20 Mayıs 2011
Banvit - Olin Edirne maçını, Olin kazandı. Ama daha önemlisi Türk basketbolu da Edirne’yi kazandı. Edirne artık bir basketbol şehri. Üstelik Edirne basketbolumuza bir çok yenilik getirdi.
Tribünler dolu ama işin ilginç yanı neredeyse seyircinin yarısından fazlası genç kızlardan ve genç bayanlardan oluşuyor.
Türkiye’de Efes kızlarına tek rakip yine Olin Edirne’nin dansçı kızları sahadalar.
Olin Edirne’nin başarısının en önemli yanı Olin’in daha bu yıl 2. ligden Beko Basketbol Ligi’ne çıkmış olması. Bu yüzden koç Gökhan Taştimur kolay erişilmez bir başarı kazandı.
Üstelik Taştimur, sene başındaki negatif enerji yayan eski Taştimur değil. Giderek sakinleşiyor ve sevgi - saygıyı hak ediyor.
Yazının Devamını Oku 18 Mayıs 2011
Türkiye’nin her yerinde basketbol Karşıyaka’da olduğu gibi heyecan dolu tribünler önünde oynansa Beko Basketbol Ligi, futbol kadar ilgi çekici desek yanlış olmaz.
Bu yüzden biz basketbolseverler Karşıyaka’ya teşekkür borçluyuz.
Efes Pilsen maçı ile birlikte Karşıyaka play-offlar’dan elendi ama ben Karşıyaka’nın Türk basketbolunun örnek şehri olduğuna inanıyorum.
Geçen yazımda yabancı oyun kuruculara karşı olduğumu yazmıştım. Efes maçında 1.70 lik Hollston mükemmel oynadı. 29 sayı ile maçın sayı kralıydı. Ama yanındaki Türk genç oyuncuları yine hiç olumlu katkı sağlayamadı.
Hollston neredeyse bütün maç oynamasına, topun her an onun elinde olmasına rağmen sadece 5 asist yaptı.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2011
Türk çocuğu daha iyi oyuncu olabilir diye bir iddiamız var.
Bunu her seferinde tekrarlıyoruz ama bu anlayışın yerleşmesi yönünde çok adım attığımızı söyleyememem.
Hep söylüyorum ve yazıyorum.
Daha iyi oyuncu olmanın yolu teknik kadroda oyuncu geliştirme koçu olarak sadece görevi “oyuncu kazandırmak” olan özel koçlardan geçiyor. Zira takımların başındaki koçların aklında haklı olarak sadece maç kazanmak var.
Şut tabancası gibi saatte 1500 şut attıran aletleri de hala getiremedik. Antrenmanlarda saatte kaç şut attığımızdan kimsenin haberi yok.
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2011
Basketbolda yazarlık hayatımın büyük bir kısmı Hürriyet’te geçti.
Yuvama dönmüş olmaktan mutluyum.
Hayat gayemde yine bir değişiklik yok.
Tecrübemi, bildiklerimi, öğrendiklerimi genç Türk koçlarla paylaşmak istiyorum.
Bana bu şansı kısa bir süre olsa tanıyan Cumhuriyet Gazetesi’ne teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2007
BASKETBOLSEVERLERİ en çok üzen olay, lig maçlarının Abdi İpekçi’de boş tribünler önünde oynanmasıdır. Bazen öyle maçlar olur ki, güvenlik elemanlarının sayısı seyircilerden fazladır. Öyle günlerde tribünleri ayıran beyaz perdeler üzüntüleri artırmaktan başka bir işe yaramaz. Geçtiğimiz hafta, ne mutlu bize tribünlerde bir hareket başladı.
Önce Karşıyaka seyircisi ile başlamak istiyorum... Bu Karşıyaka taraftarları ister İzmir’den kalkıp gelsinler, isterse İstanbul’da okuyan öğrencilerin oluşturduğu bir seyirci kitlesi olsunlar, içimde hepsine karşı bir teşekkür hissi var.
