Yalçın Granit

Türk basketbolu

19 Eylül 2011
2011 Avrupa Şampiyonası’nı ben bir felaket olarak görmüyorum.

 Bunun başlıca nedeni bu turnuvadan Türk basketbolu adına öğreneceğimiz çok şey olduğunu gördük ve bunların bazılarını da öğrendik. Önce isterseniz olumlu yönünden başlayalım.

Bundan seneler önce Türk Basketbol Milli Takımı’nın bu kadar iyi savunma yapacağını kimse beklemezdi. Bu turnuva bize Türk çocuğunun yalnız hücumda değil savunmada da güçlü olacağını gösterdi. Bugün artık bize karşı oynayacak takımların soyunma odalarında koçların oyuncularına “Türkler iyi savunma yapar dikkatli olun” diyecekleri muhakkak.

Savunma Türk çocuğunun kafasında aşılması güç bir problemdir. Basketbol Türk oyuncu için hücum etmek, sayı atmak demekti. Savunma ise bir mecburiyetti. Oyunun istenmeyen, bitse de hücuma geçsek diye beklenen kısmıydı. Ben bu gelişen savunmamıza daha iyi bir hücum anlayışı ekleyeceğimize ve daha çok yönlü basketbol ekolü olacağımıza inanıyorum.

Turnuvanın ikinci olumlu yanı yapılan yorumlardı. Türkiye’nin en kıymetli basketbol adamları günlerce bilgilerini, tecrübelerini basketbol sevenlerimizle yürekten paylaştılar. Basketbol bilgisi ve sevgisi ülkemizde yayıldı. Bu yüzden NTVSPOR’a teşekkür borçluyuz. Hücuma gelince artık basketbolumuzu hızlandırmamız gerek, bu tartışılmaz. Bugün Amerika’da her antrenmanda bile oyuncunun fast break için kaç defa depar yaptığı sayılıyor. Bizde bırakın depar yapmayı buna ihtiyaç bile duyulmuyor. Depar istatistiklerinin çoğunda Türk oyuncularının isimlerinin yanında her maçta koca bir 0 var. Hızlı oyun (fast break) anlayışımızı milli takımda basketbolumuza ekleyemeyiz.  Hızlı oyun uygulamasını kulüp takımlarında başlatmamız şart. Milli takımımızın oynadığı maçların tümünde yaptığımız fast break’lerin hepsi kaptığımız topların sonunda gerçekleşti. Bir başka deyişle Türk Milli Takımı’nın fast break yapması için rakip takımın hata yapmasını veya Ömer Onan’ın top kapmasını bekliyoruz. Halbuki fast break’lerin başlangıç noktası savunma ribauntlarıdır. Rakip takımın attığı şutları en az yarısını kaçıracağı için alınacak her savunma ribaundu bize fast break’le kazanılacak sayı şansı getirir. Tabii bu anlayışı yerleştirirsek. Türk basketbolunda iyi savunmacılarımız, iyi ribauntçularımız var. Ömer Aşık bu neslin örneği. Furkan ve Enes de bir sonraki neslin temsilcileri. Ama bizim çocuklarımızda “hücum savunmadan başlar” anlayışının tabii ki uygulaması yok. Dış savunmada sadece sayı yememek için konsantreyiz. Hızlı oyunu basketbolumuza katacağı artılar saymakla bitmeyeceği kadar çok. Basketbolcularımızın en çok ihtiyaç duydukları şeylerin çoğu psikolojik. Türk çocuğu coşarsa onu kimse durduramaz. Fast break’lerden kazanılacak kolay sayılar (turnikeler) bizi coşturur. Ve biz coştukça daha da iyi savunma yapacağımız muhakkak.

