23 Ekim 2007
BEKO Basketbol Ligi’nin kalitesi tartışılabilir. Ama bu yıl milli ligin geçen senelere göre daha çekişmeli geçeceği muhakkak. Çekişmeli ligin temelinde, bu yıl tüm takımlarımızın savunmaya öncelik tanıyıp mücadele kararlılıklarını artırmaları yatıyor.
Savunmada dozundaki artış ise milli takımımızın Japonya’da sergilediği savaş ve Fenerbahçe Ülker’in geçen yıl sonundaki savunma konsantrasyonundan kaynaklanıyor. Bu iki başarının altında Bogdan Tanjeviç ve Aydın Örs var. Bence Aydın Örs’ün geçen yıl son dönemde birbirine hiç benzemeyen kişilikli ama güç karakterli, hepsi Türkiye için büyük sayılabilecek Fenerbahçe Ülker kadrosunu bütünleştirip yumruk yapabilmesi, bir mucizeydi. Bu mucizenin arkasında ise oyuncuların Aydın Örs’e duydukları saygı vardı.
Bu kadro hiç kayıp vermeden bu yıl Tanjeviç’in elinde. Basketbolda savunmanın başarısı, adele kadar beyin ve yüreğe, özveride kararlılık ve kesintisiz zihinsel konsantrasyona bağlıdır. Her an tetikte olmak, başarılı savunmanın sırrıdır. Tanjeviç’in maçlarda oyuncularını her an savunmaya hazır tutmak için kullandığı method, "kesintisiz uyarı" methodudur. Siz isterseniz buna, kenardan bağırıp çağırma diyebilirsiniz. Uyarı methodu henüz geçerli. Tanjeviç’in kontrolündeki Fenerbahçe Ülker’in bu yıl iki Efes Pilsen maçında da savunması mükemmeldi. Bandırma Banvit maçı eksik kadro ile oynandı. Bu yüzden elinden gelen fazlasını yapmak şeklinde özetlenebilecek Fenerbahçe savunması sona yaklaştı, demek için henüz erken.
Ömer Onan’ın farkıOyunculara gelince... Bir gün İbrahim Kutluay için, "Savunmadaki özverisi ile takımına hücumundan daha fazla faydalı olacak" dense inanmazdım. Ama geçen yıl başlayan liderlik anlayışı İbrahim’de bu yıl da sürüyor. Mirsad Türkcan’ın savunma ve ribaundlardaki performansını tekrarlamaya gerek yok. Banvit maçında bu iki oyuncu da sahada yoktu.
Gelelim Ömer Onan’a... Ömer yalnız Fenerbahçe Ülker’in değil, Türkiye’nin en konsantre ve gayretli dış adam savunucusu. Ömer’in tuttuğu adamın nefes alması bile zor. Bir dış adam savunucusunun başarı ölçüsü, ona perdeleme "screen" yapıldığı zaman belli olur. Türkiye’de Türk oyuncular içinde kendisine perdeleme yapıldığı zaman tuttuğu adamla arasına kimseyi sokmamak için sakatlanmayı bile göze alıp ölümüne savaşan tek oyuncu Ömer. Türkiye rakip point guardı tutarken, kafasını hep arkalara çevirip "Buradan geçerse adamımı sen alırsın, oradan geçerse de sen alırsın" diye daha birebir savaş başlamadan arkadaşlarından yardım bekleyen oyuncularla dolu. İsimlerini saysak yazı o kadar uzar ki, gazetede yer alamayız.
Yazının Devamını Oku 10 Ekim 2007
LİGLER başlıyor.. Dikkatlerimiz bundan sonra daha çok maç sonuçlarına odaklanacak. Bu yüzden Türk basketbol ekolü gibi genel konuları tartışmaya sınırlı bir zamanımız kaldı diye düşünüyorum. Geçen hafta yavaş ve kısıtlı hareketli Türk basketbolunun esas sebeplerinden en önemlisinin alt yapılarımızda hareketli serbest oyun (Free play) yerine (kurulu düzen) set oyununu seçmemiz olduğunu yazmıştık. Motion offence hareketli oyunda genç oyuncu pası verdikten sonra savunmayı okuyup, muhakkat hareket etme zorundadır. Kimse pası verdikten sonra yerinde duramaz. Kurulu düzende (set oyunu) ise oyuncunun hareketi, koçun tebeşirle çizdiği oyunla sınırlıdır. Bu durağanlığa katkı yapan diğer bir önemli etken de oyun anlayışıdır.
Basketbolda iki esaslı oyun anlayışı geçerlidir. İlkinde takım savunması hücumda başlar. İkincisi ise bunun tam zıttı, hücum savunmadan başlar uygulamasıdır. Burada seçim koçların risk almaya karşı tutumlarıdır. Fazla risk almak istemiyorsanız, kolay sayı (fast-break) yememek için hücumda tedbirli olursunuz.
İki farklı anlayış
Her boş şutu kullanmazsınız. Oyunu kontrol edip savunmanın en büyük zaafı fast breakleri yemeden yarı saha savunmasına kazasız belasız dönersiniz. Maçları az risk alan takım mı, yoksa çok risk alan takım mı kazanır tartışması universal bir konu. Hangisi doğru, karar vermek zor. Ama tartışılmayacak bir konu, risk alan, savunmada saldıran ve hücuma koşan takımların basketbolunun göze çok hoş geldiğidir. Biz Türk basketbolunda savunmada risk almayı, oyunu hızlandırmayı sevmiyoruz. Bu anlayışın olumlu katkısı yarı saha savunmasıyla ortaya çıkar.
Bence Türk basketbolunda yarı saha savunmasını en iyi uygulayan koç Oktay Mahmuti’dir. Geçen seneki Efes Pilsen sezonun ilk döneminde Avrupa’nın en iyi savunma takımlarının başında geliyordu. Ama Türk çocuğunun savunması coşkuya bağlıdır. Coştukça iyi savunma yaparız. Coşku için de en kestirme yol fast breakler sonunda atılan kolay turnikelerdir. Başka bir deyişle hücum savunmadan başlar anlayışıdır. Türk çocuğunun içinde coşku olmazsa disiplini sürdürmek çok güçtür. Efes’in kontrollü, risk sevmeyen oyununa Oktay Mahmuti’nin negatif enerji yayan tutumu da etklenince moralsiz oyuncular ligin sonunu getiremediler. 4-0’lık Fenerbahçe Play-Off Final serisinin sebebi de bence budur. Burada ortaya çıkan en önemli konu ise "Risk almak ile hata yapmak aynı şey değildir" anlayışıdır.