Esas hareket cumartesi günü Beşiktaş taraftarları ile başladı. Basketbol adamlarımızın içinde "Abdi İpekçi çok uzakta. Onun için boş kalıyor" diye bir teselli kaynağı vardı. Ama Akatlar’ın da boş kalması bu kaynağı da kurutmuştu. Beşiktaş taraftarları takımlarının başarısına inandıklarında Abdi İpekçi’ye de gelerek inançlarımızı tazelediler. Bu başarıyı Ergin Ataman ve teknik kadrosuna borçluyuz.
Beşiktaş’ın iyi bir kadrosu var, günden güne de güçleniyorlar. Ligin sonunda en iddialı takımlardan biri olacakları muhakkak. Kaya’nın liderliğinde takımıdaki uyum ve performans giderek artıyor. Bir takımın gerçek bir takım olup olmadığını, maç sırasında kenarda oturan yedek oyuncuları izleyerek anlayabilirsiniz. Ben maçta Beşiktaş benchinin arkasında oturuyordum. Beşiktaş’ın yedekleri tüm maç boyu heyecan içindeydiler. Ama beni en çok genç oyuncu Sinan Güler etkiledi. Sinan genç ve yetenekli bir oyuncu. Oyuna hiç girmeyen, 1 dakika bile oynamayan Sinan’ın galibiyet sevinci görülecek bir şeydi. Bu hafta "oyuna girmeden maç kazandıranlar" istatistiğinde, Sinan’ın en üst sıradaki yeri tartışılmaz.
Efes Pilsen’e gelince... David Blatt’ın yaptırdığı sürpriz savunmanın esrar perdesi henüz kalkmış değil. Rakip takımların kafasını karıştırmak için uygulanan adam adama ve zone (alan) savunmanın karışımından oluşan bu savunma Efesli oyuncuların da kafalarını karıştırmaya devam ediyor. Esrarengiz savunma rakiplerden çok Efesli oyuncular için daha büyük problem olmayı sürdürüyor. Efesli oyuncuların gözü, hep Blatt’ta. O bir derse adam adama oynuyorlar, koç eliyle iki gösterirse zone uyguluyorlar. Üç deyince de önce adam adama başlayıp 3 pastan sonra zone’a dönüyorlar. Tabii bütün bunlar olurken de, kimin kimi tuttuğu belli olmadığı için ya dışarıdan 3 sayı, ya da pota dibinden smaç yiyorlar. Maçlarda geçen seneki sert savunmaya benzer, savunma yaptıkları pozisyonların hemen sonrasında sürpriz savunmaya döndükleri için savunma direnişleri devamlı olmuyor. Tabii bu kafa karışıklığı Efes’in bu yıl beklenen hızlı hücumunu da önlemektedir. Kolay 3 sayı yiyen, savunma ribaundlarında bocalayan bir takımın fast-break yapması çok güç, hatta imkansızdır.
Ender direksiyona geçmeli
Peki, bu kafa karışıklığı daha ne kadar sürecek? Blatt gerçek güçünü ne zaman sahaya yansıtacak, diye sorarsanızı, cevap, bekleyip, göreceğiz olur. Bu yüzden Efeslilerin Scoonie Penn’i derhal kenara çekip bir yandan Solomon’un ikiz kardeşi point guard ararken, bir yandan da Ender Aslan’ın önünü açmaları gerekmektedir. Blatt’ın Ender’e güveni hiç yok. Yine bu hafta Ender yaptığı 1 asistle tam özgüven yakalamışken onu oyundan çıkarması, bunun belgesi. Size ters gelebilir, ama ben Ender’in başarılı olmaya, özveri ve kararlılığını tribünden seziyorum. Özetle ben oyumu Ender’e veriyorum. Onun direksiyona geçmesiyle Ermal, Serkan, Kerem diğer Türk oyuncuların da verimliliklerinin ikiye katlanacağı inancındayım. Efes’te de başarı için malzeme hazır. Yeter ki kafalar karışmasın.
