Yağmurlu bir hava, dört tarafı açık bir stat, kenarda iki zeki teknik adam. Biri 23 buçuk, diğer 24 buçuk yaş ortalamalı iki genç kadro. Pochettino’nun takımı kornerleri enteresan setlerle kullandı. Montella’nın talebeleri santrada bir Paris esintisi yaşattı, topu taca atıp pres yaptı. Benim gibi, sizin gibi futbol kaçıkları için kaçırılmayacak bir laboratuvar ortamı vardı dün.
Türkiye Milli Takımı’nın Euro 2024’le beraber yükselen muazzam bir özgüveni var. Maç içinde iyi oynamadıkları anlar olabiliyor, geriye düşebiliyoruz ama özgüven hep yüksek. Dizler titremiyor. Dün de 4-6-0 formasyonuyla sahadaydık, en uçta Arda-Kerem’i kullandık. İlk devrede biz iyiydik, ikinci yarıda onlar toparlandı ama skoru değiştiremediler. Golleri atan Arda-Kerem’in yanı sıra Oğuz, Orkun, İsmail, Merih iyi birer maç çıkardılar.
POCHETTiNO AYRILMALI AMA MONTELLA KALMALI
Dün Connecticut’ta kenarda görev yapan iki hocanın ikisinin de çeşitli kulüplerle adı geçiyor. Postecoglou’nu gönderen Tottenham’ın Amerika Futbol Federasyonu’yla Pochettino için pazarlık yaptığı iddiası var. Ki bence de Pochettino, hayatının en iyi hikayesini yazdığı yere, Kuzey Londra'ya dönmeli.
Ancak Montella’nın basın toplantısında sorularla kafasının karıştırılmaması, milli takımımızın başında kalması gerektiğini düşünüyorum. Eğer Fenerbahçe Mourinho ile yolları ayıracaksa Montella’ya değil, onun da hocalık tarzını çok etkileyen Spalletti’ye yönelmeli. Norveç mağlubiyeti sonrası İtalya ile yolları ayırma sinyali veren Spalletti getirilebilirse sadece Fenerbahçe’ye değil, Türk futboluna da değer katar.
Spalletti’nin daha önce Rusya kariyeri var, dolayısıyla Mourinho gibi Türkiye Ligi’ni küçümseme hatasına düşmeyecektir. Önemli bir taktiksel dehadır, Roma’ya 2006-2008’de oynattığı 4-6-0 son 20 yılda birçok büyük teknik adamı (o sırada talebesi olan Montella’yı da) etkilemiştir. Ben Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un yerinde olsam, bir gün bile kaybetmeden ararım Spalletti’yi.
Portekizli hoca bu yıl öyle bir performans gösterdi ki, adeta “Fenerbahçe nasıl bir teknik adamla çalışmamalı” sorusunun yanıtı gibiydi davranışları.
1-) Fenerbahçe, şahsi çıkarlarını, egosunu ve imajını, sporcularının başarısının üzerinde tutan bir hocayla çalışmamalı. Teknik direktörünüzün sportif bir hedefi olmalı. Mesleki olarak yükselmek istemeli, sadece banka hesabını şişirmek değil.
2-) Fenerbahçe'nin yeni teknik direktörü saha içinde kalmalı. Kulüp yöneticileri diledikleri kadar saha dışını konuşabilirler, o onların tercihi. Ancak teknik adam yalnızca oyundan, sahanın içinden bahsetmeli. Mourinho sezon boyunca tek bir kritik maç kazanamadı. Lille’i, Twente’yi, Alkmaar’ı, ManU’yu, Lyon’u, Bilbao’yu, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı, Rangers’ı geçemedi. Yanlış oyuncu tercihleri, anlamsız formasyon fantezileri... Ancak basın toplantılarında neden büyük müsabaka kazanamadığını açıkladığını ya da taktiksel olarak ufkumuzu açtığını da hatırlamıyoruz! Zira hep saha dışı unsurlardan bahsetti.