Lideriniz olmalı
GERÇEKTEN lider, yaratıcı bir oyun kurucunuz varsa, aldığınız risklerin çoğu olumlu sonuç verir. Oyunu ne zaman hızlandıracağını, kime nerede pas vereceğini bilen bir oyun kurucunuz yoksa, alınan risklerin çoğu olumsuz sonuçlanır. Bizim de oyun kurucu konusunun üzerinde bu kadar ısrarla duruşumuzun sebebi budur.
Efes’in bu yılki koçu David Blatt’ın Türk basketbolunu hızlandıracağı muhakkak. Blatt "hücum savunmadan başlar" görüşünde olan bir koç. Ama Blatt İsrail kökenli. İsrail’in basketbol anlayışında savunmada yürek yerine beyni kullanmak tercihi vardır. Savunmada herkesin ölümüne savaşması yerine rakibi şaşırtacak kafa karıştıracak taktiksel savunmalar öncelik taşır. Efes’in son Minnesota maçındaki savunması da bunlardan biriydi. Efes’in o maçta yaptığı zaman zaman adam adama, zaman zaman da alan savunmasından oluşan kombine savunma, NBA takımını düşünceye zorladı. Ve onların adale üstünlüklerini sınırladı.
Blatt hızlandıracak
Blatt’ın savunma anlayışının beyne mi (cinlik), yoksa yüreğe mi dayalı olduğunu yakında anlayacağız. Ama ilk günden belli olan husus, Blatt’ın Efes’e ve dolayısıyla Türk basketboluna hızlı oyunu yeniden tanıtıp sevdireceğine şüphe yok. Bu anlayışın oyun kurucu Ender Aslan’ın lider yaratıcı point guard olma şansını yeniden canlandıracağını görüyoruz. Ender’in beyni (cinliği) zaten yeterli. Ama o gerektiği kadar yüreğini kullanmaya üşeniyor. Ender savunmasını, özverisini artırır ve egosunu aşarsa, 2010 Dünya Şampiyonası için hayal ettiğimiz oyun kurucu olma şansını David Blatt ile yükseltir.
Tutku’nun iŞi zor
Æ Son olarak geçen yıl Türk Telekom’un bir üst sınıfa çıkmasında büyük katkısı olan tek Türk oyun kurucu Tutku’nun yanına da Khalid El Amin getirildi. Ercüment Sunter basketbolumuzun her yönden ideal koçlarından biri. Onun Ankara basketbolunu yeniden diriltmesini ve Türk Telekom’u lig şampiyonluğuna aday takımlardan biri yapmasını gönülden alkışlıyoruz. Ama bu son transfer Tutku’yu zora soktu. Yeni transferle Türk Telekom, arkadaşın karikatürünün figürünü bulmuş olabilir. Ama biz Milli Takım’da lider olabilecek oyun kurucu gencimizi hala arıyoruz. Tutku’yu bu göreve hazırlaması Ercüment Sunter’in Türk basketboluna katkısını zirveye çıkartır.
Basketçi olma yüzücü ol
Minnesota’ya gelince... Yıldız oyuncusu Kevin Garnet’ı Boston’a kaptırınca, hayranlıkla seyredilecek oyuncusu kalmadığından sıradan bir takım görüntüsüne büründü. Amerika’da basketbol giderek siyah oyuncuların atletik önceliklerinin önem kazandığı bir spor olma yolunda. Minnesota kadrosunun neredeyse tümü siyah oyunculardan kurulu. Bu gidiş belli ki NBA Genel Menajeri David Stern’i endişelendiriyor. Teknik kadrolarda beyazların olması tribünleri doldurmaya yetmiyor. Amerika’da beyaz ailelerin basketbolcu olmak isteyen çocuklarına "Basketbol siyahların sporu. Sen onlarla baş edemezsin. Sen iyisi mi yüzücü ol" dedikleri bir devri yaşıyoruz. Bu yüzden belli ki Stern’in kafası NBA’i Avrupa’ya sevdirmekten çok Avrupalı beyaz oyuncuları keşfetmeye çalışıyor. Bu gidiş Türk basketbolcularına NBA yolunu açıyor. Ama bir yandan da Türk basketbolundaki taktik, kurulu düzen, aşırı tebeşir anlayışı Türk çocuklarının yolunu tıkıyor. NBA Mehmet Okur gibi şut atan uzunları, Hidayet gibi çok yönlü dış adamlarını arıyor. Hidayet’in basketbolda yapamadığı iş yok.
Onun Türkiye’nin yetiştirdiği çok yönlü oyuncuların başında geldiği bir gerçek. Ama bu gerçeğin altında Hidayet’in genç takım yaşında oyun kurucu olması yatıyor. Onun içindir ki genç koçlara biz "Elinizdeki en kısa oyuncuları point guard yapacağınıza, en yetenekli, en kişilikli oyuncularınızı oyun kurucu oynatın" diyoruz. Yoksa yakın gelecekte bütün A takımlarımızda ne olduğu belirsiz, kısacık oyun kurucular görmek Türk basketbolu için çok acı olacak. Ufacık siyah oyun kurucular kötü oyuncu değiller, ama Türk çocuklarının örnek alacakları vasıfları da yetersiz. Geçen gün bir basketbolsever gönderdiği e-mail’de "Siz bir karikatürist çağırıp, ’Bu kısa point guardlardan hangisinin resmini çizersin?’ diye sorsanız, adam şaşırır kalır, karar veremez" diyordu.
Hatırlatırız. Görüşlerinize teşekkürler... granit@turk.net
Yazının Devamını Oku 3 Ekim 2007
TÜRK basketbol ekolü ve temel sorunları konusunda görüşlerini e-mail yollayarak paylaşan basketbolseverler sayesinde basketbolla dolu bir haftayı geçirdik. Ayrıca Cumhuriyet Gazetesi’nin tertiplediği Basketbol Adamları toplantısında da son Avrupa Şampiyonası ve Bogdan Tanjeviç hakkında çok ilginç görüşleri paylaşma fırsatımız oldu.
Türk basketbolunda bugün en çok tartışılan konu, "Neden Litvanyalılar bu kadar hareketli oynuyorlar da biz adeta durarak oynuyoruz?" sorusu oluyor. Bu sorunun cevabını bulmak için neredeyse 70 yıl öncesine dönmek gerekiyor.
Avrupa’da basketbolu Amerika’dan Litvanya’ya yerleşen bir papazın başlattığı kanısı yaygın. Bu papazın da Amerika’da basketbolun serbest (Free Play) pasa ve harekete dayalı (Motion offence) ekolünden gelmesi, yıllarca Litvanya ve Rusya’ya Avrupa’da hareketli ve serbest oyunda öncelik tanıdı. Bu avantajlar hala sürüyor. Bizde ise modern Türk basketbolunun kurucusu Samim Göreç ağabeyemizin Amerika’da basketbolu öğrendiği yerde ise set oyunu (kurulu düzen anlayışı) hakimdi. Oyuncuların sahada ne yapacaklarının koç tarafından önceden çizilip belirlendiği kurulu düzen anlayışı bizim basketbolumuzun temelidir.