Euroleague F.Bahçe’yi bekliyor
Futbolda Norveç’i 2-1 yendik. Avrupa’da şampiyon olmuş gibi ülkede yer yerinden oynuyor. Basketbolun talihsizliği burada. Elinizde Fenerbahçe gibi Euroleague’de başa oynayacak bir takımımız var ve biz sesimizi bile çıkarmıyoruz. İnanarak söylüyorum, girin Euroleague’in internet sayfasına Fenerbahçe’nin yenemeyeceği takım yok. Yeter ki biz inanalım ve isteyelim. Fenerbahçe oyuncularının hepsi iyi hatta büyük oyuncular. Hepsi kariyerlerinin zirvesindeler. Bu kadroya milli lig şampiyonluğu hedefi yeteri kadar heyecan verici olamaz. Türk basketbolu için bu değerli kadronun Euroleague’de başa oynamak ideali olmalı. Bana göre zirvenin üzerinde Euroleague Kupası tek başına bekliyor. Fenerbahçelilere gelin beni koparın, sökün alın diyor. Biz ise geleceğimizi Tanjeviç’e bırakmış, onun 2010 hedefiyle tepeye bakıp duruyoruz. Peki 2010’da da Tanjeviç çıkıp 2015 derse ne yaparız? Bu yüzden Türk oyuncular ve Solomon zirveden aşağı inmeden harekete geçmeli.
Biz Türk basketbolunu layık olduğu yere çıkaramadığımız için her gün birbirinden kıymetli, kişilikli koçlarımız yurt dışına gidiyor. Öyle görülüyor ki, Oktay Mahmuti’nin başarı ile uyguladığı göğüs göğüse savunmayı çok arayacağız. Ne yazık ki Oktay Mahmuti aramızdan ayrılan son koç olmayacaktır. Eğer bir gün havaalanında Aydın Örs’e rastlarsanız, onun Bodrum’a veya Antalya’ya gitmediğini iyi bilin. Başımıza bir de bu mu gelecekti diye boşuna yırtınmayalım.
Yazının Devamını Oku 14 Kasım 2007
BASKETBOL hareketlendi. Geçen hafta bayanlarda ve erkeklerde, Avrupa’da çok önemli galibiyetler aldık. Ama gene istatistiğe geçmeyen dikkat edilmeden farkedilmesi güç başka olumlu gelişmeler de var. Türkiye’de basketbol maçlarına veren, programlar yapan TV kanalı sayısı çok arttı. SkyTürk’ün basketbolumuzun 1 numaralı kanalıyız diye yayına başlaması beni çok duygulandırır, gururlandırır. Benimle beraber birçok basketbol adamının da aynı hisleri paylaştığına eminim. TV kanalları artınca yorumcu sayısı da artmaya başladı.
Amerika basketbolunda yıllardır uygulanan basketbola çok faydalı bir gelenek vardır. Takımları ile ilişiği kesilen koçlar veya basketbolu bırakan oyuncuların hemen hemen hepsi ertesi gün bir TV kanalında yorumcu olarak karşınıza çıkarlar. Ve siz oturduğunuz yerde onların senelerce biriktirdikleri bilgi ve tecrübeye ortak olursunuz. Bilgi paylaşıldıkça, basketbol sevgisi artar. Bu yüzden Amerikan basketbolunda koçlar kadar yorumcuların da olumlu katkıları vardır diyebiliriz. Charles Barkley kısa sayılacak boyuna rağmen (Boy önemli değildir, boştaki topu kim çok isterse o alır anlayışı ile) NBA’in ribaund krallarından biriydi. Ama yorumcu olduktan sonra öyle tartışmalar yarattı ki, bunlar tribünlerin dolmasına ribaundlardan daha çok katkı yaptı.
Oyunu izlemek farklı
Son günlere kadar bizde yorumcular Murat Murathanoğlu, Yiğiter Uluğ, Kaan Kural ve Murat Kosova’dan oluşan bir kare ile sınırlıydı. Ben saydığım bu dörtlü kadar basketbolu yaşayan, okuyan, öğrenen ve bilen başka bir dörtlü Avrupa’da olmadığına inanıyorum. Son günlerde koçlar da yorumcu olma yolundalar. Maçlarda saha kenarında yürüyen, koşan, hakemle tartışan koçlar, şimdi artık saha kenarında oturup maç yorumluyorlar.
