Sibel Arna

Kedi kuyruğu mu baba burnu mu

6 Kasım 2010
Bağırıyor, kafama oyuncak indiriyor, saçımı çekip koparıyor veeee öyle bir ısırıyor ki hüngür hüngür ağlamama sebep oluyor. Etimin koptuğu, kanadığı, kabuk bağladığı oluyor. Evet bütün bunları 14 aylık Rüzgar yapıyor Rüzgar artık sabahları uyandığında beni ağlayarak değil ‘anniee, anniee’ diye seslenerek çağırıyor. Yine öyle yaptı. Hemen koşup odasına girdim. Kucağıma aldım yüz ve popo yıkamak, gece boyunca kocaman bir balona dönen bezi değiştirmek gibi rutinlerimiz bittikten sonra bizim odaya gittik. Amaç babayı uyandırmak. Birlikte yatağa yattık. Ben sırt üstü uzandım, o da üstüme... Birden ne olduysa oldu, heyecanlandı mı onu sıkıştıracağımı mı zannetti bilmiyorum ağzını açıp elmacık kemiğimi yakaladı. Öyle bir ısırdı ki yemin ediyorum koptu sandım. Ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak salona kaçtım. Ne olduğunu anlayamadığı için Rüzgar da ağlamaya başladı. O babasının yanında ağlıyor ben salonda... Bir taraftan onu ağlattığım için ağlıyorum diğer taraftan yüzümün zonklamasına dayanamıyorum. Hemen şişti ve kıpkırmızı oldu. Bu Rüzgar tarafından ilk ısırılışım değildi ama en fenası kesinlikle buydu. Tamamen iyileşmesi 10 günü buldu.
Etme bulma dünyası. Ben de 3-4 yaşlarındayken önüme geleni ısırırmışım. Rüzgar’ınki benimkiler kadar şiddet içermiyor Allah’tan! Onunki tamamen bebeklikle 1-1,5 yaş arası döneme olmakla ilgili...

NORMAL BİR DURUM

Psikolog Ayşe Özlem Kocabey anlatıyor: “Yeni yeni yürümeye başlayan çocukların hemen hemen hepsi en az bir kez birilerini ısırmayı dener. Bir yaşını geçtikten sonra yaşamlarında çok hızlı değişimler yaşarlar. Konuşma çalışmaları aşamasında kendini istediği gibi ifade edemeyen ve çevresini yönetebilme konusunda yetersizliğini hissederek hayal kırıklığına uğrayan çocuklar dişlerini kullanmayı tercih eder. Ayrıca çocuklar iyi bir ısırığın her zaman tepki aldığını ve sonrasında istediğinin gerçekleştiğini görürlerse sonraki durumda da ısırmayı kullanabilir. Bazen masum nedenlerle bile ısırabilir. Arkadaşlarının omzunun tadını merak edebilir. Sevecen bir çocuk için, ısırmak seni seviyorum demenin özgün bir şekli olabilir. 1,5-3 yaş, çocuğun yeni duyguları tanımaya başladığı bir dönem. Ve bu duygularla nasıl başa çıkacağını bilmez. Tek bildiği yöntem ısırma, vurma, bağırma ve ağlamayı kullanır. Ancak bunun çocuğun normal gelişim dönemi olduğunu ve belirli bir sürede geçeceğini unutmamak gerekir.”
Durumun normal olduğuna ikna olduktan sonra sıra ne yapmamız gerektiğine geldi:
* Siz de onu ısırarak ya da bağırarak karşılık vermeyin. Çocuğunuza nasıl bir şey olduğunu göstermek için bile ısırmanız yardımcı olmayacaktır. Isırılmak onu incitip korkutabilir ama onun tekrar ısırmasın engellemez.
* Çocuğunuz her ısırdığında ona kararlı biçimde ”Lütfen ısırma. Isırmak acıtır. Kimsenin canını acıtmamalısın” deyin.
* Isırmadan önce verdiği belirtilere dikkat ederek onu daha ilk adımda durdurabilirsiniz.
* Kızgın olduğunda yapabileceği başka fırsatlar sunun. Mesela eline bir oyuncak verin.
Yazının Devamını Oku

Gece boyunca uyumak mümkün mü

30 Ekim 2010
Kitabın adı ‘Gece Boyunca Uyumak’. Kapağındaki mışıl mışıl uyuyan bebek fotoğrafını görünce bile içim sızlıyor. Çünkü Rüzgar’ın bebek arabasındaki iki büklüm, yarım yamalak uykuları onu dinlendiriyor olsa bile beni kahrediyor. İsminin altında, “Anneler, babalar ve bebekleri nasıl iyi bir gece uykusu çekerler?” yazıyor. Nasıl, nasıl, nasıl?