Monoton oyun
Alt yapılar dahil kurulu düzen set oyunu anlayışı giderek Türkiye’de yayıldı. Bu yüzden de son senelerdeki çoğu yıldız oyuncularımızın öne çıkan tek vasıfları iyi şutör olmakla sınırlı. Bütün dünyada basketbol giderek sahada ne yapılacağı önceden kestirilen sürprizi az bir oyun olmaya başladı. Koçlar şikayetçi değiller. İstediklerini, yazıp çizdiklerini aynen uygulattıkları için memnunlar bile. Ama basketbol giderek monotonlaşıyor.
NBA’deki durum da şöyle: NBA’de seyirciler tuttukları takımdan çok sahadaki yıldız oyuncuları izlemeye giderler ve tribünleri doldururlar. Bu yüzden orada koçların görevleri, takım oyunundan çok yıldız oyuncuların yeteneklerini serbestçe sergileyebilecekleri birebir pozisyonlar hazırlamaktır. Ama yıldız oyuncuların birebir savaşları orada da o kadar çok tekrarlanır oldu ki, NBA yönetimi birebirleri sınırlamak için kaide değişiklikleri yapmak zorunda kaldı.
Sürpriz heyecanı
Eskiden basketbolda iki guardla oynayan pek çok takım vardı. İki oyun kurucu ile oynandığında basketbolda hangi oyunun uygulanacağını rakip takımın keşfetmesi iki misli güçtü. Ama koçlar bunu da çok gördüler. Oyun kurucu sayısı bire indi ve koçun sahadaki uzantısı denen point guardların en önemli görevleri patronun dediklerini aynen uygulamakla sınırlandı. Oyun kurucular kenardan işaretlenen oyunları 1-2-3 diye bağırıp, diğer oyuncuları adeta robotlaştırdılar. Bu gidiş Steve Nash’in Phoenix’e transferiyle son bulma şansını yakaladı. Nash koçu D’Antoni’nin kendisine tanıdığı özgürlük ve yetkilerle takım arkadaşlarına bağırmak yerine gözleriyle ve vücut diliyle iletişim kurarak basketbolda sürpriz faktörünü diriltti. Bu anlayış sürerse bundan birkaç yıl sonra en az tebeşir kullanan koç, en başarılı koçtur anlayışı yerleşirse kimse şaşmamalı. Jasikevicius Yunanistan’ın Panathinaikos takımına transfer oldu. Yazarlar onun hava meydanına gelişinde binlerce taraftarın karşılayışını anlata anlata bitiremiyorlar. Bu taraftarların coşkusunun, onun gelişiyle Panathinaikos’un daha çok güçleneceğinden çok, belki de farkında olmadıkları sürpriz dolu ilginç bir basketbol seyretmek heyecanından kaynaklandığına inanıyorum.
Özetle, Türk basketbolu yaratıcı oyun kurucularını arıyor. Türk basketbol ekolünü hareketli oyuna motion offence dayanarak çözmek çok doğru bir karar olur. Ama sonuç almak yıllar sürer. Buna karşılık bizim de yaratıcı, yetenekli, lider oyun kurucular hazırlamamız çok zor değil. Yeter ki bu anlayışı derhal alt yapıdan başlayarak benimseyelim ve uygulayalım.
Şansı kaçırmayalım
Bizde alt yapıda, yetenekli, kişilikli oyuncuları hemen skorer yapma alışkanlığı var. Son milli takımımızda lider vasfına sahip oyuncuların başında İbrahim geliyordu. Ama İbrahim skorer, skorerden lider olması çok güç, hatta imkansız. Skorerin görevi maçı kazandırmak. Oyun kurucunun görevi ise egoları birleştirip takımı takım yapmak. Eğer Harun Erdenay’ın gençliğinde lider oyun kurucu anlayışı ile basketbola başlasa ve milli takım oyun kurucusu olsaydı, Türk basketbolu nerede olurdu dersiniz. Bence savunmasını geliştirmiş Harun’un basketbol yeteneği oyun okuma yeteneği ile birleşse Nash’i gölgede bırakan bir basketbolcu olurdu.
Alt yapıda en yetenekli oyuncuları oyun kurucu yapma zamanı geldi. Biz Türkiye’de oyun kurucu olarak basketbola başlamış Harunlar’ı ve İbolar’ı yetkileri artırılmış Orhunlar’ı ve Leventler’i arıyoruz.
Tanjeviç’e gelince... Bence o genç oyunculara tanıdığı şans ve Japonya’da Milli Takım’ın sergilediği takım savunmasıyla bize çok faydalı oldu. Ama esas faydası, Yugoslav koçların bilip de bizim koçların bilmediği hiçbir şey olmadığını bize öğretmesiydi. Bu yüzden güvenle Türk basketbolunun geleceğini tebeşir yerine fundemantel çalışmalarına öncelik tanıyan Türk koçlara emanet ediyoruz. Yaratıcı, lider, oyun kurucular yetiştirecek basketbolumuzun Avrupa’da lider olma şansı var. Bunu kaçırmayalım.
Yazının Devamını Oku 27 Eylül 2007
Aydın Örs geçen yıl çok güç karakterleri birleştirip F.Bahçe’yi şampiyon yaptı. Onun kenarda kalışı, Türk basketbolu için telafisi mümkün olmayan bir kayıp... MİLLİ takımlarımız o kadar çok inişli çıkışlı eğriler çiziyor ki, ben artık Türk basketbol ekolü kavramına açıklık getirmemizin zamanının geldiğine inanıyorum. Türk basketbolu denince, nasıl bir oyun anlayışı akla geliyor konusunda kafalar karışık. Bu yüzden bu konuları tartışıp özellikle alt yapıdan başlayarak temel bir Türk basketbolu karekteri resminin çizilmesi şart. Alt yapı koçları ve basketbol yazarları dahil, bütün basketbol adamlarımız tartışarak, uzlaşarak başarıya giden yolu belirlemek zorundayız...
Aydın Örs geçen yıl çok güç karakterleri birleştirip F.Bahçe’yi şampiyon yaptı ve koçluk kariyerini yeniden zirveye taşıdı. Onun kenarda kalışı, Türk basketbolu için telafisi mümkün olmayan bir kayıp.