Basketbolda maç seyretmek ve oyunu izlemek farklı şeylerdir. Tribündeki bizler Tanjevic’in kenarda bağırıp çağırırkenki görüntüsü hariç gözümüzü toptan alamayız. Bütün dikkatimiz topun üzerindedir. Top havadayken bile ona bakarız, maçı yöneten hakemi bir kere bile görmeden maçları bitiririz. Ama kombine sayıları, iyi savunmaları farketmeden oyunu izlemiş sayılmayız. Koç yorumcular sadece gördüklerini değil, düşündüklerini, işin iç yüzünü anlattıkları için ülkemizde basketbol bilgi ve sevgisini artıracaktır. Basketbol sevgisinin artması ise tribünlerin dolması demektir.
Türkiye’de birbirinden yetenekli, kişilikli çok sayıda basketbol adamı var. Bu grubun gayesi, birbirimizle uğraşmayı bırakıp, tribünlerin dolmasına katkı sağlamak olmalıdır. Ben yeni TV kanalların bu gaye için bulunmaz fırsat olduğu görüşündeyim. Yorumcu koçların Türkiye’de iyi oyuncu yetişip yetişmediği gibi temel konuları tartışmaya açmaları çok faydalı olur.
Ender öne çıkmalı
Gelelim geçen haftaya... Ben basketbolun büyümesindeki en olumlu olay olarak Antalya Belediyespor’un şu anda ilgin en güçlü takımı Türk Telekom’a karşı aldığı galibiyeti görüyorum. Bana göre haftanın oyuncusu da Mersinsporlu Polat Kaya. Oyumu onun gayretine, özverisine veriyorum. Takımlarımıza gelince... Yine iki büyük kulüp Efes Pilsen ve Fenerbahçe Ülker’den bahsedeceğim.
Efes Pilsen hala tam olarak takım olma yolunda değil. Efes Pilsen’in hala bir lideri yok. Direksiyonda kimin oturduğu belli değil. Son transferleri, kısa boylu siyah oyun kurucu Scoonie Penn yeterli gözükmüyor. Takımda Türk oyunculardan da katkı hemen hemen yok. Son oynadıkları Maccabi maçında Efes’in attığı 67 sayıdan sadece 7’si Türk oyunculara ait. Ender Aslan hala David Blatt’ın güvenini kazanmış değil. Soktuğu şutlardan sonra moral kazanmaya başlarken, Blatt onu oyundan çıkarıyor. Bu takım çok güçlü bir kadro, ama Ender ne kadar büyük bir fırsat kaçırdığının hala farkında değil. O iyi oynasa Serkan şut bulacak, Ermal pivotta topla buluşabilecektir. Ben Efes Pilsen’de yönetici olsam, Blatt ile Ender’i bir araya getirir, Ender’in koçun güvenini kazanması için ne yapması gerektiğini sorgulardım. Ender’in öne çıkması sadece Efes Pilsen’in değil, Türk basketbolunun kaderini değiştirebilir.
Fenerbahçe’nin şansı
Fenerbahçe Ülker’e gelince... Sarı lacivertlilerin elinde enlerden kurulu bir kadro var. Türkiye’nin en iyi şutörleri İbrahim ve Mirsad, en iyi savunmacısı Ömer, en iyi ribaundcusu Mirsad, en yetenekli genç pivotları Semih ve Oğuz Fenerbahçe kadrosunda. Solomon’u ise kimse ile mukayese edemeyiz. Solomon Türkiye’de gerektiğinde adamını geçen, kendisine ve etrafındakilere sayı pozisyonu yaratan tek guard. Takım oyunu sökmediği zaman öne çıkıp takımını çıkmazdan kurtaran guardlar NBA’de bile çok az. Bu kadro spor hayatlarının en verimli çağında bir aradalar. Onlara Aydın Örs’ün aşıladığı güven bu yıl da tekrar kazandırılırsa, F.Bahçe Avrupa’nın en iyi takımı olur. Fenerbahçe Yönetimi 2010 peşinde koşacağına bu yıla konsantre olsa ve takımda uyum sağlasa Türk basketbol tarihinin en önemli başarısını bu yıl kazanan takım olabilirlerdi. Umarım bu şans kaçmamıştır.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2007
Koçlarımızın neredeyse tümü takımlarına kısa boylu siyah oyun kurucu arayışı içindeler. Kısa boylu siyah oyun kurucular ne yazık ki Türk basketbolunun önünü karartıyor... SON zamanlarda telefonla hangi koçla konuşup, "Ne yapıyorsun?" diye sorsam, cevap "Kaset seyrediyordum" oluyor. Bu cevap önceleri beni mutlu ediyordu. Koçlar öğretici videolar izleyip, bilgilerini geliştiriyorlar diye seviniyordum. Sonradan anladım ki, koçlarımızın neredeyse tümü oyuncu menajerlerinin kendilerine verdikleri filmleri seyredip, takımlarına kısa boylu siyah oyun kurucu arayışı içindeler.