3-) Sarı - lacivertlilerin yeni teknik adamı elinde bir bahane listesiyle görev yapmamalı. Sadece oyuna ve oyuncularına konsantre olmalı. Elinde hazır mazeret listesiyle çalışan Jose Mourinho’nun futbolcularını da galibiyete inandırabileceğine inanmıyorum ben.
4-) İspanyol gazeteci Guillem Balague önceki gün güzel bir makale kaleme almış. Luis Enrique’nin sadece takımı değil, PSG kulübünü de nasıl değiştirdiğini anlatmış. Enrique’den önce bazı yıldızların teknik direktörü aşıp başkana ulaştığını ve İspanyol hocanın bunu bitirdiğini... İdmanlara herkesten önce geldiğini, çıplak ayakla çimlere basarak oyunun içinde olduğunu... Süperstar Mbappe’ye değil, çalışan Doue’ye yöneldiğini. Fenerbahçe’ye sürekli demeç veren saha dışı unsurlara gerek bırakmayacak bir camia lideri teknik adam lazım. Röger Schmidt veya Maurizio Sarri gibi.
Yine 1999 yazında Arsene Wenger, genç vatandaşı Henry’yi 16 milyon Euro’ya Londra’ya getirince homurdanmalar olmuştu Ada basınında. Zira 22 yaşındaki Thierry Henry, Juventus’ta zor bir 4 ay geçirmiş ve sadece 3 gol atıp ayrılmıştı İtalya’dan. Ancak bugün İngiliz futbol kamuoyunun önemli bir kısmı, Henry’nin Premier Lig’de tüm zamanların en iyi futbolcusu olduğunu söylüyor.
Galatasaray’ın 2011 yazında yaptığı Cana-Muslera takası da Süper Lig ölçülerinde tarihi bir hamle. Galatasaray’ın Cana’nın üzerine 6 milyon Euro ödeyerek aldığı Muslera, sadece kulübünün değil ligin de tarihine geçti. Zaman zaman söylüyorum: Süper Lig’de 90’lar Hagi’nin yıllarıydı. 2000’ler Alex’in. 2010’ların da simge ismi Muslera oldu. Hatta 2020’lere de imza atmayı sürdürüyor Uruguaylı eldiven. Bugün Galatasaray kulübüne gitse ve “şu kazandığımız 19 kupadan 4-5’ini verin eve götüreyim” dese, itiraz edemeyeceğiniz bir yaşayan efsane Muslera.
Dün Galatasaray kulübü, tribünleri ve sporcuları, Muslera’yla Mertens’e verdikleri katkıya yakışır bir veda yaptılar. Yine konsantreydiler. Yine istekliydiler. Ve galibiyetle bitirdiler sezonu.
2025-26 iÇiN VERiLEN SiNYALLER NELER?
Dün Galatasaray tribünleri “Yerine sevemem” şarkısıyla Muslera-Mertens’e veda ederken, sahadaki birkaç futbolcu da 2025-26 tablosunda daha fazla yer bulmanın hesaplarını yapıyorlardı. Geçen hafta da yazmıştım, dün haklılığım bir kez daha kanıtlandı sanırım: Nelsson’un önünde forma verilen Metehan, nasıl bu Cuesta’nın arkasına düşer? Dünkü performansıyla Cuesta bir kez daha gösterdi bu seviyenin oyuncusu olmadığını.
Gelecek sezon tablosunda daha fazla yer bulma şansı olan adamsa Jakobs. İki maçtır sahanın en iyilerinden. Hem çok istekli, hem çok diri. Kaan Ayhan da çok yüksek viteste bitirdi sezonu.