Türkiye'de savunmanın önemi her geçen gün daha çok anlaşılıyor. Bu yıl tüm kulüp takımlarımızın savunmada geçen yıllara göre daha gayretli daha saldırgan olacakları muhakkak, ama savunmanın hemen ardından oyun temposu geliyor. Türk basketbolu hızlı oyuna (fast-break) ne kadar öncelik tanımalı sorusu ortaya çıkıyor. Bir kısım basketbol adamına göre, hızlı oyuna konsantre olursak Türk oyuncuların aklı her fırsatta ileri kaçmaya takılı olduğundan, savunmada ölümüne savaşmıyorlar. Bunun tersi de doğru. Türk çocuğunun başarısı, gayreti coşkuya bağlı. Oyuncularımız hücumda coşunca savunmada gayretleri ikiye katlanıyor. Hücumda coşmanın da en kestirme yolu, hızlı hücumlar sonunda bulunacak kolay sayılar, turnikeler. "Hızlı oyun mu, yavaş oyun mu?" ikilemi tartışılacak, uzlaşma ile çözüm bulunacak konuların başında geliyor.
Bir diğer tartışma konusu da, basketbol ekolomüzde 3 sayının önemi. Türk çocuğunun şut yeteneği tartışılmaz. Ellerimiz hassas, gözlerimiz keskin. Avrupa'nın en iyi şutörleri arasında bizim oyuncularımızın üst sıralarda yerleri tartışılmaz. Bundan 2-3 yıl önce Kaya Peker'in 3 sayı atıp sokacağına kim inanırdı? Yarın öbür gün Fatih Solak da 3 sayı atarsa, kimse şaşmamalı.
Kime lider denir?
Mehmet Okur'a bakın... Mehmet NBA'in en iyi 3 sayı atan oyuncularından biri olmasa orada olur muydu? 3 sayının avantajı çok belirgin, 2 sayılık şut mesafesinin 15 santim arkasından attığınız şut 3 sayı değerinde. Sizin takımın her hücumda ortalama 1 sayı attığını farz edersek, 1 hücumda 3 hücumluk avantaj sağlıyorsunuz. Ama kafaları yalnız 3 sayıya taktığınız zaman da set oyunu durağana dönüşüyor, kimse yerinden kımıldamak istemiyor. Özetle takım oyunu ihanete uğruyor. Bu bakımdan 3 sayının Türk basketbolundaki yeri, önemi sorusu, çözülmesi en zor soralardan biri olarak karşımızda dağ gibi duruyor.
Türk basketbol ekolünde teknik ve taktik konular yanında, liderlik ve sinerji gibi psikolojik faktörler de sırada telaş içinde bekliyorlar. Liderlik kavramı hem koçlar hem onların sahadaki uzantıları oyun kurucular için geçerli. Liderlik öyle kolay çözülecek bir konu değil. İnanmayacaksınız ama internete girip google'da "Liderlik nedir?" diye sorsanız, karşınıza binlerce yazı çıkıyor. Bunlardan bazılarının liderlik tanımı, Türk basketbolunda da halen geçerli. "Basketbolda her dediğini yaptıran, astığı astık, kestiği kestik koçlara lider denir." Anlatımı, kolay anlıyoruz.
"Liderlik oyuncuların içlerinde onların bile fark etmedikleri önderlik yeteneklerini bulup çıkartan, onları yetiştiren, elit basketbolcu olma yolunu açan koçlara lider denir." Bu tarifi biz de pek göremediğimiz için kolay anlayamıyoruz. Bizde oyun kurucuların takımın lideri oldukları görevlerinin takımı takım yapmak, yanındaki oyuncuları büyütmek olduğu yolunda bir anlayış henüz gözükmüyor. Oyun kurucuların liderlik görevlerinin ABD'de Steve Nash ile yeniden başladığını yazmıştık. Ama burada en önemli görev Steve Nash'e bu yetkileri veren, kendini ve egolarını aşan koç Mike D'Antoni'dir. Mike D'Antoni'nin ABD Basketbol Milli Takımı'na yardımcı koç olmasından sonra orada da işler değişti. Las Vegas'ta şampiyon olan milli takımın geleceğin gerçek Dream Team'i (Rüya Takım) olacağına, artık herkes inanıyor.
Otoriteyi paylaşmak
Mike D'Antoni ile beraber milli takımda oyun kurucu Jason Kidd'in de yetkileri arttı. Şampiyona sırasında Jason Kidd'in asist sayıları yerine onun takım arkadaşlarının sırtlarını kaç kere sıvazladığı ve moral verdiği önem kazandı. Liderlerin egolarını aşma özelliği omuz omuza olan takımlarda, bir oyuncudan diğerine kolayca geçiyor. Bugün dünyanın en egoist basketbolcusu kimdir diye anket yapılsa, Kobe Bryant açık ara birinci olur. Son maçta ABD'nin Arjantin'e 37 sayı farkla yenildiği maçta Kobe Bryant sadece 5 sayı attı. Bir yazar maç yazısında, "NBA'in sayı kralı olan bir maçta 35 dakikada attığı 81 sayı ile tarihe geçen Kobe'nin sadece 5 sayı attığı maçtan sonra sevinçten havalara uçacağını rüyamda görsem inanmazdım" diyordu.
Oyun kuruculara verilen liderlik görevinin hudutları henüz dünyada belli değil. Belli ki, Litvanya'nın oyun kurucusu ve kaptanı Sarunas Jasikevicius, Steve Nash'e verilen yetkileri istiyor. Bu yüzden de aynı anlayışta olmayan koçlarla hep ters düşüyor. ABD'de de koçlar genelde Mike D'Antoni gibi kendilerini aşan tipler değiller.
Geçenlerde gazetelerde Jasikevicius'un NBA'den kovulduğu haberi vardı. Basketbol camiasında, "Şöyle Jasikevicius gibi bir lider oyun kurucum olsa" diye sızlanan sayısız koç olduğu muhakkak. Ama Jasikevicius'un NBA'den kavulmasının arkasında otoritesini paylaşmak istemeyen ve "Ya o, ya ben" diyen Don Nelson'ın olduğunu yine gazetelerden öğrendik.
Görev Uslu'ya düşüyor
Bogdan Tanjevic ile devam kararını konuşmak istediğinizi biliyorum. Ama benim öncelik tanımakta olduğum Aydın Örs konusu var. Aydın Örs'e yapılan haksızlığın basketbol tarihimizde benzeri yoktur, diye düşünüyorum. Aydın Örs geçen yıl Solomon, Mrsic, Mirsad gibi çok güç karakterleri birleştirip aralarında sinerji kurup Fenerbahçe Ülker'i şampiyon yaptı ve koçluk kariyerini yeniden zirveye taşıdı. Bilgisiyle, tecrübesiyle ve saygınlığı erişilmez kişiliğiyle basketbol hayatının zirvesindeyken kenarda kalışı, Türk basketbolu için telafisi mümkün olmayan bir kayıp. Türk basketbolunun Aydın Örs'e ve onu örnek alacak genç koçlara inanılmaz ihtiyacı var. Onu yeniden kazanmak görevi bana göre gene kıymetli bir basketbol adamı Mahmut Uslu'ya düşüyor. Bizden söylemesi.