Kısa boylu siyah oyun kurucular ne yazık ki Türk basketbolunun önünü karartıyor. Amerikalı oyun kurucu arayışı sadece milli lig takımları için değil, ikinci lig hatta bölgesel lig kulüplerimiz için de geçerli. İnsanın aklından ister istemez genç takımlarımızda da siyah ABD’li oyuncular oynayabilse, genç koçlar da aynı arayış içinde olurlardı fikri geçiyor.
Yabancı oyun kurucularda bizim koçların beklediği şeyler öyle erişilmez başarılar değil. Siyah oyuncunun topu pres de olsa kaybetmeden rakip yarı sahaya getirmesini bekliyoruz. Sonra tebeşirle çizdiğimiz oyunu başlatmasını ve bu oyun sökmezse, probleme çare bulmasını istiyoruz. Bu saydıklarımızı yerine getirecek oyuncular yetiştiremediğimiz için takımlarımızın geleceği yöneticilerin yabancı oyuncu menajerleri ile yapacakları pazarlıklara kalıyor. Başka bir deyişle başarı, genç Türk oyuncu yetiştirmek yerine yöneticilerimizin pazarlık yeteneğine bağlanıyor.
Beyin cimnastiği
Sadece koçları ve yöneticileri suçlamıyorum. Vaktiyle kulüplerde hepimiz aynı şeyi yaptık. Ama artık bu gidişe bir son vermek, bir çare üretmek zorundayız. Bugün fundamentalları ve oyunu okuma yetenekleri yetersiz birçok Türk oyuncunun seyircilere tek avantajları, siyah oyun kurucuları daha yakından bench’ten izlemelerinden ibaret. Genç koçları maç kazanmak yerine oyuncu kazandırmakla onurlandırmalıyız.
Fundamentalin önemini günlerce konuşabiliriz, ama oyunu okuma konusunda bugün dünyada yeni buluşlar var. Seneler önce İsrailliler’in savaş uçaklarının pilotları için hazırlanmış beyin cimnastiği kasetlerinden bahsetmiştim. Aynı kasetler bugün basketbolcuların oyunu okuma, karar verme yeteneklerini artırmak için basketbol adamları tarafından yenilendi ve kullanılıyor. Siz eğer "google"a girip "intelligym" diye yazarsanız, herşey hemen önünüze sunuluyor.
Intelligym basit bir video oyunu, sıkıcı dersler gibi değil. Haftada 1 veya 2 kez 30’ar dakika video oyunu, sizin sahada herkesin göremediklerini kolayca görmenizi sağlıyor. Sahada ne olup bittiğini hemen anlıyorsunuz. Güç anlarda karar verme yeteneğiniz artıyor, bir sonraki pozisyonda ne olacağını da tahmin edebiliyorsunuz.
Ender yüreğini kullan
2007 Mayıs ayı Slam Dergisi’nde intelligym için birçok ABD’li otoritenin görüşleri yazılıydı. Şöhretlerevine kabul edilen ender koçlardan Hubie Brown’a göre intellygm bir mucize. Memphis’in başarılı koçu John Calipary, "Intelligym’i bazı oyuncular kullandılar, bazı oyuncular kullanmadılar. Maçlarda hata yapıldığında hatayı yapan oyuncunun beyin cimnastiği yapmayan oyunculardan biri olduğunu sahaya bakmadan görebiliyorsunuz" diyordu. UCONN’un başarılı koçu Jim Calhoun ise bundan birkaç yıl sonra teknik kadrolarında beyin cimnastiği koçu olmayan takım kalmayacak iddiasındaydı.