Hayatımı kurtaran kitap... Arkadaşımın ablası Gece Boyunca Uyumak adlı bu kitabı böyle tanımlamıştı. Yazarı Jodi A. Mindell, Philadelphia’daki Allegheny Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde Uyku Bozuklukları Merkezi’nin Pediatri Kliniği Müdürü olarak çalışıyor. St.Joseph Üniversitesi’nde psikoloji kürsüsünde profesör olarak dersler veren yazarın, çocuklarda uyku bozuklukları alanında yüzlerce yayınlanmış yazı ve makalesi var. Gece Boyunca Uyumak 324 sayfalık çok kapsamlı bir kitap. Eğer imkanınız varsa alın okuyun derim. Eğer yoksa kitapta altını çizdiğim satırları sizinle paylaşıyorum.

İLK VE ERKEK BEBEKLER RİSK ALTINDA

İlk bebekler uyku problemleri açısından daha fazla risk altındadır. Nedeni tam olarak bilinmese de erkek çocuklar kızlara göre daha fazla uyku problemi yaşarlar. Kolik (gaz sancısı) şikayeti veya kulak enfeksiyonu olan çocukların uyku problemi yaşaması olasıdır. Araştırmalar ana-babasıyla aynı odada veya aynı yatakta uyuyan bebeklerin hemen hepsinin uyku problemi yaşadığını gösteriyor. Anne sütüyle beslenen bebeklerin gece boyunca deliksiz uyuması daha geç başlar. Çocuğunuzun uyku sorununun uyku apnesi gibi bir uyku hastalığı olup olmadığına dikkat etmeniz çok önemlidir. Bunun için mutlaka bir uzman yardımı alınmalıdır.
İyi bir uyku alışkanlığı oluşturmanın kilit noktası bebeğinizi her gün aynı saatte ve aynı rutinle uyutmaktır. Bebeğiniz her gece aşağı yukarı aynı saatte yatmalıdır. Bebek için en uygun yatma zamanı, akşam 19:00 ile 20:30 arasıdır. Bebeğinizi saat 20:30’dan sonra ayakta tutmak iyi bir fikir olmayabilir. Bebeğinizi uyutmakta güçlük çekiyorsanız, muhtemelen bebeğinizin uyku vaktini geçirmişsinizdir. Bir bebek ne kadar çok yorulursa, o kadar çok gerginleşir ve uyuması o kadar çok zorlaşır. Uyku vakti rutinleri bebeğinizin gece boyunca uyumaya hazırlanmasına yardımcı olur. Bu alıştırmalara çok küçük yaşlarda, hatta ilk altı ayla sekiz ay arasında başlamak bebeğinizin uyuması ve ileriki yaşlarda uyku problemi yaşamaması açısından yararlı olacaktır. Pijama gibi farklı giysilerin giyilmesi ve banyo yapmak ya da dişleri fırçalamak gibi belli alışkanlıkların oluşturulması, çocuğunuzun gündüzle gecenin ayrımına varmasına yardımcı olur. Ama burada asıl önemli olan uyku öncesi yaptıklarınızın sırasını bozmamak. Yani bir gün banyo, pijama, dişler ve masal olan rutin, ertesi gün pijama, dişler, şarkı, bir bardak su olarak değişemez. Eğer çocuğunuzu birinci gün banyo, pijama, masal, iyi geceler öpücüğü rutiniyle uyuttuysanız bundan sonraki her gün aynı rutini izlemelisiniz.

ODA UYURKEN NASILSA UYANDIĞINDA ÖYLE OLMALI

Pek çok anne-baba “sadece beş dakika daha” ya da “uyumak istemiyorum” gibi uyku vakti mazeretlerini duymuştur. Çocuklar için yatağa gitmek zor olabilir. Çocukların çoğu bir şeyler kaçırmaktan nefret eder. Bütün eğlencenin onlar yattıktan sonra başlayacağını düşünürler. En sevdikleri nesne yanlarındayken, çoğu bebek uykuya daha kolay geçer ve gece boyu daha rahat uyur. Bunlar geçiş objesi olarak adlandırılır ve her şey olabilir. Oyuncak ayı, battaniye, tüylü ve yumuşak bir şey...
Sabahın ikisi olduğunu farz edin. Çocuğunuz uyandığında ne görür? Koridorda ışık var mı? Müzik çalıyor mu? Siz orada mısınız? Yataktayken oyuncakları var mı? Yapmanız gereken şey, çocuğunuzun yatak odası uykuya daldığı sırada nasılsa, gecenin bir yarısında da tamamen aynı şekilde olmasını sağlamak. Eğer bütün gece müzik çalıyorsa, uyku vaktinde de çalın. Fakat gece boyunca çalan bir müzik yoksa o zaman uyku vaktinde de olmamalı.

İŞİN ZOR KISMI KENDİ BAŞINA UYKUYA DALMASI

Yazının Devamını Oku

Sallayan annelerden çözüm önerileri

23 Ekim 2010
İki hafta önce sizlerden çocuğunu sallayarak uyutan anneler cemaatini yok etmeye yönelik çözüm önerileri istemiştim. Sağ olun var olun, kendi önerilerinizi paylaştınız. Bazılarını yayınlıyorum. Herkes payına düşeni alsın olur mu?