Hızlı oyun sonunda bulunacak turnikeler sadece bizi daha iyi savunma için coşturmaz, hücumda şut yüzdemizi de arttırır. Eğer biz Litvanya’da fast break’lerden kolay turnikeler bulsaydık hem 3 sayı şut yüzdemiz artar hem de faul atışlarımızın çoğu rakip filelerden geçerdi. Hızlı oyun çok sayıda oyuncuyla oynandığı için biz avantajlı olurduk. 10-12 oyuncuyla oynayamayan takımlara karşı maç son toplara kalmayabilirdi. Ben yine Türk çocuğunun şut yeteneğine inanıyorum. Ama şut yeteneğinin ortaya çıkması bu yeteneğin adale hafızasına yerleşmesi için önce yüz binlerce şut atmak gerek. Bizde antrenmanlar yavaş. Antrenmanlarda atılan şut sayısı çok ama çok yetersiz. Biz hala şut makinesini Türkiye’ye getiremedik. Bu yüzden de antrenmanlarda 2 kişi şut atarken 5-6 kişi seyrediyor.

Bu yazıyı Orhun Ene ile bitirelim Orhun çok yetenekli bir koç ama daha çok genç ve tecrübesiz. Eğer Orhun Litvanya’da başarışlı olsaydı onu da kaybederdik. Çünkü o da pek çok koçumuz gibi “Ben basketbolda her şeyi bilirim” anlayışına geçerdi. Ama Orhun’un istediği başarıyı kazanamayışının onu hırslandırdığı muhakkak. Daha iyi bir koç daha nasıl olabilirim safhası Orhun için başladı. Ve onun önü çok açık. Bir sonraki milli maçlarda bambaşka tecrübeli Orhun izleyeceğimiz kesin. Keşke Türkiye’de çok sayıda Orhun gibi koçumuz olsa.

Yazının Devamını Oku

12 Dev Adam'a güveniyoruz

28 Ağustos 2011
Türk basketbolundaki olumlu gelişmeler tartışılmaz oldu.

Dünkü Karadağ maçı eskiden oynansaydı saha kenarı kulüp yöneticileriyle dolardı. Yöneticiler (Benim şu anda adını bilmediğim) Karadağ koçunu kulüp takımlarına koç yapmak için sıraya girerlerdi. Hatta bazı yöneticiler "Asistan koçlardan birini alsak ne olur, bunlar Yugoslav kökenli koç nasıl olsa bize faydalı olur" diye düşünebilirdi. Dün sahada bir tek kulüp yöneticisi yoktu. Kulüplerimizin, takımların başında bugün hemen hepsinde yetenekli Türk koçlar var. "Soyunma odasında Türkçe konuşulmalıdır" sloganı artık geçerli  ve Türk takımlarımız Türk koçlar yönetiminde çalışmaya başladılar bile. Bırakalım Yugoslav koçları izlemeye dünkü Galatarasay-Darüşşafaka maçında Galatasaray'ın koçu Oktay Mahmuti takımın başında yoktu. "Nerede" diye sorduk. Aldığımız cevap "Arjantinde'ki bir beynelmilel seminerde koçluk tecrübelerini anlatmak üzere yurtdışında" dediler. Gurur duyduk.

Milli Takımımız giderek daha saldırgan bir savunma yapıyor. Avrupa Şampiyonası için savunmamıza güvenimiz çok arttı. Karadağ'ın oyun kurucusu devşirme Amerikalı siyah oyuncu Omar Cook, Karadağ'ın beyni. Ama 2 Karadağ maçında da Ömer Onan tuttuğu oyuncu Cook'un beynini dağıttı, kullanamaz hale getirdi. Karadağ koçu Cook'un düştüğü durumu anlayamadığı için onu oyuna soktu çıkardı. Ama Cook maçların sonuna kadar kendine gelemedi. Ömer'den sonra Sinan Güler ve Cenk Akyol da Cook'a nefes aldırmadılar. Ömer'in rakip oyun kurucunun tutmasının faydasını Karadağ maçlarında gördük. Milli takımımızda artık oyunculardan ne beklendiği konusunda ilerleme var. İlk 5'imiz belli. Kimin yerine kimin gireceği anlaşılıyor. Ama Semih'i aramaktan vazgeçemiyoruz. Semih'in kadro dışı kalması güç ama doğru bir karar.

Semih'in sakatlığı onun moralini de bozmuştu. Şimdi milli takımımızın yumruk olma şansı büyüdü. Gene de tüm basketbolseverler gerçek Semih'i sahada görmek istiyor. Bu heyecanı Semih'in de fark edip olimpiyatlarda gerçek Semih olacağına inanıyorum.