İntelygym’in basketbola uygulanan yeni videoları sadece 100 dolar civarında. Karşıyaka oyun kurucusu Barış’ın fizik gücü mükemmel. Karar verme ve oyun okuma yeteneği gelişmiş Barış, basketbolumuz için büyük kazanç olur.
Türk basketbolu zor bir dönemeçte. Yaz boyunca hepimiz Avrupa Şampiyonası’nda Milli Takım’ın alacağı başarıya, güçlü kulüp takımlarımızın katkısı eklenince, Türk basketbolu layık olduğu zirveye tırmanır inancındaydık. Milli Takım bekleneni gerçekleştiremedi.
Şimdi de Türkiye’nin en güçlü iki kulübü Efes Pilsen ile Fenerbahçe Ülker zor günler geçiriyor. Efes’teki iniş çıkışa ben Ender Aslan’ın son verebileceği görüşündeyim. Onun intelligym’e ihtiyacı yok, zaten cin gibi. Ama takım arkadaşlarının ona göstereceği güven ve saygıya ihtiyacı var. Saygıya giden yol ise "3-4 metre yukarıdan atıp seyircinin hayranlığını kazanmaya uğraştığın turnikelerden vazgeç. Yüreğini kullan, savunmada kendini yerden yere at" yazılı pankartlarla dolu.
Artık yeter biz varız
Türk basketbolunun Fenerbahçe Ülker’in başarısına ihtiyacı sonsuz. Sarı lacivertlilerde bu başarıyı getirecek kadro mevcut. Ama inişli çıkışlı bu gidiş sürerse Fenerbahçe’den faydalanan ülke Türkiye değil Slovenya olacak.
Bu yüzden İbrahim biraz daha öne çıkmalı, özverisi ile sonsuz gayretiyle liderliğini sergilemelidir. Fenerbahçe yönetimi ise bu güçlü fakat zor karakterli oyuncular arasında uyum sağlayıp sinerji yaratması için Tanjeviç’i desteklemelidir, ama ona tanıdıkları şans ve süre sınırsız olmamalıdır.
Son olarak, telefon pazarlığı ile kurulan takımlarımızdaki genç Türk oyuncularımızın "Artık yeter biz varız" diyerek sorumluluk almalarını ve öne çıkmalarını bekliyoruz. Salı günkü dört dörtlük galibiyet Türk basketbolu için bizi yeniden ümitlendirdi.
Yazının Devamını Oku 31 Ekim 2007
BU haftaki yazımız Efes Pilsen, David Blatt ağırlıklı olacak. Efes’te neler oluyor? Geçen yıllarda Avrupa’nın iyi savunmacı takımı sayılan Efes, niye bu yılın 4. haftasında ligin sonuncusundan daha fazla sayı yemiş durumda? İsterseniz biraz savunma konuşalım... Basketbolda savunma beyinden başlar. Ben savunmada ölümüne savaşacağım diye karar verirseniz, yüreğiniz size uyar, adaleleriniz de savaşa katılırlar. Bu anlayışta yüreğin katkısı o derece etkilidir ki, taktiğe, cinliğe pek ihtiyaç kalmaz. Siz çıkar her maçta ölümüne savaşırsınız. Rakipleriniz sizin ne yapacağınızı, nasıl savaşacığınızı bilmelerinin bile onlara hiçbir faydası olmaz. Bilakis "Bunlarla nasıl başa çıkacağız?" diye korkuları, tereddütleri artar.
Diğer anlayışta ise beyin kendisinden o kadar emindir ki, yüreği savaşmaya zorlamaz bile. Beyin "Ben öyle cinlikler yaparım ki, rakiplerimiz ne yaptığımızı anlayamazlar. Anladıkları anda taktiğini değiştirir, onları yine zora sokrarım" diye övünür. Dünyada beyin ile yüreği uzlaştıran koçlar en iyi savunmacı koçlardır. Adale de onların yüzde yüz emrine girer.