Not: Türk basketbol ekolü için görüşlerinizi bekliyorum. Teşekkürler.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2007
"Tanjeviç ile tamam mı devam mı?" diye soruyorsanız, cevabım ne yazık ki, "Geriye bakarak ileri gitmek çok zor, hatta imkansız" olacaktır. KISA bir süre öncesine kadar koçlara, "Oyun kurucun kadar konuş" denirdi. Artık koçlara, "Eğer sahada takımın lideri bir oyun kurucun yoksa, hiç ağzını açma" deniyor. Bu anlayış değişikliğini ve oyun kurucuların öneminin artmasını NBA’de Steve Nash gerçekleştirdi. Koçun sahadaki uzantısı Steve Nash (bir çok ABD’li yazara göre NBA’in en az atletik olan oyuncusu) smaç vurmak bir yana, sıçrayınca çembere bile güç değiyor.
Buna karşılık Nash’in oynadığı takımlara sınıf atlatması ve daha önemlisi yanındaki oyuncuları büyütme yeteneği o derece sınırsız ki, iki kere üst üste NBA’da MVP seçildi. Böylece NBA tarihinde Magic Johnson ve Larry Bird gibi efsanelerle birlikte anılır oldu.
Lider oyun kurucuların sorumluluğu teknik ve taktik yönle de sınırlı değil. Takım oyunu oturtmak, takımı takım yapmak, egoları birleştirmek, bir elin 5 parmağını yumruk yapmak da onların görevi. Bu ayın başında 2008 Olimpiyatları için Amerika kıtasında seçmeler yapıldı. ABD turnuvadaki maçları ortalama 38.5 farkla kazandı.
Oyun kurucu farkı
Bu takım NBA’in Kobe Bryant, LeBron James, Carmelo Antonhy gibi süper egoist yıldızları ile dolu. Kadronun asist ortalaması ise maç başına 28. Bu rakam bile ABD’li oyuncuların egolarını nasıl yenip yardımlaştıklarının bir göstergesi. Ama bu takımın bütünleşip omuz omuza olmasının gerçek sebebi lider oyun kurucuları Jason Kidd.
Yazarlar Kidd’in asist sayısından çok istatistiklere geçmeyen olumlu davranışlarını, örneğin bir maçta kaç kere diğer oyuncuları tebrik edip, moral verip karşılıklı havada el çırpmalarını saymakla meşguller.
Takımı takım yapan lider point guardların Avrupa’daki temsilcisi Litvanyalı Jasikevicius. O olmasa Litvanya, İspanya’da tek bir maç bile kazanamazdı.
Türk basketbolunda ise durum farklı. Bizde oyun kurucaların görevleri topu yarı sahaya kadar getirip, kenardan koçun işaret ettiği oyunu başlatmaktan ibaret. Türkiye’de iyi oyun kurucu olmanın yolu, koç işaret olarak kafasını kaşıyorsa veya gömleğinin yakasını çekiyorsa onu taklit edip, koçun emrini yerine getirmekten geçer.
Milli Takım’daki yetenekli 3 genç oyun kurucumuzun da İspanya’daki görevleri farklı değildi. Oynadıkları tüm maçlarda yaptıkları asistlerin toplam sayısı çift haneli rakamlara güç erişti.
Milli Takımımız’ın başarısı moral kondisyona ve coşkuya bağlıdır. Coşmadıkca ölümüne savunma yapmayız. Coşkumuzun temelinde daima kolay turnike bulmamız veya üst üste 3 sayılık şutları sokmamız yatar. Oyunu hızlandırarak coşku yaratacak Tutku ve savunmasıyla özveriye örnek olacak Kerem Tunçeri de kadroda yoktu. Bu turnuvanın en yavaş ve en az pas yapan takımı bizdik. Coşku yerine güvensizlik vardı. İbrahim’i düşünün.. İbo, Avrupa’nın hiç şüphesiz en iyi şutörlarinden biri. Onu üst üste faul atışı kaçırırken görmek inanılacak gibi değildi.
Negatif enerji verdi
Takımdaki moralsizliğin esas sebebi ise Tanjeviç’ti. Yugoslav asıllı koçların kenardan bitmek tükenmek bilmeyen negatif enerji saçan bağırış ve çağrışlarının önce coşku, zaman içinde ise kırgınlık ve küskünlük yarattığını biliyoruz. Tanjeviç’in ne dediğini bile anlamayan oyuncular artık onun bağırış çağrışlarından bıkmış durumdalar.
Daha açık konuşursak, ona Japonya’daki kadar güvenmiyor ve sevip saymıyorlar. Oyuncular koçlarını sevip saymıyorlarsa o koçun basketbolu ne kadar bildiğine bakmazlar. Üstelik Tanjeviç’in kafası çok karışık. Oyuna giren çıkan oyuncular niye girdiklerini ve çıktıklarını anlamıyorlar bile.
Sistemi çok hareketsiz
Dünyada basketbolda görev taksimi git gide yayılıyor. Ama bırakın oyuncuları, koçun kendisinin bile oyuncularından ne beklediğini bilmediği bir takımdan başarı beklemek bir hayal. İspanya’da lider oyun kurucu yeteniğine sahip tek oyuncumuz genç takımda point guard oynayan Hidayet’ti. Tanjeviç hayatında tek bir maçta point guard oynamayan Cenk Akyol’u denedi. Ama Hidayet’e, takımı takım yapma sorumluğunu bir dakika bile vermedi. Tanjeviç’in oyun sistemi de çok hareketsiz. Turnuva boyunca fast breakten bir tek kolay sayı attığımızı ben hatırlamıyorum.
Set oyunumuza gelince.. Herhalde Avrupa’da bizden daha az hareket edip, daha az pas yapan başka bir takım yok. Bugünlerde ABD’de teknik adamlar yeni bir buluşun peşindeler. Ayak bileğine takılan küçük bir aletle oyncuların bir maçta ne kadar yer değiştirdiğini, ne kadar mesafe katettiğini ölçmek istiyorlar. Bunları bizim oyuncularımızdan bazılarına taksak, "Bu aletler bozuk" diye geri yollamak zorunda kalırdık. Zira set oyunumuz bu kadar durağandı.
Bir teşekkür
Son olarak yine de Tanjeviç ve Nihat İziç’e Japonya’daki takımımızın sergilediği savunma gayreti dolayısıyla teşekkür borçluyuz. Bugün Türkiye’de savunma dozunun artmasının arkasındaki gerçek Tanjeviç yönetiminde, Milli Takım’ın Japonya’da sergilediği savunmadır.