Bu turnuvada 2 oyuncu kazandık. Enes Kanter görünüşünden daha çok basketbol yeteneğine sahip. İyi şut atabilen, iri oyunculardan biri olarak tarihe geçme şansına sahip. Bir diğer yetenek ise Doğuş Balbay. Doğuş, Sinan'dan sonra (Sadece siyahlar değil beyazlar da sıçrar) iddiamızın ispatı olacak kadar atletik yetenekli. Onun savunması da korkunç olacak bu belli. Milli takımımızın savunmasının Avrupa Şampiyonası'nda öne çıkması için kenar yönetiminin katkısı önemli. Basketbolda güçlü savunma artık sesli savunmayla eş anlamlı oldu. Savunmada konuşarak iletişim sağlamak sadece gözleri değil kulakları da kullanmak şart. Bizde oyuncular bunun tam bilincinde değiller. Geçen sene Darüşşafaka'da oynayan Amerikalı guard savunmada hiç susmayarak takımı küme düşmekten kurtarmıştı. Oyuncuya "Bu konuşma alışkanlığını nasıl kazandın" diye sorduğumuzda cevabı "Savunmada sustuğum an koçum beni oyundan çıkarırdı" oldu. İstanbul'daki Atakol Turnuvası'nda Fransız kenar yönetimi hiç susmadan takımlarını uyarıyorlardı. İçlerinden en çok bağıran ise belki inanmayacaksınız ama takımın doktoruydu. Litvanya'daki maçların ikinci yarıları bizim teknik ekibin önünde oynadığımızda maçları kazanma şansımız çok fazla. Türk çocuğu coşarsa korkunç savunma yapar. Bu coşkuyu sağlama görevi kenardaki yöneticilerin omzunda. Bu yolda Nihat İziç ve Alaeddin Yakan'ın katkıları hergün artıyor. Bu da önemli bir gelişme. Türk basketbolunu hızlandırmamız gerek. Fast break (hızlı oyun anlayışımız) uygulamamız malesef çok yetersiz. Milli takımız da bile her maçta ancak top kapıldığında 1 veya 2 fast break sayısı bulabiliyor. Halbuki hızlı oyunun temelinde savunma ribauntları ve ilk paslar olmalıdır. Bu konu sadece milli takımın değil  tüm Türk basketbolunun sorunu. Bu yüzden ilk fırsatta bu konuya derinden değineceğiz.

Yazının Devamını Oku

Başarı yolu güçlü savunma

22 Ağustos 2011
Bugün Avrupa basketbolu eskiye göre çok farklı. Bundan bir süre önce Avrupa’da zirvede 3-4 ülke vardı. Diğer ülkelerin takımları ligde birbirleri ile savaşırlardı.

Bugün durum farklı. Aşağıdaki takımlar basketbollarını geliştirmiş durumda. Güçlü takımlar zayıf takımlarla bir aradalar. Özetle zayıf takım yok. Herkesin birbirini yenebileceği bir ortamdayız. Bizim için de durum farklı değil. Biz bugün Avrupa’da her takımı yenebiliriz. Ama maalesef bunun terside geçerli. Her takıma yenilebiliriz. Çare, Türk basketbol ekolünü geliştirmekten geçiyor.

 