Blatt ve öğretmenleri
İsrail asıllı bir Amerikalı olan David Blatt’e gelince... Blatt’in oyunculuk yaşantısı Amerika’da Princeton Üniversitesi’nde 4 yıl Pete Carril’in koçluğunda oyun kurucu oynayarak başladı. Princeton Üniversitesi’nin ve onun koçu Pete Carril’in ABD basketbolunda çok önemli bir yeri vardır. Pete Carril’in "Zeki kuvvetliden istediğini alır" adlı kitabı bugüne kadar yazılmış en iyi basketbol kitaplarından biridir. Ama onun kitabının adından bile, zekaya, beyne verdiği önemi anlamak mümkündür. Carril beyin ile yüreği uzlaştıran koçlardan biriydi.
Blatt’in İsrail’deki koçu ise Pini Gershon’du. Gershon’un cinliğe verdiği önem ise anlatmakla bitecek gibi değil. Alan savunmasından adam adama savunmaya veya adam adama her çeşit alan savunmasına geçişleri Avrupa’ya o tanıttı. Kombine savunma, çok yönlü savunma gibi bütün kavramlar Gershon’un buluşudur.
Blatt senelerce Gershon’un yardımcı koçluğunu yaptıktan sonra Rusya ve İtalya’da kulüp takımları çalıştırdı ve çok başarılı oldu. Blatt gerekli koç sertifikası olmadığı için İsrail Milli Takımı’nın başına geçirilmedi. O da kızdı Rus Milli Takımı’nın koçluğunu kabul etti. Ne gariptir ki, 2007 seçmelerinde iki takım karşı karşıya geldi ve Blatt’in koçluğunda Rusya, İsrail’i 34 sayı farkla yendi. Blatt’in en son başarısı ise Rus Milli Takımı’nın başında sadece 59 sayı yedikleri İspanya galibiyeti ve Avrupa şampiyonluğu oldu. Peki, Avrupa’nın en hızlı basketbolunu oynayan İspanya’yı 59 sayıda tutan Blatt’in Efes’i nasıl oluyor da her oynadığı maçta 100 sayı yemekten zor kurtuluyor, diye sormadan edemeyiz.
Tek yumruk olmalı
Efes’in Oktay Mahmuti yönetiminde savunması hücumda başlardı. Yavaş oyun, çok paslaşma, posta her seferinde top geçirme Efes’in fast-break yemesini önlerdi. Yarı saha savunmasında ise kolay turnike yemek, küfür yemek kadar aşağılayıcı ve üzücüydü. Blatt’le ise iş başka. Blatt hızlı oyun yanlısı. Göze hoş görünen hızlı bir takım oyunu oturtmanın peşinde. Efes’te beyin ile yüreği uzlaştırmak istiyor, ama şimdilik bu gerçekleşmiyor. Efesli oyuncular hücuma hızlı koşmanın cazibesini keşfetmiş durumdalar. Ama hızlı oynayan takıma fast-break atmak daha kolaydır. Bu yüzden geriye de çok hızlı koşmanız gerek dendiğinde, "Sen niye koşmuyorsun?" diye birbirlerine bakıyorlar. Siz eğer geri dönmekte gecikip fast-breaklerden kolay sayı yerseniz, savunmada beynin de yüreğin de önemi kaybolur. Üstelik siz taktik savunma uygularken gayeniz ne yaptığınızın rakip takım tarafından anlaşılmasını kafa karıştırarak önlemektir. Rakipleri bırakın şu ana kadar Blatt’in ne yaptırmak istediğini en az anlayan kafaları en çok karışık olan Efesli oyuncular diyebiliriz.
Çare, tüm Türk oyuncuların yumruk olmalarından geçiyor. Beyni taktiği, cinliği hücuma saklayıp, ölümüne savaşmanın artık zamanı geldi. Bence Ender, Mustafa Abi ve Serkan bir ekip, bir birlik oluşturup Blatt’e "Bizi bir arada oynat fast-break yeme kabusunu yok edelim" deseler, işler yoluna girer. Yoksa Blatt’in hiçbir taktiği bu gidişi önleyemez.
Evet, savunma istatistiklere geçmiyor diyorsanız, yine haklısınız. Ama unutmayalım, sahada kafası karışmayan, her şeyin farkında olan tek bir yer vardır, o da sayı levhası. Türk basketbolu gerçek Efes Pilsen’in hızla geriye dönmesini bekliyor.
Yazının Devamını Oku