Ama "Tanjeviç ile tamam mı devam mı?" diye soruyorsanız, cevabım ne yazık ki, "Geriye bakarak ileri gitmek çok zor, hatta imkansız" olacaktır.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2006
Basketbolun ülke genelinde layık olduğu yere gelmesi için kapalı salon gerek. Bence "her ilköğretim okuluna bir kapalı salon" kampanyası inanılmaz bir basketbol sevgisinin temeli olur. JAPONYA’dan, "Türkiye’de basketbol uluslararası alanda en güçlü spor dalıdır" iddiamızı güçlendirerek döndük. En önemli 3-4 oyuncumuzdan yoksun, sakatlıklar yüzünden daha da güç şartlarda savaşan takımımız, dünya altıncısı oldu. Türk çocuğunun "en yetenekli olduğu spor basketboldur" tezimizin artık konuşulacak yanı kalmadı.
Türk çocuğunun elinin hassas, gözünün keskin olduğunu zaten biliyorduk. Bu sefer bunlara yüreğimiz de eklendi. Bugüne kadar biz hep elimizden geldiği kadar savaşmakla yetinirdik. Ama elimizden gelenden fazlasını yapmaya karar verip, bu kararı coşkuyla uyguladığımızda, Türk çocuğunun inanılmaz savunma gücü ortaya çıktı.
Teknik ekibe teşekkür
Milli Takımımız’ın üstün çabasının, Türk basketbolunda savunma anlayışını değiştireceği muhakkak. Bu sene liglerde sınırsız savaşan çok takım göreceğiz. Kulüp koçlarının "Milli Takım böyle savaşırken siz savunmada uykuda gezer gibi dolaşmaktan utanmıyor musunuz?" sözünü sıkça duyacağız. Basketbolunuza, bu "elinizden gelenden fazlasını yap" özverisini kazandıran başta Tanjeviç, bütün teknik ve idari ekibe teşekkür borçluyuz.
Ayrıca ölümüne savaş anlayışının ilk defa sergilendiği Ümitler Avrupa Şampiyonası’ndaki koçumuz Nihat İziç’e özel bir yer ayırmamız gerekecek. Basketbolda adam adama savunmanız tutmadığında zone (bölge) savunmasına dönersiniz. Birçok koçla rakip takımın kafasını karıştırmak için sürpriz zone savunmalara dönerler. Bazı koçlar ise, zone savunmaya dönmeyi, "Biz sizi adam adama tutamıyoruz. Bir de zone’u deneyelim" diye bir aczin sonucu gibi algılarlar.
Rakiplere göz açtırmadı
Tanjeviç bunlardan biriydi. Bu şampiyonada ise ara sıra uyguladığı 1-3-1 zone savunmada öylesine coşkulu ve etkiliydi ki, rakiplere göz açtırmadı. Basketbolun Türkiye’de artık çok daha fazla ilgi çektiği muhakkak.
Geçen hafta işyerimizin yanındaki binada ince ince kerestelerden oluşan zayıf bir iskele üzerinde genç işçi arkadaşlar dış cepheyi boyuyorlardı. Yoldan geçen herkesin kafasından "İnşallah kazasız belasız işlerini bitirirler" diye geçtiğine eminim. Bizim odadan sesleri kolayca duyuluyordu.
Litvanya maçında konuşmalar "Rıza maç kaç kaç? Rıza ne oluyor?" bağrışmalarına dönüştü. Pencereden bakınca Rıza’nın boya yaptıkları binanın bir pencere önünde çalıştığını ve pencereden içerideki televizyonu izleme şansı olduğunu gördüm.
Rıza’nın görevini ben üstlendim. Hayatımda ilk defa maçın sonuna kadar spikerlik ve yorumculuk yaptım. Maçı kazandığımızda iskele üzerindeki gençlerin sevinmeleri görülecek bir şeydi. Sırası gelmişken söyleyeyim, ben spikerliğin ve yorumculuğun böylesine güç bir meslek olduğunu o gün orada öğrendim.
Önünü futbol kesiyor
Türkiye’de basketbolun gelişmesi ve binlerce gencin basketbola başlamasının önünü futbol kesiyor. Bu, futbolun isteyerek yaptığı bir iş değil. Bizim ülkemizde futbolun çocuklar ve gençler arasında 1 numaralı spor olmasının tek bir sebebi var: Futbola başlamak, futbolcu olmak kolay. Küçük çocukların futbola başlamaları için iki taş ve bir top yeterli oluyor. Çocuklar taşları yan yana koyarak kale yapıyorlar, sahada, arsada ve hatta tarlada şut atmaya başlıyorlar. Böylece futbol merakı ve sevgisi yeşeriyor.
Basketbol içinse pota lazım. Potanın olmadığı yerde basketbola başlayamıyorsunuz. Yeniköy’de Mehmetçik adlı bir ilköğretim okulu var. Oraya ilk gittiğinizde bahçenin her yerinde, hatta yollarda bile futbol oynanıyordu. Bir süre sonra Yeniköy Spor Kulübü okulun bahçesine dört adet pota koydu. Belki inanmayacaksınız ama bugün potaya şut atanlar, kaleye şut çekenlerden daha fazla. Basketbolun ülke genelinde layık olduğu yere gelmesi için kapalı salon gerek. Bence "her ilköğretim okuluna bir kapalı salon" kampanyası inanılmaz bir basketbol sevgisinin temeli olur.
Kapalı salon şart
Kapalı salondan kastım, içine altı pota sığan prefabrik, çelik konstrüksiyonlu, branda kaplamalı salonlar. Maliyetleri 20-25 bin dolar civarlarında. Düşünsenize, ikinci, hatta üçüncü sınıf bir Brezilyalı futbolcuya ödenen milyonlarca dolarla kaç okula kapalı salon yapılabilir. Anadolu’da başlatılacak böyle bir girişim sponsor firmaya eşsiz bir imaj kazandırır. Ben, bunca yıllık spor yaşantımda böylesine olumlu, böylesine hayırlı bir girişim tanımadım.
Yüzlerce çocuğun spor yapabileceği bir kapalı spor salonunda cumartesi-pazar sabahları da mahalleye ücretsiz basketbol okulları açılmasının sonuçlarını düşünebiliyor musunuz? Yeniköy Spor Kulübü böyle bir çaba peşinde. Ülker’i, Efes’i, basketbola inanılmaz faydası olan Garanti Bankası’nı ve bütün güçlü müesseselerin böylesine örnek bir çabada öncü olmalarını diliyorum.