Türk çocuğunun daha iyi basketbolcu olacağına inandırmak ve oyuncu geliştirme koçları anlayışını yerleştirmemiz gerek. Almanya’daki turnuvada ilk gün oynadığımız Yunanistan maçı basketbol tarihimizin en kötü maçıydı diyebiliriz. Savunmamız rakibi seyretmekle geçti. Hücumda ise son çeyrekte sadece iki sayı atıp rekor kırdık. Bu durum bizim ümitsizliğe iterken ertesi gün işler değişti. Belçika maçının ilk yarısında hayal ettiğimiz savunma ile sahadaydık. Belki de tarihimizin en saldırgan savunması ile ilk yarıyı bitirirken ümitlerimiz inancımız yeniden çok güçlendi. Özellikle duygusal Türk basketbolunda başarı yüzde 25 fiziksel yüzde 75 duygusaldır, moraldir. O gece ne konuşuldu da basketbolumuz 180 derece yön değiştirdi, ben çok merak ediyorum. Bir gece de ortamı bu kadar olumluya çeviren başta Orhun Ene tüm kenar yönetimine teşekkür borçluyuz Savunmada neler yağabileceğimizi gördük. Ama bu saldırgan cesur savunmaya devamlılık kazandırmalıyız. Belçika maçının ikinci yarısında ve Almanya maçında kararlı güvenli savunmamız bazen ortaya çıktı çoğu zaman da ortadan kayboldu. Ama biz böyle bir savunma yapabileceğimizi görünce yeniden ümitlendik. Saldırgan savunmanın yerleşmesi için bazı konulara değinmemiz gerek.

 

Kerem Tun çeri’nin savunması sağlam bir savunmadır. Kendi boyuna göre ayakları çok açıktır, onu kolay geçemezsiniz. Onun sağlam savunmasını saldırgan savunmaya çevirip elleri kollarıyla rakibin oyun kurucusunu bezdirmesi bir yeniliktir.

 

Bu savunma Ömer Onan’ın savunmasıyla birleşince çok güçlü bir temel oluşuyor. Bunlara Sinan da eklenince kimse bize karşı istediği oyunu oynayamaz, uygulayamaz.

 

Yazının Devamını Oku

Enerji yayanlar enerjiyi tüketenler

17 Ağustos 2011
Dün milli takım antrenmanı izlemek için Abdi İpekçi’ye gittim. Basına ve seyirciye kapalı bir antrenman yapılıyordu. İçeri girmek için TBF’den izin almam gerekiyormuş. Harun Erdenay’ı aradım “Tabii ağabey” dedi. Girdim izledim.

Bundan seneler önce milli takım antrenmanını izlemek için izin alacağım söylenseydi hiç inanmazdım. Bunu şunun için yazıyorum. Yıllar geçtikçe her şey değişiyor. Bugünün milli takım oyuncuları da bir gün aynı durumla karşılaşacaklardır. Bu yüzden bugünün kıymetini bilsinler.

 

Bugün tribünler, parkeler çılgıncasına onları bekliyor. Gelin oynayın, bize bu mutluluğu yaşatın diyorlar. Bu yüzden ben tüm kıymetli milli takım oyuncularımıza sesleniyorum: Günün kıymetini bilin, çıkın çalışın, önünüze geleni yenin, bize de bu şerefi yaşatın diyorum. Tekrar söylüyorum. Milli takımın başarısı onların fiziki yeteneklerinden çok psikolojilerine dayanıyor. Antrenmanda gördüğüm kadarıyla oyuncular moral olarak da iyi yoldalar. Ancak önlerinde daha boşluk var. Basketbolda oyuncular ikiye ayrılır. Bazıları pozitif enerji yayarlar bazıları ise içe dönük davranıp bu yayılan enerjiyi emip yok ederler. Siz attığınız her şutu sokamazsınız. Boyunuz kısa ise smaç vuramazsınız. Ancak karar verdiğiniz an pozitif enerji yayan biri olabilirisiniz. Yanınızdaki arkadaşınız sessiz ve düşünceli ise ona moral verirsiniz. Kendisine ne kadar iyi oyuncu olduğunu art arda tekrarlar ve onu havaya sokarsınız. Bugün için milli takımın yumruk olması gerek. Bunun için de herkesin pozitif enerji yayması şart. Bu da mümkün.