Mesela Bodrum son derece kişilikli bir top oynarken İsmet Taşdemir’i gönderip Volkan Demirel’i getirdiği gün ikinci lige düştü bence. Hatayspor’un da beyaz bayrak çektiği an, Özhan Pulat’ın gönderilip Rıza Çalımbay’ın getirildiği gündü. Sivasspor’da da Çalımbay’ın getirilmesi yanlıştı. Bedellerini ödediler zaten. Ancak düşen 3 takımda sezonu tamamlayan Morais, Alper Avcı ve Murat Şahin’in çabaları takdire değer. Özellikle Murat Şahin, ruhen küme düşmüş Hatayspor’a son derece pozitif bir futbol oynattı. Orta sahada yetenekli Abdülkadir ve Görkem tercihleriyle zaman zaman büyük takım davranışı sergiledi. Çıkışta olan birçok bireysel performans var, son iki haftanın yıldızları Bouttouba ve Okoronkwo bunlardan ikisi.
YUSUF BURADA DEĞiLSE NEREDE OYNAYACAK?
Bu tip prestij maçları biraz karmaşıktır. Teknik adamlar ilk 11 seçiminde en kalitelileri, en güçlü CV’leri değil gözü parlayanları bulmak zorundadır. Tatil hesabı yapanları değil, o gün kendini gösterme ihtiyacı olanları seçmelidir teknik adam. Dün Mourinho’nun seçimlerini bu gözle değerlendirdiğinizde büyük yanlışlar seziyorsunuz. Yusuf burada da değilse ne zaman oynayacak mesela? İsmail’in, İrfan’ın kendilerini göstermek için bu tip maçlara başlamaları doğru olmaz mıydı? Dün Skriniar evlere şenlik. Mert’in, Amrabat’ın, Talisca’nın görüntüleri kötü. Portekizli teknik adam sezon boyunca yaptığı onlarca yanlış seçime dün bir halka daha ekledi Mersin’de.
Daha önce ifade etmiştim, bugün bir kez daha tekrarlayayım: Mourinho’nun son 2-3 aydaki seçimlerini iyi niyetli bulamıyorum. Mourinho’nun tercihlerini sadece sportif argümanlarla açıklayamıyorum. Üçlü-dörtlü savunma kakofonisiyle takımının stabil sürümünü yok etti. Fenerbahçe’de 25 oyuncunun 20’si geçen sezonki performansının gerisindeyse bu faturayı sadece futbolcuya değil, teknik adama kesmelisiniz. Hiçbir futbolcuya saygı duymayan Mourinho ile devam edilirse, Fenerbahçe sadece bugününü değil yakın geleceğini de riske atar bence.
Sakın bana Ivan Cordoba, Passarella ya da Cannavaro örneklerini vermeyin, onlar kısa boylarına rağmen olağanüstü sıçrayan süperstar stoperlerdi. Dün Romulo-Kubilay’a karşı Galatasaray’ın sahaya nasıl 1,79’luk stoper Cuesta ile çıktığını anlayamadım doğrusu.
Bir başka anlayamadığım konu da şu: Kış aylarında Galatasaray’ın kritik maçlarında Okan Buruk’un alternatif stoper tercihi, Nelsson kulübedeyken dahi Metehan olmuştu. Nasıl oluyor da Metehan rotasyonda Nelsson’un önünde değerlendirilirken, bu Cuesta’nın gerisinde kalabiliyor?
Tabii ki Galatasaray’ın dünkü maça şampiyon apoletiyle çıktığının ve Buruk’un önceliğinin galibiyet olmadığının farkındayım. Ancak yine de Okan Hoca’nın birkaç ay önce cesaretle 11’e koyduğu Metehan’ın dün Cuesta’nın arkasında kalmasına şaşırdım ben.
GÜNÜN KAZANANI JAKOBS
Dün sahaya çıkan iki takımdan Göztepe’nin daha yüksek konsantrasyonla güne başladığı netti tabii. Galatasaray 9-10 kişilik bir rotasyonla maça başladı, Göztepe as kadrosuyla. Bence kalitesi ve oyunu 5 büyük lig için yeterli olan Romulo’ya karşı Davinson Sanchez adeta tek başına savaştı. Göztepe 4 tane 1,90 üstü oyuncuyla (Heliton, Bokele, Kubilay ve Romulo ile) topu sürekli havaya kaldırdı. Sarı-kırmızılı misafir ekip bu oyuna özellikle ilk 70 dakika yanıt veremedi. Orta sahada Torreira-Lemina’nın yokluğunda geriden çıkmakta da sıkıntılar yaşadı Buruk’un talebeleri.