Yazının Devamını Oku 31 Ağustos 2006
SADECE şut yeteneğiyle, iyi şut atmakla zirveye çıkılamayacağını Arjantin maçında gördük. Şut yeteneğimizi kullanabilmemiz için daha hareketli, sürprizler içeren bir oyun sistemine ihtiyacımız var. Eğer maçta yeterince boş kalıp, şut fırsatı bulamıyorsanız, iyi şutör olmak, önemini yitiriyor.
Basketbolda şut fırsatı, iki şekilde bulunur. Takım oyununuz, perdelemeler ve paslaşmalar sayesinde sizi boşa çıkarır. Siz de hareketliliğiniz sayesinde şutu atar, sokarsınız. Takım oyununuzun önünün kesildiği bölümlerde ise, bire bir oynayıp, şut fırsatını kendiniz yaratabilirsiniz. Bizim basketbolumuzda bu iki hususta da yetersizlik var.
Bize, "İbrahim mi, Ginobili mi iyi şutör?" diye sorsalar, hepimizin gözü gururla İbrahim’e çevrilir. Ama "hangisi daha iyi oyuncu?" diye sorsalar, önümüze bakarız. Sebep, bireysel yetenek farkında değil, iki ülkenin oyun anlayışında.
Sorumlu, sistem
Bizim oyun tarzımızda İbrahim’in şut fırsatı bulması, potanın dibinden pivotların perdelemesiyle forvetlerin çıkıp topla buluşmasıyla sınırlı. Buna karşılık, hareketli Arjantin hücumu ise Ginobili’ye sayısız şut fırsatları yaratıyor. Ayrıca, Ginobili bire birde belki de dünyanın en iyilerinden biri. Drive ediyor, havada bir hareketten öbürüne geçerek atıyor ve attırıyor. Suçlu İbrahim değil. Tanjevic hiç değil. Sorumlu, Türk basketbolunun tebeşire dayalı takım oyunu anlayışıdır.
Türk çocuklarının yetenekleri küçük yaşlardan itibaren koçların tebeşirle çizdikleri taktik uygulamaları ile sınırlanıyor. Böylece sonunda Milli Takımımız’da kimin ne yapacağını rakiplerimiz kısa sürede öğreniyorlar. Ve savunmaları, hücum gücümüzü önlüyor.
Sürprizin simgesi
Bu kalıplaşmış oyun tarzımızla sürprize yer yok. Basketbolda sürprizin simgesi üç saniye boya alanında yere çarptırılarak verilen bounce pastır. Siz gard olarak topu forvetinize doğru taşırsınız. Forvetiniz rakip savunmanın bekleyişinin aksine dip çizgi tarafından (arka kapıdan) kaçarsa, ona pasınız bounce olur. Hele boyalı üç saniye alanında bounce pas kullanabilen oyuncularınız varsa, takımınızın ne yapacağını önceden kimse kestiremez. Arjantin maçını tekrar izleyip, iki takımın kullandığı bounce pas sayısını karşılaştırırsanız, skordaki farkın nedeninin onların sürprizlere açık oyun tarzı olduğunu kolayca anlayabilirsiniz.
Görev paylaşımı
Basketbolda görev paylaşımında en ağır yük oyun kurucuların omuzundadır. Savunmada rakip takımın hızlı hücumlarını önlemek için geriye ilk koşan siz olursunuz. Set oyununda ise rakibin oyun kurucusuna baskı yapmak sorumluluğu da gene sizdedir. Ama bunlar, hücumdaki (takım oyununu oturtmak) görevi yanında çok hafif kalır. Takım oyununu oturtmak, karışık bir kavramdır. Sizden tam olarak ne istendiğini bilemezsiniz. Ama takımın iyi oynayamadığı her maçta sorumluluğun sizde olduğunu hissedersiniz.
Oyun kurucu farkı
Arjantin maçında tanınmayacak kadar aksak takım oyunumuzun sebebini aradığımızda ilk karşımıza çıkan, istesek de istemesek de oyun kurucularımız oluyor. Bu maçta, "Murat Didin’in geçen yıl yaydığı pozitif enerjiyle özgüvenini kazanan Kerem Tunçeri olsaydı, sonuç gene böyle mi olurdu?" diye kendi kendime sormaktayım. Bu takımda oynayan üç oyun kurucu da çok genç. Ama aralarındaki Ender Aslan’ın hem genç, hem de tecrübeli olmak gibi bir avantajı var. Ama o hala takıma faydalı olmak, lider olmak yerine, orijinal olmaya uğraşıyor. Son günlerdeki telaşı ise rakibin ikili sıkıştırmalarında iki savunmacının arasından driplingle geçip, onları gülünç duruma sokmak.
Hayranlık peşinde
Kafası, dikkati sadece bu ikili sıkıştırmaları dağıtmak üzerine yoğunlaşmış durumda. Hala hayranlık peşinde. Ona, "Seyircilerin, takım arkadaşlarının saygısı mı, yoksa hayranlık mı senin için daha önemli?" diye sorsanız, alacağınız cevap, "saygı mı, o da ne demek?" olacaktır. Bu gerçekleri yazmamın tek sebebi var, Türkiye başarılı, yetenekli, saygıdeğer oyun kurucular arıyor. Ender’de bu vasıflar var. Ama yıllar geçiyor, o hala bunları kullanmıyor. Onun taklit yeteğinin çok olduğunu, beraberindeki arkadaşlarını kırıp geçirdiğini yeni öğrendik.
Nash’i taklit etsin
Bana kalırsa, Ender’in taklit edeceği tek bir kişi var. NBA oyuncusu Steve Nash. Steve Nash, Kanadalı beyaz bir oyuncu. İyi bir savunmacı olduğu söylenemez. Atletik yeteneği de sınırlı. Zıpladığında çembere güç değiyor. Ama dünyada basketbol anlayışını değiştirecek kadar yaratıcı. Güç maçlarda 20-25 sayılık asist yapıyor. 20 sayı da kendi atıyor. Ben, Ender’in asist hanesinde sayı göremeyince, "Herhalde yazmayı unutmuşlardır. Milli Takım’ın oyun kurucusundan böyle bir performans beklenmez" demekle avunuyorum.
Gurur verici sonuç
Bugünkü maçta rakip Litvanya. Onlar da oyun kurucuları, liderleri Jasikevicius’un takımlarında olmayışının sıkıntısını çekiyorlar. Bir turnuvada Litvanya’yı iki kez üst üste yenmek çok gurur verici bir sonuç. Biz, başta İbrahim, bütün oyunculardan Litvanya’yı yenip, başımızı dikleştirip, gözümüzü yeniden zirveye gururla çevirecek bir sonuç bekliyoruz.
Yazının Devamını Oku 29 Ağustos 2006
MİLLİ takım oyuncularımızın gururla taşıdığı "Basketbol Türkiye’nin en başarılı spor dalıdır" pankartı Slovenya maçından sonra önemini ve inandırıcılığını artırdı. Pankart şimdi uzaktan bile rahatça okunabilen büyük harflerle yazılı.