 

Antrenmanda mutlu gözükmeyen birkaç oyuncu vardı. Başta Ersan İlyasova. Ersan henüz moral olarak hazır değil. Maçlarda da henüz bir katkıda bulunamadı. Ama hücumda ona ihtiyacımız var. Ersan bildiğimiz Ersan olursa sayı gücümüz çok artar. Başta Hido. Ömer, Kerem, ne yapıp yapıp Ersan’ı milli takıma kazandırmalıdırlar. Hido’ya gelince, İzmir’deki maçta son dakikada oyunu terk edip gidişi herkesin kafasını karıştırdı. Bence eğer Hido kırılıp sahadan ayrılmışsa tüm oyuncuların teknik kadro ile birlikte olduğu bir ortamda herkesten özür dilerse takım, takım olur. Özür dilemek Hido’yu küçültmez aksine büyütür. Bu takımın moral kazanması için tutulacak yolun savunma olduğunu yazmıştım. Savunmanın temeli Ömer Aşık’ın gelişi ile çok güçlenecektir. Ömer’in NBA’de hücumunu daha da geliştirmesi gerek. Ama o şimdiden NBA’de ortayı kapatan, pota altına duvar ören yeteneklerin başında geliyor. Ömer’in milli takımda yapacağı ribaunt ve bloklarla savunmamıza çok olumlu katkı sağlayacağı ve tüm oyuncularımızın öz güvenini arttıracağı muhakkak.

 

Koç Orhun Ene’ye de bir tavsiyem yardımcılarından daha çok faydalanması olacaktır.

 

Yazının Devamını Oku

Hepimiz Türk basketbolu için

14 Ağustos 2011
İzmir’deki turnuva bizi üzdü ama inancımızı değiştirmedi.

Ben Avrupa Şampiyonası’nda başarılı olacağımıza gene yürekten inanıyorum. World Cup’ta başarılı olamayışımızın sebebi kafaların karışık olması. Oyuncular kendilerinden ne beklendiğini bilmiyorlar. Herkes her şeyi yapmak istiyor. Basketbolda başarı, her oyuncunun yeteneklerinin içinde olan doğru şeyleri yapmasıyla sağlanır. Üstelik basketbol yüzde 20 fiziksel yüzde 80 beyinseldir. Kafalar karışırsa oyun da karışır. Görev bölümüne açıklık getirmeliyiz. Benim bu takıma olan güvenimin altında kadronun yetenekli oyunculardan kurulu olmasının yanında, takımda Hido gibi bir liderin olması var. Liderin en önemli sorumluluğu oyuncuları birleştirip takımı takım yapmaktır. Hido sahada yoktu. Türk basketbolu böyle bir kadroyu, Hido gibi bir kaptanı kolay bulamaz. Bu yüzden başta Hido olmak üzere tüm oyuncular Türk basketbolunun elindeki bu fırsatı başarıya dönüştürmenin bilincinde ve heyecanında olmalıdırlar. Dünya ikinciliği İstanbul’da kazanıldığı için yanında soru işareti taşıyor. Litvanya’da kazanılacak bir madalya, Türk basketbolunun gücünün tartışılmaz bir ispatı olacaktır. Bugün Avrupa’da zirveye çıkmak için heyecan duyan takım sadece biz değiliz. Daha dün Avrupa basketbolunda Almanya, Fransa hatta İngiltere’nin adı yoktu. Litvanya’da oynanacak her maç çok güç geçecek ama bu bizi daha da heyecanlandırmalıdır. Çünkü çok güçlü bir kadromuz var. Yeter ki takım olalım. Benim kanım milli takımın yumruk olmasının yolu savunmadan başlayacaktır.  Hücumda herkesin aklı ister istemez az da olsa sayı atmaya odaklanır ama savunmada beyin serbesttir. Karar verince sayı attırmamaktan başka bir şey düşünemez olursunuz. Özetle savunmada yumruk olmak milli takımın önünü hücumda da açar. Bizim takımımızda bu güç var. Yeter ki savunmayı gaye edinelim. 65 sayıdan fazla sayı yemek bizi utandırır anlayışı yerleşse, herkes kendinden ne beklendiğini anlamakta zorlanmaz. Bu kafa karışıklığı sadece sahadaki oyuncularda değil teknik kadroda da görülüyor. Herkes ayakta sadece hücumu izliyorlar. Halbuki Nihat İziç gibi oyuncuları devamlı uyaracak asistan koç var. Nihat’ın sorumluluğu takımın 60-65 sayıdan fazla yemesini önlemek olmalıdır. Milli Takım’ın kenarda istatistikçisi Ömer kardeşimiz var. Onun görevi önemli istatistikleri, önemli oyuncularımız için antrenmanlarda tutmak olmalıdır.  Bugün artık dünyada siz antrenmanlarda istatistik tutmuyorsanız boşuna antrenman yapmayın deniyor. Savunmanın temeli ribauntlardır. Ömer ve Semih iyileştiklerinde Avrupa’nın en iyi savunma ribauntçuları hatta blokçuları bu kadroda olacaklardır. Yeter ki onlar kendilerinden ne beklendiğini bilsinler.  Bugün Türkiye’nin en çok sevilen sayılan, gelmiş geçmiş en iyi basketbolcularından Harun Erdenay takımın baş menajeri. Bu takım henüz yeni Orhun Ene’nin önü çok açık. Onun çok başarılı olacağı tartışılmaz. Ama oyuncularla psikolojik bağlamda sorumlu olabilir. Oyuncularla teknik kadro arasında ortada kolay gözükmeyen anlayış farklarını çözmek Harun’un görevi olmalıdır. Ayrıca takımda Harun’un, oyunun içinde savunma için ‘hadi göster’ kendini deyip de coşturamayacağı oyuncu olmadığını biliyoruz. Harun da Nihat İziç’le beraber savunma (moral asistan) koçu olabilir ve inanılmayacak kadar korkunç bir savunma sergilememize yardımcı olabilir. Takım savunmamızda ben Ömer Onan’ın rakip takımın oyun kurucusunu tutmasından yanayım. Bunun iki faydası olabilir. Rakibin oyun kurucusu, Ömer Onan’ın saldırgan savunmasıyla kafası karışıp oyunu yönetemez. İkinci fayda ise, her savunmada Ömer’in rakip oyun kurucuya yapacağı saldırgan savunma onu kolayca izleyen diğer oyuncularımıza da yansır. Müthiş bir savunma sergileyebiliriz. Savunma sloganı (birimiz hepimiz, hepimiz birimiz) içindir, bunu unutmayalım.