Ancak dün Gürsel Aksel’de dakikalar 70’i gösterdiğinde Kaan Ayhan’ın olağanüstü frikik golü geldi. Galatasaray bu sezon tam 16’ncı kez 0-0 giden bir maçın düğümünü duran topla bozdu. Dünün kaderini belirleyen Kaan ve Günay’ın yanı sıra patron Davinson ve sol bek Jakobs da çok iyi oynadılar. Özellikle Jakobs hem Romulo’yu durdurduğu pozisyon, hem uzun taçları, hem de etkili hücum bindirmeleriyle dikkat çekti. Dünün Galatasaray adına kazananı Jakobs’tu bence.
Bence en az bunun kadar çarpıcı bir başka detay da, bu 20 sezonda yarışın içinde varlarsa hep şampiyon olmaları. Son 20 yılda yalnızca 2 kez ikinci olmuşlar ve o iki sezonda da aslında tam olarak yarışın içine girememişler. Ersun Yanal’ın 2014 Fenerbahçe’si çok erken kopmuştu. Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ı da sezonun son 5-6 haftasına bayağı avantajla girmişti. Yani son 20 yıl için şu cümleyi kurarsak sanırım yanılmış olmayız: Galatasaray yarışın içindeyse şampiyon oluyor. Final yapmayı çok iyi beceriyor.
Bir başka dikkat çekici detay da şu: Galatasaray son çeyrek yüzyılda oynadığı 8 Türkiye Kupası finalinin tamamını kazanmış. Bir UEFA Kupası finali oynamış, kazanmış. Bir Avrupa Süper Kupa oynamış, kazanmış. 21’inci yüzyılın Galatasaray’ı, bir final ustası. Bu sezon bir kez daha kanıtladı bunu.
SÜPER LIG OSIMHEN SEZONU
Tabii makro planda Galatasaray’ın final yapma becerisinin yanına mikro planı, yani son 3 yılın doğrularını da not etmek gerek:
1-) Okan Buruk, Süper Lig’de üç sezonu tamamlayan tek teknik direktör. Sarı-kırmızılılar, Okan Buruk yönetiminde bu 3 sezonda oyun anlayışı departmanında şüphesiz ki bir devamlılık sağladı. Ezeli rakibi Fenerbahçe’yse 3 sezonda adeta 3 benzemezle (Jesus, Kartal ve Mourtinho ile) çalıştı.
2-) Galatasaray’ın oyuncu kadrosu anlamında da bir devamlılığı söz konusu. Sarı-kırmızılı kadroda 9 futbolcu (Muslera, Barış, Yunus, Abdülkerim, Kaan, Torreira, Mertens, Berkan ve Icardi) 100 maç barajını aşmış ya da kıyısında.
3-) Galatasaray son 3 sezonun üçünde de ligin en iyi santrforuna sahipti. En yüksek parayı santrfora harcadı, en yüksek maaşı o bölgeye verdi. Ve iki sezon Icardi, bu yıl da Osimhen şampiyon yaptı Galatasaray’ı. Ligin yakın geçmişime bakarsanız, Mario Gomez’de, Bafe Gomis’te, Andreas Cornelius’ta da bu gerçeği görürsünüz. Ligin en iyi santrforuna sahipseniz, yarışta sizi bir adım öne çıkarıyor bu faktör.
Biri, Galatasaray’ın neredeyse tüm kornerlere vurması, maçın kilidini de öyle çözmeleriydi. İkincisi de, Trabzonsporlular’ın özellikle ilk 45’te Galatasaraylılar oyun kurarken yaptıkları bire bir markajdı. Top Muslera’nın ayağındayken Trabzonlular bire bir, beşe beş, kaç gerekiyorsa o kadar markörle tüm pas kanallarını kapamışlar; Uruguaylı kaleciyi uzun vurmaya zorlamışlardı. İlk devrenin sonunda Muslera’nın tam 23 uzun denemesi vardı. Birçoğu başarısızdı.
Aradan geçen dört günde belli ki Okan Buruk’un ekibi tekrar aynı sıkıntıyı yaşamama adına çalışmalar yapmışlar. Dünkü finale daha birinci dakikadan itibaren önde baskıyla başladılar. Golü de daha beşinci dakikada Trabzon’un çıkarken yediği baskı sonucu kaptırdığı bir top ve presçi tim Osimhen-Yunus-Barış işbirliğiyle buldular. İlk devrenin ikinci yarısında Trabzonspor soldan Nwakaeme üzerinden bir kanal bulduysa da skoru değiştirebilecek yoğunlukta değildi bu.
BATAGOV ÇIKINCA MAÇ BiTTi
Maçın ikinci yarısının başlangıç düdüğüyle beraber de Osimhen’le ikinci golü buldu Galatasaray. Dünkü finalin ilk 45 dakikasında birçok pozisyonda Osimhen’le bire bir eşleşen adam Batagov’du. Ancak Ukraynalı stoperin sakatlanması sonrası Okay devraldı onun görevini. Batagov’dan kurtulur kurtulmaz da golünü attı zaten Osimhen...
Biz Türkler futbolu her ne kadar forvetler üzerinden okumayı sevsek de, dün hem Osimhen, hem de Yunus mükemmel birer maç çıkarsalar da, ben manşete bu yıl sık sık yaptığım gibi Davinson’u çıkarmayı tercih ettim. Dün, Galatasaray’ın iki sezondur birçok kritik maçında olduğu gibi geri kazanma canavarı gibiydi Davinson. Bu sezon Davinson sahadayken Galatasaray’ın kaybettiği maç sayısı zaten o kadar az ki: Süper Kupayı Beşiktaş’a kaybettiklerinde Davinson sahada yoktu. Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Young Boys önünde yoktu. Avrupa’ya veda edilen 4-1’lik Alkmaar faciasında yoktu.
Davinson sahada yoksa sıkıntı var. Davinson varsa işler yolunda. Dün olduğu gibi...
Trabzon’da dakika 62... Galatasaray bir köşe atışı kullanıyor. Sara ortalıyor, Osimhen vuruyor, yandan auta gidiyor top.
Dakika 63... Galatasaray, Sara ile bir korner daha kullanıyor. Yine Osimhen vuruyor, bu kez bloklanıyor top.
Dakika 64... Sara yine köşe gönderinde. Yine Osimhen yükselip hamle yapıyor ama Uğurcan lehine faul düdüğü var.
Dakika 65... Sara korner, Lemina kafa. Top üst direkten geri geliyor.
Dakika 66... Yine bir köşe atışı. Yine topun başında Sara var. Brezilyalı ortalıyor, Abdülkerim kafayı vuruyor ve ağlara gönderiyor topu.
62 ile 66’ncı dakikalar arası sadece 240 saniye içinde Galatasaray Sara ile sağdan-soldan tam 5 korner kullanıyor. Hepsine Galatasaraylılar vuruyor. Biri direği yalıyor. Biri direkten dönüyor. Ve sonuncusu gol oluyor.
Artık bu 4 dakikanın okumasını size bırakıyorum: Ligin duran toplardan en çok gol bulan takımı Galatasaray’a tabii ki büyük kredi vermek lazım. Sara ortalıyor, Osimhen vuruyor, Abdülkerim vuruyor, Lemina vuruyor. Ancak Trabzonluların da tek bir korneri dahi savunamamaları da çok amatörce.
20 iLE 45 DAKiKALARI ARASI TRABZONSPOR ETKiLiYDi