İKİNCİSİNDE AKILLANMIŞTIM

Biri sekiz yaşında, diğer 4 aylık iki oğlum var. Büyük oğlumu neredeyse doğumundan itibaren sallayarak uyuttum. Önce beşiğinde sallandı, sonra pusete geçtik. Sabaha kadar pusette ileri geri harekete ederek uyuyordu. Puset durduğu an uyanıyordu. Sonunda ayakta uyurken puset sallamayı bile öğrendim. Çözümü İki buçuk yaşında bulduk: Pusetin frenlerini kapatıp, bozulduğunu söyledik. Üstüne fazla gitmemek için iki-üç gece pusette yatmasına izin verdik. Uyumadığı için geceler kabus gibi geçti. Ama pusetin gerçekten bozulduğuna inandı. Sonunda pusetin tamir olunca geri geleceğini söyleyip, kaldırdık. Günlerce uyuyuncaya kadar yanında yattık. Her uyandığında yanına uzandık. Pusetten ümidini kesti ama bu sefer yanında yatmamıza alıştı. O da dört yaşında geçti. İkinci oğlum doğduğunda kucağında sallayanı, hoplatanı vuracağıma dair herkese haber verdikten sonra bebeğimi kendi kendine uyumaya alıştırdım. Şimdi dört aylık ve neredeyse bütün gece uyanmadan uyuyor. (NİLGÜN)

AĞLASIN, SONUNDA ALIŞIR

Dört buçuk yaşında Yağız isminde bir oğlum var. 1,5-2 yaşına kadar ben de ayağında sallayap uyutan bir anneydim, artık topuklarım yara olmaya başlamıştı. Bir gün annem “Sen deli misin yatır yatağına, kendi kendine uyur” dedi. Aklıma yatmadı çünkü bayağı huysuz bir çocuktu. Bir gün denemeye karar verdim. Sadece 15 dakika ağladı ve kendi kendine beşikte uyudu. Üstelik beşik sallanan cinsten de değildi. Gündüzleri bile artık kendi kendine uyumaya başladı. Çok fazla zorlanmadım tavsiye ederim. Ağlasın, bir ağlar iki ağlar, alışır. (EMEL ÜSTÜNDAĞ)

ANNELER KESİNLİKLE YILMAYIN

Oğlum Çınar 19 aylık. 11 aylıkken ayakta sallama işine bir son verdim. öğle uykusu neredeyse hiç yoktu. Saatlerce salladıktan sonra nihayet uyuduğunda ve beşiğine yatırdığımda 15 dakika sonra uyanıyordu. 11. ayda ağırlaştığından sallamak eziyete dönüşmüştü. O gün bir daha asla sallamama kararı aldım. Gündüz uykusuyla başladım. En önemli tavsiyem uyuturken başucunda bebek müziği çalmanız. Klasik müzik de olabilir. Uykusu iyice geldiğine emin olduktan sonra beşiğine koydum. Müziği açtım. Kapıyı ardına kadar açık bıraktım. Çınar ağlamaya başladı, odadan çıkar çıkmaz. Oralı olmadım. Uzaktan seslendim. Ağlamaya devam ettiğinde yanına gidip asla kucağıma almadan teselli ettim. Birkaç çok sevdiği oyuncağı koyarak odadan çıktım. Oyuncaklarıyla oynarken uykuya daldı. Ben kararlı olursam çocuğum mesajı alıyordu. Akşam uykusunda yine aynı yöntemi izledim. Akşam verdiği tepki daha büyüktü açıkçası. Çok sık olmamakla birlikte yanına gidip teselli ettim. Ağlarken birden sesi kesildi, baktım yorgun düşmüş ve uyumuş. İnanır mısınız üçüncü gün hiçbir sorun olmadan alışmıştı. Anneler kesinlikle yılmayın. Onlar bizim bir tanemiz ama bu konuda patron biziz.(TUĞBA ERDOĞAN)

ANNEM BENİ ÇOK KALPSİZ BULMUŞTU

Oğlum Poyraz 20 aylık ve 1 yaşından beri hiç sorunsuz uyuyor. Ama kendiliğinden böyle olmadı... İlk 6-7 ay uykusu fena değildi ancak ilk dişleriyle beraber bozuldu. Gece uyanıp iki saat salladığımı bilirim ama yatağa koyar koymaz bildiğiniz hikaye. Maalesef dadım yok, annelerimin de yardımını istemedim. Eşimle sallama nöbetlerini paylaşmaya çalıştık ama o durumda bile çok yıpratıcıydı. Ve sonunda bir yaşında önce ‘cry-it-out’ metodunu epey yumuşatarak uygulamaya karar verdik. O güne hala şükrediyoruz. Ancak ben değil, eşim yaptı. Oğlum gece uyandığında eşim yanına gitti ve şarkı/ninni söyledi, arada sırtını pışpışlıyordu. Kucaklanmayı beklediği için ciddi bir ağlama krizine girdi. Ara ara durur gibi oluyordu ama bir saatten uzun sürdü. Bu süre boyunca eşim yanından ayrılmadı. Siz değil eşiniz veya dayanabilecek başka biri denesin çünkü yarıda keserseniz daha kötü sonuçlar olabiliyor. Neyse sonunda uyudu ve sabaha kadar uyanmadı. Ertesi gece tekrar kalktı, bu sefer 40 dakika sürdü ama en azından ağlaması azalmıştı. Üçüncü gece biraz ninni söyledik beş dakika içinde uyudu. O günden beri kendi uyuyor en fazla yanında 2-3 dakika şarkı söylüyoruz. Anne bizi çok acımasız bulmuştu ama şimdi o bile “iyi ki yapmışsınız” diyor. (AYŞE ÖNGÜN AKSAKAL)

Yazının Devamını Oku

Bu yarışmaya neden evet dedim

16 Ekim 2010
Acun Ilıcalı’nın yeni yarışması ‘Yok Böyle Dans’ta ben de varım. Hem de yarışmacı olarak. Cha cha cha, rumba, vals, samba Allah ne verdiyse kıvırmaya çalışacağım. Çünkü bu yarışmanın sonunda elde edilecek gelirle 0-6 yaş arası işitme engelli çocuklara okul yaptırılacak. Peki bu okul ne işe yarayacak? Türkiye İşitme ve Konuşma Rehabilitasyon Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Melike Şehirli anlatıyor Türkiye’deki işitme engelli çocukların engelinin çok geç fark edildiğini biliyor muydunuz? Dört, beş hatta altı yaşında anlayan aileler mevcut. O yaşa kadar konuşmamasını normal karşılayan, bunun amcası da geç konuşmuştu gibi saçmalıklarla geçiştirenler var. Oysa ki gelişmiş ülkelerde çocuk doğduktan bir hafta sonra bazı testlerle bu engel anlaşılabiliyor. Türkiye’de 400’e yakın doğum hastanesi var ve sadece 50’sinde bu testi yapan cihaz bulunuyor. Eğer aile bu hastanelerden birinde doğum yaptıysa yırttı.
0-6 yaş arası işitme engelli çocuklar için çok önemli. Beş-altı yaşından sonra fark edildiğinde ve ilk defa işitme cihazı o yıl takıldığında çocuklar çok geri kalıyor. Bu durumda yedi yaşında ilkokula başlayan bir çocukla, işitme engeli olmayan bir çocuk arasında en az dört yıl fark oluyor. Bu farktan dolayı herkes onlardan ürküyor, hatta Türkiye’nin bazı yerlerinde işitme engelli çocukların deli olduğu düşünülüyor. İtilip kakılıyorlar, cihazları kulaklarından çekilip kırılıyor, bazı aileler aralarında imza toplayıp işitme engelli çocukları sınıftan attırıyor. Türkiye’de sınıfta kalma olmadığı için normal liseden mezun olsalar bile birçoğu okuma yazma bilmeden, dört işlem öğrenmeden mezun oluyor. Adını soyadını bile yanlış yazıyorlar.

ACUN ILICALI YAPTIRDI

Biz, Türkiye İşitme ve Konuşma Rehabilitasyon Vakfı olarak 2008’te Türkiye’de ilk kez 0-6 yaş arası işitme engelli çocuklara okul öncesi eğitim veren bir okul açtık. Danimarka’da bu tip bir okulun ilk açılış tarihi 1700. Yani bizden 300 yıl önce. Araziyi Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk verdi. Okuluysa Acun Ilıcalı Uğur Dündar’la birlikte yaptığı ‘Yoksa Rüya mı’ programının geliriyle yaptırdı. Kanal D Genel Müdürü İrfan Şahin’in desteği büyük. Programa Beyazıt Öztürk, Azra Akın, Özgü Namal ve Kadir Çöpdemir gibi isimler de katılmıştı.
Okulda 85 çocuğumuz var. Anne-babaları ve kardeşleriyle geliyorlar. Tamamen ücretsiz. Yiyecek, içecek, giyecek her türlü ihtiyacı sponsorlar aracılığıyla gideriyoruz. Düzenli bağışçılarımız var. Şimdi, ‘Yok Böyle Dans’ yarışmasıyla bu okulun ikincisini yapacağız. Bu ikinci okulda işitme engelli çocuklarla, olmayanları kaynaştırma eğitimi olacak. Aileler işitme engeli olmayan çocukları bu okula gönderir mi? Gönderecekler. Göndermezlerse işitme engelli çocuklarımızın kardeşleri var, onlarla eğitim alacak. Şu anda en küçük çocuğumuz sekiz aylık. Üç aylıkken geldi. Yoğunluk 3-6 yaş grubunda. 0-3 yaş grubu için aileler ne gereği var diyor ama bu çok yanlış. Ne kadar erken gelirlerse o kadar iyi.