Hücumda takım oyununu oturtmak Hido ve Kerem Tunçeri’nin sorumluluğudur. Oyun sıkıştığı zaman öne çıkmak, son dakikalarda (maçı kazandırmak sorumluluğu) gene Hidayet’in olmalıdır. Hidayet bize ‘Türk basketbolu yeni Hidayetler bekliyor’ tezimizi haklı çıkarmalıdır. Son olarak yaptığınız asist sayısı bizim takım oyunumuzun ne kadar başarlı olduğunun bir göstergesidir. Ben İzmir Turnuvası’nda takım olarak yaptığımız asist ortalamasını yazamıyorum. Rakip 3 saniye koridoruna girmeden asist sayısı artmaz. Ender Arslan kendi asist sayısını gözyaşı damlası sayılarının önüne çıkarmalı ve örnek olmalıdır. Son olarak sloganı değiştiriyoruz: (Birimiz hepimiz, hepimiz Türk basketbolu için) Hadi çocuklar gösterin kendinizi!

Yazının Devamını Oku

Zirve yolundayız

8 Ağustos 2011
Geçen haftaki yazımda saatte 1500 şut attıran ŞUT TABANCASINDAN bahsetmiştik.

Bu şut bombalarının ülkemize gelmesiyle basketbolumuzun önünün çok açılacağını yazmıştık. Ama yine beklenen sonucu alamadık. Ortada kıpırdanma yok. Sadece Türk basketboluna birçok yenilikler katan Anadolu Efes’in bu konu ile ilgilendiğini duyuyoruz.  

 

Gerçekçi olalım Türk çocuğunu basketbola çok yetenekli olduğunu biliyoruz. Peki bu yetenek. fundamentalların hangisinde belirgin. Avrupa basketbolunda zirveye çıkmak için neyimize güvenmeliyiz. Atletik yeteneğimiz yeterli. Ama süper değil. Pas, dripling, ribaunt, savunma ve şut gibi temel yeteneklerin hangisinde öndeyiz. Veya çalışırsak öne çıkarız. Bana göre en yetenekli olduğumuz konu şut. Türk çocuğunun eli hassas gözü keskin. Bu nedenle şut basketbolumuzun en çok üstünde duracağı konu.

 

Geçen hafta da yazdım. Biz antrenmanlarda yeterince hızlı çalışmayız. Bu şut makinesinin en önemli özelliği çabukluğu ve tekrar sayısı. Eğer bir Türk çocuğu günde attığı 40-50 şut yerine 1000 şut atarsa ne olur düşünün. Türk çocuğunun şut mekaniği iyi. Bileği kolu dirseği muntazam. Ama (adale hafızası) az şut attığı için boş. Şut tabancasının basketbolumuza getireceği faydalar sadece Türk çocuğunun daha iyi şutör yapmakla sınırlı değil.

 

Siz iyi şutör oldukça öz güveniniz kendinize olan saygınız artar. Özgüven basketbolda bir yetenekten diğerine kolayca geçmenizi sağlar.

 

Yazının Devamını Oku

Şut tabancası

3 Ağustos 2011
Bu yazıya da kendimizi düşünceye zorlayarak başlıyoruz.

Biz Türk çocuğunu şut yeteneğiniyle hep öne çıkarırız. Gerçekten de gençlerimizin elleri çok hassas gözleri çok keskin nişancıdır. Ama basketbolda özellikle şutta başarı tekrar demektir. Biz bir antrenmanda yeteri kadar şut atmıyorsak ne kadar yetenekli olursak olalım yetmez. İki siyah oyuncu boş sahaya antrenmana çıkınca ilk yaptıkları iş birebir oynamaktır. Biz bununla hiç ilgilenmeyiz. Bu yüzden birebir adam geçme yeteneğimizin hemen önünü tıkarız.

 

İki beyaz oyuncu ise genelde boş sahaya çıktığında ilk olarak topu birkaç kere yere vurur sonra 3 sayı şutuna başlarız. Tabii bu iyi bir alışkanlık. Ama bir oyuncunun bası ile diğerinin attığı şut sayısı sınırlıdır. Pası veren oyuncu hele top kenarlara kaçmışsa topu alır pasa çevirirken yorulur, bıkar, şut temposu düştükçe düşer. Bu yüzden de oyuncular antrenmandan önce gelip şut atma heyecanını kaybederler. Aynı sebepten antrenman sonrası sahada kalıp şut atmak da kolay gerçekleşmez. Bu şekilde şut atmanın 2 olumsuz etkisi daha vardır. Şutlar maç temposunda atılmaz ve daha önemlisi şut atmakla şut sokmak birbirinden ayırt edilmez. Siz sahada şut atmakla değil şut sokmakla sorumlusunuzdur. Ama kaç şutta kaç sayı attığınız istatistiğini kimse tutmadığı için kaç şut attığını ve bunların kaçını sayıya çevirdiğinizi bilmezsiniz.

 

Hep kafama bir sual takılır. Bir Türk genç oyuncu bir haftada kaç şut artar diye kendime sorar cevap veremem. Size göre bir Türk oyuncunun günde haftada ayda attığı şut sayısı kaçtır. Düşüncenizi iletirseniz sevinirim. Çünkü şutta iki şey çok önemlidir. Şut mekaniği öncelik taşır. Dirseğiniz, bileğiniz, parmaklarınız gibi birçok konu bu şut mekaniği içindedir. Türk çocuğunun şut mekaniği iyidir. Seyrederken size acayip gelecek şut stiline sahip oyuncumuz hemen hemen yoktur. Ama şut mekaniğinin ardından ikinci önemli konu adale hafızamızı geliştirmektir. Bunun için şart tekrar, tekrar, tekrardır. Bizim antrenmanlarda tığımız şut sayısı yetersizse adale hafızamız boş kalır. Olacağınız kadar iyi şutör olamazsınız. Takım antrenmanında en az 10-12 oyuncu olduğundan hele iyi çalışmayan takımlarda birkaç kişi şut atarken pek çok oyuncu sırada bekler. Biz bu gidişi değiştirmez, yenilikler eklemezsek Türk genci şut yeteneğini nasıl kullansın. Cevap basit; şut yeteneğinin tümünü kullanmadan basketbolu bırakır ve takahüt olur.

