüyoruz
Yazının Devamını Oku