HAFTADA BİR PİL

Bir aile işitme engelli çocuğuyla geldiğinde önce aileyi eğitiyoruz. Çoğu çocuğun hastalığını reddediyor. Kabullenmesi lazım ki her gün çocuğunu kucaklayıp getirsin. Kenara itmesin, komşular görmesin diye odalara kilitlemesin! Daha sonra çocuğumuzu cihazlandırıyoruz. Doğru cihaz çok önemli. Yanlış cihaz takılırsa faydası yok, zararı var. Her uzağı görmeyen göze beş numara gözlük verilmesi gibi bir şey bu. Vakıfta 10 koli kullanamadığımız bu tip cihaz var. Her ay cihaz kontrolünü yapıyoruz. Haftada bir pil değiştiriyoruz. İnanın bir yıldır cihazının pilini değiştirmemiş insanlar var. Küpe gibi takıyor ama bir işe yaramıyor. Aileleri bu konuda hep uyarıyorum: Piller haftada bir değişecek!
Ve üçüncü aşamada her biri üniversite mezunu uzmanlarımız çocuklarımızı alıp aileleriyle birlikte oyun oynuyor. Öğretmenin nasıl ve ne konuştuğu o kadar önemli ki... Çocuklar hemen dudak okumaya başlıyor. İşitme problemi çok ağırsa hemen işaret dilini öğreniyor. Çocuk iki buçuk yaşındayken anaokulu sınıfına gelip gelmeye başlıyor. Servislerimiz 10.00’da onları okula getiriyor, öğlen 15.00 gibi de dağılıyoruz. Çünkü Gebze’den de Küçükçekmece’den gelen var. Üç yıldır mazot sponsorumuz Petrol Ofisi. Ana sınıfındaki çocuklar her gün düzenli olarak konuşma terapisi alıyor. FM dediğimiz sistem sayesinde çok daha faydalı oluyor. Öğretmen bir verici, çocuklar da alıcı takıyor. Yüksek volümlü bir ders. Ve çocukların algısı yüzde 40 artıyor. Dört tanesi 25 Euro.
Çocuklarımız işitme seviye kaybına göre sınıflara ayrılıyor. Yüzde doksan işitme kaybı olan bir çocukla yüzde kırk kaybı olan bir çocuğu aynı sınıfa koymuyoruz. Ders dışında yine sponsorlar aracılığıyla onları yüzmeye, at binmeye, ve ritim derslerine götürüyoruz.

NOT: Bu yazıyı yazdıktan sonra Yok Böyle Bir Dans’ın tanıtım filmini çekmeye gittim. Büyük bir iç huzuruyla. Çekim Kağıthane’de garip bir stüdyodaydı. Asansörde benimle birlikte gencecik yakışıklı bir erkek var. Taş çatlasa 19. Tam “Stüdyolar nerede” diye soracakken işaret diliyle konuşmaya başlıyor. İşitme engelli olduğunu anlıyorum ama karşılık veremiyorum. Cebinden telefonu çıkarıyor ve mesaj bölümüne “Nereye gideceksiniz” diye yazıyor. “Stüdyolara” diye cevaplıyorum. Miniklerin de onun gibi yazıp okuyabilmesinde tuzum bulunacağı için şükrediyorum.
Yazının Devamını Oku

13 aylık Rüzgar neler yapıyor

9 Ekim 2010
Sallanarak uyuyordu artık hiç uyumuyor, yerde bulduğu kağıt parçalarını bana uzatıyordu, artık ufacık bir şey görse yalayıp yutmaya çalışıyor, en az sekiz kere ‘anne’ diyordu şimdi seksen kere diyor, bir de artık ben giderken ağlamıyor, gönülsüz de olsa el sallıyor. Hazırsanız, Rüzgar Yalın ana haber bülteni başlıyor * Daha adamakıllı yürümüyor. Hiçbir yere tutunmadan 20 saniye ayakta durabiliyor, eğer onu çok tahrik eden bir nesne sallarsam (cep telefonu, uzaktan kumanda gibi) bana doğru üç adım atabiliyor, o kadar. Son iki gündür bir yerden destek almadan doğrulmayı da becerdi. Yani koşturmasına çok az kaldı.
* Ne olduğu önemli değil, müzik duyduğunda dans ediyor. Hatta karşımızdaki inşaatın gürültüsüne bile tempo tuttuğu oluyor. Ses çıkaran her şeye naynay diyor. Naynay’ı çok beğenirse elindeki oyuncağı sağa sola, hatta kafasına vurabiliyor. Benim bittiğim an oluyor.
* Sebze püresi, yoğurt ve meyveden başka bir şey yemiyordu. Artık kısır, köfte, kabak dolması, sebzeli Çin makarnası, sushi pilavı, mercimekli köfte yiyor. Denediği her yeni lezzetten sonra en beş dakika ağzını şapırdatıyor ve zevkle el çırpıyor. Yani genlerine hiç ihanet etmiyor.
* Bebek arabasında ileri geri yaparak uyutabiliyordum, bu hafta o da mümkün olmadı. Sen misin beni Türkiye’ye afişe eden, dedi ve hiç uyumadı. Dadısını ayrı beni ayrı harap etti. İkimiz de sabah mor gözaltı halkalarıyla birbirimize bakıyoruz. Ve hep aynı şeyi söylüyoruz: “Azı dişleri çıkıyor ya, o yüzden uyuyamıyor.”
* Anne, baba, mama, naynay, anneanne, dede ve Allah diyor. Çünkü her düşecek gibi olduğunda, Allah diyoruz. Eskiden anne- babayı en fazla sekiz kere söylerdi şimdi seksen kere tekrarlıyor. Bazen bir takılıyor, o tekrarladıkça içimiz eriyor.
* Çorabını kendi çıkarıyor, bardaktan su içiyor, giyinirken kolunu uzatıyor, yıkanırken gıdısını kaldırıyor. Ha bir de ördeklere doldurup doldurup banyo suyunu içmeye çalışıyor.
* Eskiden yerde bulduğu her türlü minik nesneyi tutup bana uzatırdı, şimdi yalayarak ağzına alıyor. Yeri yaladığını fark ederseniz ağzından çıkarıyor, karambole getirdiyse, ki bunu istiyor, bir güzel yutuyor.
* En zoru altını değiştirmek. Kıpır kıpır, asla yatmak istemiyor, bezini ayakta bağlamak gerekiyor. Dikkat süresi çok kısa olduğu için ne şarkıyla ne oyuncakla oyalanıyor.
* Bundan bir hafta öncesine kadar evde bırakıp dışarı çıkmak tam bir işkenceydi. Hazırlanırken gideceğimi anlayıp bacaklarıma yapışıyor. Anniee, anniee diye bağırıyordu. Ama sabrettim, hiçbir zaman onun oyuncaklarıyla oynamasını fırsat bilip kaçmadım. Her seferinde azıcık ağlamasını göze alıp bay bay dedim. Ve işe yaradı. Artık giderken bana gönülsüz de olsa el sallıyor. Çünkü geri geleceğimi biliyor.

SALLAYAN ANNELERDEN ÇÖZÜM BEKLİYORUM

Geçen hafta bebeğini sallayarak uyutan anneler gizli bir cemaatin üyesi mi, diye sormuştum ya gerçekten öyleymiş. Böyle ne çok anne varmış! Kimi mail attı, kimi aradı. Bazılarıysa eskiden beri tanıdığım kadınlar çıktı. Olmadık yerlerde ‘yalnız değilsin’ diyerek hikayelerini anlattılar. Şüphesiz hepinizin söyledikleri bana iyi geldi. Ama gece olduğunda aynı rutin tekrarlandı. Diyorum ki, çözüme yönelik bir şey yapalım. Herhangi bir öneriniz varsa paylaşın. “Rezene çayı içir, Ali Baba’nın Çiftliği’ni söyle” bile diyebilirsiniz. Bütün önerileri yazayım ve çocuklarını sallayarak uyutan anneler cemaatini yok edelim. Ne dersiniz?
Yazının Devamını Oku

Çocuğunu sallayan anneler gizli bir cemaati

2 Ekim 2010
Yedi yaşına kadar sallanarak uyuyan arkadaşım var. Şimdi 27 yaşında ama “Bir sallayan olsa hayır demem, çok da hoşuma gider” diyor. Bebeğini battaniyede, çarşafta hoplatanlar, evin orta yerine hamakla salıncak arası garip şeyler kuranlar, çocuğunu ilkokula kadar ayakta sallayanlar tanıyorum. Atmıyorum, gelin tanıştırayım! Rüzgar, bebek arabasından başka bir yerde uykuya dalamıyor. Sabah, öğlen, akşam fark etmiyor en az yarım saat, en çok bir buçuk saat (bu rekor her an kırılabilir) arabayı ileri geri yapmak gerekiyor. Geceleri saatte bir uyanıp, sallanmak istiyor. Bazen kucakta, bazen ayakta, bazen yattığı yerde pışpışlıyorum tekrar uykuya geçiyor. Bazen bunların hiçbiri işe yaramıyor. Gözlerini boncuk boncuk açıyor ve parmağıyla bebek arabasını işaret ediyor: “Hadi anne, antin kuntin işler yapma, yatır beni, ileri geri yapmaya başla” demek istiyor. Çaresiz yatırıyorum. Bir an evvel dalar umuduyla kemerleri bağlamıyorum. Aklım sıra derin uykuya geçtiği an kucaklayıp yatağa geçireceğim.
Arabada uyumasına sinir oluyorum çünkü. Ama ne mümkün? Yatakla araba arasında mekik dokuduğum zamanlar başlıyor. Rekorum sekiz. Her defasında daldı zannedip yatağına yatırıyorum, anında hacıyatmaz gibi dikiliyor. Ağlamak istiyorum. Ağlayamıyorum.
Meğer hiç yalnız değilmişim. Çocuklarını sallayarak uyutan, uyutmak zorunda kalan bir dolu anne varmış, yeni öğrendim. Rüzgar’ı sallayarak uyutuyorum diye kime söylesem karşımdakinden benzer bir itiraf geldi. Kendi olmasa bile yakın arkadaşı, kuzeni, ablası benim gibiydi. Birbirimizi büyük bir anlayış ve sükunetle dinledik. Sanki bizler çok gizli bir cemaatin birer üyesiydik! Yaptığımız şeyin doktorlar tarafından hiç onaylanmadığını biliyoruz ama vazgeçemiyoruz. Bir taraftan kendi çocuğumuza zarar verme ihtimalini sindirmeye çalışıyor diğer taraftan bunun onun için iyi olduğu masalına kendimizi inandırmaya çalışıyoruz. Çaresiz olduğumuzu düşünüyoruz. Bağımlıyız aslında. Adsız Alkolikler gibi, Adsız Çocuklarını Sallayan Anneler Derneği kurulamaz mı?

HİÇBİR ZAMAN UYUYAN BİR BEBEK OLMADI

Peki bu hale nasıl geldik? Kendi hikayemi anlatayım. Oğlum hiçbir zaman uyuyan bir bebek olmadı. İki aylık bebekti, en fazla bir saat uyanık kalabileceği zamanlarda, akşam üstü altıdan gece ikiye kadar sekiz saat uyanık kalabiliyordu. Uyanık, mutsuz, huzursuz ve ağlayan bir bebek oluyordu. Ben de uyumasına yardımcı olmak için kucağımda uyutmaya başladım. Annemin “Ver ayağıma iki dakikada uyutayım” tuzaklarına hiç düşmedim. Çünkü aklım sıra kucağımda, onu sallamıyordum, kendimi sağa sola döndürüyordum. Ne fark varsa? Dokuz aylık olana kadar bu böyle sürdü.
Sonra Rüzgar on kiloyu geçti. Bende ne boyun kaldı, ne de bel! Bebek arabasına bu sayede bulaştık. Bulaşmaz olaydık. Ama artık bu gidişe bir son vermeye karar verdim, bir uzman yardımı aldım. Rüzgar’ı kaptığım gibi bebeklik dönemi, okul öncesi ve ilkokul çağı çocuklarını tanıma ve özelliklerine uygun yönlendirme, sorun çözme, bireysel ve grup çalışmaları konusunda uzman psikolog Layza Ovadya’ya gittim.
Layza net konuştu: “Bu iş ağlatmadan olmaz. Çünkü 13 aydır alıştığı şeyi ortadan kaldıracağız, ağlayacak ama vazgeçecek. Ben yatağına koyup odadan çıkma taraftarı değilim. Terk edilmişlik duygusunu yaşatmak çok tehlikeli olabilir. Bebek arabasında değil, yatağında uyumasını öğreteceğiz ama yavaş yavaş ve yanında olarak. İlk önce gündüz uykularından başlayalım. Uykuya daldıktan sonra yatağına geçirelim. Yatağında uyanmaya alışsın” dedi. Rüzgar gündüz uykularının tamamını (günde iki kere birer saat) arabada geçiriyordu. İlk öneriyi yapabildik. Daldıktan 15 dakika sonra yatağa alıyor ve bir saat kesintisiz yatakta uyuyor. Şimdi sıra geceye geldi. Kendimi hazır hissettiğimde, Rüzgar tam uykuya dalmak üzereyken arabadan kaldırıp yatağa koyacağım, ağlasa da yanında olacağım. Ellerini tutacağım, sırtını pışpışlayacağım ama kaldırıp tekrar arabaya koymayacağım. Bakalım becerebilecek miyim?
Yazının Devamını Oku

Annesel sorumluluk projeleri

25 Eylül 2010
Kimi çocuk doktoru ziyaretlerinden sonra lolipop verilmesini yasaklatmak istiyor, kimi “Sütün yetmiyor senin” diye tutturan teyzeleri susturmak. Bense üç aylık çocuğa çoraptan battaniyeye kadar tek bir marka giydirenleri kendine getirmeye taktım.

Blogcu Anne Elif Doğan’ı tanıyorsunuz. Üç hafta önce yazdığım ‘Emzirme Reformu’nu başlatan şahane anne ve blogger. Sosyal sorumluluk projelerine takmış vaziyette. Geçen hafta Facebook’ta ‘Sıradaki sosyal sorumluluk projelerim’ diye yazdı:
1. Çocukların sağlığını tehdit eden oyuncakları piyasadan kaldırtma...
2. Çocuk doktoru ziyaretlerinden sonra lolipop verilmesini yasaklatma projesi...
3. İkinci bebeğin ilkiyle aynı cinsiyetten olduğunu öğrenince suratını buruşturanları hapse attırma girişimi...
4. Bebek ve köpeğin aynı evde yaşadıklarını öğrenince köpeği sokağa bırakmayı tavsiye edenlere bir ay hayvan barınaklarında çalışma zorunluluğu getirilmesi girişimi.
Bu dört maddeden sonra ortalık coştu. Onu takip edenler kendi sosyal sorumluluk projelerini yazdı.
ÇOCUK BÜYÜTÜRKEN ÇARELER TÜKENMEZ

Yazının Devamını Oku

Anneler yükselen burcunuz çocuğunuzun burcudur

18 Eylül 2010
Astrologlar bu tezime ne der bilmiyorum ama ben annelerin doğumdan sonra burç değiştirdiğine inanıyorum. 40 yıllık Kova Sibel’in, Başak Rüzgar’la birlikte nasıl değiştiğinden bahsediyorum Ben Kova burcuyum. Özgür ruhum. Dağınığım, sarsağın dik alasıyım. Hep son dakikacıyım, yumurta-kapı ilişkisi üzerine tez yazabilecek noktadayım. Düzen severim ama düzenli bir şekilde duramam. Ben dağıtırım birileri hep toplar.
13 yıldır gazetecilik yapıyorum. Milliyet, Sabah, Vatan çalışmadığım yer kalmadı, bulunduğum ortamlarda en dağınık masa ödülü hep bana verildi. Şu anda da Hürriyet binasının beşinci katındaki masamda çalışamıyorum. Çünkü üzerinde duran zarf, kitap, dosya ve CD yığınından bilgisayarımı koyacak yer yok. Altındaki koliler yüzünden sandalyemi masama yaklaştıramıyorum.
Bu yüzden tinerci gibi (bu bana iş arkadaşlarımın taktığı isim) sürekli onun bunun masasına ilişmeye çalışıyorum. Biri o gün gelmeyecekse ya da haberdeyse hemen oraya yayılıyorum. Tabii çalıştığım yerde iz bırakıyorum ister istemez. Ertesi gün geldiklerinde burada Sibel çalışmış diyorlar ama artık idare ediyorlar, fazla kızmıyorlar. Ya da ben öyle zannediyorum.
Evde de durum pek farklı değildi bugüne kadar. Evlenene kadar daha da kötüydü. Biraz utanıyorum ama ben hiç kendi yatağımı kendim toplamadım. Annem topladı. İç çamaşırlarımı yatağın içinden bulan, pazar tezgahı gibi gardırobumu düzenleyen, giysileri tek tek katlayan hep oydu. Ve en sinirlendiği günler bana hep “Kızım Allah sana senin gibi bir evlat versin” dedi. Dileği gerçekleşmedi. Daha fenası oldu. Başak burcu bir oğlan doğurdum.

31 YAŞINDAN SONRA DEĞİŞİYORUM

Rüzgar daha bir yaşında ama ne kadar titiz ve düzenli olacağının sinyallerini veriyor. Rutin onun için her şey. Yemek saati 10 dakika geçince kıyamet koparıyor. Uyku saati şaşınca, üç saat uyutmaya çalışıyorum olmuyor. Evde bir şeylerin yerlerinin değişmesine bozuluyor. Emeklerken yerde küçücük bir kağıt parçası görürse o minik parmaklarıyla tutuyor, bana uzatıyor. Hanyayı Konya’yı anlıyorum, dünyanın kaç bucak olduğunu görüyorum, eden bulur sözüne katılıyorum. Ve inanamıyorum ama 31 yaşından sonra değişiyorum. Bu yüzde annelerin çocuk doğurduktan sonra burç değiştirdikleri tezini ortaya atıyorum. En azından yükselen burçta bir değişiklik oluyormuş gibi geliyor. Benim yükselenim Yay ama artık kendimi Başak gibi hissediyorum.
Artık eskisi gibi son dakikacı değilim mesela. Belli bir programa uymak zorundayım. Aksi taktirde Rüzgar’ın programı şaşıyor. Onunla daha fazla olmak için işlerimi daha erken toparlayabiliyorum. Diyelim ki o uyurken 60 dakikalık röportajın deşifre edilmesi gerekiyorsa ediyorum. Eskiden olsa ses kayıt cihazı ve kulaklıklar benimle bütünleşir, 60 dakikalık kayıt 360 dakikada çözülürdü.
Elimde sürekli bir toz beziyle dolaşıyorum, yerler her gün silinsin istiyorum, giyinme odamı dağıtmıyorum. Rüzgar girdiğinde ayaklarına elbiseler, tişörtler, pantolonlar dolanmasın istiyorum. Oyuncak hayvanlarını ayrı sepete koyuyorum, kitaplarını ayrı. Bu satırları iş için geldiğim Miami’den yazıyorum. Kendim bile inanamadım ama az önce otele giriş yaptığımda bütün bavulumu boşaltıp elbiselerimi tek tek astım. Bu ilk kez oluyor. Genelde bavulun içinde kalırlar ve tombala usulü çekilip çıkarılırlardı.
Ne dersiniz sizce de değişmişim değil mi?

DÖRT GÜNE DÖRT MANDAL ASTIM

Dört gün iş için Miami’deyim. Rüzgar’dan dört gün ayrı kalacağım için gelmeden önce çok dertlendim. Defalarca seyahati ertelemeyi düşündüm. Ona dört gün sonra döneceğimin sinyallerini nasıl vereceğimi araştırdım durdum. Çözümü uzman pedagog Layza Ovadya söyledi: “Dört gün mü ayrı kalacaksınız? Babası beyaz bir kağıda dört daire çizip, her gün birinin içini boyayarak anne gelecek, desin. Ya da bir yere dört oyuncak assın ve her gün birini anne gelecek diyerek çıkarsın” dedi. Böylece Rüzgar geliş tarihimin yaklaşmakta olduğunu hissedermiş. Çok mantıklı geldi. Ben de odasının perdesine dört tane büyük boy mandal astım. Şimdi her gün aynı saatte bir mandalı anne gelecek diyerek çıkarıyorlar. Umarım bu oğlumu biraz olsun rahatlatıyordur. Peki ben ne yapacağım? O mandallar yüreğime takılı sanki...
Yazının Devamını Oku