 

Bugün bu şut yeniliklerinin başında şut tabancası dediğimiz alet geliyor. Siz internete Google’a GUN8000 yazdığınızda her çeşit teferruatı ile bu alet karşınıza çıkıyor. Özellikleri anlatılamayacak kadar çok. Saatte 1500-1800 şut atmanızı sağlıyor. Bundan 6 ay önce yazdığım bir yazıda Kevin Durat’tan bahsetmiştim. Durant, 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’ndaki 3 sayı kralıydı. Kerem Gönlüm’ün, Kevin Durant’ın 1 yılda attığı şut sayısına erişmesi için 10 yıl gerekli olduğunu yazmıştım. Alet her gün daha da gelişiyor. Bombaya her gün yenilikler ekleniyor. Şutun hızını istediğiniz gibi hazırlayabiliyorsunuz, sahasının her yerinde istediğiniz gibi sayı atabiliyorsunuz. İki kişi pas yaparak, örme yaparak, pick and roll oynayarak hatta dripling üzerinden şutunuzu geliştirebiliyorsunuz. Alet kaç şuttan kaçını soktuğunuzu bile kaydedip size verebiliyor. Bugünkü yazıda da Furkan’ı örnek alalım. Furkan, en iyi ihtimalle günde 75-100 şut atabiliyor. Bugün ABD’de veya İspanya’da bu aletlere sahip bir oyuncu 1,5 saatte bu rakama erişebiliyor. Bu Furkan’ın günde attığının en az 15-20 misli. Ve biz Furkan’dan günde 20 kere fazla şut atan yabancı oyuncu kadar sayı yapmasını bekliyoruz. Haksızlık oluyor. Bu aletlerin fiyatı 8000 dolar civarında. Bugün Türkiye’de herkesin gözü yabancı oyuncu transferinde ve korkunç paralar konuşuluyor. Bu oyuncuların bir iki günde banyo yaparken aldıkları parayla Türk basketbolunda bir reform olacak bir aleti getiremiyoruz.

 

Yazının Devamını Oku

Basketbolcunun rakibi kendisidir

1 Ağustos 2011
İnternetten canlı basketbol maçı izlendiğini hep duyardım. Ama ne yapılacağını bilmediğimden hiçbir maçı internetten izlememiştim.

Geçtiğimiz hafta sonu bu şansı yakaladım. Polonya’daki Gençler Avrupa Şampiyonası’nda milli takımımızın son iki maçı canlı seyrettim. Türkiye’de birbirinden değerli birçok basketbol sitesi var. Siteye girdiğiniz zaman Türkiye’de Avrupa’da hatta NBA’de o gün neler olmuş hemen öğreniyorsunuz.

 

Ben maçları veren FIBATV.com adresini bu kıymetli basketbol sitelerimizden Salsabasket’ten öğrendim. Kendilerine candan teşekkür ediyorum.

 

Cumartesi günkü maçımız İspanya’ylaydı. Biz 1 gün önce geçen yılın Gençler Avrupa  Şampiyonu Litvanya’yı 80-70 yenmiştik. Spiker Türk takımının son 7 senede 4 kez yarı finale yükseldiğini söylüyor basketbolumuz için olumlu konuşuyordu. Ama biz İspanya maçına iyi başlayamadık ve ilk çeyrekte sadece 5 sayı yaparak neredeyse maçı başlarken kaybettik. Son maçta ise İtalya’yı yenerek bronz madalya kazandık. İlk yarı iki takım da adam adama oynarken gerideydik. Ama ikinci yarı koçumuz Erhan Toker başarılı bir taktik uyguladı. Alan savunması ve adam adama savunmayı birbirine katarak İtalyanların kafasını karıştırdı ve galibiyette önemli rol oynadı. Gençlerimizi de koçlarını da kutluyorum.

 

Genç takımımızın oyuncularının hepsi iyi atlet ve yetenekli oyuncular. Ben hep Türk çocuğunun en yetenekli olduğu spor dalının basketbol olduğunu söyler yazarım. Bu turnuva sonunda bu inancım daha da güçlendi.

 

Yazının Devamını Oku