"Türk çocuğunun şut yeteneği sınırsızdır" iddiası ise Slovenya maçının son dakikalarında attığımız 5 adet 3 sayılık şutla tartışılmazlığını bir kez daha kanıtladı.
Korkunç darbe
5 isabetli 3 sayılık şutun 4’ü gardlarımızdan geldi. Bunlar da çok etkiliydi ama 5’inci 3 sayılık isabet Kaya’dan geldi. 2.10’luk Kaya’nın attığı ve kimsenin beklemediği 3 sayı, rakibi inanılmaz derecede etkilidi, bize en az 6 sayılık moral kazandırırken onlara korkunç bir darbe oldu.
Ben yıllar önce Kaya’ya "NBA’e gitmek istiyorsan, uzak mesafe şutunu geliştir. Bunun için yatağını yorganını topla, şut antrenmanları yapacağın kapalı salonlarda yat uyu" demiştim. Kaya’nın sanki az da olsa birkaç gece salonda yatmış görünüşü var. Ama faul atışları hala bir problem. "Hangi şut doktroundan öğrenmişse" faul çizgisi üzerinde şutu atmadan topu yere vuruyor da vuruyor. Yüzünde sanki dünyanın en güç matematik problemleri ile karşı karşıyaymış gibi özgüvensiz bir ifade var.
Hakemler şutu iptal etmek için kendilerini zor tutuyorlar. Tüm oyuncular Kaya gibi faul atsalardı tribünlerde hiçbir seyirci kalmazdı. Halbuki Serkan Erdoğan için faul atmak masa üzerindeki son lokumu gözleri kapalı ağza atmak kadar kolay. Bence Kaya’ya faul atışları için İspanya yolunda Serkan Erdoğan şut doktoru olmalıdır.
Yeteneğimiz sınırsız
Türk çocuğunun en yetenekli olduğu uzak mesafe şutunu korkunç bir silaha dönüştürmeyenlerin başında Kerem Gönlüm geliyor. Dünyada uzun boylu ama yetenekleri sınırlı ne kadar Yugoslav kökenli oyuncu varsa artık NBA’deler. Oynanan her maçta bu gerçek ortaya çıkıyor.
Kerem’in yeteneği sınırsız. Dünyada en çok aranan hem yumuşak, hem de patlayıcı bir oyun stili var. Kerem bu turnuvada Türk NBA oyuncularının gelmeyişinden en olumlu etkilenen oyuncumuz. Uzak mesafe şutunu geliştirdiği gün onu hala NBA’e götürmeyen menajerlerin çoğu işlerinden olurlar. Bizden söylemesi.
Takımda pozitif enerji, inanç, coşku yaratanların başında Ermal geliyor. PİVOT ŞOV’un mucidi Prkacin’le oynamak onun sırtı dönük yeteneklerini keskinleştirmiş. Onun da okyanusun öbür tarafına uçması için yüzü potaya dönük oyununu ve orta mesafeli şutunu geliştirmesi yeterli olur.
Oyundayken maçı izlemek
Bundan çok değil, 3-5 yıl önce Türk Milli Takımı’nın savunmayla maç kazanacağına kimse inanmazdı. Türk basketbolu için özellikle lig maçlarında savunma bir zorunlu görevdi. İstenmeyerek yapılırdı. Oyuncular savunmada içlerinden "Ah şu 24 saniye geçse de oyuna başlasak" diye düşünürlerdi. Aralarında sıkıntıdan kafalarını kaşıyan yıldız oyuncular bile olurdu. Durum artık böyle değil. Oyuncularımız savunmada inançlı ve coşkulular. Dün kafasını kaşımaya eğilimli olanlar bugün kendilerini yerden yere atıyorlar. Savunmada gördüklerimizin önemi çoktur.
Yarı sahamıza yerleşmiş, rakibin gelmesini beklerken kendi oyun kurucunuzun savunmasını izlersiniz. Eğer oyun kurucularınız ölümüne savaşıyorlar ve rakip oyun kuruculara dünyayı dar ediyorlarsa, sizin savunmada bu coşkuya katılmamanız imkansızdır. Bizim üç oyuncumuz da bu konuda süper değiller. Ama ellerinden geleni yapıp, takım savunmasının anahtarı oluyorlar. Takım savunmasında coşturucu ikinci görüntü ise blok sahnesidir.
Rakip takım oyuncularının biri adamını geçip smaca giderken, içinizde bir eziklik hissedersiniz. Ama o sırada sizin bir takım arkadaşınız şahane sıçrayıp, smacı blokla yok ederse, hemen coşarsınız. Bu takımda ilk 5’te başlayan, savunmayı kıvılcımlayan Fatih Solak, Kaya’dan sonra Türk basketbolunda rakip pota dibini karartan ikinci adamımız. Ayrıca 2010’da Fatih bile 3 sayı atıp sokarsa, "Türk çocuğu şuta yeteneklidir" tezine de artık kimse bir şey diyemez.
DAHA kelimesinin önemi
Savunmayı savunma yapan önemli iki psikolojik faktör vardır. Biri 40 dakika tetikte olmaktır. Basketbolda disiplin (konsantrasyon) tetikte olmaktır. Savunmada topun pozisyonu ne olursa olsun oyunun her saniyesini çılgınca tetikte yaşamak çok önemlidir. İkinci etken ise, "savunmada özverinin hududu yoktur" diyerek inanıp, savaşmaktır. Çoğu maçta birçok oyuncu yenilen sayılardan sonra "ben elimden geleni yaptım" diyerek kendini suçsuz sayar. Ama basketbolda savunmada elinden geleni yapmak git gide yetersiz kalmaktadır. Maçları "elinden gelenden daha fazlasını" yapabilen takımlar kazanmaktadır. Şimdiye kadar oynadığımız maçlarda bizim takım elimizden geleni yapıyoruz diye comfort zone (tembellik hududu) içine çekildiğinde aleyhimize fark oluşuyor.
Avantaj Arjantin’de
Ve kenar yönetimin uyarısıyla elimizden gelenden daha fazlasını yapmak için ölümüne savaşmaya başladığımızda ise maçları kazanmaktayız. Bugünkü maça gelince... Oyuncu tecrübesi bakımından Arjantinliler avantajlı. Ama tecrübe teknik ve taktiğe karşı bizim kazanma arzumuz, inancımız pozitif enerjimiz onlarınkinden üstün. Maçın sonucunu bu faktörlerden hangisinin öne çıkacağı belli edecek.
Ben, "Basketbol Türkiye’nin bir numaralı sporudur" pankartının eninde sonunda zirveye taşınacağına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku